Beni Bırakma | Fatih Murat Arsal


İnsanlara güveni olmayan yalnız bir kadın… Geçmişi tehlikelerle dolu yakışıklı bir adam…

Güzelliği tescilli bir mankenin eski bir mahkûmla ne işi olur? Kader sinsi yöntemlerle onları karşılaştırınca, beraberlikleri kaçınılmaz oldu.
Karakterleri farklı olsa da… Ayrılık kesin olsa da… Bir güç onları bir arada tutmaya kararlıydı!
Kalbi başkası için atan Gamze ihtiyaç duyduğu güven ve sevginin, mavi gözlü bir serseride olacağını nereden bilecekti? Kalbindeki ve bedenindeki her zerrenin ona ait olduğunu anlayamadı.
Ta ki bu özel adamı kaybedeceği ana kadar… Ta ki genç adam onun hayatından çıkıp gidinceye kadar… Ve arkasından bağıramadı bile! Keşke ona seslenebilseydi! Ve keşke ona diyebilseydi…
“Beni Bırakma!”

“Özellikle bir erkek yazaqrın kaleminden, o dev gibi cüsselerine rağmen böylesine romantik, böylesine ince düşünceli ve gerçek anlamda korumacı erkek karakterler okumak gerçekten çok güzel bir his.”

“Olağan Fmarsal etkisi; okurken hem sabırsızlıkla mutlu sonu bekliyorum, hem de o son hiç gelmesin istiyorum…”

“Kafamdaki Türk aşk romanlarıyla ilgili tabuları yıktığınız için size ayrı bir teşekkür borçluyum.”

***

1. BÖLÜM

Genç kadın şaşkınca karsısındaki yakışıklı yüze bakıyordu. Orta­dan ayrılmış uzunca kumral saçlar, bir erkek için fazlasıyla güzel olan yüzüne çok yakışıyordu. Adamın renkli gözleri vardı. Daha çok kahverengi gibiydi. Ama onların ışıklı ortamlarda yeşil olduklarını biliyordu. Çenesi biçimli, dudaktan ihtiraslıydı. Burnu düzgündü.

Ve bu yakışıklı adama âşıktı!

“Anlamadın galiba? Hamileyim dedim!” diye tekrarladı.

“Benden mi?” diye sordu karşısındaki adam sakince.

“Sa… Saçmalama!” diye kekeledi. Şaşkınlığı iyice artmıştı. Nasıl böyle bir şey düşünürdü? “Elbette senden!”

“Eee?” derken rahat bir tavırla genç kadının gözlerinin içine baktı adam. Konu ile hiç alakası yokmuş gibi duruyordu.

“Kaan! Lütfen böyle davranma!” diye yalvardı genç kadın. “Ben… Ben sevineceğini zannetmiştim!”

Yakışıklı adamın tavrı birden değişti. “Aptallaşma be kadın!” dedi adeta homurdanarak. Düzgün ve bakımlı dişlerini sıkıp bir iki adım uzaklaştı. Şimdi genç kadın onun sırtını görüyordu. Aralarında birbir­lerine dokunmalarını engelleyen ama seslerini duymalarını sağlayan telden bir engel vardı. Adam sinirlice başını çevirip ona baktı. Gözleri öfkelendiğini gösteriyordu. Sonra yeniden kadınla arasında bulunan engele yanaştı. Güzel erkeksi saçları alnına dökülmüştü. “Ben burada kendi derdimdeyken senin bunu söylemen komik mi sanıyorsun?”

“Kaan?” dedi genç kadın kısık bir sesle. Tatlı kahverengi göz­leri nemlenmişti. “Niye böyle davranıyorsun? Sana çok iyi bir avu­kat tuttum. Yakında buradan kurtulacaksın! Adam sadece senin için uğraşıyor.”

“Nerede peki? En son beş gün önce geldi ve bir daha da görün­medi. Beni bu berbat hapishanede çürümeye bıraktı!” dedi adam sinirle.

“Elinden geleni yapıyor. Üzerinde önemli miktarda bir uyuştu­rucu ile yakalanmasaydın şimdi çıkmış olurdun. Hiçbir hâkim senin sadece içici olduğunu ve onları sadece kendin için bulundurduğunu kabul etmiyor.”

“Demek ki avukatın elinden geleni yapmıyor güzelim. Daha iyisini yapabilecek birisini tut o zaman. Dünya kadar para kazanıyor­sun. Bir sürü insan tanıyorsun. Ülkenin en güzel mankeninin tüm yapabileceği şey bu mu?”

“Kaan!” diye hayretle ve acıyla onun adını fısıldadı genç kadın.

“Bak! Altı haftadır buradayım. Söylediklerine göre çoğu mahkûm ilk mahkemesine altı ayda zor çıkıyormuş. Anladın mı? Altı ay! Ben burada altı ay ne yaparım? Burasının ne kadar berbat bir yer oldu­ğunu biliyor musun? Katillerle, tecavüzcülerle kalıyorum. İki gün önce dev gibi bir adam beni dövmeye kalktı. Her şey bir yana, sa­baha kadar horlayan insanlann içinde çıldıracağım yakında! Ne yap et kurtar beni buradan!”

“Ben… Yemin ederim… elimden geleni yapıyorum. Ben senin çık­manı istemez miyim? Benim de planlarım vardı. Sözde yakında ai­lem ile tanışmaya gidecektik! Onlara sevdiğim adam ile gelece…”

Genç adam bu cümleler ile hiç ilgilenmeden sertçe onun sözünü kesti “Ailen sonraki iş! Önce beni çıkar. Hâkimle mi yatarsın, rüşvet mi verirsin bilmem! Şu güzelliğini bir kere de hayırlı bir iş için kullan!”

Genç kadının gözlerinden bir damla yaş kaydı. Adamın dedik­lerine inanamıyordu. Sevdiği adamın içinde bulunduğu ruh halini anlamaya çalışıyordu ama bu kadar ağır laflar edeceğim de hiç ummazdı. Ona bakarken aşkla sızlayan kalbi, şimdi başka bir acıyla daha sızlıyordu.

“Bu dediklerinde… ciddi olamazsın? Şaka… yapıyorsun değil mi?” diye zorlukla fısıldadı.

“Şaka falan değil!” dedi adam ciddi bir sesle. “Kendini benim ye­rime koy! Bir sürü defile anlaşmam vardı. Hepsi iptal oldu. Bir sürü de para kaybettim. Ve şu lanet olası şehirde, bu berbat hapishanede tıkılıp kaldım. Kendimi kurtaracak kadar bile param yok. Eğer olsaydı sana muhtaç olur muydum? Sana böyle yalvarır mıydım?”

“Paraya ihtiyacın yok! Ben zaten masrafları…”

“Yetmez!” dedi adam onun sözünü öfkeyle keserek. “Buradan hemen çıkmazsam gerçekten kafayı yiyeceğim. Berbat bir yer bu­rası! Çıkamazsam ailenle falan da görüşemeyiz. Bunu biliyorsun! Hem…” Kaşları çatılmıştı. “Hem bu çocuk meselesini de hemen hal­let!” dedi katı bir sesle.

“Ha… halletmek mi?” diye kekeledi genç kadın.

“Evet! Aldır onu!”

“Kaan! Sen neden söz ediyorsun? Onu aldırmak mı?”

“Bak! Çocuk falan istemiyorum. Daha gencim ve bu lanet olası delikten kurtulsam bile bu sıralarda baba olmak istediğimi sanmı­yorum. Hemen bir doktora git ve kürtaj yaptır!”

Genç kadının gözlerinden akan yaşlar çenesine kadar indi Ora­dan da aşağıya damladı. “Ben… yirmi yedi yaşındayım! Yakında mes­leğim de son bulacak. Artık anne olmak istiyorum. Mankenliği bı­rakmak ve çocuğumu doğurmak istiyorum».”

“Saçmalama! Bu kadar kazanırken nasıl bırakırsın? Dünyanın en ünlü mankenleriyle defilelere çıkıyorsun! Bu imkân Türkiye’de kaç kadına nasip olur?”

“Yoruldum artık. Evlendikten sonra bu işi tamamen bırakıp ço­cuğuma…”

Genç adam yine sertçe onun sözünü kesti. “Ne evlenmesi?”

Genç kadın bir an durdu. Binlerce erkeği kendisine hayran bıra­kan çekik gözleri, şaşkın, ürkek, kararsızdı. Islaklık onları daha da çekici yapmıştı. Fakat tel örgünün arka tarafında duran adam bunun farkında bite değildi. O karşısında sadece kendisini taparcasına se­ven, kolaylıkla elde ettiği bir kadın görüyordu.

“Ev… evlenmeyeceğiz mi?” diye kekeledi yine. Kafası artık iyice karışmıştı.

“Elbette evlenmeyeceğiz! Yavrum, biz yüzümüzü, fiziğimizi sa­tıyoruz. Biz evlenirsek artık insanlar için bir değerimiz kalmaz. Sen elde edilebilecek bir güzellik olduğun için erkekler sana tapıyorlar. Çünkü içlerinde bir ümit var. Ama sen benimle evlenince herkesin sana olan ilgisi bir anda söner.”

“Ama.. Ama ailemle tanışacağımıza söz vermiştin? Evlenmeyeceksek niye?..”

“Tanışacağımıza söz vermem evlenmemizi gerektirmez. Bu olay olmasaydı birlikte yaşamayacak mıydık? Evli olmamız gerekmiyor. Hangi çağdayız? Ailen zaten sana karışmıyor. Sen umurlarında bile değilsin. Bu tanışma olayına neden bu kadar taktığını da anlama­dım zaten!”

Genç kadın cevap vermedi. Gözyaşları göz pınarlarında akmaya hazır bekliyordu ama ağlamamak için büyük direnç gösteriyordu. Adamın söylediği her söz kalbine bir bıçak gibi saplanıyordu. Sevdiği adamın bu kadar katı olmasını anlayamıyordu. Onun düşünceleri­nin tamamen zıddıydı sözleri.

“Beni… kandırdın!” diye fısıldadı. O sırada arkasındaki koridor­dan bir ses duyuldu. İnfaz koruma memurlarından birisi görüşme­nin bittiğini duyuruyordu. Genç kadın sanki bunu duymamış gibi yeniden fısıldadı. “Beni kandırdın!”

“Ben hiç evlilikten bahsetmedim.” Adamın sesi şimdi buz gibiydi

“İstediğin sadece… seks miydi?”

“Elbette değildi. Seni seviyorum. Fakat evlilik başka bir şey… Hele çocuk şu anda hiç olmaz. Neden korunmadın? Böyle bir aptallık ya­pacağını hiç düşünmedim. Kocaman kadınsın.”

“Ben… bilerek… yaptın zannettim. O gece… çocukları sevdiğini söylemiştin? Beni uyarmayınca…”

Adam derin bir nefes aldı. Sıkılı dişleri arasından konuştuğunda durumdan hissettiği memnuniyetsizlik sesine de yansımıştı. “O gece sarhoştum. Ne dediğimi nereden bileyim? Evet, çocuk severim ama kendiminkileri değil! Şimdilik değil! Buradan çıkayım, bir iki sene sonra evliliği düşünebiliriz. Çocuk olayına da daha sonra karar veririz.”

“Yani… bu çocuğu istemiyorsun?” dedi genç kadın kendisini bi­raz toparlayarak. “Son sözün bu mu?”

“Evet Onu aldır. Tanıdığım bir doktor var. Daha evvel de başıma böyle bir olay gelmişti. İstanbul’da Nişantaş’ında…”

“Gerek yok!” diyerek bu sefer genç kadın onun sözünü kesti. Artık daha kontrollü görünüyordu. Bakışları birçok kişinin alışık olduğu şekliyle soğuklaşmıştı. “Ben… kendim hallederim.”

“İyi, peki. Şu avukatını da yine aramayı unutma!” Adam onun ifadesiz yüzünü süzdü bir an. Sonra genç kadını biraz üzdüğünü fark etmiş gibi hafifçe gülümsedi. Ama bu gülümseme güzel ka­dına çok yavan gelmişti. “Tatlım! Bak! Seni seviyorum. Bir an önce seni yine kollanma almak istiyorum. Bunun için de acele ediyorum. Sana daha doyamadım ve… göğsünde uyumak için sabırsızlanıyo­rum! Bütün derdim bu.”

O Sırada resmi giysili bir memur yanlarına yanaşmıştı. “Bayan? dedi uyaran bir tonla. “Süre bitti!”

Genç kadın başını çevirip herkesi etkileyen soğuk gözleriyle me­mura baktı.

Henüz yirmili yaşlardaki genç memur, bu uzun boylu kadının güzelliği karşısında yutkunmak zorunda kaldı. Zaten bir süredir onu uzaktan seyrediyordu ama işin doğrusu güzelliği yakından bakınca daha da inanılmazdı. Belli ki karşısındaki adam ile çok yakındı. Te­lefonu tutan zarif parmaklarında yüzük olmadığına göre evli değil­lerdi. Büyük ihtimalle sevgilisiydi-. Zaten bu manken herif geldi­ğinden beri kendi koğuşunda sürekli sorun çıkarıp duruyordu. Pek sevildiği söylenemezdi. Ama arkasında birileri olduğu belli olduğun­dan ona pek kimse karışmıyordu. Bu kadar güzel bir kadına sahip olan bu adama imrenmeden edemedi.

“Avukatı unutma-.” dedi Kaan tekrar üsteleyerek. “Bu hafta beni mutlaka ziyaret etsin. Neler olduğunu bilmeliyim. Gelişmeleri öğren­mek istiyorum.”

“Peki… Ben de… haftaya yine gelirim,’ dedi genç kadın. Gözleri sevdiği adamın suratında, ona doymak ister gibi bakıyordu. Sonra geriye doğru bir adım attı. Uzun ve kişiliksiz koridor oldukça kala­balıktı. Kendisi gibi pek çok kişi yakınları için görüşe gelmişti. Ama bu güzel kadın, uzun boyu ve çekici fiziğiyle onların arasında faz­lasıyla sırıtıyordu. Giymiş olduğu kot pantolon ve bordo renkli basit gömlek bile onu diğerlerine benzetemiyordu. Neredeyse beline ka­dar inen gür saçları bal rengindeydi. Yazın güneşte açık renk olan bu saçlar, şimdi kış mevsiminde oldukları için daha koyu duruyordu.

Sevdiği adama son bir bakış attıktan sonra döndü ve diğer mahkûm ziyaretçileri gibi çıkışa yöneldi. Yol boyu birçok infaz koruma me­muru dizilmişti. Karışık bir yerdi. Ana çıkış koridoruna gelinceye ka­dar, iki tane demir parmaklıklı kapıdan geçti. İnsan buralardan ge­çerken bile mutsuz oluyor, içi sıkılıyordu. İçeride kalanların daha da mutsuz olduklarını tahmin etmek zor değildi. Çıkış koridorundan sonra bile iki demir kapı vardı. Normalde kilitli olan bu kapılar, zi­yaretçilerin kontrol altında çıkabilmeleri için açık bırakılmıştı. En son kapıda, havaalanlarındaki gibi manyetik bir geçiş kısmı vardı. Girer­ken kontrol edildikleri bu manyetik kapıdan yine geçerken, iki genç asker onların yakalarındaki ziyaretçi kartlarını geri alıp asıl kimlik­lerini ellerine veriyordu.

Sonunda…

Sonunda avluya çıkabilmişti. Akmaya çalışan isyankâr gözyaşla­rını engellemeye çalışarak birkaç metre yürüdü. Kendisi gibi üzgün ve hatta ağlayan pek çok kişi vardı. O da çok üzgündü. Neredeyse yü­rümekte zorlanıyordu. Elazığ E Tipi Kapalı Cezaevi’nin giriş avlusu­nun ortasında durdu. Elinde tuttuğu görünüşte basit ama iyi koruyan pahalı kabanını giydi yavaşça. Üzüntüsünden üşüdüğünü bile hissedemiyordu. Bir an için puslu gökyüzüne baktı. Kendisi burada öz­gürken, sevdiği adamın orada hapis olması haksızlık gibi geliyordu. Aslında zavallının psikolojisini anlayabiliyordu. O can acıtan sözleri kendisine hangi şartlarda söylediğini bilebiliyordu. Zavallıcık! Şimdi kim bilir ne kadar üzgün ve mahzun bir şekilde koğuşuna gitmişti?

Burnunun ucuna bir kar tanesi kondu.

Nazlı nazlı süzülmüş ve çoğu kişinin estetik sandığı küçük ve sivri burnuna keyifle yerleşmişti. Ardından başkaları da gelince, kar yağı­şının başlayacağını anladı. Tam da kendi iğrenç psikolojisine uygun basık bir havaydı. Kar da yağarsa gerçekten iğrenç bir gün olacaktı.

En sona kaldığını fark edince, avluda yürümeye devam etti. İle­ride özel eşyaların toplandığı bir emanet odası vardı. Buraya daha önce de geldiği için prosedüre alışmıştı artık. Hızlanmaya başlayan kar yağışı altında emanet odasına girdi. Mahkûm ziyareti için içeri gi­rerlerken, üzerlerindeki giysileri hariç her şey dolaplara kilitlenmişti. Özellikle metal eşyalar bırakılmamıştı. Çantası, arabasının anahtarı, cüzdanı, hepsi oradaydı.

Özel eşyalarını dalgın bir halde aldıktan sonra aynı odadaki bir başka kapıdan çıktı. Büyük avlunun bir başka tarafına çıkmıştı. Yine soğuk ve karlı bir açıklık karşılamıştı onu. Bunu bile hissetmeden önündeki insanları takip etti. Diğerlerinin ardından cezaevinin son ana kapışma geldi. Arabaların bile geçebileceği, otomatik ve büyük bir kapıydı bu. Sürgülü çelik kapı yarı yarıya açıktı. Galiba en sona kendisi kalmıştı. Arkasında başka kimse yoktu.

Sıkıntıyla nefes almaya çalışıyordu. İçi boğuluyor gibiydi. Kapı­daki genç askerlerin keskin bakışları altında kendisini dışarıya attı. Omuzlarında dayanamayacağı kadar büyük bir ağırlık vardı adeta.

işte, özgürlüğe kavuştuğu o anda… birden engellenemeyecek bir şekilde deşarj oldu. Yüreğinin sıkıntısı engellenemez bir şekilde pat­ladı. Birden bire içindeki tüm acı boşaldı. Artık tertemiz gözyaşla­rını tutamıyordu. Başını eğdi. Böyle gözükmek istemezdi… Ağladı­ğını gizlemeliydi. Hatta ağlamamalıydı. Ancak ne kadar engellemek istese de artık yaşlar deli gibi akıyordu göz pınarlarından. Pürüzsüz yanaklarından inanılmaz bir hızla süzülüyordu.

Ziyaretçilerin pek çoğu artık arabalarına binmiş, toprak zeminli dış park alanından çıkıyorlardı. Cezaevinin hemen önünden geçen bir demiryolu vardı. Park alanı bu demiryolu ile cezaevi binası arasında kalan dar kısımdı. Kendisi de arabayla gelmişti. Park alanında yer bu­lamayınca arabasını bu demiryolunun diğer tarafına, cezaevine gi­den asfalt yolun sağ kenarına bırakmıştı. Oraya kadar epeyce bir yü­rümesi gerekecekti.

Her yönden araba geliyordu adeta. Ezilmemek için bir an bek­ledi. Henüz tutmaya başlamış karların üzerinde, hareket halindeki araçların tekerlekleri karmakarışık izler bırakmıştı. Tıpkı kendi ha­yatı gibi karışık… Dudaklarını sıktı acı ile… Hâlâ ağlıyordu. Ağlama­sına engel olamıyordu. Hayatının düzeni nasıl da birden bire böyle değişmişti? O kadar mutluyken nasıl olmuştu da birden bire böyle bir çukurun dibine düşüvermişti?

Elinin tersi ile gözyaşlarını silmeye çalışırken arabasına bakındı. Gözleri o kadar yaşla doluydu ki, arabasını bile zar zor görüyordu. Hızlanmış kar da buna engel oluyordu zaten. Oradaydı işte. Yol ke­narına kendisi gibi park etmiş arabaların çoğu gitmişti. Bir anda as­falt yolun iki yanı boşalmıştı. Kendi gri çipi orada tek başına kalmıştı.

Adımlarını hızlandırdı. Yürümeye devam ederken elini çantasına attı. Araba anahtarlarını arıyordu. Onları bulacağım derken başını da önüne eğmişti. Neredeydi bu anahtarlar? Islak gözlerini kırpıştırdı. Net bir görüş elde etmeye çalıştı. Ah! İşte buradaydı. Parmaklan sert bir metale değmişti.

Anahtarını aramakla o kadar meşguldü ki, yürürken önündekini göremedi. Bir anda kocaman, sert bir şeye çarptı. Ne olduğunu an­layamamıştı. Anahtarları titrek elinden kurtulup yere düştü. Karla kaplanmış asfaltta bir boşluk bulup hafifçe tıngırdadı.

Kahretsin! Yolun ortasında bu direğin ne işi vardı?

Canı yanmamıştı o kadar. Islak bakıştan yavaşça yukarıya kalktı. Yok! Hayır! Bu bir direk değildi! Başını alabildiğine geriye attı. Ge­nelde bir kadın için uzun boylu olmak sıkıntılıydı. Pek çok erkek onun yanında kısa kalırdı. Ama şu an, uzun boylu olduğu için mem­nun olabileceği ender anlardan birisiydi. Hele böyle iri bir adamın yanında… O tam bir devdi.

İmkânsız da olsa, gözyaşları yüzünden önünde yürüyen bu ya­pılı adamı görememişti.

Zaten şimdi de tam göremiyordu. Gözyaşlarının bulanıklaştırdığı manzarada, tüm gördüğü kirli sakallı ve uzun dalgalı saçlı bir erkek siluetiydi.

“Önünüze baksanıza!” dedi titreyen sesiyle. Hâlâ ağlarken biri­sine kızmak çok zordu.

Adamın gözlerini şimdi seçebiliyordu. Garip bir maviydi. Hatta lacivert… İncecik parmaklarıyla kendi kirpiklerinin ucundaki değerli sevgi damlalarım sıyırdı. Evet şimdi daha iyi görüyordu. Onun şa­şırmış olduğunu da anlamıştı.

Genç adam sırıttı. “Eğer gelip bana arkamdan çarpmamış olsay­dınız… özür dilerdim belki!” dedi keyifle. “Görünmeyecek kadar da ufak tefek değilim!”

Haklıydı! Gerçekten de uzun bir adamdı. Genç kadın Kaan’ın yanında genellikle uzun topuklu ayakkabı giymemeyi tercih ederdi Çünkü-ikisi de yalın ayakken boylan neredeyse aynıydı. Ama bu adamın basketbolcu gibi bir boyu ve ince montunun altında geniş omuzlan vardı.

Haksızbğuu kabul etmemek için ona ters bir bakış attı. Sonra ce­vap vermeden eğildi. Yerden anahtarını aldı. Doğrulduğunda adamın dönmüş olduğunu ve çoktan uzaklaşmaya başladığını fark etti. İlgi­sizce arkasından baktı. Bu adamla çarpışmış olması bir an için dikka­tini başka yöne çekmişti. Üzerinde ince, baharlık bir mont vardı. Ar­tık yoğunlaşmaya başlayan kar yağışı altında, o mont ile üşümüyor muydu acaba? Üstelik içinde de yine incecik siyah bir gömlek vardı.

Kendisini ilgilendirmezdi. Adamı unutup arabasına doğru yürü­meye başladı. Demir yolu raylarının üzerinden dikkatle geçti. Göz- yaşlan hâlâ akıyordu ama artık delice değildi. Şimdilik kontrollüydü. Uzun adamla çarpışması onu biraz kendisine getirmişti.

Uzaktan kumanda ile çipinin kapısını açıp içine bindiğinde bir an durdu. Boş ama nemli gözlerle camdan ileriye bakıyordu. Direk­siyonu sımsıkı tutmuştu. Ve…

Ve içindeki fırtına yeniden patladı. Tıpkı hızını delicesine art­tıran kar gibi, gözyaşları da ardı ardına akmaya başladı. Başını di­reksiyona yaslayıp deli gibi ağlamaya başladı. Artık sesli ağlıyordu. Nasılsa kimsenin kendisini görme ve duyma ihtimali yoktu. Uzun zamandır böyle hüngür hüngür ağlamamıştı.

AK Allah’ım! Hayatı neden bu kadar karmaşıktı? Neden her şey böylesine tersti? Ülkenin en ünlü ve en çok para kazanan manke­niydi ama hiç mutlu değildi. Ailesi onu hiç sevmiyordu. Annesi ve babası yıllar önce kendisine tavır almıştı. Kız kardeşi aylardır telefon bile açmamıştı. Âşık olup mutlu olacağını sanmıştı ama sevdiği adam şimdi hapishanede sürünüyordu. Anne olma umudu neredeyse suya düşmüştü. Evlilik planlan ise tamamen aptalca bir hayal olmuştu.

Demek Kaan evlenmeyi hiç düşünmemişti? Demek her şey kendi kafasındaki bir canlandırmaydı? Bir de aptal gibi hamile kalmıştı! Bunu nasıl yapmıştı? Bunun olmasına nasıl izin vermişti? Ama kendi elinde değildi kil Her şey bir anda olmuşta Korunması gerektiğini bildiği halde buna imkân bulamamıştı. Hâlbuki bu konularda hiç de aptal değildi… Yine de tüm kalbiyle, adamın içinde bulunduğu psi­kolojik baskı yüzünden böyle konuştuğunu umuyordu.

Diğer yandan genç kadın bu çocuğu çok istiyordu. Hem de tüm kalbiyle. Artık anne olmak istiyordu. Bu mutlu haberi sevdiği adama vermek için nasıl da koşa koşa buraya gelmişti. Ona moral olacağını sanmıştı. Onun da sevineceğini sanmıştı. Fakat genç adamın sevin­mek bir yana, kızması ve hatta bebeği aldırmasını istemesi genç ka­dını perişan etmişti. Ve işte şimdi yaşadığı karmaşa, böyle hıçkırarak ağlamasına sebep oluyordu. Oysa yıllardır böyle ağlamamıştı. Başkalarının gözünde o, soğuk ve duygusuz bir kadındı. Güzelliğinden başka bir özelliği olmayan ve yaşı neredeyse otuza dayanan, mesle­ğinin son yıllarını yaşayan birisiydi. Çok yakında daha güzel daha genç mankenler çıkacak ve kolayca onun yerini alacaktı. Buna üzül­müyordu. Doğanın kanunu gibi geliyordu. Ama hiç değilse emekli­liğinde mutlu olmak istiyordu.

Bu yüzden ailesi ile de arasını düzeltmek istiyordu. Bir süre önce onlara yakışıklı kocasını tanıştıracağı için ne kadar da mutluydu! Hatta o zaman telefonla annesini aramış ve ona iki sürprizi olduğunu söy­lemişti. Ama kendisiyle biraz mesafeli konuşan annesi gerçeği hemen duygusuzca tahmin etmişti.

“Hamilesin ve evleniyorsun, değil mi?” diye soruvermişti. Anne­sinin sesi o kadar yavandı ki, hiç sevinmediği belliydi.

“E… evet anne!” diye kekelemişti genç kadın. Şu anda akan göz­yaşlarının içinde annesinin bu resmi ve soğuk tavrının da etkisi vardı. Onun en azından sesinde biraz ısı belireceğini ummuştu.

“Bu adam da o diğer erkekler gibi mi yoksa daha özel biri mi?” diye sormuştu annesi. “Gazetelerden takip ediyoruz da çoğunu…”

“Anne! O… O çok özel biri! Onu seviyorum. Diğerleri gibi değil. Diğerleri aslında…”

Fakat annesi sözünü kesmişti. “Bizim için önemli değil. Nasıl is­tersen öyle yap. Bebek ondan mı peki?”…

Benzer İçerikler

Moskof Cariye Hürrem

yakutlu

Aşk

yakutlu

Aşkın Gözyaşları- II / Hz. Mevlana

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy