Dokuz

…Kanıyorum bak, her yanım kızıl kan içinde.
Kanıyorum gördüğüm o düşe hemen, her seferinde.
Oysa hiç kanamıyorum o eşsiz gülüşüne.
Ne kanmak düşlerime, ne kandırmak kendimi, ne de kana kana doymak sana Eviriyorum, çeviriyorum koskoca bir hiçlik elimde…

* *

Süveyda diye mırıldandı. Demek ki kalbine koskoca dokuz yıldan sonra soktun beni. Benim siyah gül tutkumun Süveyda olduğunu anlaman için koskoca 9 yıl geçmesi mi gerekliydi? Evlenmemizin üzerinden çok da zaman geçmeden evvel anlamıştım gerçek aşkın ne olduğundan habersizliğini. Evlenmeden önce kalbinde gördüğüm o küçük siyah noktayı büyütmeni, beni oraya koymanı bekledim hep. Süveyda nedir, bilir misin Samir? Süveyda, siyah küçük bir noktadır ki, insan karşısında ki kişiye gerçekten sevgi duyduğu an kalbine düşer bu kara leke. Kandaki siyah bir pıhtıdır Süveyda; Hem maddi hem de uhrevi âlemin tümünü kuşatan bir öz ve insanın varlığının bir hakikatidir. Nasıl ki, bir meyve çekirdeği özünde ağacını barındırıyorsa, şu Nokta-i Süveyda adı verilen kara leke de kâinatın özünü barındırır içinde. İnsanlar bilmese de dünya sevgi üzerine kurulmuştur ve bir insan âşık olduğunda kalbine düşen o süveyda, suya damlatılan mürekkep gibi çözülür; Yavaş yavaş büyür ve tüm benliğini kaplar. İşte insanın bedenine yayılan o kara lekeye Kara Sevda denir ve bu hastalığa tutulan ruh ve beden savunmasız hale gelir. Odur ki sevgide azalma olduğunda bu leke küçülür, küçülür ve zamanla iyiden iyiye yok olur. Kara sevda bu kara lekeden gelir ve hatta Mecnunun körlüğü, kalbini kaplayan o kara süveydadan bilinir. Hayatındaki varlığım tehlikeye girdiğinde beni ne kadar sevdiğini anladın ve kalbindeki o lekeyi çok kısa zamanda büyüttün. İşte bu siyah güller de rengini o kalbinde ki süveydadan aldı. Kalbindeki aşkımdan rengini alan bu siyah güllerin yalnızca bir matem çiçeği oluvermesi ne acı değil mi? Oysaki senin ellerinden almayı dilediğim bu güllerin aşkımızın nişanesi, mutluluğumuzun mührü olmasını isterdim.

***

Bitti artık, bitti!

“Belki de ‘bitti’ dediğin yer, tam da başladığı yerdir.”

Dokuz yıllık evliliklerindeki en büyük kavgayı ediyorlardı. Silhem, artık hem ağlıyor hem de bağırıyordu, “Bitti artık, bitti.” Samir, tüm öfkesiyle haykırdı, “Ne bitti? Biten ne yahu? İkide bir bitti diyorsun” Silhem öfkesinden sağa sola vuruyordu, “Seni görmek bile istemiyorum. Seninle ilgili hiçbir hayalim yok artık.” dedi. Karşılıklı bağrışıyorlardı. Samir, “Yeter, şu sesini kes artık. Millete rezil olduk, herkesi ayağa kaldırdın yine” diyerek emir buyurdu. Silhem’in sinirleri iyice bozulmuştu. “Ne susacağım ya, ne susacağım? Şimdiye kadar sustum, sabrettim de ne oldu? Bitti artık, bitti” dedi. Samir, “Biten ne. Ne saçmalıyorsun, nedir biten şey?” diye tekrar haykırdı. Silhem’in gözyaşları, yanaklarını sırılsıklam etmişti, “Boşanalım artık, bu evlilik bitti. Anlamayacak kadar salak mısın?”

Gözyaşlarının ıslattığı yanağına inen tokat, bedenine verdiği acıyla beraber tüm ruhunu da yakıp kavurmuştu. “Ne saçmalıyorsun sen be? Yazıklar olsun sana.” diye atıldı Samir ve karısının yüzüne ikinci tokadı indirdi. İki yakasından tutup kendine çekti, “Senin dilinin söylediğini kulağın işitiyor mu?” Silhem, artık hiçbir şeyi duymuyordu. Çığlıklar, tüm apartmanı ayağa kaldırmıştı. Can havliyle Samir’in yüzüne geçirdiği tırnakları, kavgayı daha da büyüttü. Samir, öfkeden kudurmuştu. Defalarca vurmaya devam etti. Çığlık bir an bile kesilmiyordu. Silhem, kapaklandığı yerden kalktı ve hızla kapıya yöneldi. “Bitti” diye haykırıyordu, “Her şey bitti.”

Samir, hızla peşinden koştu ve kapının önünü kesti. Anahtarı çevirdi ve yere fırlattı. Silhem hızla yakasına yapıştı. Ağlıyordu, bağırıyordu. “Bitti… Yeter… Çekil… Bırak.”

Samir, çıkmasına izin vermedi. Kolundan tutup, salona doğru sürükledi. “Tamam, sakin ol aşkım.” dedi. “Ne diyorsun sen ya, ne aşkı? Utanmıyor musun? Bu ne pişkinlik? Bitti artık, bitti.”

Hiçbir güç, onu sakinleştirmeye yetmiyordu. Salondan cep telefonunu aldı ve yatak odasına gidip, kapıyı kilitledi. Samir, peşinden koştu ama yetişemedi. Kapıya vurdu. “Ne yapmaya çalışıyorsun? Saçmalama, aç kapıyı.” diye bağırdı. “Defol git!” dedi Silhem, “Beni öldüreceğini bilsem açmam, bitti artık anla.”

Cep telefonundan babasının numarasını çevirdi. Ağlıyordu. “Baba” dedi ve hıçkırıklara boğuldu. Babasının sesini duyunca daha da duygusallaşmıştı. “Ne oldu kızım? Silhem, iyi misin? Bebeğim, ne oldu? Alo, Alo, kızım.” diyerek Silhem’den yanıt almaya çalıştı babası. Kısık bir ses, “Hemen gel baba. Al beni buradan” dedi. “Neredesin kızım, evde misin? Ne oldu?” diye panik ve merakla sordu İsmail Bey. “Evdeyim baba, bir şey sorma, gel.” dedi Silhem.

Samir ise kapının arkasında telefon konuşmasına şahit oluyor ve çılgına dönüyordu. “Aç kapıyı. Saçmalama, bana bunu yapma Silhem.” diye haykırıyor, içeriden, hıçkırıktan başka ses duyulmuyordu. “Ne yaptım ben?” diye sızlanan Samir, kafasını ellerinin arasına alarak kapının önüne yığıldı. Gözlerinden dökülen damlalara engel olamıyordu. Artık umurunda da değildi. Karısının “bitti, boşanalım” demesi, beyninde bir infial yaratmıştı. Ne olursa olsun, Silhem’i seviyordu.

Kıyafetlerini değiştiren ve içeride hazır bekleyen Silhem, hiçbir şeyi duymuyor, düşünemiyordu. Tek yaptığı şey, çılgınca ağlamaktı. Sırtını kapıya dayamış, yerde oturan Samir’in canı, bedenine dar geliyordu. Kapının açılmayacağını, karısının gidişine engel olamayacağını düşündükçe acizliğini tüm benliğinde hissediyordu. “Nasıl olur? Boşanamayız, bu kadar basit mi boşanmak?” diye kendi kendiyle konuşmakla yetiniyordu.

On beş dakika sonra kapının zili çaldı. Hiç kıpırdamadı Samir. Bir daha çaldı. Yatak odasının kapısı hışımla açıldı. Samir, yerde oturuyordu. Silhem, hızla çıkarak dış kapıya yöneldi. Samir, ayağa fırladı ve onu kolundan yakaladı, “Gitme… Yapma Silhem, sağlıklı düşünemiyorsun.” diye yalvardı. Üzgün olduğu her halinden belli oluyordu ama olan olmuştu. Silhem, “Saçmalama be, bırak kolumu” diye hızla itti Samir’i ve kapıya doğru ilerlemeye devam etti. O sırada tekrar koştu Samir ve kolundan yakaladı. “Bırakmam. Ben seni seviyorum. Sen benim karımsın. Burası bizim evimiz, öylece çekip gidemezsin. Hem dünya üzerinde tek kavga eden karı koca biz miyiz? Söz veriyorum, her şeyi düzelteceğim. Söz.” diye yakardı. “Ben artık dayanamıyorum Samir, bırak kolumu” diyen Silhem, delici bakışlarını tekrar kapıya çevirdi.

Bu sırada kapının zili hararetle çalmaya devam ediyordu. Artık tekmelenmeye başlanmıştı. “Silhem, orada mısın? Açın kapıyı” diye bağırıyordu babası. “Kızıma ne yaptın, şerefsiz?” diye haykırıyordu annesi. Kapı kırılacak gibi sallanıyordu, tekmeler ve yumruklar şiddetini artırıyordu.

“Açma” dedi Samir, “Aşkım, açma. Özür dilerim. Sana vurmak istemeyeceğimi biliyorsun. Öfkeyle ne yaptığımı bilmiyorum. Evimizi terk etme. Açma kapıyı onlara. Söyle gitsinler.”

Silhem, çoktan kapıya varmıştı. Elini yerdeki anahtara uzattı. Samir, uzandı ve Silhem’in elinin üstüne koydu elini. “Bebeğim. Evimiz. Gitme.” dedi. Duraksadı Silhem, döndü Samir’e baktı. Gözleri yalvarıyordu. “Yüzümde bakılacak hal mi var? Utanmıyor musun bakmaya?” diyerek, yerden aldığı anahtarı, kilide takıp hızla çevirdi. Kapının açılmasıyla annesi, babası, kardeşi içeriye daldı.

Annesi, “Kızım” dedi ve Silhem’e sarıldı. Babası ve kardeşi, “Şerefsiz!” diye bağırarak Samir’in üstüne yürüdüler. “Ne yaptın kızıma?” diye haykırdı İsmail Bey. “Yok bir şey, karı koca arasında” dedi Samir. “Karışmayın.”

Silhem’i apar topar alıp götürürlerken, Samir de merdivenlerden peşine koştu. “Gitme Silhem, yapma.” diye bağırıyor, İlk defa komşuların duymasından, el âlemin bir şey demesinden, rezil olmaktan çekinmeden haykırıyordu. Kardeşi Dursun, “Yürü git lan, şerefsiz. Ben sana soracağım. Görüşeceğiz seninle!” diye bağırıp, üstüne atıldı. İsmail Bey, oğlunun kolundan tutarak, “Bırak şunu, yürü gidelim.” dedi.

Meraklı gözler, apartman dürbünlerinden olup biteni seyrediyordu. Yönetici, paltosunu üstüne geçirmiş, aşağı inmişti. Yöneticinin yanında şaşkın gözlerle bakan kapıcı Mehmet, “Yazık!” diye iç geçirdi. Hiç kimse, Samir’e ya da Silhem’e bir şey demedi. Kapı aralığından bakan insanlar, kapıyı hızla kapayıp dürbüne geçti.

Samir, dışarı kadar koşmuştu. Yalın ayaktı. Gecenin ayazını hiç umursamadı. Arabaya binen Silhem’e baktı. Artık onu kaybettiğini anlıyordu. Soğuk, zerre kadar umurunda değildi; onun içini üşüten şey, karısını kaybettiği gerçeğiyle karşı karşıya kalmışlığıydı. Arabanın tüm kapıları sırasıyla kapandı. Tak, tak, tak. Egzoz dumanı gecenin hafif sisine karıştı. Gecenin koyuluğunda git gide ufalan stop lambalarının kırmızısıyla Samir’in gözlerindeki kırmızının hiçbir farkı yoktu. Hayatı boyunca hiç böyle çaresiz, hiç böyle yalnız kalmamıştı. Gece karaydı, kapkaraydı ama Samir’in dünyası, geceden daha da karanlıktı.  Arabanın ardı sıra “Gitme… Senden başka neyim var benim? Etme Silhem… Yuvamı, hayallerimi, aşkımı aldın gidiyorsun, ne olur gitme? Hani hastalıkta sağlıkta, yoklukta varlıkta, iyilikte kötülükte, kavgada gürültüde birlikte olacaktık?” diye inledi. Ne sesini duyan vardı ne de geri dönen.

Gitmenin ne kadar yıkıcı bir eylem olduğunu, şimdi anlıyordu Samir. Ansızın el oluyordu elini tuttuğun. Gitmek, altı harften oluşan, küçük bir kelimeydi altı üstü ama değdiği yüreği yalnızlıklara salıveriyordu işte. Kimsesizlik kokuyordu çaresiz bedenler, gitmelerin ertesinde. Terk edilmek koyuyordu insana… Hem de en ağırından koyuyordu, terk edenin bavuluna koyduğu eşyalar. Küçücük bir bavula sığdırılan, kocaman hayatlar demekti terk etmek. Eşyalarında bir ruhu olduğunu, terk edildiğinde anlıyordu insan. Demek ki onun kirli pijaması bile bir can taşıyormuş, baksana. Az sonra sarılıp koklayacağın, dil dökeceğin pijama, alelade bir bez parçası değil mi ki? Değilmiş demek.

“Gitme” diyordu Samir, “Gitme… Gece karası gözlerine ömrümü adadığım kadın… Kadınım… Yanımda kal. Duymuyorsun şimdi sesimi. Annesinin cenazesini uğurlayan bir öksüz gibi kala kaldım gecenin ayazında… Islak, taş parkelerde yalın ayak, parkasız, sensiz kaldım. Gitmeler mi besliyordun koynunda? Acılar mı biriktiriyordun suratıma çarpmak için? Şimdi dünya dönmesini başıma terk etti bak. Zaman durdu tamda burada. Ellerin sallanmadan, gözlerin gülmeden gitmek de neyin nesi böyle? Oysa ki gelmesiz gitmelerimiz olmamalıydı bizim. İçim acıyor bak, hem de en afilisinden. Kan ağlamak böyle bir şeymiş demek? Yürek paralanır, ciğer bile sızlarmış… Tamam, öğrendim işte. Daha adımını atar atmaz yuvamızdan dışarı, hatta atmadan daha… Öğrendim bak, sensiz olmayacağını. Nereye bu hoyratça gidiş kara gülüm, nereye bu apansız kaçış? Görünmez zincirlerimizi kırdın, gidiyorsun… Yarınlarımı aldın, gidiyorsun. Gitme.”

Yolun ortasında, yolunu kaybetmiş bir adam duruyordu. Gecenin karanlığı, Silhem’in gözlerinin karasını fısıldıyordu kulaklarına. Karşı kaldırımdaki çöp tenekesinin dibinde dolanan beyaz kediye kaydı bakışları. Bir çift kırmızı yakut gibi parıldayan gözlere kilitlenip kaldı. ‘Ne farkım var, şu evsiz sokak kedisinden?’ diye geçirdi içinden. Gözlerini hızla çevirdi ve ellerini havaya kaldırıp, “Tiksiniyorum sizden” diye haykırdı. Delirmiş gibiydi. “Nasıl yaparsınız bunu? Hayatımdaki en güzel, yegâne varlığa nasıl vurursunuz? Ellerim… Ellerim…  Tiksiniyorum ona kalktığınız için sizden. Nefret ediyorum o giderken tutamayan bu ellerden. Peki ya ayaklarım… Ne duruyorsunuz öyle? Neden koşmuyorsunuz peşinden? Sizi de sevmiyorum. Göğsümü parçalayasım, kalbimi bir çırpıda söküp atasım geliyor.” diye bağırıyor, hemen ardında duran Kapıcı Mehmet, yanına yaklaşmaya korkuyordu. Tam yolun ortasındaydılar. Karşıdan gelen bir araba Samir’in önünde durup, korna çalmaya başladı. Arabanın farları gözlerini delerken, o ellerine bakıyor, elleriyle kavga ediyordu. Durmaksızın korna çalan arabadaki adam, boynunu camdan dışarı çıkarıp, “Deli misin nesin ulan gece gece?” diye bağırdı. Samir, ellerini yavaş yavaş iki yana salıp, hiç aralıksız korna çalan adama baktı. Farların keskin ışığı gözlerini kısmasına, kaşlarını çatmasına sebep oluyor, tüm vücudu baştan ayağa tir tir titriyordu. Öfkeyle söylenmeye devam eden adam, “Ulan manyak, çekilsene yoldan. Deli misin nesin yaaa?” diye haykırıyordu. Samir, “Deliyim ulan, ne olmuş? Deliyim” diye bağırıp, arabanın üzerine koşmaya başladı. Adam, bir hışımla camı kapıları kilitleme telaşına kapıldı. Camı kapatmak için mücadele verirken, Samir kapının koluna asılıp, öfkeyle çekiştirmeye başladı. Bir yandan da “Deliyim ulan, deliyim. Ne olmuş?” diye bağırıyordu. Kilitli kapıyı açamayınca, adamı, kapatma mücadelesi verdiği açık camdan tutup dışarı çekmek için saldırdı. Tam o sırada adam, gaz pedalına basmayı akıl etti. Taş parkelerin üzerinden lastiklerin çığlığıyla birlikte beyaz bir duman yükseldi. Samir, öfkeyle salladığı elini arabanın arka kaputuna indirdi. Hızla gaza basan adam, çoktan gözden kaybolmuştu. Silhem’i durduramamanın acısıyla ne yaptığını bilmiyor, yolun ortasında, sinir krizi geçiriyordu.

Gecenin karanlığında bir tokadın çınlaması yankılandı, sonra bir diğerdi, bir diğeri daha. Samir, çıldırmış gibi kendini tokatlamaya başladı. Durmaksızın vuruyor ve “Gitmesine izin vermemeliydin… Gitmesine izin vermemeliydin” diye haykırıyordu. Hemen arkasında duran Kapıcı Mehmet hızla Samir’in üzerine atılarak, sırtından sarılıp, kollarını tutmaya çalıştı. Sokaktaki bütün apartmanların ışıkları yanıyor, balkonlardan ve pencerelerden bakan insanlar, neler olduğuna anlam vermeye çalışıyordu. Apartmandaki komşularından birkaç kişi, alelacele, pijamalarıyla ve terlikleriyle sokağa koşup, Samir’i sakinleştirmek için kenara çektiler.

İnsanları ayağa kaldıran gürültü, ansızın kesildi. Yavaş yavaş kendine gelen Samir, “Yok bişey” diye mırıldandı. Etrafını saran adamların tüm ısrarlarına rağmen gitmelerini istedi. “Bir şeyim yok, sağ olun. Kusuruma bakmayın.” dedi kısık sesiyle. Adamlar, dostça omzuna vurup, usulca dağıldılar.

Ahmet KARAYÜN

Benzer İçerikler

Yıldız Yaralanması | Perihan Mağden

yakutlu

bahse var mısın?

yakutlu

Gurbeti Ben Yaşadım

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy