Hepimiz Birimiz İçin

Okumayı çok seven Rosalind ve küçük erkek kardeşi Robbie, tatil için babalarının yeni eşinin evine gelirler. Hiç hoşlanmadıkları üvey kardeşleri Smash ve minik, tatlı bebek Maudie’yle geçirecekleri birkaç haftanın sonunda annelerinin yanına döneceklerdir. Ama bu sıkıcı tatil birdenbire tüm hayalleri ve dileklerini gerçekleştirebilecekleri bir maceraya dönüşür. Kum havuzunun gizemli perisinden diledikleri dilekler, kahramanlarımızın başını ciddi belalara sokacaktır.

Senin her dileğin gerçek olsa, ne dilerdin?

***

1

“Ne okuyorsun?” diye sordu Smash elimden kitabı kaparak.

“Hey, geri ver onu,” dedim ama kitabı benim ulaşamayacağım şekilde salladı ve almaya çalışınca dirseğiyle beni sertçe ittirdi. Ne zaman canı sıkılsa eşyalarımı alırdı. Takma adı Kapkaç olmalıydı.

“Beş Afacan ve O,” diye okudu Smash gülünç bir sesle. “Öncelikle, aptal bir isim. O ne ki?”

“O, Psammead,” dedim.

“Psammead da nedir?” diye sordu Smash. Şimdi biraz daha ilgili görünüyordu. “Bir canavar mı?”

Kendisi yalnızca Marvel O’Kaye’in korku hikâyelerini okurdu. Ne kadar korkunç o kadar iyi!

“Hayır, garip, sihirli bir yaratık. Bir kum perisi,” dedim.

“Bir peri!” dedi Smash küçümseyerek. “O aptalca peri hikâyelerini okumayı altı yaşımda bıraktım. Tam bir bebeksin Rosalind.”

“Aptal bir peri değil o, gözleri antenlerinin ucunda olan, maymuna benzeyen, çok dikkatli bir yaratık ve dilekleri yerine getiriyor,” dedim. “Harika bir hikâye.”

“Öyle zavallı bir ineksin ki – tüm kitapların harika olduğunu sanıyorsun,” dedi Smash.

Mutfak masasının üzerine oturdu ve bacaklarını sallarken kitabın sayfalarına göz attı. Erkek kardeşim Robbie masanın altında yüzüstü uzanmış, tek başına oyuncak hayvanlarıyla oynuyordu. Smash’in parıltılı spor ayakkabıları tehlikeli şekilde başının yakınından geçiyordu, bu yüzden duvara doğru sokuldu. Smash ile tartışmaktan benden bile fazla nefret ediyordu.

Smash bir resimde duraksadı.

“Neden bu tuhaf giysileri giyiyorlar? Aptal görünüyorlar,” dedi.

İç geçirdim. Robbie de masanın altında iç geçirdi. Herhalde tüm o plastik aslanları, kaplanları ve filleri de iç geçirmiştir. Aptal olan Smash’ti, resimdeki çocuklar değil. Cidden dünyadaki en kötü üvey kardeşti o.

“Yüz seneden daha fazla süre önce yazılmış,” dedim. “O yüzden çocuklar Edward dönemindeki gibi önlükler ve golf pantolonları giymişler.”

“Sensin golf pantolonu,” dedi Smash. “Tarih kitaplarından nefret ediyorum.” Esnedi ve kitabımı yere fırlatıverdi. Bilerek kavga çıkarmaya çalışıyordu – ve kimin kazanacağını biliyordum.

“Tam olarak kaç yaşındasın?” dedim, gururlu görünmeye çalışarak. “Maudie bile senden düzgün davranıyor.” Kitabımı yerden aldım. Bazı sayfaları buruşmuştu. Parmaklarım titrerken sayfaları düzeltmeye çalıştım. Her gün Smash ile nasıl başa çıkacağımı bilmiyordum. Herkese karşı öyle nefret doluydu ki – özellikle de Robbie ve bana. Benden daha küçüktü ama yine de ondan korkmadan edemiyordum.

“Ooo, zavallı, minik, sıkıcı kitabın zarar mı gördü?” dedi Smash. Bacaklarını daha güçlü salladı ve iki fil ile bir maymunu devirdi. “A aaa!” dedi Smash.

Robbie elleriyle atıldı, yere düşen hayvancıklarını toplamaya çalıştı.

“İmdat, burada kıpır kıpır, tırmıklayan bir şey var. Belki de sıçandır? Hemen üzerine bassak iyi olur,” dedi Smash ve masadan kayarak, sertçe Robbie’nin eline bastı.

En sonunda kontrolümü kaybederek, “Kes şunu! Kardeşimi rahat bırak seni koca zorba,” dedim.

Robbie hiçbir şey söylemedi çünkü ağlamamak için kendini zor tutuyordu, ama en sevdiği aslanına Smash’in bileğini ısırttı. Smash bu minik plastik ısırığa güldü, aslanı aldı ve havaya fırlattı. Aslancık mutfak rafında duran Jamie Oliver’ın yemek kitabının üstüne, dört ayağının üstünde düştü.

“Hey, bu aslan sirkte olup böyle numaralar yapmalı,” dedi Smash, zıplayıp aslanı tekrar kaparak. “Terbiyecisinin kafasını aslanın ağzına soktuğu numarayı biliyor musun? Doğrusu bu aslan o numara için berbat olurdu – ama belki de aslanın kafasını terbiyecisinin ağzına sokmayı deneyebiliriz? Evet, iyi olur.” Minik aslanı ağzına soktu ve sertçe ısırdı.

“Hayır!” diye haykırdı Robbie.

Zıpladım, onu tuttum ve aslanın arkasından sertçe yakaladım. Smash’in tükürüklerine – ve kana bulanmış şekilde dışarı çıktı.

Smash ağzını tutarak, “Ah! Dudağımı kanattın seni domuz!” dedi.

“İyi işte! Senin hatan,” dedim ama kalbim küt küt atıyordu. “Neden her zaman bu kadar nefret dolu olmak zorundasın?”

“Çünkü sana da zavallı sıska kardeşine de katlanamıyorum ve defolup gitmenizi istiyorum,” dedi Smash.

“Selam çocuklar! Bütün bu bağrışmalar da nedir?” diye sordu babam mutfağa dalarak. Orada, üstünde pijamaları, başını kaşıyarak durdu. Smash’e baktı. “Söylediklerin pek arkadaşça değildi.”

Smash, “Asıl onlar bana arkadaşça davranmıyordu!” diye yanıt verdi. “Bak!”

Çenesini yukarı kaldırdı ve çizilmiş dudağını gösterdi. Babam küçük kan izine bir göz attı.

“Dudağını nasıl kestin Smash?”

Smash başıyla işaret ederek benim tarafıma doğru baktı.

“Rosalind?” diye sordu babam şaşkınlıkla. “Rosalind, kardeşine vurmadın değil mi?”

“O benim gerçek kardeşim değil,” diye aptalca geveledim.

“Ona vurduğuna inanamıyorum!” dedi babam.

“Beni korumaya çalışıyordu,” dedi Robbie, masanın altından emekleyerek çıkarken.

“Ah, yani kardeşinin senin yerine kavga etmesine izin veriyorsun, öyle mi Robert?” diye sordu babam soğuk bir ses tonuyla.

“Şey, kavga etmek konusunda pek iyi değilim,” dedi Robbie, bu doğruydu.

Babam, “Ne hakkında kavga ediyordunuz?” diye sordu.

Çıplak ayaklarımıza baktık. Başparmağımla birkaç parça mısır gevreği tuttum. Onları doğrudan paketten yiyorduk ve birkaçı yere dökülmüştü.

Babam derin bir iç geçirdi. “Of, her neyse. Ama öfkeni kontrol etmelisin Rosalind. Bir daha sakın kimseye vurma! Evimde bu tarz bir davranışa izin veremem. Şimdi hemen gel ve kahvaltıyı hazırlamama yardım et, sallanma.”

Babam hızla rafa doğru gidince Robbie’nin etrafa saçılmış hayvanlarından birinin üzerine bastı.

“Tanrı aşkına!” Fili aldı ve Robbie’ye uzattı. “Oyuncaklarını dağıtmak konusunda Maudie’den daha da betersin. Bunlar için artık fazla büyük değil misin sen?”

Robbie başını eğdi. Babamız hatırlamamış mıydı? Bizi her hafta sonu görmeye geldiği ve hayvanat bahçesine götürdüğü zamanlarda, ilk üç hayvanını Robbie’ye kendisi armağan etmişti.

“Bilemiyorum,” dedi babam, başını sallayarak. “Kavga eden bir kızım ve oyuncaklarıyla masanın altında saklanan bir oğlum var. Yanlış yoldasınız çocuklar. Sizi bir poşete koyup sallamam gerekir.” Bunu bir komedi dizisinin repliği gibi söylüyordu ama Robbie ve ben bunu hiç de komik bulmamıştık, canımız yanmıştı.

Smash babamın ona laf söylemeyeceğini bilerek bize güldü. Bu adil değildi. Babamın Smash’i bizden daha fazla sevmediğini biliyorduk, ama kendi çocuğu değil de Alice’in kızı olduğu için onu eleştirmiyordu.

Alice biz kahvaltıyı bitirip, babam ikinci kahvesine geçinceye kadar ortalıkta görünmedi.

“Selam canlarım,” dedi sahnede alkış bekleyen ünlü bir aktris gibi etrafta salınıp, bize gülümseyerek. Onu fazlasıyla çıplak gösteren şeffaf geceliği hâlâ üzerindeydi ama uzun sarı saçları güzelce taranmıştı, dudaklarında ise pırıltılı pembe ruju vardı.

“Hepinizin burada birlikte olmanız çok güzel,” dedi ellerini kavuşturarak.

Ona baktık. Kimi kandırdığını sanıyordu? Hiçbirimizi istememişti, hatta Smash’i, kendi öz kızını bile. Genelde tatillerde ayrı ayrı gelirdik, önce Robbie ve ben, sonra Smash. Ama bu yaz Smash’in babası yeni karısıyla balayı için Şeysellere gitmişti. Annemiz ise Açık Üniversite Yaz Okulu’na gitmişti. Böylece hepimiz Surrey’de, babamın evinde kısılıp kalmış, mutlu aileyi oynuyorduk.

Daha dün görmüş olsam da annemi çok özlüyordum. Annemin de bizi özlemiş olduğundan emindim. Vedalaşırken bize sarıldığında ağlamıştı. Annemi ve babamı bir aile gibi bir arada görememek çok korkunçtu. Bu yaz babamı görmeyi çok istemiştik, ama tabii ki Alice’i görmeyi değil. Özellikle de Smash’i görmeyi hiç istememiştik.

Ama minik Maudie’yle hiç sorunumuz yoktu.

“Merhaba, merhaba, merhaba!” Maudie, minik bir çizgi film polisi gibi kelimeleri tekrarlamıştı. Üzerinde pembe pijama altı vardı, pembe krem renginde bir sutyeni boynuna dolamış, minik ayaklarında topuklu bir sandaletle, tehlikeli şekilde ayaklarını sürüyerek Alice’in arkasından geldi.

“Ben kocaman büyümüş bir kadınım,” dedi.

Bize gülümseyerek odada dolandı. Bu sefer hepimiz, hatta Smash bile, güldük.

“Maudie!” diye seslendim kollarımı kaldırarak.

Minik, komik üvey kardeşimi çok seviyordum. O da beni seviyormuş gibiydi ve babamla Alice’in evinde kaldığımızda beni bir gölge gibi takip ederdi. Ama şimdi Smash de buradaydı. Smash sıçradı, Maudie’yi kucakladı ve onu defalarca döndürdü. Maudie’nin topuklu ayakkabıları ayağından fırladı ve ufaklık gülmekten katıldı.

“Dikkatli ol Smash. Ona bu kadar sert davranma,” dedi Alice.

Smash kızardı. “Sert davranmıyordum.”

Alice, “O daha çok küçük. Onu yere bırak. Başı dönecek,” dedi.

Maudie kıkır kıkır gülmeye devam ederek kendini kurtardı. Robbie’nin aslanını buldu ve denemek için onu ağzına attı.

“Hayır Maudie, pis!” dedi babam onun yanına eğilip elini uzatarak. “Hadi onu babacığına ver.”

Robbie ve ben birbirimize baktık. Biz ona asla ‘babacığım’ dememiştik.

Maudie aslanı ağzından çıkardı, babamın yüzüne bir öpücük kondurdu ve oyuncağı uzattı. Babam aslanı pijamasının koluna sildi ve dikkatle inceledi.

“Aman Tanrım, Maudie’nin sol diş izleri!” dedi babam.

“Maudie şimdi aslanı geri alabilir mi?” diye sordu Maudie ümitle.

“Pekâlâ, ama çok sert ısırma tatlım. Minik dişlerine zarar verirsin,” dedi babam aslanı musluğun altında dikkatlice yıkarken. Temiz bir el beziyle kuruladı ve abartılı hareketlerle Maudie’ye geri uzattı.

“İşte! Babacığa teşekkür et bakalım.” Babam bunu beni, Robbie’yi ve Smash’i kıvrandıracak şekilde söylemişti.

“Teşkürler,” dedi Maudie zorlanarak.

Mükemmel şekilde ‘teşekkürler’ diyebildiğinden emindik ama babam ve Alice onun bir bebek gibi konuşmasını tercih ediyorlardı.

Robbie, “Aslında o benim aslanım,” diye homurdandı.

Maudie doğranmış muzlu özel yoğurdunu yerken masada onun yanında oturdu. Maudie kıkırdarken, aslan gibi kükreyerek oyuncağı bir aşağı bir yukarı gezdirdi.

Smash paketten kendine bir dilim ekmek daha çıkarıp üzerine ince bir kat tereyağı ve çilek reçeli sürerken, “Neden o da bizim gibi mısır gevreği ve tost yiyemiyor?” diye sordu.

“Onun sağlıklı beslenmesini istiyoruz. Şişmanlamasını istemiyoruz,” dedi Alice.

Smash tekrar kızardı. Ona taş attıklarının farkındaydı. Şişman denecek kadar şişman değildi, ama onu en son gördüğümüzden daha tombulcaydı.

“Sen delisin anne,” dedi Smash. “Henüz bebekken kilosunu takmaya devam edersen Maudie on yaşına geldiğinde hiçbir şey yemek istemez ki.”

Alice’in ağzı sanki Smash’in kilosuyla ilgili pek de kibar olmayan bir sürü şey söyleyecekmiş gibi seğirdi. Kaçmayı umarak, kitabımı kapıp mutfak kapısına doğru yöneldim. Odama çıkamazdım çünkü orayı Smash ile paylaşıyordum, Robbie’nin ise Maudie’nin odasına kurulmuş bir kamp yatağı vardı. Tamamen yalnız kalabileceğim hiçbir yer yoktu. Kendimi tuvalete kapatsam bile biri gelip kapıyı çalabilirdi. Bir fenerim olsun isterdim, böylece merdivenlerin altındaki depoda saklanabilirdim.

“Sen nereye gidiyorsun Rosycik?” dedi babam.

Ateş bastığını hissettim. En son Maudie’nin yaşındayken böyle çağırılmıştım. Smash kahkahalarla güldü.

Kitap okumakla ilgili bir şeyler mırıldandım.

“Of, Tanrı aşkına, tatlım – sen ve kitapların! Öylece kendi başına kaçıp okuyamazsın. Birlikte vakit geçirelim. Dışarıda birlikte bir aile günü geçirelim, ne dersiniz?” dedi babam neşeyle ellerini ovuşturarak. “Nereye gitmeli?”

“Chessington Macera Dünyası,” dedi Smash. “Gerçekten çok güzel trenler var.”

“Ve sanırım hayvanlar da var!” dedi Robbie plastik hayvanat bahçesini toplarken. Bir aslanı ve kaplanı Maudie’nin önünde dans ettirdi. “Hayvanları görmek istersin, değil mi Maudie?”

“Evet, hayvanlar, büyük köpekçikler,” dedi Maudie onları sevinçle okşayarak.

Smash aslanla kaplanı alıp onları bir aşağı bir yukarı kaydırarak, “Ve harika hız trenlerine bineceğiz,” dedi.

“Dikkat et tatlım. Neredeyse zavallı Maudie’nin gözüne çarpıyordu,” dedi Alice. “Bence Maudie hız treni için fazlasıyla küçük.”

“Gerçekten mi?” dedi babam. “Orada küçükler için bir sürü tren olduğundan eminim.”

“Ve altımız için birden bir servet ödememiz gerekecek. Belki tatilden sonra da gidebiliriz,” dedi Alice.

Demek istediği biz olmadandı.

“Öyleyse deniz kenarında bir gezintiye çıkalım. Gerçek bir kova-kürek günü,” dedi babam. “Hoşuna gider, değil mi Maudie? Babacığın seni küreğe götürsün mü?”

Maudie sırıttı, ama Alice iç geçirdi ve gözlerini devirdi.

“Düşün David. Hepimiz arabaya nasıl sığacağız? Sen ve ben önde, Maudie bebek koltuğuyla arkada. Geriye sadece iki koltuk kalıyor, ama üç çocuk var,” dedi.

“Biraz sıkışabilirler,” dedi babam.

Robbie ve ben tüm yol boyunca Smash ile sıkıştığımızı hayal ettik.

“Robbie ve ben gitmesek de olur. Açıkçası, kendi başımıza iyi oluruz,” dedim hemen.

“Evet, hem iki koltukta üç çocuğun yasaya ya da Sağlık ve Güvenlik Yasası gibi bir şeye aykırı olduğundan eminim,” dedi Robbie.

Kendi başımıza geçireceğimiz harika bir günü hayal ettik; ben yatakta kitap okurken, Robbie hayvanlarıyla merdivenlerde bir aşağı bir yukarı inip çıkabilirdi – sonsuz sakinlik ve huzur saatleri.

“Siz ikiniz, gülünç olmayın,” dedi babam. “Çocukları tek başına evde bırakmak da yasalara aykırı Bay Çokbilmiş.” El beziyle Robbie’ye vurdu. Sadece şaka yapıyordu ama Robbie sanki gerçekten vurmuş gibi irkildi.

“Neşelen ahbap,” dedi babam. İlham almak için boşluğa bakındı – ve gözlerini kocaman açtı. “Buldum! Kırlarda uzun bir gezintiye çıkacağız. Biraz hareket etmek çocuklara iyi gelecektir. Maudie yorulursa onu kucağımda taşırım. Piknik yaparız. Evet, piknik! Kendi çocukluğumdan bu yana güzel bir piknik yapamadım. Sandviçler, haşlanmış yumurtalar, vişneli kek ve limonata,” dedi babam.

“Bu bir Enid Blyton pikniği olur – ve o da zencefilli bira, limonata değil,” dedim, ama öyle sessizce söyledim ki, sadece Robbie duydu.

Alice piknik fikrine çok heveslenmemiş görünüyordu.

“Evde yumurta var, ama ne sandviç için yeterli ekmeğim ne de vişneli kek veya limonatam var ve açıkçası bu da oldukça garip bir piknik olur,” dedi.

Babam iç geçirdi, en sonunda sinirlenmiş gibi görünüyordu. Evde bizimle yaşarken bana, anneme ve Robbie’ye her zaman sinirlenirdi. Ama neşesini korumayı başardı – zar zor.

“Nil problemo,” dedi yabancı bir dilde olduğunu düşünerek. “Siz yumurtaları haşlarken Sainsbury’ye kadar gidip biraz erzak alacağım.”

Alice’in yumurtaları haşladığı, jambon kızarttığı ve marulla domates doğradığı sırada Robbie’yle ben itaatkarca mutfakta takılıp, getir götür işlerini yaptık. Maudie mızıldanmaya başladı çünkü o da bir şeyler doğramak istiyordu.

Maudie’nin elinden tutarak, “Onu götürüp, banyosunu yaptırıp, giydirebilirim,” dedim.

“Hayır, onu ben götürürüm. Gel de Smash-Smash ile bıcı bıcı yap Maudie,” dedi Smash öbür elinden hızla çekerek.

Oyuncak bebek için kavga eden, yeni yürümeye başlamış iki çocuk gibiydik.

Alice, “Hayır, onunla birazdan ben ilgilenirim,” diyerek tartışmaya son noktayı koydu. Sonra suratlarımızı görüp derin bir nefes aldı. “Ama teklif ettiğiniz için çok teşekkür ederim canlarım. Gerçekten çok tatlısınız.”

Smash hiç de tatlı durmuyordu. Limon gibi ekşiydi. Ayaklarını hızla yere vurarak gitti ve kendini odamıza kapattı. Yoluna çıkmamanın akıllıca olacağını düşündüm. Aslında kimsenin yoluna çıkmadım. Alice kilerden tuzla karabiberi getirmemi istedi. Sadece dolap olduğunu düşünüyordum ama resmen geniş bir odaydı. Robbie mutfakta özel yemeği çikolatalı kıtır kekin nasıl yapılacağını Alice’e gösterirken mutluydu. Robbie yemek yapmayı çok sever.

Kilere Beş Afacan ve O kitabımla saklandım. Okumak için fazlasıyla karanlıktı ve yer de çok sertti, ama kendime, sadece bana ait huzurlu bir saat ayırmayı başardım ve kitabımı bitirdim. Önemli değildi. Tatilin her bir günü okumak için valizimde bir yığın kitap duruyordu. Bu evde bir sürü üst, şort, kot pantolon ve elbise bırakmam anlamına geliyordu ama giydiğim kıyafetleri çok, çok temiz tutmaya karar vermiştim.

Çocukların tuhaf Psammead’i kum havuzunda buldukları ilk bölümü en baştan okudum. Mutfaktan babamın sesini ve bir sürü başka korkunç telaşlı sesler duydum ama olduğum yerde kaldım. Kendimi kahvaltıda daha fazla yemek yiyemeyecek kadar utangaç ve yalnız hissetmiştim, ama şimdi jambon ve çikolatanın farklı kokuları beni acıktırıyordu, neyse ki kilerde bir paket kuru üzüm buldum ve oldukça tatmin edici, gizli bir atıştırma arası vermiş oldum.

Sonra babam bana ve Smash’e seslenmeye başladı. Smash’in cevap verdiğini duymadım o yüzden ben de cevap vermedim. Belki de tüm gün saklanmayı başarabilirdim ve onlar da yürüyüşlerine bensiz gidip piknik yapabilirlerdi.

Nerede o şans? Babam bir tazı gibi izimi sürdü. Kilerin kapısını hızla açtı ve saniyeler içinde beni buldu.

“Rosalind, nasıl bir oyun oynuyorsun?” sordu.

“Saklambaç?” dedim.

“Lütfen, yaşına göre davranamaz mısın? Sen en büyüklerisin. Örnek olman gerekir,” dedi babam.

En büyük olmamayı dilerdim. En küçükleri, tıpkı Maudie gibi minik ve şirin, herkesin en çok sevdiği kişi olmak isterdim.

Babamın Smash’i bulması çok daha fazla zaman aldı. Tüm eve baktık ama onu bulamadık. Çünkü evde değildi. Alice ve babam bahçede onu aramaya başladılar. Teknik olarak bahçede de değildi – üzerindeydi, arkadaki büyük limon ağacının üstünde duruyordu.

Alice çok tehlikeli olduğunu söyleyerek bir yaygara kopardı ve sonra Smash’in beyaz kirli tişörtünü giydiğini gördüğünde daha da büyük bir yaygara kopardı. Sonuçta hepimizin toplanıp hazırlanması biraz daha zaman aldı, aslında öğle saatini buldu.

“Her şeyi toparlamak zorunda kalmadan pikniği burada, bahçede de yapabilirdik aslında,” dedi Alice tüm sırt çantaları ve poşetleri aynı anda taşımaya uğraşırken.

“Saçma! Oxshott ormanında mükemmel bir piknik alanı biliyorum,” dedi babam. “Çocukken oraya pikniğe giderdim. Kingston’dan bisikletle geçerdik. Orası harika. Ne kadar güzel olduğunu çocukların da görmesini istiyorum.”

Robbie ile bakıştık. Annemle birlikte yaşadığı bunca yıl bizi oraya götürmeyi hiç denememişti.

Ormana gitmek için yola çıktık. Babamın sırtında büyük bir sırt çantası, Alice’in bir elinde tıka basa dolu, kocaman bir poşet vardı; diğer eliyleyse Maudie’yi taşıyordu. Ben meyveyle dolu bez bir torba aldım, Robbie ise içinde kâğıt tabak ve bardaklarla, babam ve Alice için şarap şişesi soğutucusunun olduğu bir çanta kaptı. Smash, kola ve gazozların olduğu bir fileyi taşıdı. Belli ki patlamalarını sağlamak niyetiyle, onları sertçe sallayıp durdu.

Uzun bir süre kaldırımda zorlukla yürüdük, tıpkı babamınki gibi sıra sıra dizili bir sürü müstakil evin yanından geçtik.

“Komik görünüşlü bir kasaba,” dedi Smash.

Babam, “Birazdan kırlardayız. Dayanın,” dedi. “Bu sağlıklı temiz havayı içinize çekin.”

“Kırlar, kırlar, kırlar!” Alice ve babam ellerinden tutup aralarında onu sallarken Maudie neşeyle haykırıyordu.

Yürüdük, yürüdük, yürüdük. Yollar gittikçe kalabalıklaştı, ta ki birbirimizi zar zor duyabildiğimiz bir trafik karmaşasının ortasına gelene kadar.

“Hadi tüm ciğerlerimizi bu sağlıklı temiz egzoz dumanıyla dolduralım,” dedi Smash.

Evler kayda değer biçimde büyümüş ve garaj yollarının gerisine çekilmişti. Alice hangisini daha çok sevdiğine karar vermeye çalışarak her büyük eve kıskançlıkla baktı. Satılık birçok ev vardı ki bu onu heyecanlandırdı. Hatta bir emlakçıyı arayıp fiyat bile aldı.

Telefonu kapatırken gözleri yuvalarından fırlamış halde, “Bir milyondan fazla!” dedi.

“Tabii ki o kadar,” diye yanıt verdi babam sinirli bir şekilde. “Kesinlikle bizim alım gücümüzün üstünde.”

“Şey, öyle. Ama sanıyorum ki, özellikle Maudie okula başladığında daha fazla çalışırsam ve sen de terfi alırsan biraz pazarlık yapabiliriz. Eğer bu kadar sorumluluğumuz olmasaydı yeterince kazancımız olurdu.”

Robbie ile bana bakmıyordu, ama bizi kastettiğini biliyordum. Bizim bakımımız için babam her ay anneme para veriyordu ve Alice de Smash’in babasından gelen

Benzer İçerikler

Palyaço

yakutlu

Kapak Kızı

yakutlu

Açlık

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy