İddia Uğruna Aşk

Gizemli bir aşk mektubu ulu orta ilan edilir ve sosyal medyada paylaşılırsa ne olur? Mektubu yazan kişi, daha önce arkadaşlarının gözünde gururlu ve çekici kimliğiyle erişilmez biriyken birdenbire durumlar değişir.

Herkesin gizli egosu iş başındadır artık. Duygular dizginlenemez bir biçimde harekete geçmiştir ve…

Sevda bir öfke anında düşünmeden giriştiği cesur eyleminin bedelini fena ödeyecektir. Olaylar hiç hesaplayamadığı şekilde gelişir ve kararlaştırılan zaman sona erdiğinde o, kendi kurduğu aşk tuzağına yine kendisinin düştüğünü görerek şaşkına döner.

Ne gerek vardı ki o münasebetsiz iddiaya? Vazgeçmek yenilgiyi kabullenmek olacaktı şimdi… O kadar kızgındı ki, günlerdir ince ince hesapladığı planını bu gece devreye sokacaktı. Beklerse duygularının değişeceğini, vazgeçeceğini biliyordu.

“Ya şimdi, ya da hiç.” diye mırıldandı. Cesaretini topladı ve ayağa kalkarak bilgisayarının olduğu odaya gitti.

***

BÖLÜM 1

“Love hurts”

“Radyoda bu şarkı var. Aşk acıtır mı gerçekten? Canım yandığına göre doğru olmalı. Bu yüzden ani bir kararla yazmaya karar verdim. Gidiyorum zaten buralardan. Tam bir ay yokum. Beni hiç kimsenin bulamayacağı bir yerde tatil yapacağım.

Uzun zamandır kalbimin en derin, en kuytu köşelerinde gizlediğim bütün duygular artık bir araya gelip isyan etmeye başladılar. Sanki hepsi bana meydan okurcasına sırrımı açığa çıkarmak için direnişe geçmiş gibi… Bir gün ansızın içime sığmayıp taşacaklarından, beni ele vereceklerinden korkuyorum.

Sevdiğim erkek bana hem yakın, hem de çok uzak. Elimi uzatsam tutabilirim diye düşünüyorum bazen. Sonra birden ürperiyorum. Asla anlamamalı sevdiğimi. Öğrenirse gururum incinir, ruhum büyük bir yara alır. Gizli tutmalıyım aşkımı. Hissettiğim bu duygu yudum yudum içtiğim lezzetli bir şaraba benziyor. Yasak meyvelerden mi yapılmış? Bilmiyorum, herhalde değildir. O zaman neden içmekten utanıyorum? Neden sırrımın deşifre olmasından böylesine korkuyorum. Özgür bir kızım ben. Hiçbir engelim yok. Aşkım engel tanımayacak kadar güçlü ise neden onunla yüzleşmeyi göze alamıyorum? Korkak olduğum için mi? Yoksa aşırı gururlu olduğumdan mı?”

Sevda bu abartılı cümleleri sosyal paylaşım sitelerinden birisinde blog yazısı olarak paylaşmıştı. Son bir yıldır çok sayıda arkadaşı olmuştu bu sitelerde. Hepsi ile mesafeli bir dostluğu sürdürmeye özen gösteriyordu. Ayrıca yakın çevresinde de yüz yüze tanıştığı pek çok dostu ve arkadaşı vardı.

Yazı devam ediyordu.

“Bir kez olsun gözlerine dikkatli bakamadım. Çünkü o hem var, hem de yok gibiydi. Sanal mı yoksa gerçek mi ayırt edemiyorum artık. Fakat varlığının ağırlığı yüreğimi eziyor. Herkes gibi sıradan birisi aslında… Oysa benim ilahım. Nefes alışını, oturup kalkmasını bile hayal ediyorum. Bensiz olduğu zamanlarda nelerle uğraştığını merak ederek kafamda kurguluyorum. Tuttuğu kahve fincanının kulpunu bile kıskanıyorum. Yemek yediği çatalı da… Benim kalbim sadece onun için atarken bu gece o hangi duygular içinde acaba? Bir nebze olsun o da beni düşünüyor mu?”

Aşk kokan satırlar burada son buluyordu. Gecenin ilerleyen bir saatinde adını ve kimliğini deşifre ederek bu şekilde yazma cesaretini göstermek her babayiğidin harcı değildi. Fakat asıl şaşırtıcı olan yazıyı yazanın kimliğiydi.

Nilüfer saate aldırmadan telefona sarıldı.

“Aradığınız numaraya şu anda cevap verilmiyor. Lütfen…”

Kapatma tuşuna basarak yazıyı tekrar okudu. Tek kelimeyle şok geçiriyordu ve ne düşüneceğini şaşırmıştı. Arkadaşı ile daha bir gün önce öğle yemeğinde birliktelerdi. Halinde hiçbir tuhaflık sezmemişti. Sadece bir ay için işinden izin aldığını, dinlenmek istediğini söylemişti. Onlar birbirleri ile çok yakındılar oysa. Yıllardır onu yeterince tanıdığını, her konuda paylaşım içinde olduklarını sanıyordu. Peki bu tuhaf yazı da neyin nesiydi şimdi? Yoksa şifresini çaldırmıştı da, bir başkası adını kullanarak onun yerine böyle saçmalıklar mı yazmıştı?

. . .

Akşam saatlerinde yorgun argın eve dönen Yalçın anahtarı ile kapıyı açarak içeriye girdi. Sıcağı hemen fark ederek klimayı açtı. Temmuz ayının ilk haftasıydı ve hem insanı terleten bunaltıcı hava, hem de iş dönüşlerinde kendisini karşılayan bu sessizlik hoşuna gitmiyordu. Ev arkadaşı kısa süre önce bir iş teklifini değerlendirip başka bir şehre taşınmıştı. Onunla iki yıl süreyle aynı evi paylaşmışlar, iyi kötü birbirlerini idare etmişlerdi. Şimdi ise kendisini yalnız hissediyor, bir türlü bu yalnızlık duygusunun önüne geçemiyordu.

“Alışmak zorundayım” diye düşünüyordu. İş yaşamı ve ev hayatı arasında geçen iyice rutine binmiş bir düzenin içinde sıkışmaya başlamıştı. Yaşı ilerledikçe düzen değişikliği konusunda cesareti azalıyordu sanki. Yeni bir ev arkadaşı almak fikri onu ürkütüyordu. Tıpkı evlilik fikri gibi, bir başkasının huylarına alışmak ve onunla birlikte yaşamaya karar vermek hiç kolay değildi.

Duş almaya üşenerek salondaki bilgisayarının başına geçti. Gelen maillerini kontrol etti ve sonra sayfalar arasında rastgele gezinirken birden o yazıyı gördü. Gözlerine inanamayarak iki kez arka arkaya okudu. Tarihine baktı yazının. Bir gece önce çok geç bir saatte yazılmıştı. O kadar şaşırmıştı ki, bir süre düşünceleri uyuşmuş bir halde öylece oturmaya devam etti. Daha sonra telefon aklına geldi. Aranılan numara cevap vermiyordu. En iyisi Nilüfer’i aramak diye düşündü ve düşüncesini hemen eyleme geçirdi.

“Selam”

“Selam, ne haber?” dedi kız. Sesi biraz sinirli geliyordu sanki.

“İyidir, ya kusura bakma akşam akşam seni rahatsız ettim ama Sevda’yı soracaktım.”

Kısa süren bir sessizliğin ardından tereddütlü bir cevap duyuldu.

“Bilmiyorum.”

“Nasıl bilmiyorsun, en yakın arkadaşı değil misin sen?”

“Öyle sanıyordum ama…”

“Eee, telefonu kapalı olunca merak ettim. Bir de şey var, şu yazı…”

“Yazıyı ben de okudum Yalçın. Akıllara ziyan bir durum! İnan bana ne ilgim, ne de bilgim var. Ben de sabahtan beri ulaşamıyorum Sevda’ya. Muhtemelen aklını kaçırmış falan olmalı!”

“Anladım, bir haber alırsan beni ara.”

Sevda ile aynı okulda okumuşlardı. O da kendisi gibi endüstri mühendisi olarak mezun olmuş, bir yıla yakın süre işsiz kalmıştı. Kendisi bu konuda daha şanslıydı. Fırsatları iyi değerlendirmiş, orta halli bir kozmetik şirketinde hemen iş bulmuştu. Maaşı fazla değildi ama tek başına idare ediyordu. Daha sonra okul arkadaşına da bir mülakat ayarlayarak onun da aynı şirkette işe başlamasına yardımcı olmuştu. Doğrusu bu ya, Sevda çelik gibi bir kızdı. Birkaç ay içinde işe uyum sağlamış, aktif ve kararlı bir tavırla çalışarak verimlilik konusunda kendisinin bile önüne geçmişti. Okul sürecinden beri bağlarını koparmadıkları kişiler olduğu için, işyerinin dışında da ara sıra grup arkadaşlarıyla bir araya gelerek zaman geçirmeyi sürdürüyorlardı. Fakat duygusal anlamda hiçbir şey yaşamamışlardı. Yalçın bazen aklından bu tarz fikirler geçirse de düşündüklerini hiçbir zaman sözlerle, ya da davranışlarla ifade etmeye cesaret edememişti. Bunu yapmasını engelleyen tek şey ise, Sevda’nın o görünmez gizli duvarları ve mağrur karakteriydi.

Sakinleşmek ve aklını toparlamak için duşa girmeye karar verdi. Yatak odasında giysilerini çıkararak banyoya geçti. Az önce karnını doyurmak için dışarıdan yemek siparişi vermeyi düşünüyordu. Fakat şimdi bu fikir aklından tamamen uçup gitmişti. Galiba biraz da iştahı kaçmıştı. Ilık su bedeninden kayarak inerken gevşemeye çalıştı. Önce bilinçaltının sınırlarını zorlayan, sonra da bilinçli hale dönüşerek beynine baskı yapan bir soru çıkmıştı ortaya. Engel olamadığı bir soru;

“Acaba o kişi ben miyim?”

. . .

Alper yeni bir şehre ve işe alışmanın zorluklarını yaşıyordu. Bir ay olmuştu henüz ama o İstanbul’u çok özlüyordu. Okulunu bitirdikten sonra iki yıl çalıştığı işi bırakıp, daha iyi bir teklifi değerlendirerek İzmir’e gelmişti. Başlangıçta birkaç gün teyzesinin evinde idare etti. Daha sonra küçük bir daire kiraladı ve kendisine yeni bir düzen kurmayı başardı.

Eniştesinin katkısıyla bulmuştu bu işi. Büyük bir tekstil firmasında iyi bir pozisyonu ve öncekine göre daha yüksek maaşı vardı. Kira kontratı, elektrik, su ve internet bağlatmak gibi ayrıntılarla uğraşmak zorunda kalmış, ayrıca bir miktar yeni eşya edinerek borca girmişti. Zaman içinde her şeyin yerli yerine oturacağını düşünerek işine uyum sağlamaya çalışıyordu. İstanbul’da farkında olmadan rahata alışmıştı galiba. Orada yaşadığı süreçte ev arkadaşı da, arkadaşlık ilişkileri de iyiydi. Bazen rahatını kaçırıp bu şehre geldiği için kendine kızıyordu. Arkadaşlarını da özlüyordu. Fakat ailesi ve akrabaları çok baskı yapmışlardı. En azından artık Aydın’da yaşayan ailesine yakındı. Hafta sonlarında kolayca ulaşabileceği bir mesafedelerdi. Annesi ve İzmir’de yaşayan teyzesi onun memleketine geri dönmesi için ne mümkünse yapmışlardı zaten. Sonuçta da başarılı olmuşlardı işte. Eğer son dönemde iş ortamında yaşadığı bazı tatsız olaylar olmasaydı, Alper belki böylesine radikal bir yer değişikliği kararı alamayabilirdi.

Olaylar her ne kadar kendisinin dışında gelişmiş olsa da onu olumsuz yönde etkilemişti. Bunlar yetmezmiş gibi bir de ayrıldığı sevgilisinin baskısını hâlâ üzerinde hissetmesi duruma tuz biber ekmişti. Gereğinden daha mı zayıf davranmıştı acaba? İzmir’e geldiğinden beri gizlice kararını sorgulamaya devam etmesi can sıkıcıydı. Olan olmuştu artık. Bir karar vermişti ve sonuçlarına katlanacaktı.

En az haftada bir kez Yalçın’ı aramayı alışkanlık edinmişti. Olup bitenler hakkında havadisler alıyor, belki biraz da özlem gideriyordu. Başlangıçta sitemlerle karşılaşıyordu.

“Ne vardı oğlum bizi terk edecek, şurada ne güzel eğleniyorduk” diyordu kankası. Belli ki düzenlerinin değişmesi onun da canını sıkmıştı ve eksikliğini hissediyordu. Eskisi kadar dışarıya çıkmadığını, tek başına olunca eve daha fazla tıkılıp kaldığını anlatıyordu.

“Alışacağız artık” diye cevap veriyordu Alper. “İlk izin fırsatı yakaladığımda hemen atlayıp geleceğim zaten.”

Onu uğurlamaya gelen arkadaşlarını hatırlıyordu. Nilüfer’i, Sevda’yı ve diğerlerini… Sadece İlknur yoktu içlerinde. Belli ki aralarında geçenleri iyice gurur meselesi yapmıştı. Bu şehre gelirken gönlünü alamadığı için üzülmüştü ama başka türlü davranmak bir türlü elinden gelmemişti. Flört etmeye başladıkları ilk günleri hatırladığında içi sızlıyordu. Her şey ne kadar güzel ve anlamlıydı o günlerde. Okulu yeni bitirmiş, yeni arkadaşlar edinmeye başlamıştı. İlknur güzel kızdı doğrusu. Özgüveni yüksek, çekici bir duruşu vardı. Aralarında kendiliğinden başlayan duygusallık ikisini de mutlu ediyordu. Grup arkadaşları da memnundu bu durumdan. İkisini birbirlerine yakıştırıyor olmalıydılar. Sonra her şey iyiye giderken yavaş yavaş aralarında uyumsuzluklar ortaya çıkmıştı. Nedenini anlayamadığı sorunlar yaşıyorlardı. Hep birlikte eğlendikleri gecelerin ardından, yalnız kaldıklarında kavga eder olmuşlardı. İlknur aşırı kontrolcü davranıyor, onu her konuda gereğinden fazla zorluyordu. En sonunda ilişkileri kopma noktasına geldi ve ayrıldılar. Bir süre dostça götürmeye çalıştılarsa da yürümedi. Tatsızlıkları arkadaşlarına ve bulundukları ortama da yansıyordu.

Bu ayrılık Alper için farkında olmadan taktığı boyunduruktan kurtulmak gibiydi. O yüzden çok fazla üzülmedi. İlknur ise kendisiyle ilgili iniş çıkışlar yaşamaya devam ediyordu. Görünüşe göre bazen ayrıldıkları için memnun oluyor, bazen de kabullenemiyordu. Kızın değişken ruh hallerinden iyice yorulmuştu. Sonunda ortak arkadaşlarına konuyla ilgili kesinlikle konuşmak istemediğini belirterek noktayı koydu. Açık tavrı kıza iletilmiş olmalı ki, o günden sonra bir daha bir araya gelmekten ikisi de kaçındılar.

Zaman her şeyin ilacı olacak diye düşünüyordu. Bir sabah başka bir yerde gözünü açmak, geçmişteki her şeyi geride bırakmak ve terki diyar eylemek ona iyi bir çözüm gibi gelmişti. O yüzden karşısına çıkan yeni iş fırsatını değerlendirmekte tereddüt etmemişti. Şimdi ise insanın alıştığı bir çevreden kopmasının, yeni insanlar tanıyarak onlara güvenmesinin ne kadar zor olduğunu fark ediyordu.

Bir gece internette başıboş gezinirken yazıyı gördü. Sevda’nın yazdıklarını okuduğunda nefesi kesildi. Etkilenmemesi mümkün değildi zaten. O nasıl yazıydı öyle? Gece boyunca uykusunu kaçıracak sözler vardı içeriğinde. Kendisini yumruk yemiş gibi hissediyordu. Aklına ister istemez “kim bu kişi?” sorusu takılıyordu. Sonra elinde olmadan düşünceleri aynı noktaya kayıyordu.

“Küçük bir ihtimal ama acaba ben olabilir miyim?”

. . .

İlhan otuzlu yaşlarını tamamlamak üzereydi. İki yıl sonra kırkına basacağını düşündüğünde zamanın nasıl bu kadar hızlı akıp gittiğine şaşırıyordu. Geride bıraktığı yıllar pek çok dersler çıkardığı, olgunlaşmasına katkıda bulunan acılarla ve hüzünlerle doluydu. En yıpratıcı olan dönemi ise karısı ile boşanma arifesinde geçirdiği günler olmuştu. Şiddetli geçimsizlik genel bir tabirdi. Mahkemede pek çok çift gibi onların da arkasına sığındıkları iki sözcüktü sadece. Oysa ne kadar ağırdı her biri. Belki bin ton ağırlığında geliyorlardı. Şiddetli geçimsizlik… Neler yaşanmıştı o son dönemde. Hatırlamak istemese de sık sık hafızasına doluşan görüntüler vardı. Karısının geçmişteki bağırışları, sinir krizleri… Kayınvalidesinin isterik bir biçimde adliyede ona hakaretler yağdırması. Ne yapmıştı ki o? Bir türlü mutlu edememişti bu insanları? İstekleri bir türlü bitip tükenmemişti. Onca yıl sabrettikten sonra sonunda onların kuklası olmak istemediği için diğer damatlarının akıbetine uğramaktan ve karısı tarafından terk edilmekten kurtulamamıştı işte! Geçmişte baldızı da ailesi yüzünden boşanmıştı. İlhan ise biraz daha dirençli çıkmış, tam on iki yıl bu berbat evliliğe katlanmıştı. Ta ki bir gün sudan sebepler yüzünden terk edilinceye kadar. Sonrasında ise suçlu ilan edilen yine kendisi olmuştu. Kızları on yaşındaydı ve onların etkisinde kalarak kendisine karşı soğuk davranmaya başlamıştı bile. Son görüşme gününü nasıl da iple çekmişti. Fakat kızı bir gece önce aramış, hafta sonunda annesi ile planları olduğunu söylemişti. Görüşmek istememesi gittikçe kendisinden koptuğu anlamını taşıyordu. Kimbilir nasıl dolduruyorlardı kızcağızı. Bu konuda o kadar çaresiz kalıyordu ki, elinden üzülmekten başka hiçbir şey gelmiyordu.

Aylık yüksek bir nafaka ödemeyi göze alarak boşanmıştı. Fakat tek başına kaldığında yaşadığı sorunlardan kurtulduğu için sevinemedi bile. Ev çok ıssızdı artık ve kendisini sudan çıkmış balık gibi hissediyordu. Hem yalnız, hem de mutsuz bir adamdı. Galiba iş hayatı dışında hiçbir sosyalliği olmamasının acısını çekiyordu. Yalnızlık o kadar ağır gelmişti ki, sadece kızının evin içini dolduran cıvıltılarını değil, karısının agresif yüzünü bile özlemeye başladığını fark ederek kendi kendine dehşete düşüyordu.

Aylar birbirini kovalarken İlhan işyerinde daha fazla zaman geçiriyor, sıkıntılarını iş ortamına yansıtmamak ve güçlü görünmek için çaba harcıyordu. Donukluğunu en çok fark eden kişi Niyazi’ydi. Aynı yaşlarda oldukları için başından beri en iyi iletişimi onunla kurmuştu. İlhan kozmetik sektöründe üretim ve pazarlama yapan bu şirkette proje yöneticisi konumundaydı. Niyazi ise marka müdürüydü ve pek çok ortak çalışma alanları oluyordu. Onun durgun, içe kapanık tabiatının aksine Niyazi sıcakkanlı ve girişkendi. Aynı zamanda da geveze… Ara sıra adamın rahat davranışları yüzünden iş ortamında onaylamadığı durumlar yaşansa da, artık neredeyse yakın arkadaşı konumuna geldiği ve özellikle zor dönemlerinde desteğini esirgemediği için onu idare etmek zorunda kalıyordu. Tıpkı kendisi gibi güler yüzlü bir eşi, neşeli çocukları vardı. Bazen ısrarlarına dayanamıyor, hafta sonlarında onunla ve ailesiyle bir araya geliyordu.

Diğer personelle ilişkileri biraz daha mesafeliydi. Üçüncü kez değişen, henüz ortama yeni alışmış genç ve toy bir sekreterleri ve idare etmek zorunda olduğu başka genç elemanlar vardı. Neyse ki yıllardır süregelen her türlü iş stresine alışmıştı artık. Kriz yöneticiliği ruhuna işlemişti ve çok fazla zorlanmıyordu. Özel yaşamındaki sorunlar yüzünden geçirdiği bocalama dönemlerine rağmen işlerini düzen içinde yürütebilmeyi başarıyordu.

Her zamanki gibi sıradan bir iş gününün sabahında kahve almak için odasından çıktığında, kafası karışmış olarak geri döndü. Bir yıl kadar önce planlama uzmanı olarak işe alınan endüstri mühendisi bir kızla ilgili bazı konuşmalar işitmişti. Kızın özel bir rahatsızlığı ile ilgili mazeret bildirerek bir ay izne ayrıldığından haberdardı. Ayrıca geçmişte onunla aralarında birkaç kez anlaşmazlık yaşanmıştı ve en mesafeli durduğu kişilerden birisiydi. Önce hakkında konuşulanlara aldırış etmedi. Daha sonra Niyazi yüzünden ayrıntıları öğrenmek zorunda kaldı. Yeni bir ürünle ilgili tanıtım yazısı hazırlamaya çalıştığı sırada, iş arkadaşı odasına dalarak her zamanki rahatlığıyla selamsız sabahsız konuya girmişti.

“Sevda Hanım’la ilgili haberleri duydun mu?”

Kafasını kaldırıp boş gözlerle baktı.

“Duydum fakat ilgimi çekmedi.”

“İyi, o halde bir de yazısını oku. Belki ilgini çeker.”

“Zaman ayırabileceğimi sanmıyorum.”

“Sen bilirsin. Yine de senin yerinde olsam okurdum. Kimbilir, belki de senin için yazmıştır. Ne de olsa bekâr bir adamsın.”

Derin derin içini çekti. Sanki bu iç çekişte evli olduğu için hayıflanan bir ifade vardı. İlhan şaşırmaktan ziyade öfkelenmişti.

“Benim için mi? Saçmalama, benim bu kızla ne alakam olabilir?”

“Bozulma yahu, öylesine söyledim. Fakat bizim ofise bomba düşse böyle tesirli olamazdı. Ortalık bu konu yüzünden kaynıyor.”

“Dedikoduyu bıraksınlar da işlerini yapsınlar.”

“Yaparlar merak etme, biraz kenara çekil de sana siteyi bulayım.”

Niyazi itirazlara aldırmadan her zamanki bildiğini okuyan huyuyla yazıyı buldu ve sonra da odadan çıkıp gitti.

İlhan’ı yazıyla baş başa bırakmıştı. Bir an için umursamaz davranarak sayfayı değiştirmeyi ve işine geri dönmeyi düşünse de merakı üstün geldi. Okumaya başladığı andan itibaren ise şaşkınlığı zirve yaptı. Gözlüklerini çıkarmak ve birkaç kez gözlerini oğuşturmak zorunda kaldı. Sonra koltuğunun arkalığına dayanarak başını geriye doğru yasladı. Daha önce hiç üzerinde durmadığı bir görüntü kendiliğinden hafızasında belirmişti. İki gün önce Sevda elinde izin dilekçesiyle yürürken ikisinin koridorda karşılaşmaları ve kızın o tuhaf bakışı neydi öyle? Aceleyle yanından uzaklaşmıştı. Hayal miydi bu görüntü, yoksa gerçek mi? O gün işle ilgili bir konu yüzünden kafası yoğun biçimde meşguldü ve acelesi vardı. Bu yüzden ayrıntıları hatırlamaya çabalasa da başaramıyordu. Anlamsız olduğunu bile bile bir an için aklından geçirdiği düşünce yüzünden ürperdi.

“Ya Niyazi boş atıp da dolu tuttuysa! Hayatta hiç umulmadık mucizeler oluyor. Ya bu yazı gerçekten benim için yazılmışsa!”

. . .

Ofisboy olarak çalışan Mete gereğinden fazla duygusaldı. Herkesin yardımına koşan, her işe yetişmeye çalışan bir karakterdi o… Kimin kendisine işi düşse, anında orada bitmesiyle nam salmıştı.

“Mete, içine mi doğdu da geldin. Haydi canım, şu evrakı yerine ulaştırıver” derlerdi.

Düzinelerce farklı işi bir araya gelse de ricayı ikiletmez, isteği hemen yerine getirirdi. Bazen şakayla karışık minnet duygusunu ifade edenler olurdu;

“Eksik olma Mete, senden bir tane daha yok, aman sağlığına dikkat et de hastalanmaya falan kalkma.”

Hem çalışması, hem de Açık Öğretim Fakültesi’nin İşletme Bölümü’nde okuyarak kendini yetiştirmek için büyük çaba harcaması özel bir durumdu ve saygınlığını arttırıyordu. Otuzunu aştığı halde hâlâ bekâr olması ise genellikle çevresindekilerde onu evlendirme isteği uyandırıyordu. Sık sık bir tanıdığını önerenler, ya da ona kız bulmaya çalışanlar olurdu. Fakat Mete duygusal olduğu kadar da seçiciydi. Geçmişte yaşadığı kötü bir tecrübe yüzünden yeni bir ilişkiye cesaret edemiyordu. Karşısına her anlamda uyum sağlayacağı bir kızın çıkmasını bekliyor, bu konuda sabırlı davranıyordu.

Babasını kaybettikten sonra kız kardeşi de evlenip gitmiş, annesi ile yalnız kalmışlardı. Anne oğul birbirlerine çok düşkünlerdi. Evlilik düşüncesinin karşısındaki en büyük engellerden birisi de buydu aslında. Kızlar onun anne kuzusu görüntüsünden rahatsız oluyorlardı. Oysa bilmiyorlardı ki, Mete’nin pırıl pırıl tertemiz bir kalbi vardı. Galiba “annesine iyi davranan, gelecekte eşine de aynı şekilde davranır” teorisi gençler arasında pek rağbet görmüyordu!

Sevda ve gruptaki diğer arkadaşlarıyla iyi ilişkileri vardı. O yüzden dedikodular yüzünden çok canı sıkılmıştı. Yazıyı ancak ertesi gün akşam saatlerinde okuyabildi. Bir sonraki gün öğle yemeğinde Nilüfer’le buluştular. İşyerine yakın bir kafede bir araya gelmişlerdi ve Mete’nin yalnızca yarım saat zamanı vardı. O yüzden oturdukları anda konuya girdi;

“Sevda’ya ulaşabildin mi diye merak ettim.”

“Yok canım, ne ulaşması! Evinde yok, gitmiş. Telefonu da sürekli olarak kapalı.”

“Neden böyle bir şey yaptı acaba?”

“Kim bilir, yediği bir şey beynine dokundu herhalde!”

“Ben de kızdım fakat davranışının bir nedeni olmalı.”

“Hiçbir neden aklıma gelmiyor Mete. Acaba ben mi delirdim diye düşündüğüm bile oluyor. Sevda çok gururludur. Hepimizden daha aklı başındadır bilirsin. Bir yandan da yoksa başına bir iş mi geldi diye merak ediyorum.”

“Merak etme, tatile çıkacağını yazmış işte. Telefonunu da açar yakında.”

“İki gün önce birlikteydik, bana hiçbir açıklama yapmadı.”

“Biz de ofiste birlikteydik. Aslında sessizdi o gün. Çok gizemli davranıyordu. Fakat bir yandan da izin aldığı için memnun görünüyordu.”

“Anlaşılmaz bir bilmece gibi, öyle değil mi?”

“Sen bilmiyor muydun?”

“Neyi?”

“Şu gizli aşkını.”

“Hayır, bir defa bile bahsetmedi. Bu kadar ketum davranmasını bile açıklayamıyorum zaten. Biz her şeyi paylaşırdık çünkü.”

“Demek ki bu duygusunu paylaşmak istememiş.”

“Şimdi cümle âlem öğrendi ama…”

İkisi de susup düşüncelere daldılar. Mete’nin Nilüfer’in bilgisine başvurma konusundaki umutları boşa çıkmıştı. Ne kadar düşünse de içinden çıkamayacağı bir konuyla karşı karşıyaydı. Hem Sevda’ya bir anda yüreğini herkese açtığı için öfkeleniyor, hem de bütün duygusallığı ve iyi niyetiyle işin farklı boyutlarını düşünüyordu. Onun büyük bir acı ve yalnızlık duygusuyla böyle bir deliliğe kalkışmış olması kuvvetle muhtemeldi. Gecenin bir yarısında nasıl bir ruh haline saplanıp kalmıştı kimbilir? Arkadaşı, gözü dünyayı görmeyecek kadar büyük bir karasevdaya tutulmuştu herhalde. Daha önce niçin hiç anlamamışlardı? Demek ki hepsi kendi bencil dünyasında öylece yaşayıp gidiyor, başkasını böyle acılarıyla bilmeden de olsa baş başa bırakıyorlardı. Bu yazıda sözü edilen hergele de kimdi acaba? Aklına gelen bir olasılığı zihninden süratle kovmaya çalıştı. Fakat başaramadı. Sadece bir olasılık da olsa düşünmek olağanüstü keyifliydi.

“Acaba” diye geçti aklından. “Böyle bir şey mümkün mü, o meçhul şahıs ben olabilir miyim?”

. . .

Aynı akşam Nilüfer ve İlknur her zaman gittikleri bara uğradılar. İkisinin de yüzünden düşen bin parçaydı. Evden çıkmak istemeseler de, sırf biraz açılmak niyetiyle kendilerini zorlamışlardı. Tam canları sıkılıp mekândan ayrılmak üzerelerken grup arkadaşlarından Timuçin geldi. Onları yakaladığına çok sevinmiş bir hali vardı ve bırakmaya niyeti yoktu. Birlikte masalardan birine geçip oturdular. Sonrasında ise gürültülü müzik eşliğinde konuşmaya çabaladılar.

“İki gündür ortadan kaybolan şahıs hakkında bilgisi olan var mı?” diye sordu delikanlı. Kızların ikisi de başlarını olumsuz anlamda salladılar. Bir gün önce yazıyı okuyarak kafası karışanlardan birisi de oydu. Doğal olarak konu aklına takılmış, gece uykusu kaçmıştı.

Timuçin mezun olduğu üniversitede asistanlık yapıyordu. Yine aynı okuldaki genç asistanlardan Esin adında bir kızla çıkıyorlardı. Son zamanlarda araları bir bozulup, bir düzeliyordu. Sevda’nın yazısı kızın da gözünden kaçmamıştı maalesef. Gün boyunca “Ne biçim arkadaşların var” söylemleriyle canını sıkmıştı.

“Esin de konuyu merak etti. Bir açıklaması olan var mı peki?”

İlknur soğuk soğuk yüzüne baktı.

“Kusura bakma da, kendisinin konuyla alakasını anlayamadım. Bu sıkıntımızın arasında o da merak etmeyiversin lütfen!”

Kızlar gruba sıcak bakmadığı ve eski arkadaşları Timuçin’i kendilerinden kıskandığı için Esin’den pek hoşlanmıyorlardı. Düşüncelerine göre o biraz dağdan gelip bağdakini kovan bir zihniyetti.

“Her neyse, Sevda’yı merak ediyorum ben. Nereye gitmiş olabilir.”

“Hiçbir fikrimiz yok, Almanya’daki babasının yanına gitmiş olamaz. Üvey annesiyle geçinemiyor biliyorsunuz. Tek başına tatile çıkacağını yazmış.”

İlknur, Nilüfer’in sözünü keserek bilgi verdi.

“Daha önce birlikte tatil yaptığımız yerleri düşündük ve otellerin hepsini aradık. Hiçbirinde yok ne yazık ki.”

Timuçin endişeyle söylendi.

“Şu durumda polise haber vermek de anlamsız olur. Telefonunu açmasını beklemekten başka çare yok.”

“Öyle…”

Ne kadar konuşsalar da bir yere varamayacakları belliydi. Ayağa kalkarak,
“Ben kaçıyorum kızlar” dedi. “Birazdan Esin’le buluşacağız.”

“İyi, haydi randevuna geç kalma sen.”

Ortamdan uzaklaşmak için yalan söylemişti. Esin hazırladığı bir tezden dolayı fazlasıyla meşguldü ve bugün gün boyunca yeterince sıkıntı yaratmıştı zaten. Tek başına olmak, yollarda anlamsızca yürümek isteği duyuyordu.

Düzenli bir aile hayatı olan, annesiyle babasının üzerine titredikleri bir gençti Timuçin. Son dönemde duygusal yaşamında ortaya çıkan çalkantılar dışında pek de fazla sorunu yoktu. Sevda ile yıllar öncesinde üniversitenin kampüsünde tanışmışlardı. Bölümleri ayrıydı fakat ortak grup arkadaşları sayesinde bağları hep devam etmişti.

Her zaman biraz mesafeli, belki biraz da gururlu bir kızdı Sevda. İnsanlarda hep bir adım geride durarak sadece bakmak ve asla umut bağlamamak duygusu uyandıran bir tarafı vardı. Her şeyden önce ketumdu. Geçmişte yardımlaştıkları, ortak paylaşımlar içine girdikleri zamanlarda bile bu ulaşılmaz tavrını hep korumuştu. Şimdi ise karakterine tamamen ters düşen bir davranışla böyle bir eyleme imza atmıştı.

“Yok canım, bu işin içinde mutlaka başka bir iş olmalı” diye düşünüyordu. Tenha sokaklarda farkında olmadan hızlı adımlarla yürürken, cılız bir ses mantığını bastırarak ara sıra beynine hep aynı uyarıyı gönderiyordu. Aslında bir parça utanmasına, rahatsızlık duymasına neden olan, aynı zamanda da çekiciliği olan bir uyarıydı bu;

“Ya yazdıkları doğruysa! Hatta daha da ötesinde, ya o kişi hiç umulmayan biriyse… Suda yürümüş, izini belli etmemiş bu kız. O halde bahsettiği kişi ben bile olabilirim.”

Benzer İçerikler

Düş Kapanı | Büşra Tuğba Koç

yakutlu

Gecelik Gelin

yakutlu

Her Şeye Rağmen Sevgi-Lev Nikolayeviç Tolstoy

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy