Perina (Özel Baskı)

perina_naside_ozel

Albay başını önüne eğmiş düşünüyordu, aniden atıldı.
“Çok üzgünüm Mihail! Kızını kaybettiğin için cidden üzgünüm. Ne olur ölüm haberini evdekilere duyurmadan
birazcık daha düşün! Bunu Anastasia’nın kurtuluşu için kullanabiliriz.”
Mihail şaşkın ve öfkeliydi.
“Neler söylüyorsun Albay? Ben çocuğumu kaybettim, anlamıyor musun? Başka hiçbir şey düşünecek durumda
deği¬lim!”
“Anlıyorum Mihail, Perina’nın ruhu için, Rus halkı için bunu yap! Kızını kaybettin tamam ama Anastasia’yı yaşatabilirsin.”

İşte yıllarca süren yaşam mücadelesi bu cümlelerle başlıyordu. Çar II. Nikolay ve ailesinin korkunç sonundan tek kurtulan, kızları Anastasia’ydı. Genç kız hiç tanımadığı bir ailenin koruması altına alınıp, bambaşka bir kimlikle hayatına devam edecekti. Bu tüyler ürperten planın, Prenses Anastasia’yı bir anda bambaşka bir geleceğe sürükleyeceğini kim bilebilirdi ki?

Perina’nın; Ukrayna’da başlayıp, Elazığ’da son bulan acı dolu hayat hikayesini okurken, yüreğinizin bir yerlerinde hissettiğiniz sızının ve içinizde yeşerttiğiniz umudun kırıntılarıyla tanışacaksınız.

Naşide Gökbudak’ın eşsiz anlatımıyla hayat bulan Perina; sizi çok uzak bir iklime, yarım kalan bir aşka, yürek yakan bir vatan hasretine ve bitmek bilmeyen bir yaşam mücadelesine götürüyor…

ÖNSÖZ
“Her hayat bir romandır” fikrine tam olarak katılmıyorum. Ama “Her roman bir hayattır” fikri bence tamamen doğru. Bütün insanlar doğar, büyür, ölür ve birçokları hayat denilen bu zaman dilimini yaşamak için birçok zorlukla karşılaşır. Anne ve babasız kalma, maddi imkânsızlıkların içinde çırpınma, büyük ve ümitsiz aşklar yaşama, yakınlarını yitirme vs. gibi. Bu yaşam şekli, çoğunluğun içinde olduğu bir hayat biçimidir. Tabii ki bunlar da kaleme alınabilir. Ama okuyucunun büyük bir kısmı “Aman benim yaşadıklarımın bundan kalır tarafı mı var?” diyorsa, çok sıradan bir hikâye ve çok sıradan bir eser çıkarmış oluruz. Bu yüzden romanlar, çoğunluğun yaşamadığı kadar ilginç olmalıdır. Yaşananlar açısından, zaman açısından ve hatta toplum üzerinde bıraktığı izler açısından… Ben bugüne kadar yazdığım romanlarımı gerçek ve ilginç hayatlardan seçtim. Olaylar ve yaşananlar yüzde yüz gerçekti. Bu ana kadar hiçbir konuda tekzip almadım. Eğer eksik, fazla veya yanlış olaylar olsaydı atabilirdim. Zira bugün hayatta olanların büyük bir kısmı bu  olay lan ya şamamış da olsalar, annelerinin veya babalarının veya dedelerinin yaşadığı sıradışı olayları duymuşlardı. Ve karşılaşmak imkânı bulduğum birçoğu, doğrulayarak hatta yeni bilgiler aktararak, duygu ve düşüncelerini tarafıma bildirmişlerdir. Sadece Şelâle’nin Bez Bebeği adlı romanım kurguya dayanan bir hikâyeden oluşmaktadır.
“Perina” ise hem gerçek, hem de çok ilginç bir hikâyedir. Hatta zaman zaman “Olamaz! İmkânsız!” diyebileceğiniz kadar ilginçtir. Şüphesiz bana aktarılan bu iddiaların ne kadar doğru olduğunu ispatlama imkânım yoktur. Zannederim romanın kahramanlarının da böyle bir imkânı yoktu. Sadece yaşamışlardı ve yaşadıklarını kendileri biliyorlardı. Ben bizzat hikâyenin kahramanlarından, çocuklarından ve torunlarından duyduklarımı hayal gücümle birleştirerek yazıyorum. Yorum size ait. Hoşça zaman geçireceğinize eminim.
Sevgiler. ..
Naşide Gökbudak

PERİNA
Bu sıcak Temmuz gecesinde, Ukrayna’da Donetski denen bölgenin nehir kıyısına yakın bir köyünde yaşayan, aristokrat Averkiy ailesinin evinde üzüntü ve ümitsiz bir bekleyiş hakimdi. Zaman geceyarısına yaklaştığı halde ev halkı ve hizmetkârlar hâlâ oturuyorlar, dua ediyorlardı. Zaten yapabilecekleri başkaca bir şey de yoktu. Kasabadan gelen yaşlı Dr. Brikin, ağır bir zatürree geçiren, evin küçük kızı Perina’yı iyice muayene ettikten sonra, kendisini büyük bir korku ve merak içinde izleyen orta yaşlı Averkiy’lere bakarak, başım iki yana salladı. Çok üzgün bir ses tonu ile:
“Maalesef sevgili dostlarım, Perina’nın durumu ümitsiz. Kızcağızı bana getirdiğinizde hastalık çok ilerlemişti. Sizin gibi insanların bu konuyu nasıl bu kadar ihmal ettiğini anlayamıyorum doğrusu.”
Baba Mihail Averkiy, bitkin bir ifade ile, “Durumları biliyorsun Brikin, kasabada kan gövdeyi götürüyor” dedi. “Günlere dışarıya çıkamadık ki. Sen bana kızımı kurtarıp kurtaramayacağını söyle! Hiç mi ümit yok?”
Doktor yine başını İki tarafa salladı, “Dua edin, belki İsa ve Meryem Ana size yardım edebilir. İnanın artık benim yapabileceğim bir şey yok. Bir mucize bek temelisiniz.”
Kolay kolay üzüntülerini belli etmeyen, soğuk bir tip olarak tanınan Sandra anne, en yakın koltuğun kenarına tutunarak oturdu. Aslında buna oturmak denemezdi, yığıldı. Ne kadar güçlü olursa olsun o bir anneydi ve çocuğunu kay betmek üzereydi. Gözlerindeki yaşlar yanaklarından aşağıya iki çizgi halinde iniyor, bulduğu kırışıklıkların içine doluyordu. Mihail baba, kızının başında hareketsiz duruyordu.
Dr. Brikin hem aile doktoru hem de güvenilir dostlarıydı. Mihail Averkiy, ailesi ile Çar’ın hizmetinde çalışırlarken tanışmışlardı. İkisi de görevlerinden ayrıldıktan sonra, saraydan, Çar’dan ve kaynayan siyasetten uzak olsun diye oldukça ücra köşelere yerleşmişlerdi. Ne kadar kaçarlarsa kaçsınlar, Bolşeviklerin başlattığı bu iç savaşın acılarından ve korkularından saklanmaları mümkün olamamıştı. Rusya çok kötü olaylar yaşıyordu. Ve de nelere gebe olduğu pek kestirilemiyordu.
Vakit gece yansını geçmiş olmalıydı. Ama doktor böyle bir anda Averkiy ailesini yalnız bırakıp gidemezdi. Hem kendi güvenliği açısından da sokağa çıkmaması çok daha iyiydi. Yollar hiç tekin değildi.
Büyük evin giriş kapısı üzerindeki büyük tokmak hızla ve sabırsızca vuruluyordu. Oturma odasında küçük kardeşlerinden haber bekleyen dört kardeşten en büyüğü Yergeniv, istek siz bir şekilde söylenerek yerinden kalktı. Kandilin yanındaki mumu alarak odadan çıktı. Sonra birdenbire içini bir korku sardı; ‘Bu saatte kim bu şekilde kapı çalabilirdi? Bolşevikler olabilir mi acaba?’ diye düşündü. Adımlarını zorla atarak, birinci kata inip, kapıya doğru yürüdü. Kapının önüne gelince, “Kim o?” diye yüksek bir sesle sordu. Dışarıdan duyulmaktan ürken, fısıltı halinde tok bir erkek sesi cevap verdi:
“Benim Mihail! Ben, Albay Gramiko Yeltsin, kapıyı hemen aç! Bekleyecek durumda değilim.”
Yergeniv merak içinde kapıyı açtı. Albayın yanında iki adam vardı ve bir battaniyeye iyice sarmalanmış bir şey taşıyorlardı. Bu bir insana benziyordu. Albay: “Bunu bir yere, kimsenin göremeyeceği bir yere götürmeliyiz. Sen Mihail’in oğlu olmalısın.”
“Evet”, diyen Yergeniv, eli ile arkalarından gelmelerini işaret ederek, bu tuhaf kafileyi alt kattaki sandık odası gibi bir yere soktu. Adamlar ellerindeki sanlı yükü, gördükleri ilk kanepeye uzattılar. Yergenıv biraz yaklaşınca bunun bir
insan olduğunu gördü. Sanlan kişinin yüzü kısmen açıktı; bu daha ziyade, genç kızlığa henüz yeni adım atmış bir kız çocuğunun yüzüydü. Çok renksizdi, cansız gibi duruyordu. Hatta cansızdı. Albay, Yergeniv’e bakarak:
“Hemen babanı çağır Yergeniv” dedi.
“Babam gelebilir mi bilemiyorum. En küçük kız kardeşim ölmek üzere ve yanında doktor var.”
“Kardeşin için çok üzgünüm. Bu da bir ölüm kalım meselesi. Lütfen iki dakika için gelsin.”
Yergeniv yine isteksiz, ama daha seri adımlarla merdivenleri çıktı. Gecenin sessizliğinde yılların yükünü taşıyan ahşap merdivenlerin gıcırtısı, ev halkının gergin olan sinirlerini daha da geriyordu.
Yergeniv korku içinde Perina’nın yatlığı odaya girdi. Annesi koltukta sessiz sessiz ağlıyordu. İçinden “annem ağladığına göre durum çok vahim’ diye düşündü.
Babası ile Doktor yatağın yanında gözlerini Perina’nın bembeyaz yüzüne dikmiş, öylece bakıyorlardı. Baba Mihail’in dudakları hafiften kıpırdıyordu. Galiba doktorun tavsiyesine uyarak, yapabileceği son görevini yapıyor, dua ediyordu. Tanrı’ya, İsa ve Meryem Ana’ya… Kapının açılmasına bile aldırmadılar.
Yergeniv babasının yanına kadar sokuldu.
“Baba, aşağıda seni bekleyen birileri var. Oldukça garip görünüyorlar.”
Mihail Baba şaşkın, “Aman Tanrım! Bolşevikler mi?”
“Hayır. Adı Aibay Gramiko imiş. Muhakkak görüşmesi gerekmiş. Ölüm kalım meselesi olduğunu söyledi.”
Mihail Baba oda kapısına doğru yürürken, ‘Bir gecede iki ölüm kalım meselesi fazla ama bu günlerde her şey olabilir’ diye düşünerek yürüdü. Konu ne kadar ciddi olursa olsun, Bolşeviklerin olmaması onu rahatlatmıştı.
Sandık odasının kapısını açtığında, odada sadece Albay Gramiko ve kanepede sarılı vaziyette yatan bir insan vardı. Bu esrarengiz yükü taşıyan adamlar yoktu. Albay acele ile Mihail’e yaklaşıp, elini uzattı.
“Üzgünüm dostum. Böyle bir anında sana yeni bir mesele çıkarmak istemezdim. Ne yazık ki güvenebileceğim kimse ve yapabileceğim başka bir şey yok,” diyerek sustu. Yergeniv’e bakıyordu. Albay’in yalnız konuşmak istediği açıkça belliydi. Mihail Baba oğluna dönerek, “Bizi yalnız bırak” dedi.
Yergeniv şaşkın bir vaziyette ve merak içinde odadan çık ti. Albay kanepeye doğru yaklaştı. Sanlı bedenin yüzünü açn.
“Bu, bu gördüğün çocuk. Çar II. Nikolay’ın kızı Anastasia!” Mihail Baba çok şaşırmıştı. Gözlerini kısarak kanepeye yaklaştı. Önce Anastasia’ya sonra da Albay’a şaşkın şaşkın baktı.
“Bu bir şaka mı Gramiko?” diye sordu. Albay ciddi ve üzgün bir tavırla, “Hiçbirimiz şaka yapacak durumda değiliz Mihail! Rusya’nın her ferdi acı ve ümitsizlik İçinde, sokakları kan götürüyor. Bolşevikler, II, Nıkolay ve ailesini, buna aşçıları, uşakları ve doktorları da dahil feci şekilde öldürdüler. Kurşunlayarak, defalarca kurşunlayarak… İkibuçuk ay evvel, Sibirya’dan yani Tobalski’den Yekateringburg’a getirilmişlerdi. Dostum mühendis İpatyev’in evinde kalıyorlardı. Onun da artık dostum olduğuna inanmıyorum. Hatta dostum olmadığından eminim. Bazılarına göre, Bolşeviklere karıştı. Başka bir söylentiye görede, evi elinden zorla alındı. Çar ailesini orada hapsetmek için kullanıldı. Uzun zamandır orada bin bir İşkence ve aşağılanma içinde tutuluyorlardı. Aşağı yukarı iki buçuk ay kadar. Bir hafta kadar evvel Romanof hanedanının son üyeleri, Bolşeviklerden gelen bir emir üzerine kurşunlanarak öldürüldü. Bu işi hunharca ve büyük bir zevk ile yaptıklarını duydum. Bolşeviklerden gelen başka bir emirde ise; cesetlerin Moskova’daki derin maden ocaklarına gömülmesini bildirmişler. Cesetleri üst üste, İpatyev’in kamyonuna koyarak Moskova’ya doğru yola çıkmışlar. İpatyev’in yardımcısı Petro da yanlarında olduğu halde. Kamyon Moskova’ya yetmişseksen kilometre kala çamura saplanmış. Ve cesetleri o çamur deryasının derinliklerine acele ile gömüp uzaklaşmışlar. Çünkü o sırada Yaketeringburg. Çar taraflarınca geri alınmak üzere imiş. Alevler içindeymiş. İpatyev’in yardımcısı Petro, Çar’a çok bağlı bir insandır. Korkusundan Bolşeviklerin yanında gitmek zorunda kalmış. Petro cesetlerden birini çamur çukuruna indirirken sıcak olduğunu hissetmiş. Gömme işleminden sonra, başka bir yere, başka bir cinayeti gerçekleştirmek için el koydukları askeri arabaları ile acele uzaklaşan Bolşeviklerin arkasından, Petro acele ile yaşama ihtimali olan kanlar içindeki bedenin çukurunu açmış. (Eli ile kanepeyi işaret ederek) İşte zavallı çocuk, birkaç zamandan beri bu durumda ve benim Yekaterinburg’daki evimde. Bana getirdi. Çünkü benim evim şehrin oldukça dışında ve gözlerden uzak. Ayrıca benim Bolşeviklerden yana olmadığımı, Çar ve hanedanına da bağlı olduğumu biliyordu. Tıpkı benim sizi bildiğim gibi. Ne yazık ki kaç gündür bu yavrucağı iyileştirmek için, ne doktor getirebildim ne de bir kimseden yardım isteyebildim. Sadece karnını durdurdum. Mikrop kapmamasına çalıştım. Zorla da birkaç damla süt verebildim. Kimseden yardım isteyemedim. İnsan böyle bir zamanda kime güvenebileceğini de pek kestıremiyor. Bazıları korkudan, bazıları inandıkları için baz ilan da yılların verdiği kin ile Kızıl Ordu tarafındalar. Dost diyebilecek insan yok gibi. Çar’ın kanını taşıyan tek canlı bu çocuk. Ölüme terk edemezdim. Burası biraz daha olaylardan uzak. Yani en azından şimdilik.”
Albay sözünü bitirmemişti ki, kapı hızla açıldı, doktor içeriye girdi.
“Üzgünüm beyler, ama söylemek zorundayım.” (Biraz duraladı ve sesini alçaltarak, Mihail Baba’ya yaklaşıp, elini omzuna koydu.) “Perina artık cennette. Annesine bir şey söyleyemedim.” (Mihail’e bakarak) “Senin söylemen daha doğru olur, diye düşündüm.”
Albay başını önüne eğmiş düşünüyordu, aniden atıldı.
“Çok üzgünüm Mihail! Kızını kaybettiğin için cidden üzgünüm. Ne olur? Ölüm haberini evdekilere duyurmadan birazcık daha düşün! Bunu Anastasia’nın kurtuluşu için kullanabiliriz.”
Mihail şaşkın ve öfkeliydi.
“Neler söylüyorsun albay? Ben çocuğumu kaybettim, anlamıyor musun? Başka hiçbir şey düşünecek durumda değilim.”
“Anlıyorum Mihail, Perina’nın ruhu için, Rus halkı için bunu yap! Kızını kaybettin tamam ama Anastasia’yı yaşatabilirsin.”
Doktor şaşkın bir vaziyette konuşulanları dinliyordu. Sonra Albay’a döndü.
“Neler oluyor burada? O kim bakabilir miyim?” diye sordu.
Albay, “Tabii doktor. Mihail’in dostu olduğuna göre, Çar’a da bağlısın demektir,” dedi ve olayı kısaca anlattı. Albay doktora da güvenmek zorunda idi. Her açıdan Anastasia’nın kurtuluşuna yardım edebilirdi. Zira hem Bolşevik değildi hem de bir doktordu.
Doktor şaşkın bir vaziyette Anastasia’ya bakıyordu. Kızın mumyaya benzeyen yüzünde hiçbir hayat belirtisi yoktu. Ama bir doktor olarak, onun yaşadığını anlamıştı. Sonra heyecanla Mihail Averkiy’e döndü.
“Mihail, bunu senden İsa istiyor. Meryem Ana istiyor. Gel bak bakalım. Sadece Perina’dan biraz daha açık renkli. Kızını cennete aldılar, ama Anastasia’nın yaşamasını istiyorlar. Bu kadar büyük bir benzerlik olamaz. Böyle tesadüf olur mu? Tanrım sen nelere kadirsin? Hemen hemen aynı yaşta, aynı görünüşte, kızını kaybettiğin anda kapına Anastasia’yı getiriyorlar ve senden onu yaşatmanı istiyorlar. Henüz Perina’nın öldüğünü hiç kimse bilmiyor. Lütfen kabul et. Bu zavallı yavruyu Perina olarak kabul et! Onun yerine Tanrı ve oğlu İsa, sana bunu gönderdi.”
Albay, “Etmezsen ölüme mahkûm olacaktır Mihail! Tabii ben ve Petro da.”
Mihail Baba taş gibi sessiz duruyordu. Uzun süre öylece kaldı. Sonra yavaş yavaş başını kaldırdı. “Sandra’ya da sormam gerek diyerek odadan çıktı. Anne Sandra aynı durumda, aynı ifade ile oturuyordu. Değişen tek şey, gözünden akan yaşların bütün yüzünü ıslatıp, boynuna ve göğsüne kadar inmiş olmasıydı. Mihail yanına yaklaşıp, elini karısının omzuna koydu.
Sandra, şimdi söyleyeceklerimi sakin bir şekilde dinlemeni istiyorum. Sakın bağırma, sessiz ol!”
Kadın sessizce kocasına bakıyordu. Yüzünde korku ile karışık bir şaşkınlık vardı. Baba Mihail, bu zor anı hemen bitirmek istercesine, “Perina cennete gitti,” der demez Sandra yerinden fırladı. Mihail omzundan bastırarak oturttu.
‘Karıcığım otur. Kızımız şimdi cennette ve Meryem Ana’nın yanında. Bu gerçeği kimse değiştiremez. Acımızı da hiçbir şey hafıfletemez ama” diyen Mihail Baba, aşağıdaki durumu anlattı. Ve karısının şaşkın bakışları altında konuşmasını sürdürdü.
“Kızımızın ölümünde hiç kimsenin bir suçu yok. İçimde bir kor var Sandra. Senin de içinin yandığını biliyorum. Kızımızı artık hayata döndürmemiz mümkün değil. Ama aşağıdaki çocuğu kurtarabiliriz. İyi düşün! Anastasia için düşün! Şimdi Çar’ın kanını taşıyan, Romanofların son ferdi Anastasia’ya yardım edecek miyiz, etmeyecek miyiz? Şu anda bu hayati kararı vermemiz gerekiyor.”
Sandra şaşkınlıktan ağlamayı kesmiş, gri gözlerini sonuna kadar açmış, öylece kocasının yüzüne bakıyordu. Uzun süre baktı.
“Permam toprağa gidecek, artık kızım yok. Ben sadece bunu bilirim. Siz ne yapacaksanız yapın! Başka hiçbir şey düşünecek durumda değilim,” dedi.
Anastasia büyük bir sessizlik içinde üst kata taşındı. Sarıldığı iki battaniyeden çıkarılıp, Perina’nın geceliklerinden biri giydirildi ve yatağa yatırıldı. Sonra Perina, Anastasia’nın battaniyelerine sarıldı. Odadan çıkarken annesi koşarak geldi ve kızının çoktan soğumuş yüzünü, gözlerini öptü. Sandra’nm yaşları Perina’nın cansız yüzünü ıslatmıştı. Kandil ışığı altında ıslak yerler tuhaf bir şekilde parlıyordu. Albay, dış kapının açıldığı geniş antredeki kanepede oturan iki…..

Benzer İçerikler

Kral Kaybederse

yakutlu

ÖZGÜRLÜĞÜN ELLİ TONU E L James Özgün

gul

Kayıp Umutlar Merkezi

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy