Büyüyünce ne olacaksın? Doktor, hukukçu, mühendis, bilim insanı? Eğer yaşın henüz küçükse, gönlünden geçen mesleği seçmekte özgürsün demektir. Antropolog, itfaiyeci ya da ip cambazı olabilmen için hiçbir engel yok. Ama eğer lise çağındaysan işin biraz daha zor sayılır. Sonuçta kim hayatı boyunca hiç sevmeyeceği bir işte çalışmak ister ki?
Bir yanda ailen bir yanda öğretmenlerin, üniversite giriş sınavlarından kazandığın puanla “iyi” bir fakülteye kaydolman için elbirliğiyle baskıda bulunuyorlar. Kimse senin hayallerin veya önceliklerinle ilgilenmiyor. Oysa hangi mesleğin sana göre olduğuna bile karar veremedin henüz… Meslek seçimi şakaya gelmez. Unutmamak gerek ki, sevdiği işi yapanlar, hayatları boyunca çalışmış sayılmazlar…
Şimdilik filmi o kadar ileriye sarmaya gerek yok. Toprak Işık’ın, sana kılavuzluk etmek için özenle hazırladığı “Acaba Ne Olsam?” isimli başvuru dizisi, meslek seçiminde işini bir hayli kolaylaştıracağa benziyor. Serinin ilk iki kitabı Mühendis ve Bilim İnsanı’ndan sonra, Toprak Işık yıldızı hiç sönmeyen iki önemli mesleği daha mercek altına alıyor: Doktor ve Hukukçu.
Çetin ceviz bir hukukçu ya da kendini tıbba ve insanlara adamış bir doktor olmaya karar verdin. Peki, hangi koşullarda çalışacağını hiç düşündün mü? Kim bilir, belki gecelerce evine gidemeyecek ya da günlerce duruşmadan duruşmaya koşmak zorunda kalacaksın… Gönlünde yatan mesleğin tarihsel gelişimi üzerine şimdiye dek herhangi bir araştırma yapmış mıydın? Üniversiteyi bitirdikten sonra nerelerde iş bulabilirsin? Seçmeyi düşündüğün mesleğin dalları var mı? Örnek alman gereken meslek erbapları kimler? Emin ol bir mesleği seçmek o mesleği layıkıyla yapabilmekten bile zor olabilir. İşte tam da bu noktada mühendis, yazar Toprak Işık imdadına yetişiyor…
“Acaba Ne Olsam?”, meslek seçimine karar verme aşamasındaki okurların ellerinden bırakmak istemeyecekleri, mizahi öğelerle bezeli, edebiyat tadında keyifli bir başvuru dizisi…
HUKUK DEDİKLERİ DE NE OLA Kİ?
Diyelim ki adamın biri bir başka adamın burnunu ısırdı. Yalnız ısırıp da koparttığını düşünme. O zaman bu sohbet çok iğrenç bir hâl alırdı. Sadece ısırsın ve canını yaksın. Diğeri ne yapmalı bu durumda? Ötekinin gözünün üzerine okkalı bir yumruk atsın, diyorsun. Bu da sık kullanılan bir yöntem ama biz kanunlar çerçevesinde ne yapacağına bakalım. Canı yanan adam, burnunu ısıranı mahkemeye verecek. İşin içinde mahkeme varsa hukuk da vardır. Hukuk varsa savcı vardır. Sonra hâkim ve avukat vardır. Burnu ısırılan adam mahkemede kendini daha iyi anlatmak için avukat tutsun. Onun burnunu ısıran adam da kendini daha iyi savunabilmek için bir avukat tutabilir.
Şimdi düşündüm de zaten asıl iyi savunulmaya ihtiyacı olan o. Örneğin ısıran adamın avukatı şöyle der: “Sayın yargıç, müvekkilim…” –bu arada, avukatın savunduğu kişiye ‘müvekkil’ deniyor– “bu şahsın burnunu bilerek ısırmadı. O sırada esniyordu. Esneyen pek çok insan gibi müvekkilimin de gözleri kapalıydı. Bu şahıs burnunu esnemekte olan müvekkilimin ağzına sokmuş. Müvekkilim esnemesinin sonuna gelince, ağzımda birinin burnu ya da kulağı var mıdır diye düşünmemiş tabii, ağzını kapatmış. Ve doğal olarak bu şahsın burnu müvekkilimin dişleri arasına sıkışmış.” Bunun üzerine burnu ısırılan adamın avukatı karşı atağa geçer.
“Sayın yargıç, müvekkilimin burnu bir fare ya da sincap değildir. Bir burnun sahibinden habersiz, bir deliğe girmesi beklenemez. Beyni olan hiç kimse de burnunu esneyen bir adamın ağzına sokmaz. Müvekkilimin beyninin olduğunu belirterek konuşmama son veriyorum sayın yargıç.” Bunun üzerine sayın yargıç her iki tarafın iddialarını değerlendirir. Ardından kanunlara ve vicdanına danışarak bir karar verir.
Oh be, nihayet gelmek istediğim yerin yakınına geldim. Büyüyünce hukukçu olmak ister misin? Yani avukat, savcı, hâkim falan… Falan da nedir diyorsan onu ileride anlatacağım. Unutursam hatırlat lütfen. Sen, falan hukukçular dersen ben anlarım. Demek ki neymiş? Hukukçular sadece avukat, savcı ve hâkim olmazlarmış. Neyse, mesleğine henüz karar vermedin. Böyle önemli bir konuda acele etmemek iyi bir şey.
Önce her bir mesleğin ne olduğunu az buçuk öğrenmek gerek. Şimdi ben sana hukukun buçuğunu anlatırım, azını da nereden öğrenirsin bilmiyorum. Şaka ediyorum, kızma hemen. Azını da buçuğunu da anlatabilirim ben. Ben çocukken avukat olmak isterdim. Başka kimsenin kazanamadığı davaları kazanacaktım. Birisinin katil olduğunu zannediyor herkes. Darağacını kurmuşlar, bir an önce getirseler de assak diye bekliyorlar. Zavallının avukatlığını üstleniyorum ve masum olduğunu kanıtlıyorum. Tabii bunun için burun ısırma davasındakinden çok daha zekice bir savunma yapıyorum. Böylece toplumu geri dönüşsüz bir yanlıştan kurtarıyorum.
Yani azıcık kahraman oluyorum. Bir avukatın becerisi ya da beceriksizliği çok şeyi değiştirebilir. İpten adam almak diye bir deyim duydun mu? Birinin çok güçlü olduğunu anlatırken kullanılıyor. Özellikle de avukatlar için… Burada çamaşır ipinden bahsedilmediğini yukarıdaki örnekten anlamışsındır. Şimdi sana hukukun tanımını yapmalıyım. Immanuel Kant’ı daha önce duydun mu? Kendisi yaklaşık iki yüz yıl önce aramızdan ayrılmış olan önemli bir filozoftur. Hukukçuların çok uğraştıkları hâlde hâlâ hukuku tanımlayamadıklarını söylemiş.
Filozoflara tanım beğendirmek kolay değildir. Neyse ki benim vereceğim tanımı onun okuma olasılığı yok. Hukuk kurallardan meydana gelir. Kuralların ne olduğunu biliyorsundur: Yatmadan önce dişler fırçalanacak. Yemekten önce eller yıkanacak. O tabaktaki köfteler bitecek. Böyle şeyler işte… Kurallar toplumu düzenlemeyi amaçlar. Benim dişlerimi fırçalamamla toplum düzeninin ne ilgisi var diyorsun. Çok ilgisi var. Fırçalanmayan dişler çürür.
…