Alp Dağları’ndan ve Miss Chalfrin’in Albümünden | Yakup Kadri Karaosmanoğlu


Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Batı ve Batılılaşmaya dair yazılarından oluşan eserde, “şarklı gözüyle” Avrupa’nın, “garplı gözüyle” şarkın resmini görebiliyoruz. Günümüzde de güncelliğini muhafaza eden konuyu yazar, önce Alp Dağları’na seyahatlerinden yola çıkarak garba bakan bir şarklı olarak anlatıyor; ardından Türkiye’ye öğretmenlik için gelmiş bir İngilizin ağzından mektuplar yazarak meseleye bir de şarka bakan garplı olarak yaklaşıyor.

Yazarın deyimiyle “iç örgüleri itibariyle bir sikkenin yüzü ve tersi gibi” birbirini tamamlayan yazılar, Yakup Kadri’nin dildeki ustalığıyla da bütünlüklü bir eser ortaya çıkarıyor.

Yirminci yüzyılın ilk yarısında büyük bir üretkenlikle dergilere yazdığı şiir, öykü, makale ve eleştri türü yazılarla Türk edebiyatı sahnesine adımını atan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, romanları, hikayeleri, denemeleri, oyunları ve anılarıyla, en önemli edebiyatçılarımız arasında yer alır. Üslup özellikleri bakımından Yakup Kadri’nin 1910’dan 1974’e dek verdiği eserler Türkçe’nin geçirdiği bütün evreleri yansıtır. Eserlerinin konu ve fikir zenginliği de dil özelliklerinin çeşitliliğinden aşağı kalmaz. Yakup Kadri’nin Fransız edebiyatı etkisinde başlayan yazarlığı, 1920’lerden sonra özgün bir sese kavuşarak siyasi ve sosyolojik konulara, tarihe, dönem çatışmalarına ve birey psikolojisi irdelemelerine yönelir. Fecr-i Ati’den yetişmiş ama bunu izleyen elli yıl boyunca toplumsal koşullar, tarihi süreçler ve bireysel portreleri romanın dokusuna işlemek için roman tekniğiyle de boğuşmuş bir yazar olan Karaosmanoğlu’nun eserleri, hala tüketilmemiş ayrıntılarının tartışılıp incelenmesi gereken zengin bir “panoroma”dır.

İÇİNDEKİLER

Birkaç Söz……………………………………………………………………………………………………………………11
Alp Dağları’ndan……………………………………………………………………………………………………..13
Miss Chalfrin’in Albümünden………………………………………………………………………….69
Birinci Kısım……………………………………………………………………………………………………….71
İkinci Kısım………………………………………………………………………………………………………103

Birkaç Söz 

Sırf Remzi Kitabevi’nin teşebbüsü ile birçok eski, dağınık, unutulmuş yazılarım derlenip toplanıp yeniden yayım meydanına çıkarken, ben hiç bir şeye karışmamak istedim. Zira, bunlar, kütüphanelerin, matbaa bodrumlarının tozu ve küfü içinde sararmış, yıpranmış gazete ve mecmualardan kopye edilip yeni harflere çevrilir, tasnif edilir ve hattâ bâzı yerleri bugünkü Türkçe zevkimize ve anlayışımıza göre yontulup rendelenirken, ben, daima bir seyirci vaziyetinde kalmıştım. Eğer son dakikada şu birkaç sözü söylemek suretiyle işe karışmak lüzumunu duyuyorsam bunun yegâne sebebi şudur: Alp Dağları’ndan ile Miss Chalfrin’in Albümünden’i arasında ne yazılış tarihleri itibariyle ne de onları doğurmuş olan ruh ve fikir bakımından herhangi bir akrabalıkları vardır.1 O kadar ki, Miss Chalfrin’in Albümü –hele birinci kısımda– bundan büsbütün başka bir muharrir tarafından yazılmış gibidir. Buna rağmen, biribirine bu derece yabancı yazılar bir ciltte neden toplanmış diye sorulabilir. İşte, böyle bir suali önlemek içindir ki, şu birkaç sözü söylemek lüzumunu duydum. İlk bakışta biribiriyle hiç alakası yok gibi görünen Alp Dağları’ndan’la Miss Chalfrin Albümü iç örgüleri itibariyle bir sikkenin yüzü ve tersi gibidirler. Zira, Alp Dağları’ndan Şarklı gözüyle Avrupa’nın, Miss Chalfrin’in Albümü de Garplı gözüyle Şark’ın kabataslak bir tablosudur ve her ikisi de benim fikrî gelişmemden iki esaslı merhalenin müşterek işaretini teşkil etmektedir…

Yakup Kadri Karaosmanoğlu 

Alp Dağları’ndan

1

İlkteşrin [Ekim] 1926

Alpler; Alp Dağları, Alp Dağları’ndan… Bu kelimeler size neyi ifade ediyor? Muhayyilenizde nasıl bir âlemin gölgesi kımıldanıyor? Size “Alp Dağları” dediğim zaman ne duydunuz? Ne hatırladınız? Hiç, hiç bir şey değil mi? Biliyorum ki, bütün muasırlar [çağdaşlar] gibi, sizin için de, Alp Dağları alelade coğrafî bir işaretten ibarettir. Bu işareti, herhangi bir Avrupa haritası üzerinde çocukluğunuzdan beri kim bilir kaç defa seyrettiniz ve büyüyüp seyahate başladığınız andan itibaren bu uzun dağ zincirinin muhtelif halkalarından, kim bilir, kaç defa gelip geçtiniz! Bu dağların baş döndürücü irtifalarında da dolaşmış olduğunuzu iddia etmiyeceğim; zira aramızda ne bir kâşif, ne de bir Alpinist çıktığını hatırlamıyorum. Yalnız şu muhakkak ki hayatınızda birçok kere Alpinist görmüş, ve yahut bunlardan birçoğunun hikâyesini dinlemişsinizdir. Onun için, o baş döndürücü irtifalar hakkında kâfi bir fikriniz; bir bilginiz olduğuna kaniim. Balmat familyasının ilk çocuğu Monblanc’a çıktığı günden sonra, kaç tane Alp Delili’nin, kadınlı erkekli nice seyyah gruplarını bir zarif salkım halinde bu dağların yalçın kayalarından, bu dağların buzlu sırtlarından, üçer binlik, dörder binlik tepelerine doğru sürükleyip çektiğini gördünüz. Daha geçen gün Salvieur isminde meşhur bir İsviçreli “Gide – delil”, “Chaux-de-Fond Alpinist Kulübü” âzasından birkaç genci arkasına takıp Dent-Blanche’ın dört bin üç yüz altmış beş metre irtifaındaki bir yarını çıkıp indi. Bu yar Alpler’in şimdiye kadar insan ayağı basmamış biricik noktası imiş.

Demek oluyor ki, geçmiş nesillerin muhayyilesini asırlarca tedhiş eden [korkutan] bu heybetli ve esrarlı dağlar, artık, herhangi bir büyük şehrin, herhangi bir işlek caddesi kadar basılmış, çiğnenmiş ve tanınmıştır. Gerçi tek gözlü Kartacalı serdarın bundan iki bin yıl evvel, otuz dört bin kişiyi ve yüzlerce fili kurban vererek beş ayda ancak geçebildiği bu Alpler, devrin çocukları için en munis mesirelerden biri haline girmiştir.

Alp Dağları’nın tereddisini [soysuzlaşmasını] ispat için neden bu kadar uzaklara gittik? Daha dün, daha bundan bir asır evvel General Bonaparte’ın ordusuna bu dağlardan bir defa geçmiş olmak en destanî şereflerden birini temin etmemiş miydi? Marango Zaferi’nin bu geçiş yanında ehemmiyeti nedir? Bonaparte’ın yolu Alpler’e uğramamış olsaydı, bütün İtalya seferinin kıymeti ne olacaktı? Onun için değil midir ki, genç serdarın şanını terennüm eden şâir, bu seferden bahsederken, “Marango’da yendi!” demezden evvel, “Alpler’den geçti!” diye haykırıyor.

Hey, zavallı şâir, yattığın kubbenin altından başını kaldır da bak! Gökyüzünün duvarları sandığın o korkunç tepelerin üstünden, şimdi, incecik Amerikan kızları, eteklerini toplıyarak bir çitten atlar gibi nasıl geçiyor! Fakat, şâire söz anlatmak ne mümkün! Ben bile bu dağların bir eteğinde karar kıldığım günden beri, kendimi devlerle meskûn bir âlemin ortasında sanıyorum. İlim ve medeniyetin en son sistem teçhizatıyla mücehhez [donanmış] bulunan şu içinde yaşadığım, şu her dakika linolium ve lizol ve “Rue de la Paix” kokularıyla meşbu [ağzına kadar dolu] havasını teneffüs ettiğim “Palace” muhiti bile beni bu zehabımdan [fikrimden, düşüncemden] ve bu tahayyülden menedemiyor. Çünkü bâzı râkid [durgun] ve berrak gecelerde, Leysen Köyü elektriklerini söndürdükten ve bütün bu “Palace”lar, bu oteller, bu pansiyonlar uykuya daldıktan sonra, bu dağların kendilerine mahsus bir hayat ile gizliden gizliye nasıl yaşamağa başladıklarını ben biliyorum. Bunlar, işte, o vakit, ayakları dibinde olup biten şeyleri hiç bilmez görünürler. Bir asırdan beri, durmaksızın yükselen arsız ve müstevlî [istila eden, ele geçiren, yayılan] terakki dalgalarının yarı bellerine kadar çıktığını ve hattâ nerede ise başlarından aşacağını hissetmiyor gibidirler. Sanki, teşekkül ettikleri günden bugüne kadar geçen zaman, onlar indinde bir yalandır.

İptidaî ve vahşî azametlerini o derece şiddetle muhafaza etmektedirler. Karanlığın içinden onlara doğru bakarken, bunun içindir ki kendimi, siyahlara bürünmüş, beyaz saçlı, vekarlı [ağırbaşlı], sert, inatçı ve an’aneperest bir ecdat heyeti huzuruna çıkmış sanıyorum ve kabahat işlemiş bir küçük çocuk gibi nâçiz, perişan titriyorum. Vakıa, denebilir ki, bu titreyiş, sadece yüksek tepelerin verdiği baş dönmesinden hâsıl olma asabî bir teşennüc* halinin neticesidir. İster şöyle, ister böyle deyiniz. Benim bildiğim, tâ eski zamanlardan beri insanların daima büyük dağlar önünde korku ve hürmetle karışık bir hisle eğilmiş ve titremiş olmalarıdır. Eski Şimal masallarındaki billûr prenseslerden, bizim dev analarına kadar, insan muhayyelesinin icat ettiği bütün bir silsile korkunç ve tehlikeli hayaletler hep dağ başlarının sâkinleridir.

Cermenlere göre buzlu tepelerin üstünde kristalden periler, aşağıdan gelerek şövalyeleri beklerler ve bazan, bunları billurûn çığlıklarıile kendilerine doğru çekerlermiş. Bu suretle, nice yiğit şövalyeler o tepelere tırmanmışlar ve bir daha geri dönmemek üzere, bu prenseslerin müdhiş visaline [kavuşma] ermişlerdir. Cermenler buzlu dağların korkularını, ayrıca, Jung-Frau efsanesile de tespit etmişlerdir. Alp silsilesinin, Quatr-Cantons Gölü’ne nâzır yüksek bir zirvesi üstünde oturan ve bir taraftan tiz bir seda ile taganni ederken [makamla okurken], diğer taraftan uzun altın saçlarını bir gümüş tarakla tarayan, bu kulak ve göz kamaştırıcı genç kadını o gölün hangi balıkçısı tanımaz? Bunlar arasında niceleri, o kadının efsununa kapılarak ve elden kürekleri bırakarak suların girdabı içinde kaybolup gitmişler! Türk masallarında “Jung-Frau” cinsinden değilse bile, onun kadar netameli ne çok dev-anaları ve peri kızları, Tibet’ten Kafkasya’ya, Kafkasya’dan Toroslar’a kadar kaç dağ başında âram etmişler [durup dinlenmişler] ve loş yarlarda kaç cengâverin yolunu kesmişlerdir.

Dağlar, insanların yüreğine yalnız korku salmadı; bütün mâbutlar [ibadet edilen Tanrı], bütün kahramanlar, bütün dinler ve bütün vahiler [yararsızlar] bize dağlardan indi. Müşrik’lerin Zevs’inden Vâhdanilerin Yahuva’sına kadar sayısız bir Allah silsilesinin makarrı [merkezi] hep dağ başları olmuştur. Omiros’da Olemps, Tevrat’ta Turisina, bu hakikatin iki karşılıklı ispatı gibi duruyor. İsa necata [kurtuluşa] bir tepe üstünde, Muhammed nübüvvete [nebiliğe, peygamberliğe] diğer bir tepe üstünde erdi. Kürenin bu heybetli, gururlu ve esrarlı çıkıntıları, beşeriyete, yalnız korku, ümit ve hidayet verici tecellilerin menbaı değildir. Âdem oğullarının şanını, şerefini ve kudretini yükselten ve mukadderatımıza destanî bir heybet bahşeyleyen en büyük ırklar, toprakları sulayan koca nehirler gibi, hep yüksek dağların velûd [doğurgan] böğründen fışkırmıştır.

Benzer İçerikler

Her Temas İz Bırakır Behzat Ç. Bir Ankara Polisiyesi

yakutlu

Aslanlı Yol – Sevan Nişanyan Online Kitap Oku

yakutlu

Sevgili(m)

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy