İşte Zor İnsanlar | Özden Aslan


Özden Aslan, Zor İnsanlarla Zorlanmadan Baş Etmek adlı kitabında olduğu gibi, yine üç farklı zor insan tipiyle baş etmenin yollarını anlatıyor. Yazar, yaşamın içinden örneklerle zenginleştirdiği anlatımı ile okuyucuya eğlenceli bir rehber sunuyor. Zor insanları yönetmeyi öğrenmenin yolu bu kitabı okumaktan geçiyor.


İşte Zor İnsanlar, yarattığı beklentiyi tamamen karşılıyor. Çevremizde mutlaka bir Demir, Engin Bilgin, Dr. Hüsnü veya Nurcan vardır. Böyle kişilerle baş etmenin akıl oyunlarıyla dolu yolları bu kitapta. Zaman zaman güldüren, güldürürken de öğreten harika bir kitap.

Dinçer Maden

Harikaydı, bir solukta okudum. Öyküler, eğitici ve etkileyici; kendinizden bir parça buluyorsunuz. “Bu kişiye böyle davranırsam baş edebilirim” diyorsunuz ve ders çıkarıyorsunuz. Kitap, insanın ufkunu genişletiyor, bakış açısını yeniliyor.
Hüma Oktay

Kitap gerçekten çok güzel ve sürükleyici. Hizmet sektöründe çalışan biri olarak bu kitabı ısrarla tavsiye ederim. Şirketler, tüm personellerine okutmalı. Böylece çalışanlar zor durumda kaldıklarında ne yapacaklarını öğrenir.

Özkan Bikiş

 

 

Şu anda o kadar kızgınım ki bağıra çağıra ağlamamak için kendimi zor tutuyorum. Elime geçirdiğim her şeyi Demir’in suratına fırlatmak istedim. Ona sinir oluyorum. Evet, sevgili (!) kardeşim Demir’e sinir oluyorum. Sinir olmak da ne ki? Ondan nefret ediyorum.

Galiba biraz abarttım. Demir’i severim, ama ona çok kızgınım. Her zamanki ukalalıklarıyla doğum günümde beni herkese rezil etti. Ondan üç yaş büyük olmama rağmen bana küçük bir çocukmuşum gibi davranıyor. Ne desem eleştiriyor, her söylediğimi ‘Öyle değil, böyle’ diyerek düzeltiyor. Üstelik alaycı bir tavırla yüzüme bakıp beni küçümsediğini belli ediyor. Zaten bu çocuk doğduğu günden beri bana yaşamı zindan ediyor. Daha ilk konuşmaya başladığı günlerde yarım yamalak konuşmasıyla ‘Demet bilmiyo, ben biliyo’ derdi de herkesin pek hoşuna giderdi. Şımarta şımarta tepemize çıkarttılar işte. Çok zekiymiş de, çok okuyormuş da… Üniversiteyi zor kazandı bu çocuk. Ondan ne haber? Evet, eline ne geçerse okuyor, ama okulda altıncı yılı daha mezun olamadı ukala şey. Ama yetti artık. Bu evden ya o gitsin ya da ben ayrılacağım. Onunla aynı çatı altında yaşamaya daha fazla dayanamayacağım.

Kardeşimle ilgili duygularımı kimseyle paylaşamıyorum. Annem, babam bile beni anlamıyorlar. Neyse, yazınca rahatladım. Bugün benim doğum günüm, iyi ki doğdum!

Demet, oda kapısının çalınmasıyla yatağında doğruldu ve kucağındaki günlükle kalemini hızla yatağın altına sakladı. Bir yandan da “Efendiiim” diye seslendi. Kapıda annesi belirdi. “Işığını görünce benim güzel kızım daha yatmamış mı bir bakayım dedim. Sen bu saatlerde uyumuş olurdun. Her şey yolunda mı canım? Yoksa canını sıkan bir şey mi var?” Annesinin art arda sorduğu sorulara yanıt vermeden bir an durup düşündü Demet. Sonra önüne bakarak “Demir yine canımı sıktı. Beni herkesin içinde küçük düşürdü” dedi. Sanki kendi kendine konuşuyor gibiydi.

Annesi, Ayla Hanım, yatağının ayakucuna oturarak kızının elini avuçlarının arasına aldı. Yumuşak bir sesle “Ah, yavrum, onun söylediklerine neden bu kadar takılıyorsun. O hepimize aynı şekilde davranıyor. Babanın bile sözünü kesip de yanlışını düzeltmiyor mu? Seni ne kadar çok sevdiğini biliyorsun. Bu akşam doğum günü partin için en çok o uğraştı, unuttun mu? Herkesin bir huyu var. İstese de kolay değişemiyor insan” dedi. Annesi konuşurken “Demir değişmek istemiyor ki” diye geçirdi içinden Demet. Ayla Hanım devam etti: “Üç kardeşsiniz, üçünüzün de huyu farklı. Bak, en küçüğünüz Dinç hiç sizlere benzemiyor. Öyle değil mi?” Demet başını salladı. Küçük kardeşi Dinç’i düşündü. O, evdekilerle hiç ilgisi yokmuş gibi kendi dünyasında yaşardı. Çok az konuşur, hiçbir şeye karışmaz, hiç soru sormazdı. Bir çıkarı olduğunu görmeden de kimseye yardım etmezdi. “Yine de onu Demir’den daha çok seviyorum” diye düşündü Demet. Annesi ayağa kalktı ve yanağından öperek, “Bugün senin doğum günün hiçbir şey için kendini üzme. Doğum günün tekrar kutlu olsun güzel kızım, uyu artık, yarın işe gideceksin” diyerek odadan çıktı.

Demet gözlerini kapattı. Uyumadan önce Demir’in yaptıklarını annesine iyi anlatamadığını düşündü. “Ne zaman ağzımı açıp bir şey söylesem eleştiriliyorum. Konuşmaya korkar oldum. Yetti artık!” demeliydi. Uykuya daldı.

Sabah erkenden kalkan Demet hızla giyindi. Demir’le karşılaşmadan evden çıkmak istiyordu. Bir gece önce doğum günü armağanı olarak gelen leylak rengi bluzu giydi. Saçını toparladı, makyaj yapmadan, kahvaltı etmeden evden çıktı.

Demet büyük bir şirkette genel müdürün asistanı olarak çalışıyordu. Bu şirkette, önce üniversitede öğrenciyken stajyer olarak çalışmıştı. O dönemde Demet’i çok sevmişler, çalışmasından memnun kalmışlardı. O da şirketi ve çalışanları sevmişti. Mezun olunca hiç zaman kaybetmeden başvuru yapmış ve İnsan Kaynakları Bölümü’ne asistan olarak işe alınmıştı. Orada görev yaptığı iki yıl içinde dönem dönem Genel Müdürleri Tarık Bey’e çevirmenlik de yapmıştı. Bir buçuk yıl önce de Tarık Bey’in asistanı, eşinin işi nedeniyle, yurtdışına gidince Demet’i bu göreve atamışlardı. Bu işini eskisinden daha çok seviyordu. Şirketin en kritik, en önemli biriminde, çok önemli bir kişiye asistanlık yapıyordu. Üstelik Tarık Bey’e büyük saygı duyuyordu. Ondan çok şey öğrendiğini düşünüyordu.

O sabah erkenden işe geldi. Tam bilgisayarını açmıştı ki Tarık Bey kapıda göründü. Onu işinin başında görünce “Bravo Demet, erkenden gelmişsin. Bugün halletmemiz gereken çok iş var, senin bu saatte burada olman ne güzel!” dedi. Sesinde biraz şaşkınlık, daha çok da memnuniyet vardı. “Sinir kardeşim Demir sayesinde sevgili patronumun gözüne girdim” diye düşünmekten alamadı kendini Demet.

O gün Avrupa’dan gelen bir heyetle toplantı yapıldı. Tarık Bey neredeyse bütün önemli toplantılara Demet’i de alıyordu. Bugünkü toplantıda da zaman zaman çeviri yapmış, onun dışında toplantı tutanağını hazırlamak üzere notlar almıştı.

Günün sonunda İnsan Kaynakları Bölümü Yöneticisi Gaye Hanım aradı. Demet eski yöneticisinin sesini duymaktan son derece memnun “Size nasıl yardımcı olabilirim?” diye sordu. Gaye Hanım, şirkette o gün göreve başlayan İş Geliştirme Koordinatörü Engin Bey’le birlikte Genel Müdür’ü görmek istediklerini söyleyince Demet onlara randevu verdi. Saat altıda Gaye Hanım’la Engin Bey, Genel Müdür’ün ofisine geldiler.

Demet, yeni yöneticiyi görünce anımsadı. Adı Engin Bilgin’di. Bu adı duyunca Demet, “Ne kadar iddialı bir ad!” diye geçirmişti aklından. İş geliştirme koordinatörü pozisyonu yeni oluşturulmuştu. Bu göreve aday olarak seçilip birkaç hafta önce Tarık Bey’le görüşmeye çağırılan üç kişiden biriydi Engin Bey. Dimdik duruşu ve tok ses tonuyla etkileyici bir kişiydi. “Üç aday içinden onu seçmekle en doğru kararı vermişler” diye düşündü Demet.

Genel Müdür Tarık Bey onları kapıda karşıladı. Engin Bilgin’in elini sıkarken “Aramıza hoş geldiniz, buyurun” dedi. Hep birlikte Tarık Bey’in makam odasına girdiler. Demet her zaman yaptığı gibi arkalarından kapıya kadar gelerek Genel Müdür’üne baktı. Böyle durumlarda, Tarık Bey konuklarına “Ne içersiniz?” diye sorar, Demet de istekleri not alarak çay ocağından getirtirdi. O akşam, Tarık Bey, “Arkadaşlar ben kahve içiyorum, sizler de bana katılır mısınız?” diye sordu.

Bu soru üzerine Engin Bey, “Yooo, bu saatte kahve içmemelisiniz. Günün bu saatlerinde vücudumuzun kafeinli içeceklere değil de dinlendirici ve rahatlatıcı içeceklere gereksinimi vardır. İsterseniz ben size çok yararlı ve pratik tarifler verebilirim. Deneyin, hemen yararını göreceksiniz. Söz gelimi yarım salatalık, üç adet havuç ve yarım kırmızıturpu meyve sıkacağından geçirin, işte size çok yararlı ve dinlendirici bir içecek. Hemen bir başka tarif vereyim. Bir adet yeşil elma, birkaç nane yaprağı, iki adet kereviz sapı ve biraz limon suyu ile de son derece yararlı ve rahatlatıcı bir içecek hazırlanabilir” dedi. Durup bir nefes aldı. O susunca Tarık Bey, “Maalesef şirkette katı meyve sıkacağımız, nedir onun adı, mutfak robotu, yok” dedi. Bilgin Bey hemen atıldı, “O zaman kızılcık suyunu öneririm. Çok yararlıdır, ama kalorisini göz önünde bulundurarak günde bir bardaktan fazla içmemeye özen göstermelisiniz.  O da olmazsa domates suyu veya portakal suyu içmeli insan” dedi ve sonra susarak Tarık Bey’in yüzüne baktı. Genel Müdür’ün yüzündeki şaşkın ifadeyi görünce “Hiçbiri yoksa yeşil çay da olur canım” dedi gülerek, “Biliyorsunuz hem antioksidan hem damarları rahatlatıyor ve kalp krizi riskini azaltıyor hem de kemikleri güçlendiriyor. Üstelik kalorisi de sıfır. Bundan iyisi can sağlığı.” Bu sözler üzerine hepsi güldü. Tarık Bey, kapıda beklemekte olan Demet’e dönerek “Bizim çay ocağında yeşil çay var, değil mi?” diye sordu. Demet başıyla evet derken aklından “Eyvah, Engin Bey bizim Demir’e çok benziyor. Yandık” diye geçiriyordu.

Benzer İçerikler

TEMBELLİK HAKKI- PAUL LAFARGUE

yakutlu

Hayatı Yeniden Keşfedin | Jeffrey E. Young;Janet Klosko

yakutlu

Küçük Şeyler

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy