Çanakkale İçinde Vurdular Beni | İsmail Bilgin


 Dünyanın ordusu dikildi karşılarına, yine de “Çanakkale geçimez!” dediler. Her biri bir kahramandı, her birinin bir hikâyesi vardı. Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker! Gökten ecdat inerek öpse o pak alnı değer. M. Âkif Ersoy

***
ÖNSÖZ

Çanakkale içinde vurdular beni Ölmeden mezara koydular beni Of gençliğim eyvah!…

Çanakkale Savaşı bir asıra yakındır anlatılagelmektedir. Bir asır değil bin asır da geçse anlatılmaya devam edecektir. Kahramanlık dolu bu öyküler dilden dile, gönülden gönüle dolaşacaktır.

Şimdiye kadar çok kitap yazıldı. Her biri başka bir yönüy­le anlattı tarihe geçmiş bu eşsiz destanı. Ama bu destanı genç­lere anlatmak için bir kitap yazılmadı. Oysa Çanakkale kahra­manlarının hepsi gencecikti. Daha lise sıralarındayken koş­muştu kimisi cepheye. Çoğu şehit oldu şereflice. Büyük bir cesaret örneği göstererek düşmana “Dur!” dediler.

Bugün topraklarımızda hür bir şekilde yaşayabiliyorsak işte bu kahraman gençlerimizin sayesindedir.

Onları rahmetle anıyoruz. Bu eseri Çanakkale Zaferi’nin 90. yılı anısına bütün gençlerimize armağan ediyoruz. Hürri­yetimize kastedecek düşmanlara karşı onlar kadar dayanıklı ve cesur olmaları dileğiyle…

İÇİNDEKİLER

Ben Size Ölmeyi Emrediyorum  8
Zığındere Sargıyeri 28
İstanbul Liseli Küçük Hasan 48
Binbaşı Lütfı Bey    64
Binbaşı Mahmut Sabri   76
Kan Kardeşler   92
Bedeli Çanakkale’de Ödenmiştir 104
Yarbay Hasan Bey ve Küçük Köpeği      124
Çanakkale İçinde Vurdular Beni 138
Çanakkale’deki Gelincik Yaraları     148
Esir Bir Anzak Subayı   160
Fenerbahçeli Asteğmen  180
Anafartalar Kahramanı  200

BEN SİZE ÖLMEYİ EMREDİYORUM

Yarbay Mustafa Kemal, Bigalı köyündeki iki katlı komuta evinde durum değerlendirmesinde bulunuyor, masaya açtığı haritalara dikkatle bakıyordu. Dalıp gitmiş­ti… Ağzındaki sigarasının külü eğilmiş, neredeyse yere düşecekti. Beyninde dolanıp duran soruya cevap bulma­ya çalışıyordu. Düşman nereye çıkacaktı? Son zamanlar­da İtilaf Devletlerinin gözetleme ve keşiflerini arttırdık­ları yönünde haber ve raporlar geliyordu. Düşmanın en yakın zamanda bir çıkarma yapacağı belliydi ama nereye çıkacaklardı?

Ayakta bir süre durduktan sonra emir erinin yapmış olduğu şekersiz kahveyi aldı. Sedire oturdu. Gecenin en koyusunda, sanki dışarısını görecekmiş gibi perdeyi ara­layıp baktı. Karanlığa dalan gözlerinde geçmişte yaşadık­ları yavaş yavaş canlanmaya başladı.

O zamanlar, Sofya’da ateşemiliter olarak bulunuyor­du. Birinci Dünya Savaşı çıkmıştı. İşte tam o sırada Alman Askerî Eğitim Daire Başkanı Liman Paşa’nın, Ça­nakkale’yi savunacak ve yeni kurulacak bir ordunun ba­şına geçeceğini haber alır almaz, bunun yanlışlığını aske­rî yetkililere yazdığı mektuplarla anlatmaya çalışmıştı. Kendisi Almanların yenileceğini düşünüyordu. Ne yazık ki Osmanlı Devleti, Almanlarla birlikte savaşa girecekti. Artık çok geçti. Sofya’da durmasının bir anlamı yoktu. Burada oturup kalma düşüncesinde değildi. Daha aktif bir görev istemeliydi. Cephede savaşmak istediğini be­lirten birçok mektup yazmıştı. Ancak bu mektuplara ilk önceleri cevap verilmemişti. O ise ısrarlarını sürdürmüş­tü. Sonunda kendisine Harbiye Nazın Vekili İsmail Hakkı’dan bir telgraf gelmişti.

“On Dokuzuncu Tümen Komutanlığına tayin edildi­niz. Hemen İstanbul’a geliniz…”

Telgrafı aldığında gizli bir sevinç duymuştu. Bu se­vinç daha aktif bir göreve başlama heyecanından kay­naklanıyordu. Hemen ertesi sabah yola çıkmış ve İstan­bul’a gelmişti. Ancak kendisine On Dokuzuncu Tümenin nerede olduğuna dair çelişkili cevaplar veriliyordu. Yar­bay Mustafa Kemal yaptığı araştırmalarda On Dokuzun­cu Tümenin Tekirdağ’da yeni kurulmuş bir tümen oldu­ğunu öğrenmişti. İstanbul’dan Tekirdağ’a gelmiş, derhâl tümenin eğitimiyle bizzat ilgilenmeye başlamıştı. Kısa sürede tümenin en hazır alayının Elli Yedinci Alay oldu­ğunu anlamıştı. Bu alayı Hüseyin Avni Bey komuta edi­yordu. Alayın askerleri de genellikle Tekirdağ ve yakın illerden gelmiş erattan oluşuyordu. Yaptıkları eğitimler­den sonra 25 Şubat 1914 tarihinde Maydos’a gelmişler, oradan da Bigalı köyüne geçmişlerdi. Boğaz’a saldın baş­ladığında On Dokuzuncu Tümen her iki kıyıya yardım edebilmek için ihtiyatta bekletilmişti. Yarbay Mustafa Kemal 18 Marttaki zafere çok sevinmişti. Fakat İtilaf Devletlerinin bu kez karadan saldıracağını tahmin ediyor­du. Bu yüzden sevinci kısa sürmüştü. Hiç vakit geçiril­meden savunma hazırlıklarına başlanılmalıydı. Ancak bu hazırlıkları yürüten Beşinci Ordu Komutanı Liman Paşa, Osmanlı subaylarının hazırlamış olduğu savunma taktiği­ni tamamen değiştirmişti. Paşa’ya göre kıyılar zayıf bir­liklerle tutulacak, geride bekleyen asıl kuvvetler karaya çıkmaya çalışan düşmanın üzerine atılacak ve düşmanı denize dökecekti. Paşa aynca çıkarmanın Gelibolu Yarımadası’nın en dar yeri olan Bolayır’a yapılacağını sanıyor, buna göre de tertibat aldınyordu.

Yarbay Mustafa Kemal, Liman Paşa ile aynı düşün­cede değildi. O, Balkan Savaşı sırasında Bolayır’da ve ya rımadanın en uç noktalarında bulunmuştu. Bu coğrafyayı iyi tanıyordu. Yarımadanın en önemli yerlerinin Seddül- bahir ile Anbumu mıntıkaları olduğunu biliyordu. Defa­larca üst düzey komutanlarına, çıkarmanın yapılacağı yer­ler hakkında düşüncelerini belirtmişti ama kendisinin görüşlerine değer veren çıkmamıştı.

Sigarasından derin bir nefes çekti. Dalgın dalgın dışa­rı bakmaya devam ediyordu. Bigalı köyüne çöken karan­lığı Osmanlı Devleti’nin kaderine benzetiyordu. Vatan zor günler yaşıyordu. Binlerce şehit verilerek, bu toprak­lar vatan yapılmıştı. Şimdi ise aziz vatana saldıracak, dünyanın dört bir yanından gelen ordular denizde bekleşiyor, sanki bir avcının sabırsızlığını yaşıyorlardı. “Bu va­tanı savunmak için elimizden ne gelirse, yapacağız. Zira alnımızda Balkan yenilgisinin kara lekesi var. Onu siline­li, şerefli bir zafer için canımızı vermekten dahi sakınmamalıyız. Ölmekte tereddüt etmemeliyiz… Belki askerleri­me, benim için zor da olsa, ölmeyi emredeceğim. Onları bir emirle, bir el işareti ile ölüme yollayacağım. Ama bizlerin ölmesi vatana hayat verecektir… 18 Martta denizde kazanılan zafere, yeni bir zafer de karada eklemeliyiz.” Bu şekilde düşününce rahatlamıştı sanki. Ancak ak­lındaki soru hâlâ beyninin kıvrımlarında geziniyordu.

Düşman nereye, ne zaman çıkacaktı? Katlamış olduğu haritayı tekrar masaya serdi. Bir yandan haritaya bakar­ken, bir yandan da yarımadanın coğrafyasını düşünüyor­du. Düşünmekten yorulmuştu. Başı ağrıyordu. Ağrısına iyi gelir, diye bir şekersiz kahve daha istedi. Sonra masa­nın başından kalktı. Tekrar pencerenin önüne geldi. Yine gözlerini karanlığa dikti…

Neden sonra aniden bir şey hatırlamış gibi masanın önündeki haritaya baktı.

Seddülbahir’den ve Arıburnu’ndan gelecekler! Ne­den? Çünkü bu iki yer de yarımadanın stratejik önemi olan Alçıtepe, en yüksek yeri olan Conkbayırı’na ve Kocaçimen Tepe’ye yakındır. Buralarını hızla ele geçirirse­niz, yarımadaya hakim olursunuz…

Artık zor bir bulmacayı çözmüştü sanki. İyice rahat­lamıştı.

Kendine yine sordu.

Ya düşman Anbumu’ndan saldırırsa ben ne yapa­rım?

Ne yapacağım, en kısa sürede Conkbayın’na gitme­nin yolunu ararım.

Zihnindeki sorulara cevap bulmuş, rahatlamış ve uy­kusu gelmişti. Elbiseleri ile yatağa uzandı.

Gelibolu Yarımadası’nda aylar hızla geçip gitti…

***

Gelibolu Yanmadası’na nisan ayı başında akın akın asker geliyordu. Geceleri, her yerde siperler kazılıyor, tel örgüler çekiliyor, sahillerde kazıklardan engeller oluştu­ruluyordu. Sanki büyük bir fırtınanın geleceğini hisseden karıncalar gibi askerler olanca gücüyle, bu kopacak sa­vaş kasırgasına hazırlanmak istiyordu. Yapılan son keşiflerden, çıkarmanın pek yakında yapılacağı anlaşılıyordu. Artık gece demeden, gündüz demeden elden gelen her şey yapılmalı, savaşa iyi hazırlanılmalıydı.

Yarbay Mustafa Kemal komutanlığını yaptığı On Do­kuzuncu Tümenin hazırlıklarını gözden geçiriyordu. Em­rindeki komutanlarla birlikte sık sık durum değerlendir­mesi yapıyordu. Eratın moralleri yüksek tutulmaya çalışı­lıyor, eğitim bütün hızıyla ama büyük bir disiplinle ger­çekleştiriliyordu. On Dokuzuncu Tümen araziyi tanımak için geceleri uzun yürüyüşlere çıkıyordu. Bütün yorucu çalışmaları büyük bir gayretle yapan erlerine Mustafa Kemal çok güveniyordu. Onların vatanı savunmak için canlarından kolayca vazgeçeceklerini adı gibi biliyordu. Komutanlarıyla yaptığı toplantılarda hep Balkan Harbi’ne dikkat çekiyordu.

Arkadaşlar, Balkan Harbi lekesini alnımızdan silmeliyiz. Belki de çok yakında tutuşacağımız savaş bizim için büyük bir fırsattır… Bizler, büyük bir milletin asker­leriyiz. Bu milletin tarihi nice zaferlerle doludur. Bizler de yeni bir zafer kazanmalıyız. Kazanmak zorundayız.

Onun bu yüreklendirici ve moral verici konuşmaları yanındakileri etkiliyor, canla başla çarpışacaklarına dair kendilerine söz veriyorlardı…

Nice gece ve gündüz, Türk askerlerinin Gelibolu Yarımadası’nda büyük bir zafer kazanma kararlılığı içinde geçip gitti. Geceler gündüzleri kovalarken, İtilaf Devlet­leri 25 Nisanın karanlığında yüzlerce gemi, binlerce as­kerle yarımadaya çıkmak için geliyordu. Aylarca bu çı­karma için hazırlanmış, Avustralya’dan bile asker getirmişlerdi. Gelenler kahraman olacaklardı. Yüzyıllardır ta­rih yazan bir devletin karşısına, tarih sahnesine daha dün çıkan milletlerin askerleri dikilmeye çalışıyordu… Kendi­lerine çok güveniyorlardı. Çünkü son model silahlan var­dı. Cephaneleri, yiyecekleri, içecekleri boldu. Zaten Bal­kan Harbi’nde mağlup olmuş Çatalca’ya dek çekilmiş olan Türkleri kolayca yenecekler; İstanbul’da geçerli ola­cak, daha önceden bastırılıp kendilerine verilmiş paralarını harcayacaklardı.

25 Nisanın karanlığı denizdeki gemileri saklıyordu ama karaya doğru yaklaşmakta olan gambotların ve çeki­cilerin sesi suda yankılanıp duruyordu. Kuşlar göçüp git­mek için uzaklara doğru kanat çırpıyorlardı. Siperlerde düşmanı bekleyen askerler ise silahlarım sıkıca kavramış, içlerinden bildikleri dualan okuyorlardı…

* **

Yarbay Mustafa Kemal Bey, o gece de her zamanki gibi geç yatmıştı. Bigalı civarındaki Maltepe ve Mersintepe’deki birliklerini denetlemişti. Bir süre daha haritası­na baktıktan sonra uykuya dalmıştı. Uykunun en koyu yerinde emir subayı hızla kapıyı vurdu. Kalkıp kapıyı aç­tığında, emir subayı heyecanla,

Efendim! Gelen bazı raporlar çıkarmanın bu seher başlayacağım gösteriyor, dedi.

Son durum nedir?

Arıburnu taraflarından bazı top sesleri duyuldu ama sonra top atışları kesildi.

-Ya!

Evet efendim. Şimdi büyük bir belirsizlik var.

Belirsizlik çok uzun sürmez. Hazırlıklı olmalıyız. Özellikle Arıburnu’na yönelik hazırlık yapmalıyız.

Yarbay Mustafa Kemal artık alaca karanlığa dönen…

Benzer İçerikler

La Fontaine’den Masallar – Nâzım Hikmet | Nazım Hikmet

yakutlu

Faydasız Bilginin Faydası | Abraham Flexner

yakutlu

Şu Acayip Balıklar (Acayip Şeyler Dizisi)

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy