Eserin Adı: Gönül Hanım
Tür: Roman
Yazarı: Ahmet Hikmet Müftüoğlu
Yeni Harflere Çeviren: Mahir Ünlü
Yayınevi: Bilgeoğuz Yayınları
Basım Yeri ve Yılı: İstanbul, 2015
Kişiler:
Mehmet Tolun: Esir düşen bir Türk subayı
Kont Bela Zichy: Esir düşen bir Macar subayı
Gönül Hanım: Ailesi ticaretle uğraşan bir Tatar kızı
Ali Bahadır Kaplanof: Ticaretle uğraşan bir Tatar genci, Gönül'ün ağabeyi
Özet:
Ahmet Hikmet Müftüoğlu’na Milli edebiyat içindeki asıl yerini kazandıran eseridir “Gönül hanım”. Türkçü düşünceye sahip yazarın fikirlerini roman sahasında gerçekleştirdiği bir eseridir. “Turancılık” ülküsünü savunan tezli bir romanıdır.
Ahmet Hikmet Bey bu eserinde Türk gençlerine dedelerinin geldiği Anayurdu tanıtıyor ve Türklerin orada ne büyük bir devlet ve medeniyet kurduklarını haber veriyor. Büyük Türkçü edib kendisini kaybeden Türk’e “kendini bul!” diyor.
“Gönül Hanım” romanında I. Dünya Savaşı sırasında Kafkas cephesinde Ruslara esir düşen bir askerin Türkistan’daki esir kampında “Gönül” adlı bir Tatar kızının rehberliğinde eski Türk ülkelerini dolaşmasını ve ülkü birliği yaptığı bu kızla arasındaki aşkı anlatıyor. Yazar, burada Türk coğrafyasının farklı taraflarında yaşayan kahramanlarını bir araya getirerek onları Orhun Abideleri’ni bulmak, Türk dünyasına tanıtmak için uzun bir seyahate çıkarır. Kendisini romanın kahramanlarından “Mehmet Tolun’la “özdeşleştirmiştir.
Romanın asıl kahramanı Üsteğmen Mehmet Tolun, savaşta Ruslara esir düşmüştür. Mehmet Tolun, önce Hazar Denizinde ıssız bir adada, Ural’ın doğusunda İrbit Şehrinde bir süre kalmış, sonra Sibirya’da Krasnoyorsk’ın altı kilometre kuzeyinde Grodok denilen savaş esirleri kampına getirilmiştir. Rusça ve Almanca bilen Tolun, esareti sırasında bu dilleri ilerletme fırsatı bulur. Öyle ki Tolun, Rusça ve Almanca yazılı ilmî eserleri anlayabilecek hale gelmiştir. Bir gün Rodloff, Thomsen, Le Cog gibi şarkiyatçıların (doğubilimcilerin) Ural – Altay dilleri ve milletleri hakkındaki eserlerinden bir kaç cilt almış, yağmur nedeniyle bir lokantaya girip bunları karıştırmaya başlamıştır. Bu sırada bir Tatar genci ve onun kız kardeşiyle tanışır. Tatar genci Ali Bahadır Bey, kız kardeşi ise Gönül Hanım’dır. Üç genç de Türk kültür ve medeniyet tarihine büyük bir ilgi duymaktadır. Türk dili, tarihi ve coğrafyası hakkında hareketle konuşmaya başlarlar. Üzerinde durdukları asıl konu Türk dili ve tarihiyle ilgili bütün keşif ve seyahatlerin neden Batılı araştırmacılar tarafından yapıldığıdır. Türlerden hiç kimse ana yurda ilmî bir heyet içinde gidememiştir. Orhun abidelerine gidip Bilge Kağan ve Költigin Abidelerini görmek isterler. Böylece bu seyahati aralarında kararlaştırırlar.
Tolun, bu ilk Türk tarihî ve ilmî seyahatine “Gönül Hanım Sefer Heyeti” adının verilmesini teklif eder; çünkü ilk fikir ve teşvik Gönül Hanım’dan gelmiştir. Çok geçmeden onlara Macar teğmenlerden “Kont Bela Zichy” de katılır. 20 Şubat’ta 4 kişi Moskova’dan trenle yola çıkarlar.
On gün süren tren yolculuğunda şu güzergâhı izlerler: Moskova – İrkutsk – Baykal Gölü’nün batı kıyısı – Udinsk… Udinsk’ten Selenga Nehri vadisinden güneye doğru inerler. Arbunovk ve Selenginsk şehirlerini geçtikten sonra Kâhta’ya varırlar. Bu, Çin Moğolistan’ı ile Sibirya sınırı üstünde, Rusya’daki son merhaledir. Bundan sonra Ken dağlarının Kene silsilesini ve Karan Kovi boğazını aşarlar ve Urga’ya gelirler. Urga rastladıkları ilk Moğol kasabasıdır. Burada bir ay kalırlar, şehri gezerler ve daha sonraki yol için hazırlıklarını tamamlarlar. Bundan sonra at sırtında yolculuk ederler. Bu yolculukları önceki yolculuklarına benzemez. Bu yolculukları daha yorucu ve eziyetlidir. Tula ırmağını takip ederek Navon Çeren’e gelirler. Bundan sonra Bitik Ula Dağın’dan geçerler. Burada bazı granit taşlara rastlarlar. Ali Bahadır, bu taşlar için Rusça eserlere başvurarak şimdiye kadar bunların hiçbir şarkiyatçı tarafından okunmadığını söylerler.
Bereket kuyusunu geçerek Batu Han tepelerine varırlar. Burada bir bir “bitig ula” yani yazılı dağ vardır. 2’si Tibetçe, 1’i Eski Türkçe olmak üzere 3 kitabeden ibarettir. Fakat bunlar zamanla çok aşıldığından almak mümkün olmamıştır.
4 Temmuz’da Budist Moğolların en meşhur mabedi olan Erden Su’ya gelirler. Burada mabedi ve kütüphaneyi gezerler. 6 Temmuz’da Uygurların başkenti olan Karabalgasun’a gelirler. Burası artık terk edilmiş bir şehirdir. Karabalgasun harabelerini gezerler. Tolun burada Orhun Abideleri’nin keşifleri hakkında bilgi verir. Burada on beş kadar kitabe vardır. Bunlara “Üç Dil Kitabeleri” denmektedir. Bunları istinsah ederler.
10 Temmuz’da Koşo Çaydam’a doğru hareket ederler. Orhun ırmağının sağ tarafındaki yokuşa tırmanırlar. Tepeden kuşbakışı Orhun’u ve yaylaları görürler. “Sarı ve kırmızı renkte kuru ot, kum ve taşların ortasında Orhun nehri kıvrılmış uyuyan bir ejder gibi hareketsiz durmaktadır.”
Akşama doğru Köl Tigin Abidesine varırlar. Hepsi son derece heyecanlıdır. Tolun, abidelerin 732 de dikilmesi ve 1917 yılındaki durumu hakkında bilgi verir. Abidelerin bulunduğu külliyeyi gezerler. Birkaç gün abidelerin kopyasını almakla, onları okumakla uğraşırlar. Rodloff ve Thomsen’in çıkardıklarındaki eksiklerinin halli ve tamamlanması ile meşgul olurlar.
Bu eserde Türkçülük ideolojisi ana tema olurken geri plânda bir aşk konusu da işlenmiştir. Bu aşk da Mehmet Tolun’la Gönül Hanım arasındadır. Öte taraftan Macar Kont da Gönül'e aşıktır ama Gönül Mehmet Tolun'u sever. Ancak Mehmet Tolun utangaç ve çekingen olduğu için Gönül Hanım’a açılamamaktadır. Fedakar dostları Kont, bağrına taş basarak onların gizli sevgilerini açık eder. Eserin sonlarına doğru yeni Orhun Abidelerinde Gönül ile Tolun’un nişan töreni yapılır.
Bu sırada heykellerden birinin kopmuş başının bir Moğol’da olduğunu öğrenirler ve bunu satın alırlar. Kont bunu Tolun’la Gönül’e hediye olarak alır.
Birkaç aylık bir ayrılıktan sonra Tolun’la Gönül evlenirler ve Bebek’teki evlerine yerleşirler.
Tolun, Koşoçaydam heykeliyle kitabelerin kopyalarını Müze-i Hümâyun'a bağışlar ve seyahatnamesini yayınlamak için hazırlıklara başlar. Gönül de kız öğretmen okulu açmaya teşebbüs eder.
Eser Hakkında Görüşler:
Ahmet Hikmet, “Gönül Hanım” romanında cemiyette aktif ve eğitici bir rol oynayan idealist kadın tipini ele almıştır.
Gönül Hanım, Paris Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden mezun, kültürlü ve milliyetçi bir kızdır.
Eserde milli duygu ve düşünceyi kuvvetlendiren teklifler, Gönül tarafından ortaya atılır. Gönül davranışlarıyla ve konuşmalarıyla çevresindekilerin milli duygularını da kamçılar ve onları bu konuda düşündürmeye, hassas ve uyanık davranmaya zorlamıştır.
Dil, bir milleti var eden en önemli unsurlardan biridir. Eğer bir millet başlangıçta dilde asimile olmaya başlamışsa o millet yok olmaya hazırdır.
Günümüzde de öyle değil mi? Sokağa çıkıp levhalara baktığımız zaman İngilizce kelimeler o kadar fazla ki bu İngilizce kelimeler arasında Türkçe kelime bulmak adeta denizde inci aramak gibidir. Türkçe kelimeler dururken bu yabancı kelimelere neden bu kadar yer verilir bir okuyucu olarak anlamıyorum. En azından bir İstanbul’u ele aldığımızda, sokaklarında bulunan levhaların çoğu İngilizce’dir.
Ahmet Hikmet de yarattığı “Gönül Hanım” tipiyle milliyetçiliği sosyal bir ideoloji haline getirdiği bu eserde Gönül Hanım’ı milli duygu ve düşünceyi kuvvetlendiren teklifleri onun vasıtasıyla ortaya atmıştır. Onu örnek Türk kızı olarak göstermiştir.
Bu ilmi seyahatte yabancıların bizim dilimizi, tarihimizi araştırırken yapmış oldukları eksiklikleri bu roman kahramanları vasıtasıyla toplatmıştır. Böylece bir Radloff’un bir Thomsen’in bir Türk kadar Türk dilini, tarihini, edebiyatını araştırmayacağını ortaya koymuştur.
Bu eserde Milliyetçilik sosyal bir ideoloji haline getirilmiştir ve işlenen aşk konusu ikinci plânda kalmıştır. Mehmet Tolun Gönül Hanım’a duyduğu kalbi hissi utangaçlığından ve çekingenlikten dolayı bir türlü Gönül Hanım’a açılamamaktadır. Macar teğmen “Kont’un” Gönül Hanım’a yaklaşmasından dolayı Kont’a karşı içten içe kıskançlık duymaktadır. Hem Mehmet Tolun hem Gönül Hanım için en başta gelen unsur Türkçülük mefkûresidir. Yapmış oldukları ilmi gezidir. Burada Türkler için iyi bir şeyler ortaya koymaktır. Gönül Hanım da Mehmet Tolun’a kalbi bir his duymaktadır. Aralarındaki aşkın ortaya çıkması Orhun Abidelerindedir ve burada iki genç nişanlanmıştır. Ancak bu aşk eserde hep geri plânda kalmıştır. Eserde Milliyetçilik sosyal bir ideoloji haline getirilmiştir. Eser boyunca bütün milli duygu ve düşünceler Gönül Hanım’ın teşvikiyle ortaya çıkarmıştır.
Yazar burada kadın kahramanı ideal bir tip olarak ortaya çıkarmıştır. Mehmet Tolun, yazarın kendisini temsil etmektedir. Ahmet Hikmet, düşünce ve tekliflerini onun vasıtasıyla söyler.
Ahmet Hikmet, Mehmet Tolun tipini yazarken 1721 – 22 yıllarında Güney Sibirya’da ve Yenisey Irmağı civarında araştırmalar yapan ve buralara ilk olarak seyahat eden İsveç Subayı Johonn Philipp Tabbert (Von Strahlenberg)’ten ilham aldığını söylemek mümkündür. Şöyle ki Strahlenberg Poltava savaşında Ruslara esir düşerek Sibirya’da ikamete mecbur edilmiştir.
Tolun da Sibirya’da ikamete memur edilen bir Türk subayıdır. Strahlenberg Alman birliğini Messerchimidt’le beraber Yenisey yazıtlarını keşfeder. 1722’de ülkesine dönerek 1730’da Yenisey kıyılarında bulunan iki taşın kopyalarıyla birlikte Stocholm’de eserini neşreder. Romanın sonunda Tolun da seyahat notlarını neşretme hazırlıkları içindedir.
Romanda, şahıslar ve onların yaptıkları işler hayalidir. Eserdeki tipler idealisttir. Gönül Hanım ve Mehmet Tolun buna en güzel örneklerdir. Bunlar, Türkler için bir vazife olan anayurda seyahati gerçekleştirmek, bunu ilmî bir vukufla yaptıkları için ilimle milli şuuru da birleştirmiş olmaktadırlar.
Romanda amacın sadece seyahat olmadığı iyice belirtilir. Tolun, Bahadır, Gönül ve Kont yola çıkmadan önce aylarca çalışırlar. Orhun harflerini öğrenirler. Bu konuyla ilgili kitapları okuyarak Orta Asya coğrafyasına ve tarihine iyice aşina olurlar. Neticede Radloff ve Thomsen’in kitaplarındaki eksikliklerin tamamlanmasına çalışmışlardır.
Eserin sonlarına doğru birkaç ay ayrı kalan Mehmet Tolun ve Gönül Hanım evlenir ve Bebek’teki evlerine yerleşirler. Mehmet Tolun, Koşoçaydam heykeliyle, kitabelerin kopyalarını Müze-yi Hümâyun’a bağışlar ve seyahatnâmesini yayınlamak için hazırlıklara başlar. Yazar, bu sonuç bölümüyle ticaretin gerekliliğini; eğitimin ve araştırmanın önemini vurgulamaktadır.
Yazar:
Tanzimat devrinde yetişen edebi şahsiyetler arasında önemli bir yeri olan Ahmet Hikmet Müftüoğlu 3 Haziran 1870 tarihinde İstanbul’da dünyaya geldi. Anne ve baba tatarından Moralı bir aileye mensuptur. Soy kütüğü büyük mutasavvıf şair Niyazi Mısri’ye kadar uzanan Ahmet Hikmet’in aile büyükleri Mora müftülüğünde bulundukları ve Müftizadeler diye anıldıklarından “Müftüoğlu” soyadını almıştır. Dedelerinden Mora Müftüsü Abdülhalim Efendi Mora isyanı sırasında Rumlar tarafından üzerine gaz dökülerek yakılmıştır. Ahmet Hikmet Müftüoğlu daha yedi yaşındayken babasını kaybetmiş, yakınlarının yardımıyla eğitimine devam etmiştir.
Mahalle mektebinde başlayan öğrenciliği Rüştiye, Askeri Rüştiye ve Dışişleri Bakanlığında çalışabilmek için girdiği Galatasaray Lisesi’nde devam etmiştir. O yıllarda şiir ve edebiyatla uğraşan Ahmet Hikmet, yaşına göre başarılı manzumeler kaleme almıştır.
1888 yılında Galatasaray Lisesi’ni bitirdi. Yunanistan’da Pire, Kafkasya’da Poti konsolosluklarında görev yaptı. 1891-92 yıllarında İstanbul’a dönerek Dışişleri Bakanlığı’nın konsolosluklar kaleminde görev aldı. Bir yandan da Galatasaray Lisesi’nde dil bilgisi ve kompozisyon derslerine girdi. Yayın hayatına önce edebiyatla hiç ilgisi olmayan, patates konusunda bir tercümeyle başlamıştı. İkinci tercümesi ise kadınlar ve süslenme malzemeleriyle ilgiliydi.
Servet-i Fünun dergisinde tercümelerinin yanında kendi yazdığı yazılar ve şiirleri ile yazarlığa devam eden Ahmet Hikmet, “Leyla yahut Bir Mecnun’un İntikamı” adlı ilk hikâyesini yayımladı.
1893 yılından itibaren çizgisini belirleyen Ahmet Hikmet Müftüoğlu Servet-i Fünun akımından gittikçe uzaklaşarak Türk ve İslam tarihini ele alan, yücelten eserleriyle yoluna devam etti. Haristan ve Gülistan ile tanınmış bir yazar olma yoluna giren Ahmet Hikmet’in idealizmini en iyi ortaya koyan eserleri hikâyelerini topladığı Çağlayanlar ve Gönül Hanım romanıdır.
Edebiyat Fakültesi öğretim üyeliği, Peşte Başkonsolosluğu, Birinci Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı devletinin satın aldığı ama teslim alamadığı savaş araçları için kurulan tasfiye komisyonu üyeliği, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarlığı ve Demiryolları Yönetim Kurulu üyeliği görevlerinde bulundu. Yazıları, konferansları ve Türk Yurdu derneğindeki faaliyetleriyle topluma karşı görev bildiği düşünceleri yaymaya ve yaşatmaya çalıştı. 19 Mayıs 1927’de İstanbul’da vefat etti.