Geleceğin mühendisi başarılı öğrenci Gamze ile köy enstitüsü mezunu babası emekli öğretmen İhsan Sami Bey… Bu ikili arasında uzanmakta olan fay hattı, Gamze’nin annesi Feriha Hanım’ın vefatından beri hayli aktiftir. Gamze’nin üniversitede tanıştığı misafir öğrenci Stavros’la muhabbeti ilerletmesiyle baba-kız çatışması iyice şiddetlenir.
Zira kabına sığmaz Gamze Yunan sevgilisinin kollarına, Girit’in koylarına kaçacak, böylece İhsan Sami Bey’in neşrettiği gayriresmi milli mücadele tarihinin gölgesindeki bu cesur girişim, kaçınılmaz olarak umutla dehşet arasında gidip gelen heyecan dolu bir maceraya evrilecektir. Çünkü ne İhsan Sami Bey’in pes etmeye niyeti vardır ne de aşkın, tutkuların ve tarihin dip akıntılarının öngörülebilir bir seyri… Yunus Nadi Roman Ödülü sahibi Başar Başarır imzalı Dolunay İki Gece Sürer, 2000’li yılların hemen başında yaşanan beklenmedik bazı aksaklıkların büyük fırsatlara, hüsranların diri umutlara, zıtlıkların muhabbete, her türlü çılgınlığın da hayırlara vesile olduğu, tabiri caizse “ters köşe”lerle dolu muzip, hınzır, capcanlı bir roman. Akdeniz’in suları gibi sıcak, tılsımlı, sürprizlerle dolu…
I.
“Gerçek hayatla ilgisi olmayan her şeyi zaman geçtikçe
unutacaksınız. Çünkü konu tarih olunca sarsılmaz kurallar
yoktur ve tek yapmanız gereken geçmişle bugünün
gerçeği arasında bir yol inşa etmektir.”
Vangelis Kechriotis (1969-2015)
Blumik Kedi Çıtır
Gamzeee, Osmanlı yata yata battı kızım, hadi kalk, geç kalma imtihana. Asık suratlı şubat sabahı sanki ses olmuş, duvarları geçerek yorganları yırtıyor. Yaz saati uygulamasının en kötü grisi. Anahtar, kilit, oda kapısı. Kimseyi sokmaz odasına, kimseye açmaz kapısını. Küçüklüğünden beri Gamze kilit altında uyuyanlardan. Kâinatı dışarıya kilitleyip kendi içine sığınarak. Yollara düşüp dünyanın üzerine atılamıyorsan, giremiyorsan kalabalıkların arasına, onlar da senden mahrum kalsın, ne çıkar. Gamze odasından çıktığında Çıtır akşam yatarken bıraktığı yerde, Feriha’nın koltuğuna yayılmıştı. Ve ne yazık ki koltukla arasında Feriha’nın o biçimli, anlayışlı bacakları uzanmıyordu. Nicedir uzanmadığı gibi. Aşağı yukarı dört sene. Gitti Feriha, iki kızını da bırakıp. Tüylü kızı Çıtır’ı, huylu kızı Gamze’yi de. Zihin melekeleriyle yirmi iki yaşında ve annesiz olmanın özel bir yanını tespit edemediği için, oturup ağlamaktansa, yüreğinde taşıdığı sızıyı ihmal ederek işe koyulmalı, ne gerekiyorsa yapıp bir an önce sonraki aşamaya geçmeli. Çıkıp gitmeli. Saate baktı. T eksi 11, son on ve bir dakika.
Sabah temizliği. Sarı bulaşık eldivenlerini özenle parmaklarına geçirip salonda seher keşfi. Çıtır’dan yana bakmamaya çalışarak. Yoksa insan boğabilir mi kedi kardeşini?
Günaydın Çıtır.
Sana da günaydın Gamze.
Nasıl, çok mu bu sabah?
Eh işte, var biraz. Ne az ne çok.
Eh be Çıtır. Allah seni nasıl biliyorsa…Blumik hayvan her gece oraya buraya kusuyor, kusmakla da yetinmeyip her seferinde evde farklı noktalar tespit ederek marifetini gizliyor, hastalık derecesinde titiz olan temizlik delisi Gamze’yle saklambaç oynuyordu. Yemek masasının altına. Tuvalet kapısının önüne. Ayakkabılığın kenarına.
Başka var mı?
Kendin bul.
Bulacağım, bulacağım ve size bunların hepsinin hesabını soracağım. Dua edin anneme. O olmasa çoktan…
Feriha. Yoktu zaten. Arkasında blumik bir kedi ve delimsirek bir ihtiyar bırakarak gitmişti. Ama Çıtır’ın merhamet damarı yok değil, daima taş ya da ahşap zemine kusar. Hayvanın bu tutuculuğu sayesinde halılar, kilimler, yastıklar koruma altında. Tekstil mühendisi mübarek. Çiğnediği yere yapmıyor. Böylelikle aramalar kısa, ihtimaller dar. Büfenin önünde hafif bir ıslaklık. Çıkaracak bir şey bulamayınca öğürmüş geçmiş. İz olsun yeter, demiş. Aferin Çıtır. Sana da kardeşlerin böyle yapsın. Feriha gittiğinden beri Feriha cümleleriyle konuşuyor, düşünüyor, kırışıyor Gamze. Annesiz kalan kızların onların ruhunda eriyip, yavaş yavaş yerine geçmeleri. Usulca iliklenen düğmeler. Çıtır da kusuyor zaten, Feriha gittiğinden beri.
Suya kimyasal, kimyasala parfüm. Sebze püresi kıvamındaki yeşilimsi öbekleri faraşla. Derz aralarını ince bezle. Üstüne iki su paspas. Sıkma, boşaltma, ıslatma, sudan geçirme, asma. Küçük tuvaletin klozeti. Çöp torbasının ağzı. Çat kapı arkası. T eksi 3. Kahve yok. Zaman da. Plastik eldivenleri elinden, kendini de evinden çıkarması gerek. Çanta, fotoğraf makinesi, anahtarlar. Ev anahtarı, maymunlu olan arabanın. Ders notları. Sıradan günlerin aksine bu kez gerilim yayan, titreşen, bir kabahatin bayrağı gibi dalgalanan Fransızca notları. Üniversitenin son sınıfına yapışan yanlış seçmeli dersin laneti. Kalırsın işte böyle bütünlemeye. Mis gibi Doğu-Batı kültürünü almak varken nerden çıktı seçmeli Fransızca? Gamze tuzağa düşmüş. T eksi 1, Gamze’nin gitme zamanı.
Kapıya doğru uzanmıştı ki yatak odasından öksürük görünümlü bir gök gürültüsü patlayıverdi: Gamze, yarım bardak su getir kızım, soğuk olmasın. Gövdesinde öfke şeklinde bir delik açıldı Gamze’nin. Yayılan, genişleyen bir delik. Sokak kapısının pirinç kolu elinde, durakladı. İçinde Feriha’nın o iyiliğini, yumuşaklığını aradı, beyhude. Kontrol kulesinde oturan görev kontrol mühendisinin otoriter sesi kulaklarında: Üç, iki, bir, kalkış. Hiçbir şey olmamış, duymamış, yakalanmamış gibi açtı kapıyı. Güvenlik kalkanının öbür tarafına geçti. Kabilenin inini dünyanın kalanından ayıran. Dışarı çıktı. Yekpare çelik gövdeyi arkasından sessizce çekti. Görev tamam. Daha önemlisi, görev tam zamanında tamam. Ben çıktım hocam. Bir zahmet suyunuzu da kendiniz alıverin. Hem Osmanlı yatmaktan battıysa, siz niye hiç kalkmıyorsunuz?
Feriha’nın Mirası
Tam Gamze üniversiteye girecekti ki Feriha, ah, henüz kırk beş yaşında. Kızının sınav müjdesini bile duyamadan, gönenmeden. Neyse ki şüphesi yoktu mekanik kızının üniversitede istediği bölümü kazanacağından. Mühendislik, hem de makine. Ne, makine mühendisliği mi? Yok artık! Kız başına… İhsan Sami Bey anlamıyorsunuz. Bu zamanda neyi yapamaz ki kadınlar? Kızınızı da hiç tanıyamamışsınız. Feriha’ya göre Gamze biricikti.
Eşsizdi. Harikaydı. Hatta hatta mükemmeldi. İhsan Sami’ye göre ise bunların hiçbiri değildi. Katiyen de düzelmezdi. Gamze’ye bakınca eksik, kusurlu, yanlış yetiştirilmiş, şımarık bir kız çocuğu gördü daima İhsan Sami Bey. Ve bunda elbette ki kendisinin hiçbir kabahati yoktu. Olamazdı. Çocuk yetişirken yapılan bütün yanlışların, fenalıkların kabahati, diğer bütün olumsuzluklarda olduğu gibi, karısındaydı. Sonunda kızı da berbat etmiş, kendisine benzetmişti. Gamze, Feriha gibiydi. Onun gibi olup çıkmıştı. Hiç alakası yokken. Adam kızını severdi sevmesine ama uykusunda severdi. Şımarmasın, aman azmasın. Laf, söz dinlesin. Kavgaların çoklukla temeli ebeveynin vazifeleri konusunda anlaşmazlık, çocuk yetiştirme konusunda yaklaşım farkı ve benzerleriydi.
Ancak fikir ayrılıkları kızları hakkındaki görüşlerle sınırlı değildi. Dünyayı algılayış biçimleriyle başlayıp yatak odasına dek ulaşan derin bir fay hattı uzanıyordu aralarında. Yaş farkı, on üç yıl az zaman sayılmazdı, nedenlerden sadece, sadece biri. Hemen hiçbir konuda anlaşamıyor, yok yere münakaşa ediyorlardı. Daha doğrusu İhsan Sami Bey ediyor, Feriha bir kere söyleyeceğini söyledikten sonra ses etmeden elindeki işe eğiliyor, huysuzluklarına aldırmadan kocasının yatışmasını bekliyordu. Adam ne derse desin alınmaz, hakaretlerine kulak asmazdı. Oysa Gamze. Gamze dinler, duyardı. Duyduğunu kaydeder, unutmazdı. Radar, kayıtçı, amplifikatör. Kız evladın bilenişi. Babalığa ve kabalığa, keyfî iktidara direnişi. Gerilimden kaçış. İçine, kendisine. Her zaman yumuşatıcı bir denge unsuru olan Feriha aniden aradan çekilince, güm.
Gamze ve babası. Aynı evde, dip dibe, yüz yüze… Kötü bir şaka gibi. Kimin aklına gelirdi ki? Modern tıp teknikleriyle giriştiği inatlaşmayı üçüncü seferinde kazanmıştı Feriha. İlk iki denemede damar cerrahlarının nefes inceliğinde teller sokarak açtığı düğümlere aşılamaz bir pıhtı eklemekle. Kurtulmuştu bir manada. Mutsuz evlilik. Huzursuz ev. Kendinden yaşça epey büyük, aksi koca. Kalp damar cerrahisi koridorlarında koğuştan koğuşa gezen sedyeler. İlaç, serum, hortum. Mücadelesini kendince galip bitirerek. Tam da bitirmeden. Bu kaçış aynı zamanda pamuk kızı Gamze’yi babasıyla baş başa bırakmak demek oluyordu ki normalde Feriha’nın pıt pıt yüreği böyle bir gaddarlığa mümkünü yok elvermezdi. Ama bir gün verdi işte. Toparlandı gitti. Abdominal aort Allahına kadar tıkanmıştı. Emanetleri arkasında bırakarak. Kedisi Çıtır’ı da, sonradan blumik olan.
…