ZİHİN İYİ BİR UŞAK AMA BERBAT BİR EFENDİDİR.
Zihninize istediğinizi yaptırabiliyor musunuz? Ona sözünüz geçiyor mu?Zihniniz size huzur ve güven veriyor mu? İçinde rahat ediyor musunuz?Zihninizin içi güzel, zarif bir yer mi? Orada vakit geçirmekten hoşlanıyor musunuz?Zihniniz sizinle işbirliği yapıyor mu?Zihninizin içinden kötü ve faydasız bir düşünceyi çıkarıp yerine iyi ve faydalı bir düşünce koyabiliyor musunuz?Zihniniz sizi alıp hiç de gitmek istemediğiniz yerlere götürüyor mu?Zihninizle sıkı dost musunuz?
Eğer bu yedi sorudan birine veya daha fazlasına hayır dediyseniz, yanıtları evete dönüştürmek için daha fazla beklemeyin. İlk yayımlandığı günden beri Türkiye’nin en çok dinlenen podcastleri arasında yer alan Yedi Çeşit Evet, zihninizin zincirlerinden kurtulmak için bir davet. Eşsiz ve paha biçilmez ömrümüzden bir an daha heba etmeden harekete geçmeye: Evet!
İÇİNDEKİLER
GIRIŞ / 7
1- Şimdiye Ait Bir Zihin / 9
2- Geçmişin Yüklerini Bırakmaya Evet / 25
3- Kendimize Söz Geçirebilmeye Evet / 31
4- Neden Zihnimi Yönetemiyorum? / 61
5- Şölen Meditasyonu / 77
6- Zombi Olmayı Önleyen 20 Egzersiz / 83
7- Mutluluğa Giden Kestirme Yol / 99
8- Bilmiyorum Sabunuyla Yıkanmaya Evet / 127
9- Yaşam Enerjimizi Yükseltmek İçin Neler Yapabiliriz? / 141
10- Meditasyon Neden ve Nasıl Yapılır? / 155
11- Kaygılı Zihni Doğru Yönetmeye Evet / 173
12- Zihni, Bedeni ve Kalbi İyileştirmek İçin
Bir Meditasyon / 193
13- Korkularımızla Dost Olmaya Evet / 199
14- Karma / 217
15- Dikkatli Yaşama Sanatı / 233
16- Acının Ötesine Geçmek / 249
SON SÖZ / 259
KAYNAKÇA / 261
GİRİŞ
“Büyük günüm geldi ve geçti, haberim olmadan. Çünkü şafak
vaktinden geçerek gelmedi ve gitmedi, alacakaranlıktan.”
– Antonio Porchia
Bizim büyük günümüz hangi gün? Hayatlarımızı askıya aldık, nefeslerimizi tuttuk ve hasretle bekliyoruz… Yaşamak yerine bekliyoruz; yaşamaya başlayacağımız günü bekliyoruz… Renksiz ve yavan günler, haftalar, aylar ve yıllar bitsin; renkli ve canlı vakitler gelsin diye bekliyoruz… Sıradan ve sıkıcı kostümlü provamız bitsin; artık sahneye çıkalım ve parlak renkleriyle, cazibeli ve neşeli gerçek hayatımız başlasın diye bekliyoruz… İkinci el yaşantımız bitsin; her günkü ıstıraplara, korkulara, içsel kaosumuza dişimizi sıkıp katlanışımız bitsin ve ömrümüzü ona hazırlanarak geçirdiğimiz sevinçli, heyecanlı, taptaze gün, “büyük gün” gelsin diye bekliyoruz… Peki ya o “büyük gün” hiç gelmezse? Kısacık ve değerli ömrümüzü onu bekleyerek mi geçireceğiz? Daha da fenası, ya Porchia’nın dediği gibi büyük günümüz çoktan –bizim haberimiz bile olmadan– geçip gittiyse? O zaman bu yaşamla, bu varlığımızla ne yapacağız?
Bu soruyu bir Zen ustasına yöneltseydik, bize büyük olasılıkla delici bir bakış eşliğinde şöyle söylerdi: Her gün büyük gündür; her an büyük andır. Ölümün gölgesinde aldığımız her soluk, nabzımızın her atışı, her bir gülümsememiz olağanüstü kıymetlidir. Yaşamımızın en sıradan ve sıkıcı bulduğumuz bölümleri, sızlayan yaralarımız, derin ıstırabımız ve kederimiz de hayatın tamamına, yani hem bizim varlığımızın hem de varoluşun bütününe dahildir.
Kendimizden korkmamaya, karanlık taraflarımızı dışlamamaya ve yok saymamaya gönüllü olacak cesareti topladığımızda bütün varlığımızı kucaklayabilir, içimizde gölgemizi de kapsayabilecek büyüklükte bir şefkat uyandırabiliriz. Kendimizi yaşamla uyumlu, yaşama saygılı, sevgi dolu, zarif bir varlığa dönüştürme çabası her anımızın anlamlı ve değerli olduğunu bize anımsatma kudretine sahip, asil bir çabadır. Bu çabadan bilgelik doğar, içsel güç doğar, arzuların tatminine veya dış koşulların uygunluğuna muhtaç olmayan kalıcı bir mutluluk doğar. O halde eşsiz ve paha biçilmez ömrümüzden bir an daha heba etmeden harekete geçmeye evet! Kendimizi, kendi varlığımızın tamamına ve yaşamın tamamına açmaya evet! Kendimizle tanışıp sıkı dost olmaya evet! Tüm varlıklara dostça yaklaşmaya, şiddetsiz ve nazik olmaya evet! Zihnimize, kalbimize ve ıstırabımıza iyi bakmaya evet! “Lütfen, kendi değerinizi bilin!” diyen Zen ustası Dogen’e kulak vermeye evet! Yaşamımızın ve ölümümüzün değerini bilmeye evet!
1- Şimdiye Ait Bir Zihin
Şimdi sizden sahip olduğunuz en kıymetli şeyi bir süre için bana vermenizi rica ediyorum. Ne mi o? Elbette dikkatiniz. Dikkatimiz, sahip olduğumuz “en kıymetli” şeydir çünkü yalnızca bir tanedir ve anbean yaşadığımız her tecrübenin niteliğini dikkatimiz belirler. Dikkatimiz nereye dönerse biz de orada oluruz. Zihnimiz dikkatimizi verdiğimiz şeyle dolup taşar. Bu yüzden dikkatimizi neye verdiğimize çok dikkat etmemiz gerekir.
Bu en kıymetli varlığımız aynı zamanda ne yazık ki en kolayca kaptırdığımız şeydir. Kişiler, nesneler, olaylar, dış dünya hemen dikkatimizi yutuverir. Dışarıdaki gürültü dikkatimizi yutar, içerideki gürültü dikkatimizi yutar, zihnimizdeki kargaşa, başıboş gezen düşüncelerimiz hemen, kolayca dikkatimizi yutar. Şimdi siz bu satırları okurken dikkatinizi burada tutmaya çalışmanızı istiyorum. Zihniniz geçmişe, geleceğe veya hayal âlemine giderse onu tutup buraya geri getirin. Siz bu yazılanları okurken zihniniz yarınki toplantınıza gidebilir, alışveriş listenize gidebilir, birisiyle yaşadığınız bir tartışmaya gidebilir, geçen sene yaptığınız o unutulmaz yaz tatiline gidebilir, sizi hoşnut eden ve sık sık içinde dolaşmayı sevdiğiniz bir hayale gidebilir ya da size her uğradığında sıkıntı getiren kasvetli bir düşüncenin içinde kaybolabilir. Bunların hiçbirine dikkatinizi yutturmayın. Zihin nereye dalarsa dalsın çıkarmaya ve burada tutmaya çalışın. Dikkatinizi zihnin size gösterip bakmanızı emrettiği düşünceye veya imaja hemen teslim etmeyin ve burada kalın.
Zihninizin şimdiki andan uzaklaştığını her fark edişinizde ve onu her geri getirişinizde mindfulness pratiği yapmış olursunuz. Mindfulness yani uyanık olmak, içinde bulunduğunuz anda düşüncelerinizin, duygularınızın, bedeninizin ve çevrenizin farkında olmanız demektir. Bu pratik hiç özel bir yetenek gerektirmez, isteyen herkes yapabilir. Anlaması çok kolaydır, yapması zordur. Zordur, çünkü ömrümüz boyunca bunun dışında hareket etmiş olan, serseri mayın gibi gezmeye alışık, buna programlanmış bir zihne sahibiz. Bir şey yaparken, bambaşka bir şey düşünmek bize normal gelir.
Aslında bir şeylerle meşgul olurken bambaşka şeyler düşünmek pek de normal değildir ama görüntüde burada olup zihnimizde bambaşka yerlerde olmamız normalleşmiştir. Bütün bu anomaliler bize çok çeşitli ıstıraplar çektirir. Şimdi belki bu konu ilginizi çekti, belki zihninizde bir ışık yandı ve belki bütün dikkatinizle buraya doğru döndünüz, sonuna kadar yüksek dikkatinizi tam da bu noktaya vermek istiyorsunuz. Yine de zihniniz bir noktada başka bir düşünceye gidecek, bunun önüne geçemeyiz. Zihninizi her gidişinde tutup geri getirerek mindfulness pratiğine devam edebilirsiniz. Zihnimiz gezer ve şu an olanla kalamaz. Peki, şu an olanla kalmak neden bu kadar önemlidir?
“Şimdiki an”, “Şimdiki anda kalalım”, “Şimdiki anın dehşetli önemi” diye ısrarla bunun üzerinde durmamızın nedeni nedir? Neden dikkatimizi şimdiki anda toplamamız gerekiyor? Çünkü gerçek olan, şu an her ne oluyorsa yalnızca odur. Geçmiş geçip gitmiştir, gelecek henüz gelmemiştir, hayal âlemi de adı üstünde hayal âlemidir. Yaşamla gerçekten temas edebildiğimiz tek yer şimdiki andır. Bu yüzden durup dikkatimizi içeri çevirebilmeyi ve içeride olup bitenleri sakince izleyebilmeyi öğrenmemiz gerekir. Sürekli hareket eden, kendi dırdırını, kendi tantanasını dinleyen geveze bir zihin hiçbir şeye odaklanamaz.
Böyle karmakarışık, kaotik bir zihin bizi sürekli şimdiki andan, gerçek hayattan koparıp alır ve mutsuzluklara sürükler. Bize bugünü yaşatmayan, hep dünle veya yarınla meşgul eden böyle bir zihnimiz varsa, biz yaşamın da kendimizin de daima bir adım gerisinde olmaya mahkûmuz.
Bu çok kısa ve çok kıymetli yaşamımızı anlamlı bir şekilde sürdürmek istiyorsak, zihnimizin nasıl çalıştığından ve içeriğinden haberdar olmak mecburiyetindeyiz. Aksi takdirde bu hayatı kendimizi hiç tanımadan geçireceğiz ve kendini ıskalamak, yaşamın bütününü ıskalamaktır. Bu yüzden lütfen burada kalın, geçmişe gitmeyin, geleceğe gitmeyin, hayal âlemine gitmeyin, giderseniz de geri gelin. Hayal âlemine gitmeyin deyince içinden itiraz edip, “Hayal âlemine neden gitmeyeyim, orası çok güzel, çok keyifli bir yer, benim çok güzel hayallerim var” diye düşünebilirsiniz. O zaman şunu sormak durumunda kalırız: “Hayal âlemine gittiğinizde orada mısınız?” Yanıt: “Hayır.” “Peki burada mısınız?” Yanıt (yine) “Hayır.”
İşte tam da bu yüzden zihnin başıboş gezindiği böyle anlar, hayatımızdan çalınmış anlardır. Gerçek anlamda yaşamadığımız anlardır. Sizin hayaliniz çok keyifli olabilir ve şimdiki an müthiş derecede sıkıntılı, kasvetli olabilir. Yine de biri sahte, diğeri de gerçektir. Sahte olan, kafanın içinde yaşanan, ikinci el bir yaşama razı olmamak için, mevcut durumumuzu çok iyi anlamamız gerekiyor. Eğer zihnimizde bize özel bir rüya âlemimiz varsa, maalesef onu da terk etmek mecburiyetindeyiz. Çünkü üstüne basarak belirttiğimiz gibi zihnimizi şimdiki anda tutmak, yani uyanık kalmak hiç kolay bir iş değildir. Bizler şimdiki anı geçiştirmeye programlıyızdır, ömrümüz boyunca zihnimiz bu şekilde hareket eder.
Mümkün olduğu kadar hızlıca geçilip gidilmesi gereken bir geçittir şimdiki an. Ve bizler böyle böyle sürekli bilinmeyen bir gelecek uğruna şimdiki anı feda ederiz, feda ederiz, feda ederiz… Halbuki yaşam, yalnızca o peş peşe feda ettiğimiz “şimdiki an”lardan oluşmaktadır. Size bir hikâye anlatmak istiyorum. Bir balıkçı şafak sökmeden evvel nehrin kıyısına gelip oturmuş. Karanlıkta öylece beklerken sıkılmış. Ellerini çevresindeki taşlarda gezdirip onlarla oynamaya başlamış. Derken eline yumuşak bir şey değmiş, avucunun içine alınca bunun çakıltaşları ile dolu bir kese olduğunu düşünmüş. Keseyi açmış ve içindeki çakıltaşlarını birer birer nehre atmaya başlamış. Nehrin mümkün olduğu kadar en uzak noktasına atmaya çalışarak oyalanmış. Nehir de gürül gürül akıyormuş. Çok güçlü bir akıntısı varmış. Yani atılan taşın geri alınmasına imkân yokmuş. Balıkçı taşları atmış, atmış, atmış… Böyle böyle vakit öldürürken, gün yavaşça ağarmış.
Kesede tek bir taş kaldığında etraf tam olarak aydınlanmış ve balıkçı kalan o son taşı çıkarıp, avucunun içine aldığında bir de bakmış ki bu bir çakıltaşı değil, paha biçilmez bir mücevhermiş. Ve tabii o anda anlamış ki kesenin içinden alıp umursamazca teker teker fırlatıp attığı bütün o diğer taşlar da çakıltaşı değil paha biçilmez mücevherlermiş. Belki bizler de bugüne dek tıpkı bu balıkçı gibi şimdiki anları tek tek nehre attık. En büyük servetimizi, yaşamımızın mücevherlerini çakıltaşları gibi saçıp savurduk. Üzülüp kendimizi hırpalamak bize bir şey kazandırmaz ancak elimizde kalan o son mücevhere gözümüz gibi bakabiliriz. Ona sahip çıkmak zorundayız.
O mücevher “şimdiki an”dır ve içinde bütün zenginliğiyle yaşamın tamamını barındırır. Hâlâ burada mısınız? Zihniniz dolaşmaya çıktı mı? Fark ettiniz mi? Onu geri getirdiniz mi? Şimdi burada mısınız? Eğer buradaysanız beraberce şu sorunun cevabını araştıralım: Bu neden böyledir? Biz neden kendimizi yaşamın içinde tutamıyoruz? Neden bütün dikkatimizi gerçek hayat yerine zihnimizin içinde kesintisiz akıp giden karmakarışık düşünce akışına veriyoruz? Neden hayatı yaşamak yerine hayat hakkında düşünüyoruz? Düşüncelerimiz hakkında düşünüyoruz? Neden hayatı dinlemek yerine, kendi içsel konuşmamızı dinliyoruz,kendi içsel dedikodumuzu dinliyoruz, kendi içsesimizle tartışıyoruz, sohbet ediyoruz ve bütün dikkatimizi ona veriyoruz? Kafamızın içinde yaşadığımız bu ikinci el hayatın nedeni nedir? Bu neden böyledir? Bu böyledir çünkü bizler kendimizi zihinsel içeriğimiz zannediyoruz. Biz zihinsel içeriğimiz ile özdeşleşiyoruz ve böyle zannettiğimiz için de içsel konuşmamızı, düşüncelerimizi, içsesimizi aşırı derecede önemsiyoruz. İçsel konuşma başlar başlamaz bütün dikkatimizi ona yöneltiyoruz ve sonuna kadar ne dediğini dinliyoruz.
Neden yöneltmeyelim ki? Biz neticede içsesimiziz değil mi? Biz konuşan kendimiziz diye düşünüyoruz. Şimdi tam da burada durup, derin bir nefes almamız ve duruma dikkatlice bakmamız gerekecek. Herkes hâlâ burada mı? Umarım dikkatiniz buradadır çünkü bu oldukça mühim bir konu. Zihninizin içinde konuşan ses, sahiden siz misiniz? Siz düşünceleriniz misiniz? Zihninizin içeriği misiniz? Aramızda bundan beş dakika sonra ne düşüneceğini bilen biri var mı? On beş dakika sonra? Gün boyu? Gece yatarken? Yarın sabah kalktığınızda ilk düşünceniz ne olacak? Bütün bunları biliyor musunuz? Dikkatli bakınca görürüz ki zihin kendi keyfine göre çalışır ve canının istediği düşünceyi çıkarıp, bize gösterir. Bizim seçme hakkımız yoktur. Biz herhangi bir anda zihnin seçtiği ve bize sunduğu içerik neyse oturur onu izleriz. Pasif birer izleyici olarak hiçbir söz hakkımız yoktur. Zihin açık bir televizyon gibi hiç durmadan çalışır ve kendi keyfine göre programlar arasında gezer. Biz de hangi kanal açıksa onu izleriz. Ortada bir kumanda yoktur, varsa da bizim erişemeyeceğimiz bir yerdedir. Gösterilen program berbatsa da, üzücüyse de, korkutucuysa da yapabileceğimiz hiçbir şey olmadığını düşünür ve sonuna dek izleriz.
Bu arada içsel sesimiz de kesintisiz olarak devrededir ve ekranda olup biten her şeyi bizim adımıza yorumlamakla meşguldür. Böylece kendimiz seçmediğimiz bu görüntüleri hiç susmayan bir dırdırcı eşliğinde izleyip dururuz. İşte size “ben” zannettiğimiz zihnin bir resmi! Peki, biz zihnimiz olsaydık, sizce içinden geçecek düşüncelerden haberdar olmamız gerekmez miydi? Düşüncelerimizi seçebilmemiz, yönetebilmemiz, dikkatimizi kendi istediğimiz düşünceye odaklayabilmemiz ve orada tutabilmemiz gerekmez miydi? Düşüncelerimizin geliş gidişlerinden haberdar olmamız gerekmez miydi? Oysa mevcut işleyiş biçiminde bakıyoruz ki bizler zihnimizin bize bir sonraki anda ne göstereceğini katiyen bilmiyoruz. Bizim işimiz tesadüflere kalmış durumda. Bir de biz içeride konuşan kişiyi kendi sesimiz zannediyoruz ama eğer içsel sesimiz gerçekten biz olsaydı onun da anbean neler söyleyeceğinden haberdar olmamız gerekmez miydi? Eğer bu içsel ses bizsek, neden kendimizle bu kadar kırıcı ve kaba konuşuyoruz? Neden sürekli bu ses bizi eleştiriyor, yargılıyor, bize “Sen yetersizsin!” diyor, suçluluk duyguları yüklüyor? Ve eğer biz zihnimizsek neden “Zihnimi yönetemiyorum!” diyoruz? Bu durumda zihni yönetemeyen kimdir? Eğer biz düşüncelerimizsek, “Düşüncelerimi durduramıyorum!” diyen kimdir? Ve eğer biz içsesimizsek, neden onunla sık sık çatışıyoruz?
Düşüncelerimizin hepsini önemsemek ve düşüncelerimiz hakkında düşünmek zorunda değiliz. Zihnimizi kullanıp kenara koyabiliriz, düşünceleri kullanıp kenara koyabiliriz. Biz içsesimizin her dediğini dinlemek, önemsemek ve dikkatimizi sürekli ona vermek zorunda değiliz. Biz içsesimizle olan ilişkimizi bize daha az ıstırap çektirecek şekilde yeniden düzenleyebiliriz.
…