Bahtiyarlık

Bahtiyarlık

Katherine Mansfield

Can YayınlarıHikaye-Öykü

bahtiyarlik_katherine_mansfield

Öykünün bir edebiyat türü olarak gelişmesinde büyük katkısı olan Katherine Mansfield, Yeni Zelanda’da başlayıp İngiltere ve Fransa’da devam eden kısa yaşamına çok önemli eserler sığdırmıştır. Şiirsel öğelerle süslü, farklı bir düzyazı üslubu geliştiren yazarın, psikolojik çatışmalar üzerinde odaklanan incelikle işlenmiş öykülerinin örtülü anlatımı ve gözlem derinliği Anton Çehov’un etkilerini yansıtır.

Bahtiyarlık ve Diğer Öyküler, yazarın ikinci öykü derlemesi olmakla beraber olgunluk eseri olarak gördüğü ilk kitabı. Mansfield burada genç kadınların toplumun ya da ailenin kendilerine biçtiği role uyma dürtüsünü bastırma çabaları ve özgün kimliklerini bulma arayışlarına odaklanıyor. Açılışı yapan uzun öykü “Prelüd”den kısa “Bir Salatalık Turşusu”na, kitapta yer alan on dört öykü, toplumun dışında kalan bir gözlemci olma hissini taşıyor.

***

John Middleton Murry’ye

İçindekiler

Prelüd ………… 13
Je Ne Parle Pas Français ……. 71
Bahtiyarlık…. 109
Rüzgârdır Eser…… 127
Psikoloji ……. 135
Sinema ……… 145
Sinirsiz Adam……. 157
Mr. Reginald Peacock’un Günü …… 175
Güneş ile Ay. 187
Feulle d’Album…… 197
Bir Salatalık Turşusu………. 205
Küçük Mürebbiye 215
Gerçekler ….. 235
Kaçış ………… 245

PRELÜD

1

Tek atlı arabada Lottie ile Kenzia için santim yer yoktu. Pat onları kaldırıp eşyaların üstüne bıraktığında iki yana sallandılar. Büyükannenin kucağı doluydu, Linda Burnell’ın deseniz kucağında, şuradan şuracığa kadar bile olsa, bir de çocuk çıkını tutacak hali yoktu. Isabel, sürücü yerinde yeni arabacının yanına kurulmuştu, burnu iyice havada. Yerde çantalar, kutular, denkler yığılı duruyordu. Linda Burnell, “Bunlar gitmesi mutlaka gerekli olan şeyler,” dedi, sesi yorgunluk ve heyecandan titreyerek, “gözümü bir dakika bile ayıramam üzerlerinden.”

Lottie ile Kenzia, çıpalı pirinç düğmeleri olan paltoları ile kurdeleli şapkalarını giyinmiş, bahçe kapısının hemen içerisindeki küçük çimlikte duruyorlardı; kurdeleleri savaş gemisi renklerindeydi. El ele tutuşmuş, yusyuvarlak açılmış ciddi gözlerle önce mutlaka gerekli şeylere, sonra da annelerine bakıyorlardı.

Linda Burnell, “Başka çaresi yok, hepsini burada bırakacağız, olacağı bu. Hepsini burada bırakıyoruz,” dedi. Dudaklarından tuhaf, küçük bir gülüş uçurdu; sırtını arabanın düğmeli deri yastığına yaslayıp gözlerini kapadı ama dudakları hâlâ o gülüşle titriyordu. Bu sahneyi oturma odasının perdesinin ardından izlemekte olan Mrs. Samuel Josephs, mutlu bir rastlantıyla tam o dakikada, bahçe yolundan badi badi yürüyerek geldi.

“Mrs. Burnell, çocukları neden bu öğleden sonralığına bana bırakmıyorsun? Akşamüzeri dükkâncı geri dönünce onun arabasıyla gelirler. Yolun üstündeki bütün bu şeylerin gitmesi gerekiyor, öyle değil mi?”
Linda Burnell, “Öyle, evin dışında duran ne varsa hepsi gitmek zorunda,” dedi. O beyaz elini, ön çimlikte tepetaklak duran masalarla sandalyelere doğru salladı. Ne kadar da gülünç görünüyorlardı! Ya bunlar öbür türlü döndürülmeli ya da Lottie ile Kezia da tepetaklak durmalıydılar. Linda’nın içinden birden, “Çocuklar tepetaklak durun da dükkâncıyı bekleyin!” demek geldi. Bunun öylesine harikulade komik olacağını düşünüyordu ki Mrs. Samuel Josephs’in dediğine dikkatini veremedi.
Gıcırtılı şişman beden bahçe kapısına abanıp asıldı ve o kocaman, pelte tabağı çehre gülümsedi. “Sen merak etme Mrs. Burnell, Lottie ile Kezia çocuk odasında benimkilerle birlikte çay içerler, sonra da ben onları arabaya kendi elimle bindiririm.”
Büyükanne bunu kafasında tarttı. “Evet, bence en iyi plan bu. Size çok teşekkür ederiz Mrs. Samuel Josephs. Çocuklar, Mrs. Samuel Josephs’e sağ ol, deyin.”
Alçak sesli iki cıvıltı: “Sağ olun Mrs. Samuel Josephs.”
“Bak, uslu duracaksınız… hem sonra… yakınıma gelin biraz… Mrs. Samuel Josephs’e söylemeyi sakın unutmayın ha, eğer şeyiniz, yani işte şeyiniz…”
“Unutmayız anneanne.”
“Sen hiç merak etme Mrs. Burnell.”
Tam son dakikada Kezia, Lottie’nin elini bırakıp arabaya doğru fırladı.
“Anneanneme gene veda öpücüğü vermek istiyorum.”

Ne var ki çok geç kalmıştı. Araba yokuş yukarı yol almaya başlamıştı bile: Isabel gururdan patladı patlayacak, tüm dünyaya tepeden bakarak… Linda Burnell bitkin, yığılıp kalmış… Büyükanne, siyah ipek kesesine son dakikada tıkıştırdığı alelacayip öteberiyi karıştırıp kızına verebileceği bir şey aramakta… Araba güneş ışığında yanıp sönüyor, kaldırdığı altın renkli, incecik toz, tepenin arkalarına kadar yayılıyordu. Kezia dudağını ısırdı, Lottie ise, ilkin mendilini çıkarmayı ihmal etmemekle birlikte, bir hüngürdemedir kopardı.
“Anne! Anneanne!”

Mrs. Samuel Josephs koskocaman, sıcak, yumuşak, siyah ipekli bir çaydanlık kılıfı gibi onu sarmaladı.
“Bir şey yok yavrum, hadi cesur çocuk ol. Gel de çocuk odasında oyun oyna.”
Kollarını ağlayan Lottie’ye sardı ve onu alıp götürdü. Kezia peşlerinden gitti. Mrs. Samuel Josephs’in, her zamanki gibi açılmış olan ve altından iki uzun, pembe korse danteli sarkan düğmesine dilini çıkardı…

Lottie’nin ağlaması merdiveni çıkarken durdu. Gene de, çocuk odasının kapısında o şiş gözleri ve kızarmış düğme burnuyla çizdiği görüntü, içerideki iki Samuel Josephs’e derin bir hoşnutluk verdi. Bu ikisi, Amerikan beziyle örtülmüş uzun bir masanın başında, iki sıra üzerinde oturuyordu; masanın üzerinde ekmek dilimleri ile et yağı yığılı koskocaman tabaklar ve hafiften buharı tüten iki büyük, kahverengi ibrik duruyordu.
“Selam! Sen ağlamışsın!”
“Oo, gözlerin resmen çukura batmış.”
“Burnu çok komik durmuyor mu?”
“Her yanın parça parça kızarmış.”
Lottie adamakıllı ilgi odağı olmuştu. Bunu kendisi de algılayarak kabardı ve hafif bir utangaçlıkla gülümsedi.
Mrs. Samuel Josephs, “Git Zaidee’nin yanına otur kuşum,” dedi. “Kezia, sen de uçta Moses’ın yanına geç.”
Kezia otururken Moses ona sırıtarak bir çimdik attı ama o aldırmadı. Oğlan çocuklarından son derece nefret
ederdi.
Stanley masanın üzerinden kibarca uzandı, onun yüzüne bakıp gülümseyerek, “Hangisiyle başlamak istersin, krema ile çilek mi yoksa et yağı ile ekmek mi?” diye sordu.
Kezia, “Krema ile çilek lütfen,” dedi.
“Ahhahha!” Öylesine kahkahalar atarak masayı yumrukladılar ki hepsi birden! Tam bir kandırmaca olmuştu değil mi! Olmamış mıydı gerçekten! Stanley nasıl da yutturmuştu kıza, öyle değil mi! Şu Stan, bir tanedir doğrusu!
“Anne be, bu sahi sandı benim dediğimi!”
Sütle suyu bardaklara boşaltmakta olan Mrs. Samu-el Josephs bile kendini tutamayıp gülümsedi. “Son günlerinde oyun oynaman doğru değil bu çocuklara,” dedi soluk soluğa.

Kezia yağlı ekmeğinden büyük bir lokma ısırdı, sonra dilimi tabağının üstüne diklemesine koydu. Isırılmış yerdeki oyuğuyla ekmek dilimi çok şeker, küçük bir bahçe kapısına benziyordu. Puf! Umurundaydı sanki! Yanağından aşağı bir damla gözyaşı süzüldü ama o ağlamıyordu ki! O rezil Samuel Josephs’lerin önünde istese de ağlayamazdı. Oturduğu yerde başını eğdi ve aşağı doğru yuvarlanan gözyaşını dilinin usta bir hamlesiyle yakala-yıp hiçbiri görmeden yuttu.

Çay faslından sonra Kezia dışarı çıkıp kendi evlerine dolandı. Arka basamakları ağır ağır çıkarak kilerden geçip mutfağa girdi. Mutfakta hiçbir şey kalmamıştı, pencere pervazının köşesinde duran kirli bir topak sarı sabun dışında. Bir de başka bir köşede mavi lekeli, pazen bir bez parçası. Şömine tıka basa süprüntü doluydu. Kezia süprüntüleri karıştırdı ama hizmetçi kıza ait olan, üstü yürek desenli bir saç tokasından başka bir şey bulamadı. Bunu bile olduğu yerde bıraktı, sonra yavaş adımlarla dar koridordan geçerek salona girdi. Panjur aşağı çekilmiş ama tam kapatılmamıştı. İçeriye ince huzmeler halinde parlak güneş ışığı sızıyor, dışarıdaki bir çalının dalgalı gölgeleri de bu altın renkli çizgilerin üstünde oynaşıyordu. Pat! Küt! Büyük bir at sineği tavana çarpmaktaydı; halı raptiyelerinin tepesinde minik kırmızı tüy yumacıkları birikmişti.

Yemek odasının penceresinin her iki köşesinde, dikdörtgen biçimi birer parça renkli cam vardı. Biri mavi, öbürü sarı renkteydi. Kezia eğildi ve önce, kapısının önünde masmavi zambaklar açmış, mavi bir bahçeye, sonra da sapsarı zambaklı, sarı kapılı sarı bir bahçeye son bir kez baktı. O sırada bahçeye minnacık, Çinli bir Lottie çıkarak önlüğünün ucuyla masa ve sandalyelerin tozunu almaya girişti. Lottie miydi bu gerçekten? Kezia sahici pencereden dışarı bakıncaya dek emin olamadı.

Yukarıda, ana babasının odasında, dışı parlak ve siyah, içi kırmızı bir hap kutusu buldu.
“Buna kuş yumurtası koyabilirim,” diye düşündü.

Hizmetçi kızın odasında, yerdeki bir çatlağa sıkışmış bir korse düğmesi, bir başka çatlakta da birkaç boncuk ile uzun bir iğne buldu. Büyükannesinin odasında hiçbir şey olmadığını biliyordu çünkü onun eşyalarını toplayışını izlemişti. Pencereye gitti, cama ellerini daya-yıp yaslandı.

Kezia pencere önünde böyle durmayı severdi. Parlak ve soğuk camı, kendi sıcak ve terli avuçlarında hissetmeyi de cama iyice bastırdığında parmak uçlarında oluşan komik beyazlıkları da severdi. O orada öylece dururken gün ışığı titreşerek söndü, karanlık indi. Karanlıkla birlikte rüzgâr da kıpırdadı, homurdanıp ulumaya başladı. Boş evin pencereleri sarsılıyor, yerlerden ve duvarlardan gıcırtılar geliyor, çatıda gevşemiş bir demir parçası melül bir ritimle takırdıyordu.

Kezia birden hiç kımıldamadan, kılını bile kıpırdatmadan durdu, gözleri faltaşı gibi açık, dizleri birbirine sımsıkı bitişik… Korkmuştu. Lottie’yi çağırmak ve merdivenden aşağı koşarak evden çıkıncaya kadar hiç durmadan bağırmak istiyordu. Gel gör ki O ŞEY tam arkasındaydı, kapıda bekliyordu onu, merdiven başında; arka kapıdan fırlayıp çıkmaya hazır, koridorda saklanıyordu. Ama Lottie de arka kapıdaydı.
“Kezia!”diye bağırdı neşeyle.“Dükkâncı adam geldi! Her şey onun arabasıyla üç ata yüklendi, Kezia. Mrs. Samuel Josephs bana büyük bir şal verdi, ikimiz sarınalım diye. Hem diyor ki sen de paltonu düğmeleyecekmişsin. Kendisi, astımı yüzünden dışarı gelmiyor.”
Lottie iyice önemli biriymiş havasındaydı.

Dükkâncı, “Hadi bakalım çocuklar!” diye seslendi. Ellerinin o koca başparmaklarını onların koltuk altlarına çengelleyince hop, ikisi de havalandılar. Lottie şalı üzerlerine “enfesçe” sardı, dükkâncı adam da ayaklarına eski bir battaniye örttü.
“Dik oturun. Usul usul.”

Bir çift tayla konuşuyor sanırdınız. Arabanın yükünü tutan urganları yokladı, tekerlekteki fren zincirini açtı ve ıslık çalarak hoplayıp kızların yanına oturdu.

Lottie,“Bana iyice yanaş,Kezia,”dedi.“Yoksa şalı üstümden çekiyorsun.”

Ama Kezia dükkâncının tarafına yanaştı. Adam yanı başında dev kadar kocaman duruyor, fındık ve ahşap kokuyordu.

Yayım tarihi

Benzer İçerikler

Adalet ve Cesaret Öyküleri – Öykülerle Değerler Eğitimi

yakutlu

Kurnaz Tilki | Johann Wolfgang Goethe

yakutlu

Yumruk Sıkkını | Barış Aydoğdu

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy