Bir Masal İyi Gelir | Judith Malika Liberman


Yeni bir yola başlarken, hayal kurarken, zor günler yaşarken, karar vermen gerekirken, dinlenirken, tohum ekerken, beklerken, bir dönem sonlandırırken, yeni bir sayfa açarken…bir masal iyi gelir!

Bu kitapta, her gününe ilham üfleyecek 99 masal bulacaksın. Bir mola vermek istediğinde,
kitaptaki masallar, mesajlar, sorular ve alıntılar, kalbine bakmak için bir yol gösterecekler.

Haydi hiç beklemeden oyuna başla, kitabı aç, bir masal seç, kalbine dön, dinle.

HOŞGELDİN

Yumuşak bir kalbin var… Her şey kalbinin etrafında dönüyor, hayatının ritmini o tutuyor. Kalbini merkezinde tutabildiğin sürece, dünyanın nabzıyla ahenk içinde yaşarsın. İçinde huzur, neşe ve hayret bir şelale gibi şırıl şırıl akar. Güneşli günlerde kalbini hayatının merkezinde tutmak kolay… Ama bulutlar başında toplandıysa, hızlandığın, zorlandığın, daraldığın günlerde, zihnin bütün kontrolü alıp gider. O zaman her şey değişir çünkü, zihnin kontrolü, bölmekten, kalbinin sihriyse “bir”leşmekten gelir. Hayatını tamamen zihnine teslim edersen kendini bitmek bilmeyen bir yarışın içinde bulursun. Tık, tık, tık…

Hep uzayıp giden bir yapılacaklar listesinin merdivenlerini tırmanırsın. Ölçüm, planlama, kıyas seni her gün ahenk, akış ve mucizeden biraz daha uzağa götürür, kalbin daralır, sertleşir. Sivri bir zihin seni hayatta tutar, ama yumuşak bir kalp seni yaşatır. Kızım doğduktan sonra, hayatım bu mucizeyle altüst olmuşken, kendime yeni bir denge kurmam gerektiğini hissettim. Ben/biz, iş/annelik, herkesin dediği/kalbimin fısıldadığı ikilemlerinin arasında sıkışmış kalmamak için her gün kendime bir mola vermeye karar verdim. Yeniden merkezlendiğimde hayatımın tümünü kapsayacak kadar genişleyeceğimi biliyordum.

Bu molayı bana çocukluğumdan beri eşlik eden masalların rehberliğinde vermek istedim çünkü kaybolduğumda her zaman masallar pusulam oldular. Elinde tuttuğun kitabı hem senin için hem de kendim için yazdım, koşuşturan bir dünyada sade, sahici ve sakin bir hayatı seçen herkes için… Kalp merkezli yaşamak bizden günlük bir rutin ister: Mola ver, nefes al, dikkat kesil, hayal kur, çevrenle bağlan ve sezgilerine güven. Bunun bize iyi geldiğini bildiğimiz halde dünyanın hızına kapılıp unutuyoruz bazen. Kendine bir mola vermek istediğinde, bu kitabı eline al ve rasgele bir sayfa aç, bir masal seç ve onu hayal yollarında takip et, sonra kalbine dön ve dinle. Dilerim ki bu kadim masallar sayesinde kalbin bir çapa gibi zamansız gerçeklere tekrar bağlansın. Masalla kal, kalbini dinle, kendine bak.

1 BİTMEYEN YOLCULUK

Uzak diyarlardan kralın huzuruna emredilmişti. Bilgeliğine ihtiyaç olduğunu duyan yaşlı bilge; kendini hiç düşünmeden, çocuklarıyla vedalaşmadan, karısını öpmeden; elindeki bütün işleri yarım bırakıp askıya asmış ve aynı askıdan büyük pelerinini alıp omzuna atarak yola koyulmuştu. Gündüzleri güneşte kavrulmuş, geceleri soğukta battaniyesine sarınıp titremişti. Saraya geldiğinde heybesindeki son lokması ekmeği de kupkuru olmuştu. Midesi gurulduyordu ama krala yetişmişti. Zor günleri bitmişti. Şimdi kapılar açılacaktı ve saray onu kadifemsi kollarına alacaktı. Bu sarayın koridorlarını iyi biliyordu, bu duvarların arasında yıllar geçirmişti.

Bu yüzden yolun tozunu üstünden atmadan; yolcu pelerinini saray kıyafetiyle değiştirmeden mutfağa doğru gitti. Her şeyden önce, bir tabak sıcak saray yemeğini midesine indirecekti, sonra kralın huzuruna çıkmak için hazırlanırdı. Mutfak sakindi, aşçıbaşı çıkmış, yardımcılarsa akşam yemeği için hazırlık yapıyorlardı. Yaşlı bilge onlara yemek yemek istediğini söyledi. Kalfalar; yaşlı bilgenin tozlu kıyafetlerine göz atıp, yemeğin hazır olmadığını, herkes gibi akşamı beklemesi gerektiğini söylediler ve işlerine geri döndüler. Yol boyunca onca çile çektikten sonra, bu tavır son damla olmuştu. Yaşlı bilgenin içi yükselip taştı, gözleri yuvalarından dışarı uğradı, elleri titredi, sırtı dikleşip boynu uzadı ve öfkeli sesi bütün mutfağı doldurdu:

“Siz benim kim olduğumu biliyor musunuz?” Bilmiyorlardı, ama bir hata yaptıklarını hemen anladılar. Aşçıbaşı koşarak yetişti ve alelacele, öfkeli bilgenin önüne, tuzlusundan tatlısına kadar, rengârenk bir sofra kurdurdu. Yaşlı bilge bunun üzerine durup sofraya baktı; sonra oturdu başına. Yemekleri hafifçe kokladı, enfesti. Ama birden yumruğunu masaya vurdu ve “Kalsın bütün bunlar, ben öfkemi tercih ederim!” deyip kalktı. Bu zorlu yolculuk belli ki öyle kolay bitmeyecekti.

ÇÖZÜMÜ KABUL ETMEYE HAZIRMISIN

Bir çözümün gelebilmesi için atılacak ilk adım, sorunun çözümüne hazır olmaktır. Çözülen her sorun arkasında bir boşluk bırakır. Hani nerede bu derdin uyandırdığı güçlü duygular; öfke, hayal kırıklığı, pişmanlık? Hepsi nereye gidecekler? Hani nerede bu derdin sayesinde muaf sayıldığın sorumlulukların? Düğümün çözüldüğünü hayal et, hayatında neler değişir? Neler eksilir? Bu değişim neleri mümkün kılıyor? Bütün bu değişikliklere hazır mısın?

Bazen yaralı kalmak bize, ulaştığımız yere ateşten geçerek geldiğimizi hatırlatıyor. Masaldaki bilge gibi, sen de bu yola çıkmak için birçok fedakârlıklarda bulundun. Yolundaki zorlukları gözden geçir, kendini kutla, kendini onurlandır ve artık kolaylıkların hayatına girmesine izin ver.

KALBİNE BAKMA KÖŞESİ

Yaslarımı tutarak hafifliyorum,
yolumu onurlandırıyorum.
Hissettiğim güçlü duygularımı dinleyip,
geçmelerine izin veriyorum.

“Onu değiştiremiyorsan,
ona olan tavrını değiştir.”
– Maya Angelou

2 BEN KİMİM

Ahmet, köyünden ayrılıp ilk defa şehre gelmişti. Şehir de ne şehir ama! Bütün yollar ona çıkar, bütün yollar ondan başlar; bütün yolculukların en nihai noktası, şehirlerin en büyüğü, en kalabalığı odur. Gün boyu sokaklarda fal taşı gibi açılmış gözlerle dolaştı bizim Ahmet. Hiç bu kadar çok ev görmemişti. Dükkânlar envai çeşit mallarla başını döndürdü, ama en şaşırtıcı olanı, gördüğü insan kalabalığıydı. Sanki bütün dünya, bu pazar meydanında buluşmaya gelmişti, sokaklardan zor geçiliyordu.

Akşam kervansarayda uyuması için ona gösterilen köşede belki yüz insan yatıyordu. Aklı şaştı, akşam yatmak kolaydı da bu işin bir de sabahı vardı. Sabah, yan yana duran bunca gri çorap, bunca siyah pantolon arasından, kendine ait ayağı, bacağı, bedeni nasıl bulacaktı ki? Üstelik bu şehirde onu tanıyan hiç kimse yoktu. Hani bir dost yüzümüze bakınca anında kim olduğumuzu hatırlarız ya, buna karşılık yabancıların arasında insanın kendini kaybetmesi kolaydır. Ahmet yatmadan önce bu duruma bir çözüm aradı ve nihayetinde buldu. Evet! Çok basitti, ama kesinlikle işe yarayacaktı. Çantasından kırmızı bir ip çıkartıp ayak bileğine bağladı ve uzandı diğerlerinin yanına. Bileğinde kırmızı ip olan başka bir bacak yoktu etrafında. Artık rahat rahat uyuyabilirdi, ne de olsa sabah uyandığında kendini kolayca bulacaktı. Yalnız, köyden gelen bu taze yolcuyu eğlenerek seyreden birileri vardı. Onun şaşkınlığına şahit olup, itinayla bileğine ip bağladığını görmüşlerdi.

Ne anlama geldiğini bilmeseler de, ipi çözüp başkasının bileğine bağlamak, belli ki bu köylünün kafasını karıştıracaktı. İpi yavaşça çözüp Ahmet’in yanında uyuyan yolcunun bileğine bağladılar. Sabahın ilk ışıklarıyla herkes uyandığında, Ahmet bileğini kontrol etti ve şok oldu! Kırmızı ip yoktu, etrafa bakındı ve kırmızı ipli kişiyi tam da kapıdan çıkarken gördü. Az kalsın kaybediyordu kendini. Yalnız ona ayak uydurmak pek de kolay değildi. Ahmet kendi hızına yetişmeye çalışıyordu. Bir sağ bir sol yaptı, bir dükkâna girip çıktı, etrafa baktı ve kırmızı ip bir anda yok oldu, tabii ona bağlı bedeni de. Ahmet, kendini kaybetmişti! Güneş batıncaya kadar, sokak sokak aradı ama kendisi hiç iz bırakmadan yok olmuştu. Bu şehirde daha fazla kalmasının bir anlamı yoktu artık. Burada bir şey bulmak imkânsız görünüyordu; buraya ancak kaybolmaya gelirdi insan, bulunmaya değil. Büyük bir eksiklik hissiyle köyüne döndü, bir umut, belki kendisi kendisini evinde bekliyordu. Sabah yatağında uyanınca bileğini heyecanla kontrol etti, ama kırmızı ip hâlâ yoktu. Hayal kırıklığını köy kahvesinde göstermenin de bir anlamı olmazdı, bu yüzden kahveye de gitmedi. Hem zaten gitse de kimse tanıyamazdı ki onu.

Yok olmanın buruk hafifliğiyle sokak sokak gezinirken, karşısına bastonuna yaslanmış halde iki büklüm yürüyen yaşlı mı yaşlı köy ebesi çıktı. İki gözü kör olmasına rağmen her gün köyün sokaklarında gezip komşularla sohbet ederdi. Ahmet onu görünce gerildi önce, durumu ebeye anlatmak çok zor olurdu. Tam yanına yaklaştığı sırada yaşlı ebe “Eh, Ahmet, ne haberler getiriyorsun şehirden?” diye sordu. Gözü kör ebe; kırmızı ip aramazdı, kalabalık içinde kaybolmazdı; o karşılaştığı herkesi gözüyle değil kalbiyle görürdü. Ahmet’i gördüğü an, Ahmet de kendini buluverdi.

NEREDESİN ?

Kalabalıklarda kayboluyor musun? En kalabalık ortam artık sanal âlem meydanı. Sosyal medyada her gün binlerce hikâyeyle karşılaşıyor, kıyaslanıyoruz. Sanal gündemdeki hikâye kalabalığının ortasında, kendini kaybetmek kolay… Kaybolunca, kalbin sana bir işaret verir. Bu boşluk gibi bir his olabilir, uykunun gideremediği bir yorgunluk, hayata karşı bir iştah eksikliği… Kendine has işaretleri oku ve kaybolursan pusulanı kullan. Kendini tekrar bulmak için bir pusulan var: Bağlantı kurmak. Senin gerçek şahitliğe ihtiyacın var. Sosyal medya bize kendimizi göstermek için bir alan sunduğunu iddia etse de, orada gösterdiği “sen”, senin bütünlüğünü yansıtmıyor.

Hepimizin, aydınlık ve karanlık yönlerimizle bizi görenlere ihtiyacımız var. Yani, bizi kalbiyle görenlere… Seni iyi tanıyan bir dostla buluş, güvendiğin bir akrabanla çay iç ya da seninle empati kurabilen bir arkadaşınla görüş. Kendi kendine de şahitlik edebilirsin tabii… Yazı yazarak, üreterek veya doğanın kollarına sığınarak…

KALBİNE BAKMA KÖŞESİ

Nerelerdesin sen bugün?

“İnsanları korku öldürür,güven yaşatır.”
– Henri David Thoreau

Benzer İçerikler

İnsan Ne İle Yaşar

yakutlu

Garip

yakutlu

İnterneti Bozan Çocuk | Frank Cottrell-Boyce

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy