Yaşanmış bir gün, acaba elle tutulur bir armağana nasıl dönüştürülebilir?
24 Mayıs Duygu’nun doğum günüdür. Halası, 10 yaşına basacak biricik yeğeni Duygu’ya çok özel, ömrü boyunca unutamayacağı bir armağan düşlemekte ama bunun ne olacağına bir türlü karar verememektedir. Neyse ki çok geçmeden eski dostu Esin Perisi imdadına yetişir. Halası Duygu’yu hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı Dönüşümler Ormanı’na götürecek ve akşam eve döndüklerinde yaşadıkları günü paketleyip Duygu’ya armağan edecektir.
Ormanın gizli seslerine kulak vermek üzere yola koyulan Duygu ve halası, binlerce yıllık efsanelerin dile geleceği, akıl almaz öykülerin peşi sıra canlanacağı büyüleyici bir macerayla karşı karşıyadır. Gezileri boyunca karşılarına çıkan bir ağaç perisinin, göle düşen ateş topunun, uykusu bozulan su perisinin ve daha nicelerinin anlatacağı inanılmaz hikâyelerle kendilerini ormanın sihrine kaptıran hala-yeğen, gezileri boyunca pek çok gizemli olaya tanıklık edecektir. Dönüşümler Ormanı, her ikisine de bambaşka bir dünyanın kapılarını açacaktır. Tabii, öncelikle ormanın dilini çözebilmeleri koşuluyla…
Çocuk edebiyatımızın klasikleşen dizisi “İkiz Gezginler”e hayat veren arkeolog, yazar Betül Avunç, Duygu’nun Doğum Günü Armağanı isimli kitabında, Romalı şair Ovidius’un dünyanın yaratılışını konu edindiği 15 kitaplık Dönüşümler adlı eserinden ilham alarak sıra dışı bir hikâyeye yelken açıyor. Orhan Ata’nın resimleriyle renklenen serüven dolu bu kitap, mitoloji dünyasından efsanevi dönüşüm öykülerini sürükleyici bir roman kurgusuyla birleştirerek her yaştan okur için keyifli bir okuma deneyimi vadediyor.
İÇİNDEKİLER
Kibar Bebek……………………………………………………………..7
Günaydın Kuşlar!……………………………………………………..9
Koca Kanatların Sahibi……………………………………………..13
Dönüşümler Ormanı ………………………………………………..19
Defne Ağacı……………………………………………………………..23
Uykusu Bozulan Su Perisi………………………………………….28
Göle Düşen Ateş Topu ………………………………………………34
Güneş’in Oğlu ………………………………………………………….39
“El Sanatları Perisi’yle
Boy Ölçüşmeye Kalkma Sakın” ………………………………….43
Sarı Kızın Şarkısı ……………………………………………………..51
Süslü Püslü Periler……………………………………………………57
Kralla Kraliçenin Düğünü …………………………………………62
Gökkuşağı Pastası…………………………………………………….66
Kaplumbağa Hızındaki Ağaç Perisi …………………………….69
Armağan Paketi………………………………………………………..71
KİBAR BEBEK
24 Mayıs sabahı erkenden uyandım. Heyecandan içim içime sığmıyordu. Nasıl heyecanlanmam? 24 Mayıs benim güzel Duygu’mun doğum günü. Biricik yeğenim Duygu, tam on yıl önce bugün doğdu. Biricik diyorum, çünkü o benim bu dünyadaki tek kardeşimin tek çocuğu. Hem tek yeğenim oluşuyla, hem de kalbimdeki sevgisiyle benim biricik Duygu’m o. Duygu’yu ilk kez doğduğu hastanede görmüştüm. Doğar doğmaz hemşireler onu bebek odasına götürmüştü, ben de peşlerinden gitmiştim. Ama kimsenin bebek odasına girmesine izin verilmediği için, ancak odanın camından bakabilmiştim minik yeğenime. Asıl tanışmamız daha sonra gerçekleşti.
Hastanede, Duygu’nun annesinin yattığı odada oturuyorduk. Birden bebek hemşiresi kucağında Duygu’yla birlikte kapıda belirdi. O anda o kadar heyecanlandım ki… Hemşire, Duygu’yu annesinin kucağına verirken, odadaki ziyaretçiler yatağın başına toplandı. Herkes bir ağızdan konuşuyor, bebeğin güzelliğini öve öve bitiremiyordu. Bu gürültüde zavallı yeğenimin kafası şişmiş olmalıydı. Bir ara bir fırsatını bulup Duygu’yu kaptım, odanın sakin bir köşesine gidip oturdum. Sonunda kucağımdaydı işte! Kara gözlü, tombul yanaklı, şipşirin bir bebekti Duygu. O da gözlerini kocaman açmış, dikkatle bana bakıyordu. Kim olduğumu merak etmiş olmalıydı. “Merhaba Duygu,” dedim, “ben senin halanım.” Kara gözlerde birer yıldız belirdi, minik dudaklar aralandı: “Merhaba hala. Tanıştığımıza çok sevindim. Nasılsın?” Aman ne kibar bir bebekti bu böyle! Doğar doğmaz hatırımı soruyordu! “İyiyim canım,” dedim. “Sen de çok iyi görünüyorsun.” İşte Duygu’yla böyle tanıştık ve daha ilk anda birbirimizi çok sevdik.
GÜNAYDIN KUŞLAR!
On yıl öncesinin o tombul yanaklı bebeği, şimdi incecik, uzun boylu, kestane rengi saçları omuzlarına dökülen güzel mi güzel bir kıza dönüştü. İçlerinde yıldızlar parıldayan kocaman kara gözleri ise hiç değişmedi. O gözler, tıpkı bebekliğindeki gibi, büyük bir merakla bakıyor dünyaya hâlâ. Onuncu yaşına basarken ona çok özel bir doğum günü armağanı vermek istiyorum, ama günlerdir düşünüp durduğum halde, istediğim gibi bir armağan bulamadım henüz. Ne biçim bir halayım ben! 24 Mayıs geldi çattı, bense hâlâ düşünüyorum. İnsan yeğeninin armağanını son güne mi bırakır? Çocuğun hoşuna gidecek bir şey bulup da almaz mı bugüne kadar? Alır tabii, ama benim derdim başka. Ben Duygu’ya parayla satın alınacak sıradan bir armağan vermek istemiyorum ki bu yıl…
Çok özel, çok değerli, ömrü boyunca unutamayacağı bir şey vermek istiyorum. İyi ama nasıl bir şey olacak bu? Ah, bir bulsam! 24 Mayıs sabahı bunları düşüne düşüne, yataktan kalkıp balkona çıktım. Bir grup tombul serçe balkon demirlerine dizilmiş, bekliyordu. Beni görünce hareketlenip cıvıldaşmaya başladılar. Kahvaltı saatinin geldiğini anlamışlardı. Hemen mutfağa koştum, onlar için ayırdığım ekmeği kapıp geldim. Ekmeği minik parçalara bölerek balkona serpiştirmeye başladığımda, tam karşıdaki yaşlı sakız ağacının dallarına tünemiş diğer serçeler de hızla havalanıp başıma üşüştü. Bir yanımda kuşlar, bir yanımda rengârenk açmış çiçekler, karşımda masmavi deniz…
O kadar güzel bir sabahtı ki! İstanbul pırıl pırıl bir güne başlamıştı; denizden gelip geçen bembeyaz vapurları pembeye boyuyordu güneş. Karınları doyan serçeler birer ikişer uçup gitmeye başlayınca, bu sefer benim karnım acıktı. Mutfağa gidip kendime bir sandviç hazırladım, sütlü kahvemi de yanıma alıp tekrar balkona döndüm. Koltuğuma yerleşip, kahvemden bir yudum içtim. O sırada gözüm denize dalıp çıkan birkaç karabatağa takıldı. Ne ilginç kuşlardır şu karabataklar. Bütün gün suya bata çıka yiyecek arar, karınları doyunca da Haydarpaşa’daki dalgakırana dizilip kanatlarını kurutmaya çalışırlar. Vapurla oradan geçerken onları izlemeye bayılırım.
O yüzden her zaman dalgakıranı görebileceğim bir yere otururum vapurda. Bu muhteşem bir görüntüdür: Kanatlarını alabildiğince açmış, göğüslerini rüzgâra vermiş, yan yana dizilmiş bir sürü karabatak! Bir keresinde vapur o kadar yakından geçti ki, biz yolcular karabatakların kanatlarından damlayan suları bile görebildik. İşte o anda çocuğun biri, “Anne bak, terli terli rüzgâra çıkmışlar! Üşütecek bu kuşlar!” diye bas bas bağırmıştı vapurun içinde.
…