Benim Aşktan Anladığım | Samet Koca


Eski sevgilinin sosyal medya hesabını son bir kez daha stalklamak hiç iyi bir fikir değildi… O’nun Bebeği kitabının yazarı Samet Koca unutulmayan bir aşk hikâyesinin dehlizlerine açılan rögar kapağını aralayıp her iki karakter açısından yaşananlara çarpıcı bir şekilde şahit olmanızı ve geniş zamanda hayatın karmasını görmenizi sağlayacak. Benim Aşktan Anladığım unutulmayan ilk aşklara… “Milyarlarca yıldızın olduğu bu sonsuz evrende avucuma düşen minik bir yıldız, özel bir kristal tanesi gibi oldun bulduğumda seni. Her ne pahasına olursa olsun hiç kaybetmek istemediğim. Kendimden geçene kadar sürdü bu savaşım.”

TEKRAR görmemek en iyisiydi belki de. Kabuk bağlayan yarayı tekrar kanatmak ya da unutulan bir acıyı tekrar kendine hatırlatıp yeniden bu sızıyı hissetmeye başlamak gibi bir şeydi bu yaptığım şey. Ama insan durduğu bu eşiği geçmek için öylesine hevesli ki! Duygular başa beladır. Duygular mantığı felce uğratıp sonunu düşünmeden adım attınız adama. Mutluluğa olduğu gibi; hüsrana, yıkıma uğratan da duygularıdır insanı. Bunu yapmamın mantıklı bir yanı olmadığını söylesem de kendime onca telkinde bulunup nasihat çeksem de tuşa basan parmağıma hükmetmeden ekranımda açılan profilin yeniden karşımdaydı… Oradaydın.

Bir an boşluğa düşmüşçesine ekrana baktım kaldım. Sanki yolda yürürken karşılaşmışız da ne diyeceğini bilemeyen birbirimize yürür haldeydik. Elim ayağıma dolaştı ekranımda da olsan. Gülümsemekle gözlerime dolan yaşların çarpışmasıydı ellerimin titremesi sanırım. Davetsiz girilmiş bir odadaydım sanki. Senin haberin olmadan senin profiline girmiştim onca zaman sonra. Fotoğrafların, paylaşımların akıyordu ekranımda. Yıllar geçse de değişmemiş gördüğüm poz verişlerin, gülümseyerek kadraja baksan da gözlerindeki utangaçlığı hissedebildiğim fotoğrafların ve paylaşımlara iliştirdiğin cümlelerindeki bağlaç hataların hep aynıydı. Peki sen ne kadar değişmişsin bunların dışında?

Kocana sarıldığını fotoğraflarda elinden tuttuğun oğlunun dışında… Ne yapıyordum ben burada. Ne işim vardı da açmıştım bu sekmeyi. Ne oldu yıllar sonra? Dayanamadım, kapatıp çıktım sayfandan. Ve bunu yaparken kalbimin deli gibi çarpışını hissediyordum gögüs kafesimin içinde. Az önce doluşan gözyaşlarım süzülüp aktı birden yanaklarından telefonu elimden masanın üzerine bırakırken. Hayatta neyi hayal edip de ne yönlerde ilerledik. Kaç yıl geçti üzerinden. Duygular nasıl bu kadar canlı hissedilebilir, sevgi nasıl hoş gelir de acısı bu kadar can yakabilir gecenin bir saatinde. O gün gibi. O anda gibi… Duygularını körelten de, bağrına taş basan da onca terapiye katılıp psikolojik destek alsan da, bitti deyip yeni bir yol çizip hayatına baksan da unutulan bir şey var. Aptal beynini yönlendirip kandırabilirsin ama kalbini asla…

“Yaşım geçiyor, annem babam evlenmemi istiyor. Çocuk sahibi olmalıyım, arkadaşlarım teker teker evleniyor, seni kaç yıl daha bekleyebilirim…” Neyin garantisini bekleyebilirsin ki hayattan? Hani sevgin sonsuzdu, sınırı yoktu aşkının? Hem tüm bu şeyleri yapman gerektiği için nasıl yapabilirsin, sevdiğin biriyle kurabileceğin bu hayalleri nasıl olması gerekiyor diye bir başkası ile gerçekleştirebilirsin? Bunun neresinde sen varsın, neresinde ben varım, biz neresindeyiz?

Aslolan sevgiyse, beraber her an güzeldiyse, beklemenin ödülü kavuşmaksa her şeye değerdi. Ben buna inandım. Beni buna inandırdın. Ve bundan vazgeçen de sen oldun. Biliyor musun, hiçbir zaman inandırıcı gelmedi bana bu gerekçelerin. Çünkü sen böyle sığ düşünen bir kız değildin. Hiç anlayamadım da ilk başta…

Kendi kendime konuştuğumun farkına vardım. Bir rögar kapağını açtığımın ve içinde hapsolan şeylerin taşmasına engel olmadığımın farkına vardığımda çok geç kaldığımı anladım. Kendimi alamadan tekrar hesabımı açıp profilinde gezinmeye başladı. Son paylaştığın aile fotoğrafında iyikilerim, ömrüm yazmışsın…

Bir insanın kaç ömrü olur Özge? Kaç kişiye ömrüm diyebilirsin? Her şey sözcüklerde olduğu kadar basit miydi, kalbinden mi geldi bu söylediklerin? Peki ben neyindim… Ona da seslendin mi “Bitanem.” diye? “Kıyamam sana.” dedin mi ona da benim gözlerimin içine baka baka söylediğin gibi. Elimi sürmeye kıyamadığım sen, başkasının olduğunda ne hissettin acaba ben bir kez bile başkasını öpememişken. Sona ermeyen beklentimin, umudumun yorgun düşürmesiyle kopup gitmeni kabullenmeyi çare bilip kurtulduğum “biz” nasılda yalan olmuş. Oğlum dedim bırak. Üstünden kaç sene geçti neden hiddetleniyorsun şimdi durduk yere böyle bir günde, bu saatte sırası mı şimdi?

Ne dedi psikoloğun “Sen orada değilsin artık…” ama ya bana ihtiyacı varsa bugün? “Peki hiç senin ona ihtiyacın olduğunu düşündü mü O bir anında?” dedim kendime. Hayır. Hayatını yaşadı. Olması gerektiği gibi. Yapacaklarından geri kalmadan hem de. Kaybeden sen oldun hayatını yaşamayarak. Ya da bugün O… Babam ben küçükken çalıştığı fabrikada iş kazası sonucu ölmüş. Annem, ağabeyim ve küçük kız kardeşim ile dedemlerin yanında köyde geçti çocukluğum.

Annem tarımla uğraşıp dedemlerin üç dönümlük tarlasını mevsimlik işleyip buradan sağladığı kazanç ile bizleri büyütüp okuturken dedemin bakkalı ise hepimize asıl geçim kaynağı olmuştu. Köyde her şey şimdikinin deyimiyle tamamen organiktir. Her şey tarlada, bahçede yetişir, pazardan sebze meyve dahi almazdık. Oyuncaklarımız bile taştan, tahtadandı. Televizyonun bu kadar çok hükmetmediği hayatımızda internetin olmayışından bahsetmeme lüzum bile yok. Sokak aralarında oynarken geçti çocukluğumuz. Dedem bize bakkaldan arta kalan vakitlerinde babalık yapmaya, anneannem ise bu yetim yavrularını her zaman korumaya adadı kendini. Annem ise okulların tatile girmesiyle beraber bizim yardımımızla yaz boyu tarlada çalışırdı ve hasadını hep beraber yapardık tarlanın. Tarlanın geliriyle bir senelik okul masraflarımız çıkardı.

O yaz, benden altı yaş büyük olan ağabeyim Mehmet orta okuldan sonra okulu bırakarak çalışıp aileye destek olmayı seçti. Ben henüz o yıl dokuz yaşındaydım ve ilkokul dördüncü sınıfa gidiyordum. Kız kardeşim Ayşe ise henüz dört yaşındaydı. Ağabeyim Mehmet şehir merkezinde bir fabrikada işe girdi ve her gün iş için köyden işe gidip geldi. Bu en fazla bir yıl sürdü ve sonrasında merkezde arkadaşlarıyla bir ev tutup orada yaşamaya başladı. Sık sık ziyarete gelir, maaşının büyük kısmını anneme bırakırdı. Ben ise elimden geldiğince anneme tüm işlerinde yardımcı olmaya çalışırdım. Ortanca çocuk olmama rağmen ağabeyimin gidişiyle evin büyüğü olmuştum ve kız kardeşime ağabeylik yapmaya başlamıştım.

Onunla oyunlar oynuyor, onu koruyor, ona her konuda yardımcı oluyordum. Ayşe ilkokula başladığında ben orta ikinci sınıfa gidiyordum ve ona okumayı yazmayı öğrenmesinde yardımcı olmuştum. Bunu yapmak beni çok mutlu ediyordu. Öğretmek, bir nevi öğretmenlik yapmak sanırım gelecekteki mesleğimi seçmeme yardımcı oluyordu. Ben okumak istiyordum. Evet, okumak istiyordum. Utana sıkıla anneme ortaokul bittiğinde bu isteğimi dile getirdiğimde annem çok duygulandı. Aslında “Nasıl okuyacaksın oğlum, durumumuz ortada…” diyerek benim isteğimi istemeden de olsa geri çevireceğini düşünürken “Oku oğlum. Yeter ki sen okumak iste, okuturum ben seni.” dediğinde koşup boynuna sarılıp nasıl hıçkıra hıçkıra ağladığımı dün gibi hatırlıyorum. Durumumuzun olmadığını ve beni okutamayacaklarını biliyordum. En azından öyle olacak diye düşünüp beynime yerleştirmiştim ki bu olumlu cevap beni çok mutlu edip gayrete getirdi.

Benzer İçerikler

Kadının Gizli Dünyası – Hikmet Saim – Online Kitap Oku

yakutlu

Sınırı Aşacaksın – Cindy Gerard – Online Kitap Oku

yakutlu

Vatan Yolunda | Yakup Kadri Karaosmanoğlu

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy