Umutsuz ve başkalarına çözülmez bağlarla bağlı bir aşk onlarınki…
Mirza ve Sahra, imkânsız ve çok büyük bir aşkın birbirini inkâr eden iki fatihi.
Sevgi yok, aşk yok Sahra’nın dünyasında… Yanılsamalar dünyasındaki, aptalca hayaller onlar sadece. Umutsa… şekil değiştiriyor kalbinde. Beğenilmek yeter ona. Mirza, onun büyüdüğünü görsün, yeter. Onunla birkaç saat… sadece birkaç saat. Başka dileği yok.
Beni sevdiğini düşündüğüm herkesin beni terk ettiği dünyamda, sevilmek istemiyorum ben artık… Hoyrat ellerime her alışımda kırılan, camdan narin bir oyuncak sevgi.
Sevgi, hayatımdan koparılarak çıkarılan insanlar demek benim için, sevgi terk edilişin ilk işareti.
“Seni seviyorum…” söyleyenin vedası bana.
“Başlangıcı, sonu sadece ben olayım. Sadece benim tenime karışsın teni… Sadece benim olsun Sahra’m. Tüm gizemlerini bana açsın, ruhunda girmediğim tek kapalı oda kalmasın istiyorum.”
“Artık ilk adımları atıldı geceyi teslim alan dansın… Çalılıkların arasından çıktım çoktan. Özenli bir çabayla kurulmuş kapanımın tam ortasında Sahra… Kozasından sıyrıldığında kelebeğin güzelliğinin de ötesi olduğunu keşfediyor gözlerim. Bana açılan sayfanın okunmuş olduğu gerçeği ilk defa canımı yakıyor hayatımda.”
***
Birinci Bölüm
Oturduğum yerden onu izliyorum. Kumral saçlarının arasında ışığın dans edişine bakıyorum. Vicdanım sızlamaya başlar gibi oluyor sanki. Zayıflık mı? Hayır, zayıflığa yer yok. Zayıf olmayacağım onun karşısında. Dişe diş kana kan… O geliyor aklıma yeniden… Kan bürüyor sanki gözlerimi, şimdi kızıl bir hare Sahra. Sahra şimdi av… Bense çalıların arkasına saklanarak avını izleyen panterim sadece. Beni izleyen biri olsa dudaklarımın nasıl da küstah bir ifadeyle kıvrıldığını söyler herhalde ve nasıl yırtıcı baktığıma ona. Eminim söyler, çünkü daha önce de duydum bu yorumları.
İçimden kahkahalarla gülmek geliyor onunla her göz göze gelişimde. Ah Sahra… Güzel, küçücük Sahra… Gözlerini her kaçırışında dünü düşündüğünü biliyorum. Nasıl da ürkek ve masumdu kollarımın arasında. O kadar kolay kendinden geçiyor ki, o kadar tecrübesiz ki aşk düellolarında… Ona her gülümseyişimde bembeyaz teni alacalanıyor, dünün anılarının arasında. Dikkatle bakıyorum her hareketine. Aslında tüm masumiyetinin içinde ne kadar davetkâr olduğunu bilip bilmediğini merak ediyorum bazen. On dokuz yaşında bir genç kızdan çok bir kadın gibi yürüyüşü, açık bıraktığı saçlarını yavaşça eliyle toparlayarak omzuna doğru atışı, bana bakarken yakalandığında dolgun kıpkırmızı dudaklarını ısırarak gözlerini eğişi… İzledikçe ateşleniyorum, sanki alevler sarıyor beni. Onun hâkimi olmak istiyorum sadece, her santimine sahip olmak, onda hüküm sürmek. Öylesine cazip, öylesine kışkırtıcı ki!
Dün gece dokundum saçlarına, ipeksiliğinde gezindim dakikalarca. Her altın tutamını hissetti şu an kadehi tutan parmaklarım. Dişleriyle hırpaladığı dudaklarının tadını biliyorum. Yanına süzülüp “Bana ait onlar yakma canını…” desem ne hal alır acaba yüzü… dudakları. Öyle yumuşacık ve hassas ki, utançla kemirdikçe içim gidiyor sanki. Tekrar sahiplendiğimde aynı tadı sunmalı bana oysa, daha azıyla yetinemem artık.
Dün içinde kayboldum nefesinin, saçlarının. Dokunuşlarının ürkek ritmini az çok tanıdım. Bilmediklerimi ise yakın zamanda öğreneceğim. Teslimiyetinin sinyallerini verdi dün kollarımda kendinden geçerken. Uzun incecik boynunda dudaklarımın gezindiği an sıcak nefesinin inleyerek ismimi fısıldayışını duydum. Kolay olacak, hem de düşündüğümden çok daha kolay. Biliyorum. Ama beklemeliyim, biraz daha beklemeliyim. Az kaldı teninin sahibi olmama, tüm kıvrımlarını keşfetmeye az kaldı, çok az… Beklemeliyim. Şimdi değil… henüz değil.
Yakınında olduğum her an bedenindeki titreyişi hissediyorum keyif içinde. Sahra, bu gece yatağıma gelmeyeceksen bunun tek sebebi benim sabretmeye karar vermem. Vakti belli Sahra, adım adım geleceksin bana o zamana kadar. Daha önce değil.
Öyle güzel ki Sahra, tanımlamak imkânsız… Okyanuslarda kayboluyorsunuz gözlerine her baktığınızda. Her erkeği rahatça kendine âşık edecek kadar, peşinde köle edecek kadar güzel Sahra, büyüleyici… İsminin çağrıştırdığı çöllerin içindeki en parlak vaha oluveriyor bir ortama girdiğinde. Suya koşarcasına akıyorsunuz ona, görme duyunuzu esir alıyor, yörüngesine oturtuyor sizi. Benden başka herkesi böyle etkiliyor elbette, benim onunla hesabım çok farklı şimdi. Aşk söz konusu değil aramızda. En azından sınır çizgisinin benim tarafımda kalan kısmında sevgiye dair bir iz yok.
Gecenin sonuna doğru yalnız yakalıyorum onu. Saçlarını yine tek omzunda toplamış, güzel bembeyaz sırtını tümüyle göz önüne seren siyah giysisiyle onu almam için bekliyor sanki. Yavaşça yaklaşıyorum yanına. İşaret parmağımla boynundan sırtına kadar hafif bir çizgi çektiğimde bir anda nefesi kesilerek dönüyor bana yüzünü. Arkasına döndüğü an göğsüme çarpıyor, hemen yakınında olduğumdan habersiz benim ürkek ceylanım. Omuzlarının irkildiğini fark ediyorum.
“Neden benden kaçıyorsun Sahra?” diyorum onun içini titreteceğini bildiğim arzulu bir ses tonuyla boynunun yumuşak sıcaklığına gömülürken.
Belini saran kolum bedeninin titremesiyle sarsılıyor hafifçe, şeytan diyor al kaçır buradan, dokun, sev saatlerce… Gözlerimde görüyor sanırım arzumu, bir an maviliklerinin ortasındaki karanlık irileşiyor bana bakarken. Şimdi kapkara bir dairenin çevresinde parlak mavi birer sınır gözleri. Dudaklarım kavrıyor nefesim nefesine karışıyor. ‘Dün hissettiklerim yanılsama değilmiş,’ diyorum içimden onu öperken. Gerçekten istiyorum onu… Deli gibi hem de.
Anlam veremediğim tek şey, isteğimin neden böylesine kuvvetli olduğu… İçimdeki filozof konuşuyor sanki. “Çünkü…” diyor, arzulardan ve bedenin zaaflarından sıyrılmış mantığın soğuk sesi bilgiççe, “Teninin tadını intikamın sosuna buladın sen, ulaşacağın haz açık bir kitap gibi, sadece sayfayı çevirmene bakıyor ve sen cehenneme açılan kapının önünde son günahını işliyorsun, seni cehenneme itenin canıyla…”
Zorlukla ayrılıyorum soluğunun sıcaklığında. Sanki geride bıraktım yarımı. Anlık bir şaşkınlıkla ne yaptığımı bile bilmeden belini sarıp onu bedenime sıkıca çekerken buluyorum kendimi. Ellerim saçlarının arasında dolanarak ensesinin yumuşaklığına dokunuyor bir anda. Yüzlerimiz o kadar yakın ki titrek bir nefesle dudaklarının aralandığını görüyorum yavaşça. Nefesinden kopan ılık davet sarıyor bedenimi kavrayarak. Kim kimi çekiyor bilmiyorum tekrar dudaklarına kavuşurken. Bu sefer ufak tutkulu bir dokunuş değil yaşanan, deli bir ırmağın uçurumdan dökülüşü bu köpüklü bembeyaz çağlayanlarla. Irmağın durgun suya vurduğu yerler dalgalanıyor, bulanıyor, dinginliğini kaybediyor sanki. Dalga dalga bedenine yayılıyor tutkumun ateşi, teninde dokunduğum her yerin yol aldığını hissedebiliyorum parmaklarımın altında. Havaya olan açlığım ayırabiliyor beni ondan sadece, onda boğulmayı tercih eden dudaklarıma inat akciğerlerim azgın bir isyanla istiyor oksijeni. Soluk soluğa ayrılıyoruz birbirimizden. Ama ellerim hâlâ şehvetin kölesi, ayrılmıyor bedeninden. Kendime yakın tutuyorum onu, alaycı bir inatla bana ihanet eden ciğerlerime onun kokusuyla tütsülenen nefesler sunuyorum derin iç çekişlerle.
Öylesine narin, öylesine sıcak… Kendine has bir kokusu var Sahra’nın. Yakınına gittiğinizde bir girdap gibi çekim alanına giriyorsunuz sanki. Tarifi tüm kelimelerin ötesinde… Sanki huzur kokuyor Sahra. Garip bir etkisi var insanın üzerinde, onu saran bu buluta dokununca başkası duymasın istiyorsunuz, yalnız size ait olsun. O zamanlar Sahram demek istiyorum ona. Oysa istediğim şey bu değil, sadece bana ait olmasını istiyorum.
O kadar rahat ki onunla bu oyunu oynamak. Hiçbir zorluk yok, doğal seyrinde sanki her şey. Sanki gerçekten âşık olduğum kadın o, sanki onunla olmazsam canım yanacakmış gibi sızlıyor tenim. Zaman ne çok şey öğretiyor bana… Toy bir delikanlıyken aşk adını vererek yücelttiğim bu ahmaklıklar silsilesinin elde edene kadar sürdüğünü, geriye ham tutkunun kaldığını öğreneli çok oldu. Salt tene duyulan, yaşandıkça tüketilen, tadına tam olarak varana kadar yaşanan bir şey sadece aşk denen sanrı.
Oysa onu arzulayabileceğimi bile düşünmezdim dün dudaklarının tadında kaybolana kadar. O an sanki bir şeyler kıpırdadı içimde. İntikamın en tatlı ilk adımını ziyafete dönüştürürcesine her saniye daha fazla kaybolmak istedim onda. Vicdan denen boş duyguya ait azıcık borcum da ödenmiş oldu böylece…
Biz birbirini arzulayan kadın ve erkek olarak bir aradayız şimdi. Suçlu değilim ona karşı, benim istediğim kadar o da istiyor biliyorum. Belki çok daha fazla… Belki de ben intikamımı alırken o hep istediği şeye kavuşmuş olacak. İlk olmayacak, eminim. Tüm masumiyetine rağmen sosyal çevre dediğimiz haberleşme ağı fısıldadı çoktan. Ya öyle olsaydı… İşte o zaman bilmiyorum. O zaman ne yapardım, bilmiyorum.
Başı göğsüme yatmış titrerken nasıl olup da bu kadar saf görünebildiğini düşünüyorum şimdi. Elim sırtında, nedense teskin edilmesi gerekiyor gibi geliyor bana. Bitmez sarmallarla birbirine karışan daireler çiziyorum teninde. Bazen iç çekiyor. Donuyor elim, kendime bastırıyor sıkıca. O anlarda daha da teslim olduğunu hissediyorum. Bilmesem, kollarımda ilk defa bir erkeğin tenine değdiği, açmamış bir çiçek tuttuğumu düşüneceğim. Korunası, naif, küçük… Oysa değil. ‘Belki de bazı kadınların özelliği bu, ‘ diye düşünüyorum ona dokunurken. Böylesine masum kalabilmek, teninde iz yokmuşçasına sahiplenen her temasa ilki yaşatmak… kim bilir. Belki de o kadınlardan Sahra… Her gece kapanıp her gün yeni bir güneşle açan zarif bir çöl çiçeği, daha keşfedilmemiş adı bilinmeyen. Onu böylesine özel yapan budur belki de. Keşfedilmiş toprakların beklenmedik bakirliği… Kim bilir.
İknci Bölüm
Günler onun farkında olmadığı bir savaşla geçiyor ikimizin arasında. Adım adım ilerliyorum ona doğru ve her an bir başka kalesi zapt ediliyor. O kadar yakın ki ruhumun takviminde işaretlediğim zaman… Beklemek daha da zorlaşırken onun tatlı varlığı sanki yaşamımı kuşatmaya başlıyor yavaş yavaş. Zamanım sanki ona ait gibi. Her dakikamda onunla geçirilen zamanın anısı ya da hayali var artık. Gülüyorum kendi kendime. Şimdiye kadar yaşadığım aşka en yakın duygunun aslında intikam hevesiyle sarmalanmış bir hedefe ulaşma arzusu olması ironik geliyor bana. Sadece onun yanındayken başarabiliyorum öfke ve kinden sıyrılmayı. Bazen bu süreci yarıda kesip kestirme bir yoldan yürümek ve en sonuna varmak istiyorum yolun. Karmaşaya teslim olduğum anlarda cehenneme çevrilen hayatımı düşünüyorum. Gelgitlerle sarsılıyor ona dair düşünceler. Masumiyetinin aksi kanıtları ve onun çocukluğundan beri bana olan düşkünlüğü verdiriyor hep geri dönmek isteyen ayaklarıma ileri komutunu. Biliyorum ki bu bir anlaşma aslında… Üzüleceğini bilsem de sonunda bu çocukça hayranlığı da sona erecek ve o tüm bu olaylardan en az hasarla kurtulan olacak. Asıl suçlu yok ettiği özgür hayatımın bedelini ödemiş olacak içimde.
“Sabır,” diyorum kendime onun yakınlığı aklımı her başımdan aldığında. “Biraz daha bekle.” Tutku bedenime çöreklenmiş bir yılan gibi beklentiyle kıvrılıyor olduğu yerde. Gece onu almaya gidiyorum. Ayak basması beni en zorlayacak yerlerden biri orası. Cehennemimin girişi orada örüldü benim. Bunu bilmek huzursuz bir öfkeyle kuşatıyor beni. O eve aylardır ilk defa gireceğim ve kapıdan içeri bakınca bile delireceğimden korkuyorum. Kapıyı çalmak için kalkan elim bir anda donup kalıyor o kollarıma atılırken. Kokusu beni esir alırken “Hoş geldin…” diye fısıldıyor. Biliyorum ki göğsüme gömdüğü güzel yüzü tebessüm ediyor şimdi.
Nasıl bir şey bu, dokunmakla bile nasıl bir alev sarıyor beni. Sadece yemek için alacaktım onu. Ama insan deli olmalı onu öyle dışarı çıkarmak için. Kapıyı açtığı an vazgeçtim onu başka gözlerin hüküm sürdüğü bir dünyaya taşımaktan. Öylesine davetkâr bir sadeliği var ki. Dümdüz bir elbisede saklanmış hazinelerin hayali eline geçiriyor beni bir anda. Kapı