Aslında Aşk da Yok

AslindaAskdayokB

Aslında Aşk da Yok, Duygu Asena’nın ikinci kitabı. Yazar bu kitabında, olay yaratan romanı Kadının Adı Yok’ta yarattığı kişileri ve olayları işlemeyi sürdürüyor.Türkiye’de ve yurtdışında gördüğü yoğun ilgiyle Aslında Aşk da Yok, Duygu Asena’nın satış rekorlarına yenilerini ekliyor. Yazarın 1993’te Hollanda’da, 1994’te de Yunanistan’da yayımlanan bu ikinci kitabını da severek ve defalarca okuyacağınıza inanıyoruz.

1
Gelmiyor… Sekiz ay mı oldu, sekiz yıl mı artık bilemiyorum. Yürekte hep bir acıyla yasamak nasıl şeydir, çözemiyorum. “Artık kaç yaşındasın, çocuk gibi bu nasıl aşk” diyenlere acıyorum. Sevmeyen, durmak yorulmak bilmeden sevmeyenler için üzülüyorum. Sanki yasamıyorlar gibi…
Birisini sevip, sevip de onun için gözyaşı dökmek, için için, ama hem de nasıl için için ağlamak, karşısındakini dinlerken taa gözlerinin içine bakmak hiç dinlemeden ve durup dururken ağlamak ığıl ığıl. Yemek yerken gözüne toplanan yaşlar, bunu en son onunla yemiştik diye… Ne zevkli acılar bunlar yüreğimi soğutmayan, ısıran.
Ne güzel ağlıyorum geceleri… Aydın’dan ayrıldığım son gece gibi yastığım hep ıpıslak, ip ıslaklığa yüzümü sürüyorum, sanki Aydın’in elleri, nemli ve terli. Sırtımı dönüyorum, onun öteki yansı gibi karın boşluğuna giriyorum, elleri boynumda, ne kadar ağır ve nemli ve hiç kokmuyor. O hani aşk kokusu, o hani ihtiras kokusu, o hani erkek kokusu yok… Sesini duysam kokusu gelir mi? Orada saat kaç şimdi, gece mi gündüz mü? Telefon açılmıyor, sanırım orada gündüz şimdi ve o kim bilir nerelerde? Ortalık ne kadar sessiz. Üst kattakilerin gocukları bile susmuş, biraz ağladılar, biraz zıplasalar ya…
Yalnızlığıma alışamıyorum; yanında olmasını islediğin birisi varken yalnızlığa alışılamaz. bunu anladım. Kitaplarım, yazılarım. dosyalarım, raporlarım, kasetlerim hiçbir işe yaramıyorlar artık Yanlarında o da olsaydı, hiçbir (ey yapmadan oturup bana baksaydı, onlar eski işlevlerini yapabilirlerdi yine. Söylenenler her zaman işe yaramıyor. Severken dünyanın merkezi si/, değilsiniz, o. Gözünüz, o merkezde, kendinizi hiç umursamadan tiyle yaşayıp duruyorsunuz iste. Tek avunulacak nokta, siz. de merkezsin izdir aslında, tabii o da sizi böylesine seviyorsa. Ama ya değilse? İste o zaman aman kaçın, durmayın, gidin… Yaşanmaz, öyle,
Sırtımı ona dayadım, tileri ağır, boynumda, omuzumda, bacaklarımda, her taraf ıslak, ter içinde… Elleri… Elleri… Ağır. ağır… Eğer illerim hu denli çok olmasaydı çıldırırdım sanırım. Zaman zaman Üzülmeyi bile unuttuğum anlar oluyor. Heyecanlı saatler geçiriyorum, yaşadığım farklı dakikalar, değişik eylemler hiç olmazsa isimden sıkılmamı engelliyor. Artık konferanslar veriyorum isle ilgili. Çağırıyorlar, gidiyorsun, çeşitli heyecanlar, duygular yasıyorsun, seni dinliyorlar, sorular soruyorlar, vahşiler gibi köşeye kıstırmaya çalışıyor, şaşırman bundan büyük bir keyif duyuyorlar. Panel düzenleyen kurumun görevlileri de. dinleyiciler de, senin durumundan habersiz, eğleniyorlar… Gidiyorlar.
İlk konferansımı hiç unutamıyorum. Yüzlerce kişi, yüzlerce erkek göz, bir kusur, bir dalga geçilecek yön arayarak, yarı düşman, yarı ezik, ben bu kadını ne diye dinlemeye geldim diye kuşkucu ve alaylı, nasıl olsa saçmalayacak birazdan… İyiden iyiye hazırlanmış, olanlar da var. O ne sorular öyle? Eminim kendisi bile farkında değil ne sorduğunun, konuşmak istiyor, konuşarak benden daha yeterli ve donanımlı olduğunu kanıtlamak istiyor, hele bir de sorusunu yanı dayamazsam.., Ya da kokteylden sonra yanına gideyim de ayarlamaya çalışayım, boşanmış bir kadınmış, hem de Özgürmüş,.. Yüzlerce erkek göz karşımda, hiç gülmüyor, en küçük bir duygu belirtmiyorlar. Gözlerinin içine bakmaya, bir duygu kıpırtısı bulmaya çalışıyorum, işte biri, şu şişman olanı gülümsüyor, başını sallıyor, söylediklerimi onaylarcasına, ister istemez gözüm ona takılıyor, ona bakarak konuşuyorum, beni anladı. Peki ya şu, köşedeki, elleri o erkek bıyıklarında, ne biçim gülüyor öyle, durmadan yanındakiyle konuşuyor… öyle çok ki bunlardan çevrede, kumral ya da siyah saçları, birbirine benzeyen o sıradan bıyıkları, hep bir örnek giyimleri, ölçüsüz, duygusuz, bir tuhaf gülümseyerek bakışlarıyla her tarafı sarmışlar…
Şimdi kalksam yerimden, önümdeki dosyayı kapsam, güm diye adamın kafasına indirsem! Ben ne durumdayım adam, sen biliyor musun? Bir gün çıkıp da, bir şeyler öğrenip de şöyle bir konuşma yapmayı denedin mi? Bana baksana sen, saygılı olsana! Allah bilir buraya kokteylde kadın tavlamaya gelmişindir. Sevgili karın da seni çok ciddî işler peşinde sanıyordur. Kokteylde elinde viski bardağın, gidersin önceden gözüne kestirdiğin kadının yanına, “Ne içersiniz, size ne alayım?” diye sorarsın. O iğrenç bıyıkların ve çiçekli kravatınla, bilmem ne şirketinin bilmem ne şefi olarak kendini bir şey sanır, kadının da seni bir şey sanacağını düşünürsün, O güzel kadının seni beğeneceğinden eminsindir, nedense. Kadın sıkıntılı sıkıntılı sana yanıt vermeye çalışır, senin gözün kadının bluzunun açılan yakasındadır. Kaytan kaytan sırıtırsın içeri doğru bakarak. Kadının eli yakasına gider, kapamaya çalışır. İçerden toplu iğneyle tutturmuştur ama, açılmıştır işte.
Kekeledim. Konuşmanın en önemli bölümünde kekeledim. Hem konuşup hem bunları nasıl düşünebiliyorum anlayamadım. Önümdeki kağıtlara baktım, yerini bulamadım. Ter bastı, tıpkı çocukluğumdaki gibi kızardım. (Doğal ol, doğal! En sevdiğin huyun doğallığın değil midir? Ne demişlerdi sana buraya gelmeden? Karşında seni dinleyen İnsanlara aşağılık birer yaratıklarım; gibi bak. Pislik gibi gör onları. Sen hepsinden önemlisin, heyecanlanma!) Olur mu öyle şey? Ama doğal olmalıyım, Başımı kaldırıyorum… Adama gözümü dikiyorum, o yanındaki ne bir şeyler anlatıyor. Ağzımı mikrofona yaklaştırıp, “Beyefendi, evet, evet, siz, kösedeki (bok renkli kravatlı) beyefendi, biliyor musunuz ki bu benim ilk konuşmam, o nedenle çok heyecanlıyım ve sizlere iyi bir şeyler sunmak istiyorum. Ve sizin durmadan konuşmanız dikkatimi dağıtıyor, şaşırıyorum. Dinlemeyecekseniz, lütfen dışarı çıkın.” Herhalde diyorum, adam yerinden kalkıp bana bir yumruk indirecek ya da hakaret edip. bağırıp çağırarak salonu terkedecek. Toparlanıyor, “Özür dilerim, özür dilerim, haklısınız” diyor kekeleyerek… Ve bir alkış kopuyor, bir de nasıl gülüyorlar! Oh, dünya varmış. Durmadan yeni şeyler mi öğreneceğim ben böyle… Susma konuş, İçine atma, parantezleri kaldır yaşamından.
Kokteylde yanıma geliyor, bir kadeh içki getirmiş bin kere özür diliyor. O kadar da fena adam değilmiş, aksine çekingen bir yanı da var, beceriksizce elimi öpüyor, özür dilerken. Ben de olgun davranıyorum, rica ederim, ben de sizi kırdıysam kusura bakmayın filan diyorum. Biraz kasılıyorum, çevremde başkaları da var. Konuşmamı övüyorlar, çok beğenmişler. Nereden buldunuz bunca bilgiyi, espriyi diyorlar. Aman efendim rica ederim, kaç yıldır bu meslekteyiz, bilmemiz gerekmez mi diyorum. (Ah bir bilseniz ben bu konuşmayı kaç günde hazırladım. Kaç kitap, kaç ansiklopedi karıştırdım. Yazıyı defalarca yazıp belki elli bin kez okudum, okumaktan ezberledim. Kürsüye doğru yürürken dizlerim nasıl titredi, sesim nasıl hiç çıkmayacakmış gibi oldu. Bir bilseniz sizlerden nasıl korktum, nasıl utandım, bocalamamak için de nasıl çalıştım gece gündüz.,. Hatta acılarımı bile unuttum.)
2
Kapı çalındı, bir cumartesi günü. Aydından mektup geldi. Ondan mektup geldiği zaman bir süre açamıyorum. Ne oluyor bilmiyorum ama çok korkuyorum açana dek. Avuçlarımın içinde mektup, iki elimle göğsüme bastırmışım, uçacakmış gibi tutuyorum.
Gül “Kim geldi?” diye sesleniyor, gelip beni o durumda buluyor, iki elim mektupla birlikte göğsümün üzerinde, havayı içime çekiyorum sanki kokusunu duyacakmışım gibi. “Sen delisin” diyor “ve hiç düzelmeyeceksin. Manyak mısın nesin, genç kızlar gibi, ne bu halin?” “Ah, ne güzel, Gül” diyorum, “ne güzel bir duygu bu bir bilsen. Ve Gül inanır mısın beni bu duygular yaşatıyor, canlı kılıyor. Aşk, heyecan, birisini ölesiye beğenmek. Kıpır kıpır yüreğim, otuzumu çoktan geçtim, bak yüzüme bak, gözlerime bak, nasıl canlı değil mi, nasıl mutluyum görmüyor musun? Beni bu heyecan yaşatıyor Gül, sevgi dinç tutuyor beni, anlaşana.” “Hadi aç su mektubu” diyor.
“Sevgilim, sana defalarca yazdığım şeyleri yinelemeyeceğim artık. Bu kadar zaman geçtikten sonra artık hâlâ buralara atılamamaktan sözetmek ayıp oluyor çünkü. Anlatmıştım hani, sonunda o kata geçebildim. Veri iyi bir caddede, isime de çok yakın. Beni arayıp da bulamadıysan evden taşındığım içindir. Sana yeni numaramı yazıyorum. Saat kaç olursa olsun ara ne olur, sakın saat farkını filan düşünme. Senin sesini duymak yaşamımın en büyük mutluluğu. Seni ne kadar özlediğimi bir bilsen. Çeçen gün bir müzikale gittim, adamlar dört katlı sahne yapmışlar, caz ve rock karışımı nefis bir oyundu. Nasıl kulaklarımı çınlattım, seninle olmayı nasıl istedim. Bayılırdın biliyorum. Bir yanım eksik gibi. O sana sözünü ettiğim is durum/an da çözüldü. Yeni bir sekreterim var, ona not bırakabilirsin, seni çok iyi tanıyor artık. Burada adetmiş, ben de senin resmini çerçeveletip masama koydum, her gören soruyor, esiniz mi, burada mı diye. Hani o saçlarının uçuklıığu renkli resmin var ya…”
“Ne oldu?” diyor Gül endişeli bir sesle… Sesini yükseltiyor, “Ne oluyor Tanrı aşkına söylesene?..” Yüzüm bembeyaz olmuş, ellerim de titriyormuş Ve üstelik de gözlerimden sicim gibi yaslar akıyormuş. Yüzüm, bir ölüm haberi alınış gibi kasılmış. Acı çekiyormuşum. (Evet, acı çekiyorum Gül, hem nasıl acı çekiyorum, bu adam beni unutmuş, beni sevmiyor artık, başından atmak İstiyor, kibar………

Benzer İçerikler

Babanın Adı Var | Talip Emiroğlu

yakutlu

İnsanoğlu Ayağa Kalk – David İcke – Online Kitap Oku

yakutlu

Katran Karası

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy