İKTİDAR MAHKÛMLARI
Gezegenimizin geleceğinde bir gün, eğer yirmi yaşındaysanız, hiçbir şeyi doğru dürüst yapamıyorsanız, ne yapmak istediğinizle ilgili en küçük bir fikriniz dahi yoksa… özellikle de uzayda muhteşem keşifler yapacağınızı hayal edecek kadar safsanız.” O zaman BKÜ -Bağımsız Keşif Ünitesi- keşfetmeniz için size bir gezegen sağlayacaktır. Sadece katoloğu elinize alın, herhangi bir sayfayı açın, rastgele bir yer seçin, uzaktaki vahşi maviliğe doğru yola çıkın. Eğer şanslıysanız koşullar sizi zor durumda bırakmayacaktır.
Bu yabancı dünyalardan birini konu alan İKTİDAR MAHKUMLARI, nükleer yıkımdan kurtulan vahşi bir uygarlığın resmini çiziyor. Burada her şey kirli ve gridir, nehirler radyoaktiviteyle akar. Küçük bir askeri lider grubu olan Tüm Güçlü Yaratıcılar gelişmiş şeytanî bir radyasyonla sağladıkları zihin kontrolü sistemiyle tüm ülkeyi demir parmakları arasına alırlar. Halk hükümet propagandasını aptalca takip eden bir sürü haline gelir. Sadece degenler, bu kitle hipnozuna karşı bağışıklıdırlar. Radyasyon dozları onlar için dayanılmaz acılar veren günlük devrelerdir. Düşünen insanlardan inanan insanlara dönüşemediklerinden acımasızca ezilirler.
Bu ümitsiz ve kederli dünyaya bir gün genç bir dünyalı, Maxim gelir. Bu adam bizim standartlarımıza göre çok gelişmiş fiziksel, zihinsel, duygusal ve ahlaki meziyetlere sahiptir. Zor durumda, fakat beceriklidir. Her koşula dayanabilir ve rastgele seçilmiş adadaki insanların bilmediği tedavi yöntemlerini kullanabilir. Bizim yapamayacağımız kadar çabuk, ama kademe kademe bu garip dünyayı tanır ve bu dünyanın değişmesinin gerekliliğini hisseder. Ancak dünyayı değiştirebilmesi için onlardan biri olmalıdır. Nefret, cehalet ve vahşetin ne demek olduğunu öğrenmelidir. Kendi ve diğerleri içinde varolan iktidarı ele geçirme arzusunu keşfetmeli, yeni sadakat, dostluk ve aşk bağları kurmalıdır. Yavaş yavaş, önce bir Robinson Crusee, ardından Lejyoner, Terörist ve Mahkum ve sonunda Dünyalı kimliğiyle, bu adanın işleyişini, kuklalarını ve insanlarını, ücra bölgelerdeki mutantları, şeytanî Strannik’i tanır; sonradan dostu olan Guy’la, Rada, Zef ve Ordi’yle tanışır ve sonunda Tüm Güçlü Yaratıcılar gizemiyle yüzleşir.
Sovyet bilim-kurgu romanının iki ustası tarafından yazılan bu capcanlı, duyguları alevlendiren hareketli hikâye, tüm dünyanın tersyüz olması, Maxim’in bu adayla ve kendisiyle ilgili gerçeği öğrenmesi ve tüm sırların açığa vurulmasıyla sonlanıyor.
İlk sayfalarda genç Maxim, üzerinde terk edildiği yabancı gezegendeki nehre elini daldırır, su radyoaktif olduğundan, telaşla geri çeker. Konuyu iyi bilen bilim-kurgu okuru şöyle söyleyebilir: “Hadi canım çocuklar, nasıl bilebilirdi ki? Eğer su çıplak elle saptayabileceği kadar yıkıcı ve tehlikeli derecede radyoaktif ise, o aptal elini suya sokmadan önce nasıl bilemedi?” Ancak okur affeder, halinden memnun ve kendinden emin bir şekilde ilerler çünkü Maxim’in maceraları gerçekten sürükleyicidir. Karşılaştıkları inandırıcı olduğu kadar belirsiz ve beklentilerin ötesinde sürprizlerle dolu. Strugatskiler yine kurgu ustalıklarını gösteriyorlar.
Birkaç yüz sayfa içinde okur, Maxim’in gerçekte ne olduğunu, nehir kenarında gösterdiği beceriyi, hatta daha fazlasını göstermeye kapasitesi olduğunu anlayacaktır. Okur bu keyfi Maxim’in karakterini yavaş yavaş çözümlemeye başladığı sırada dolaylı olarak yaşar. Bu da onu geriye götürür.
Bilinçli olarak ortaya atılan, besbelli mantık dışı olan bu becerinin ilerleyen bölümlerde biraz düzeltilmesi Strugatski romanının tipik özelliğidir. Bu yolla okurun eleştirel yanı kurnazca ve büyük beceriyle provoke edilir. Okurun elindeki yetersiz verilere dayanarak yönelttiği bu eleştiriyi, tabiri caizse önyargılı olarak tanımlayabiliriz. Okur, birçok kez bunu tekrarladıktan sonra çaresizce yazara güvenmek zorunda kalır. Bu durumda okurdan daha fazlasını bekleyen yazar beceriyle okurun kendisine itaat etmesini sağlar.
Strugatski’nin hileleri burada bitmez. Yazar baş döndüren yükseklikte belirsizlikler yaratıp (Maxim’in, biri kadın olan iki mahkumu idam etmeye götürdüğü sahne) okuru şok eden ani dönüşlerle belirsizlikleri sonlandırıyor, daha sonra bambaşka bir noktadan yeni bir başlangıç yaparak (örneğin birkaç gün sonraya, başka bir karaktere atlayarak) keyifle okura uzun süre Maxim’e neler olduğunu anlatmayı reddediyor. Bunu yaptığında ise Maxim’e olan biten tamamen geçmişinin bir parçası haline geliyor ve Maxim tümüyle yeni bir şeylere başlamış oluyor. Eninde sonunda gerçeği gizleyen örtü kalkacak ve yazar okura fark ettirmeden, ona aydınlatıcı fotoğraflar sunacaktır.
Şu değişken bakış açısı meselesine gelince… Herhangi bir yaratıcı yazın profesörü (böyle biri olmadığını düşünenler olsa da) size, sadece bir karakter kafasına okurun girmesine izin verir ve böylece okur sadece o karakterin ne hissettiğini ve düşündüğünü bütünüyle bilebilir. Diğer tüm karakterler ise his ve düşüncelerini sözler yerine hareket ve davranışlarla anlatır. “Joe aniden öfkelendi ve karşısındaki sırıtan yüzü dağıtmanın ne kadar da keyif verici olacağını düşündü.” ya da “Sam öfkeyle bembeyaz kesilip tehditkâr bir tavırla nakış kasnağını kaldırdı” gibi… Strugatskiler’in ise Öğretmenin söylediklerine pek kulak asmadıkları çok açık. Romanda tekrar tekrar, hepsinin olmasa da, değişik karakterlerin kafalarına giriyoruz. Strugatskiler’in kullandığı hilelerle okur hiçbir beceriksizlikle ya da saçmalıkla karşılaşmıyor.
Tekniklerini ele alırsak, Strugatskiler’in diğer eserlerinde (Özellikle ‘Hard to be God’ ve Uzayda Piknik) olduğu gibi bu eserde de hikâye anlatımında becerikli ve etkileyici olduklarını kanıtlıyorlar. Kurgu, sadece üslûba değil, aynı zamanda konuya da dayandırılmış. Bu da Strugatskiler’in çalışmasının en kışkırtıcı ve dayanılmaz yanı.
Karakter gelişimine gelince… Strugatskiler etkin ve sürekli kurgunun en önemli kuralına sadık kalıyor: Ana karakter anlatıda gelişen olaylara göre değişiyor. Bu yapıtta da bu kuralı bozan bir istisna yok. Ana karakter büyür, kazanır, kaybeder, belki de ölür, ama ne olursa olsun başlangıçta olduğuyla aynı değildir ve bir daha asla öyle olamayacaktır, çünkü o değişmiştir. (Televizyon dizilerinin edebi eserleri kısırlaştırması bu kurala uymayışlarından kaynaklanır. Senaryo ne kadar iyi de yazılsa, ana karakter başından ne geçerse geçsin bir önceki hafta neyse o akşam da aynı kalmıştır.) Maxim şüphesiz bir çeşit süpermen. Öyle ki tüm engelleri eliyle bir kenara itip beklenen, insanüstü yeteneklerini sergiliyor. Tüm bunlara rağmen birkaç gülünç hatası dışında korkunç gaflar da yapıyor. Saflığı sanki insanlığıyla özdeşleştirilmiş. Önce büyük zorluklara yeniliyor. Yenilgisi, birbirini takip eden olaylarda onun masumiyeti ya da sadece cehaleti olarak gösteriliyor. Sonra insanlığı devreye giriyor. İnsanlığı hiç yenilmiyor. Kimi zaman bir çamur birikintisine yüzüstü düşüyor, kimi zaman bir arkadaşının ölümüne kederleniyor. Tüm benliği hikâye ilerledikçe daha da sağlamlaşıyor. Kendini örs ve çekiç arasına yerleştiriyor. Tüm güçlükler, sert koşullar daha da bilenmesini sağlıyor, kargaşalar onu yıldırmaktansa daha da çekici biri haline getiriyor. Kişiliğinin birçok yönü var, ama şüphecilik kesinlikle bunlardan biri değil. Öyle ki bürokratlarla bile karşılaşsa onlardan şüphelenmiyor.
Tam bu noktada Strugatski külliyatının en çekici ve can alıcı yönünü farkediyoruz. Kardeşler kesinlikle bürokratlara savaş ilan etmişler. Bürokratların kendilerini devamlı kılma arzusu; açgözlülüğü; gösterişi; büyük Tanrı’ları Protokol’e tapınmaları; kendilerini yükselmeye adamaları ve yükselmeye olan hevesleri; münasip gördüklerinde ahlâk, onur, dürüstlük, mantık ve tutarlılık gibi erdemleri bir kenara itmeleri Strugatskilerin onlara karşı açtıkları savaşın temelini oluşturmuş. Sivil ya da askeri, herhangi bir bürokratla karşılaştıklarında Strugatskiler, ona caniliği, dehşet üzerine dehşeti, alçaklık üzerine alçaklığı yüklüyor, midemizi bulandırıp suratlarımızı ekşitmeye çalışıyor. Tüm bu Grand Guignol yaklaşımı, içinde sabit bir korkuyla karışık hayranlık hissi
barındırıyor. Strugatski kardeşler alaycılıktan da faydalanıyor. Hafif mübalağalarla ustaca dokunarak, hazmedememezliği kıvrak bir biçimde sergileyerek, kötü davranış ya da kötü (veya körelmiş) vicdanlar yaratarak, bürokratları aptal göstermeyi başarıyorlar.
Ama her şey burada bitmiyor. Kendine hizmet eden bencil yetkililer bir halk kitlesinin canice köleleştirilmesinden, bir savaşın başlamasına sebep olup bu savaşta gerçek insanların inanılmaz acılar çekip korkunç bir şekilde ölmelerinden sorumlu hale geliyorlar. Bir palyaço çalıştığı sirkin çadırını yakarsa, o andan itibaren kendi ve kendi gibilerinden ya da yaptıklarından daha komik hiçbir şey olamaz. Kitapta betimlenen savaş sahnesi onu unutulmaz kılıyor. Kitap kendimi geliştirmemi sağladı. Harika bir Strugatski romanı. Onlara minnettarım!
Theodore Sturgeon
San Diego, California, 1977