“İnsan hem olduğu yeri sevip hem de niye gitmek ister?” “Çünkü gençsin ve görmek, tanımak, istiyorsun.” Bir süre bakışlarını ufuk çizgisine dikti Kubilay Bey. “Hayat…” dedi sonra. “İnsan gençken merak ediyor. Kocaman bir dünya var ve onu bilmek istiyor.” “Aslında biraz da korkuyorum,” dedi Bahar. “Korkun, orada seni nelerin beklediğini bilmemenden. Ama çekiciliği de buradan gelir zaten.” “O zaman…” “O zaman gitmeli!” dedi Kubilay Bey, işaretparmağıyla denizi göstererek. “Gitmezsen aklın hep orada olur.”
ışıktan bir elbise
giydirsin gecelerime
beni bana eklesin
aşk beni gizlemesin
aşk beni gizlemesin
Ç. S.
Belki Aşk
Tren düdüğü, kasabayı ikiye böler gibi uzun uzun öttü. Hayat sanki durmuştu da yeniden başladı, diye düşündü Bahar. Trenin gittiği yerlerde neler var? Kimler? Binip gitsem… Nasıl giderim! Bütün sevdiklerim burada. Yüzü düştü. Buradalar mı? Ya Umut? Ama ben onu da burada tanıdım, sevdim. Öyleyse… “Bahar, sana diyorum kızım ya! Bir şey söylemeyecek misin? Sen olmazsan izin alamam bizimkilerden. N’olur!”
“Ama Merve…” “Ne var Bahar, ne! Ben Barış’la sinemaya gittim diye dünya mı yıkılacak!” “Öyle değil de…” “Ne öyleyse?” Umutsuzlukla silkti omuzlarını Merve. “Boş ver,” dedi, “suç bende. Şimdiye kadar ne istedilerse yaptım. Olacağı buydu.” Sesi ağlamaklıydı. “Sen de biraz onları anlamaya çalışsan,” diyen Bahar’a döndü. “Senin aklından zorun mu var Bahar! Ne yani, annemle babam görücü usulüyle evlendi diye ben de mi öyle yapacağım! Neden sinemaya gitmek için bile yalan söylemek zorundayım? Ne zaman telefonum çalsa, hepsi kulak kesiliyor. Mesaj gelse, benden önce okumuş oluyorlar. Bıktım yaa!” Başını geriye atıp, ellerini ensesinde birleştirdi. “Hale bak!” diye tısladı dişlerinin arasından. “Seneye oy vereceğim ama şimdi, sinemaya gidip gidemeyeceğime karar veremiyorum!” Keşke sana söyleyecek bir şey bulabilsem, diye geçirdi içinden Bahar. “En küçük bir yanlışımı görürlerse, dershane de hayal olurmuş, okul da! İkide bir bunu söyleyip duruyor babam. Haksızlık bu, haksızlık!” “Tostunu bitir,” dedi Bahar, arkadaşının eline usulca dokunarak.
“Tost yiyecek halim mi var? Boğuluyorum diyorum, anlamıyor musun?” Elindeki tostu hırsla ufalayıp, ayaklarının dibine bıraktı. “Bazen, şu sokak kedilerinden biri olmayı istiyorum.” “Aman Mervee!” “Gerçekten. Baksana, özgürce geziyorlar.” “Sık dişini. İyi bir bölüm kazanıp, kurtulursun bu sıkıntılardan.” “Tabii gönderirlerse! Halk oyunlarına bile gidemedim. Oyun için bile olsa bir erkeğin eli tutulmazmış! Ateşle barut yan yana olmazmış! Aman ya, bunlar hayatlarında hiç âşık olmamışlar ki!” “Sen Barış’a âşık mısın gerçekten?” “Soru mu bu şimdi Bahar? Sanki bilmiyorsun!”
“Biliyorum ama… Yani daha önce hiç yaşamadığı bir şeyin aşk olup olmadığını nasıl bilebilir ki insan?” “Kızım, o kadar kitap okuyorsun, sorduğun soruya bak! İnsan âşıksa anlar.” “Nasıl?” “Nasıl mı? Barış’la daha güzelim, daha önemliyim, daha iyiyim. Karnımda bir sancı, kalbim pır pır. Onu görür görmez, havai fişekler patlıyor içimde. Kuşlar havalanıyor. Pırr!” Ayağa kalktı. Kollarını iki yana açıp başını gökyüzüne kaldırdı, gülümsüyordu. Atkuyruğu yaptığı saçı salınıyordu sırtında. Az önceki hırçın tavırları da o kuşlarla birlikte uçup gitmişti.
Uzun boyu, iri kara gözleri ve düzgün fiziğiyle ağaçların arasında dans eden bir balerini andırıyordu. “Vay be!” dedi Bahar. “İyiymiş!” Merve, bakışlarını arkadaşının gözlerine dikti, sokuldu. “Doğru söyle kız, hiç mi beğendiğin biri olmadı? Okulda adın rahibeye çıktı, haberin olsun.” “Yok kimse,” dedi Bahar sertçe. “Sınıftakiler ayda bir sevgili değiştiriyor. Onlar gibi mi olayım yani!” “Elimizde bunlar var Bahar Hanım. Beyaz atlı prensi bekleyen bir sen kaldın herhalde!” “Prens filan beklemiyorum,” dedi Bahar. Kalktı yerinden. “Bekle, şaka yaptım kızım ya, özür dilerim.
Sinema işi ne olacak?” Merve’nin sesi çevrenin gürültüsüne karışıp duyulmaz oldu. Bahar, adımlarını hızlandırdı. Bir süre sonra yavaşladı. Niye bu kadar kızdım ki! Arkadaşının gönlünü almak istedi, ama Merve çoktan uzaklaşmıştı. Parka dönüp, büyük çınarın altındaki banka oturdu. Ağaçtan düşmüş birkaç yaprağın havuzun suyunda oluşturduğu halkaları izledi bir süre. Bir serçe, ayağının dibindeki ekmek kırıntısını kapıp uzaklaştı. Koşarak gelen bir çocuk, elindeki topu fırlatınca, onlarca serçe havalandı çınarın dallarından. Koca koca binalar gün geçtikçe çoğalırken, bu parkın, çocukluğumdan beri neredeyse aynı kalması ne güzel. Karşılıklı iki çınar ağacı, girişteki atkestaneleri, parkı caddeden ayıran alçak taş duvar oradaydı.
Baharda salkım saçak çiçekle dolan akasyalar da yerli yerindeydi. Çiçeklerin kokusu geldi burnuna. Oysa, daha çok vardı akasya mevsimine. Park değişmemişti ama giderek küçülüyor gibiydi. Böyle söylediğinde, “Sen büyüyorsun kızım,” demişti babası. Umut’u ilk kez bu parkta gördüm. Sekiz yaşındaydım. Hızla gelip çarpmıştı bana! Dondurmamı düşürdüğü için üzülmüştü. Annesi ikimize de dondurma almıştı. Babam, “Bizim siteden yazlık aldılar. Tapu işlemlerini yaptırıyorlar,” deyince, nasıl da sevinmiştim. İnsan sekiz yaşında âşık olur mu? Bilmem. Ama o günden beri özlüyorum onu. Yazın buradayken bile! Eylülde gidiyor ama olsun. Buraya her gelişimde, Umut da benimle birlikte geliyor. Neredeyse on yıldır! Sırtını banka iyice dayadı. Bakışlarını gökyüzüne çevirdi.
…