İmparator

İmparator, modası geçmeyen bir egemenlik oyunudur.

Çokzade Fehmi, 1920 Ankara’sında çiçeği burnunda bir bakkal olarak oyuna girdiğinde, Türkiye Cumhuriyeti de kuruluş günlerini yaşamaktadır.

Roman bir küçük dükkandan ekonomik politik bir imparatorluğa uzanışın ekseninde ülke ve toplumun içinde geçtiği grev, yürüyüş ve miting gibi eylemlerin günümüze gelişinin destansı öyküsüdür.

Bakkaldan Çokzade Fehmi’nin olağanüstü serüveni başlıyor

BİR

— Fehmi!.. Fehmi, oğul!..

— Buyurana!..

— Gece yarıyı geçti, gel yat gayrı…

— Yatako! Varıyorum ana…

Başını salladı kadın. Dudaklarında bir kıpırtı belirip, yitti… “Babası huylu,” dedi, sessizlikte. Gözlerini bahçeye çevirip, dikildi pencere boşluğuna. Yüreğinden yürüyen bir sızı, kirpiklerinde kırpış oldu. Daha bir aydınlık görürmüşçesine, oğluna baktı.

Fehmi bir eliyle, erik, kayısı, vişne dallarından sekip domates, biber fidelerinin yeşilinde oynaşan yeli engellemeye çalışırken öteki eliyle, İşlevini sürdürüyordu. Anasını yanıtladıktan sonra, önüne yeni bir bakraç çekti. Pırpırlanan gaz lambasını biraz daha kuytuya aldı. Başını dikerek, akşamdan beri yaptıklarına baktı. “Yetmez,” diye söylendi. “Yarın Angara’nın pazarı. Köylü Kentli doluşacak. Her bir şey hazır olmadı mı. rezillik çıkar. Dayımgillerde oyalanıp zaman yitirmeseydım, çoktan bitirmiştim işi…”

Bir gülücük gelip oturdu yüzüne. Çekik gözleri, fır dr döndü peynir topaklarının üstünde. Parmaktan hızlandı bir iyice… Lamba yeniden pırpırlanınca yelin önüne bir bakraç daha koydu. San ışık, hemen altında oturduğu kayısının, yeşiline ağdı. yaprakların arasında, daha çiçeğini dökmemiş çağlalar balkıdı bahar bahar. Gülücüğü daha bir arttı Fehmi’nin…

“İyi akıl ettim bunu… Pazarda, üç kuruşa satılan peynirin okkasını, başka türlü yüz paraya nice satardım? Veresiye bile versem, almazlar… Yirmi para büyük para!.. Anamın aklına uysam, çoktan top atardım. Uymuyorum da iyi ediyorum… Yapı gereçleri satarken uydum, az daha evi satıyordum. Bundan sonra bildiğim gibi yapacağım.

Kaç zamandır yürütüyorum bu işi… Kimse sezinlemedi… Sezinleyemez de… Gece yarıyı geçiyormuş. Geçsin… Dilerse sabah olsun. Gerekenden fazlasını hazırlamadıkça, kirpiğimi kirpiğime vurmam.”

Kadın, İyice İşlevine dalan oğlunu uyarmak için, yeniden yekindi. Sonra vazgeldi… Biliyordu, oğlu dediğini yapıncaya kıpırdamaz. Yeniden başını salladı. Ağır ağır doğruldu oturduğu yerden. Yer yataklarını düzeltti. Duvarın dibine serili olana uzandı.

Sabahleyin erken kalkması, ezanla birlikte dükkânın açılmasını sağlamak üzere, Fehmi’yi uyarması gerekiyordu. Yatağa uzanıp ince yorganı çenesine değin çektikten sonra, mırıldandı; “Rabbim yarın oğlumun yüzünü kara çıkarma…”

Daha sözcükler, dudaklarında kururken, düzgün derin nefesler almaya başladı.

Fehmi lambaya yakın tuttuğu peynir topaklarını dikkatle gözden geçiriyordu. Evirip çeviriyor, parmaklarının arasında ustalıkla işleyen cımbızı uzatıp, çekiyordu. Peynirin içinde, nokta başlı, ince ak kurtlar cirit atıyorlardı. Cımbız, nokta başlarını kavrayıp çektikçe uzuyor, sonra yakalanmanın acısından kıvranıyorlardı. Fehmi, zaman yitirmemek amacıyla, hemen yanındaki boş saksının içine atıyordu kurtlan. Kurttan arındığına kesinlikle inandığı peynir topağını da, tuzlu suyla yarıladığı bakraca bırakıyordu.

Son topağı da elinde evirip çevirdikten sonra, yerine yerleştirdi. Ayıklayıp, yan yana dizdiklerini, dükkân kapısının yanına taşıdı. Kurtçuklarla yarılanmış saksıyı, hela çukuruna boşaltarak, işledikten sonra, ellerini yıkadı. Ve az önce anasının yattığı odaya girip ayaklarının ucuna basarak yatağına uzandı.

Paşa, sararmış parmaklarını sigarasından çekmeden, dolaşıyordu. Gözleri ayaklarının ucunda, uykusuzluktan ve yorgunluktan kızarmış damarlarıyle, daha bir belirgindi. Arada bir başını kaldırıyor, tarım Okulunun, çalışma odası haline getirilmiş, müdürlük bürosunun köşelerine bakıyor… Sonra, elleri göbeklerinin üstünde bekleşenlere aldırmaksızın dolaşmasını sürdürüyordu.

Ankara Müflisi Rıfat Efendi, Paşa’nın her dolaşımında kendi saygınlığında bekleyen Kınacızade Şakir Beyle, Baharatcızade Hasip Beyi süzüyor. Ve her ikisi de, burunlarını kıvırtıp alınlarını karıştırarak olumsuzluğu beli diyorlardı.

Baharatcızade, bira ara yutkunup ağzını açtı… Müfti ve Kınacızade’nin sorgulu gözlerle bakmasına kalmadan. Paşa önünde dikildi. Yutkunup midesinde boğmak istedi aklındakinl. Ama, Paşa duruşuyla, diretti. Sonunda belli belirsiz bir soluk çıktı hasip Beyin ağzından;

— Paşam!..

Dikilmekte olan Paşa, bir umudun kulpuna yapışır gibi gülen gözlerle kışkırttı Baharatcızade’yi.

— Aklınıza birşey mi geldi?

Hasip Bey, yeniden yutkundu. Söyleyeceklerine kendisi de inanmazmış gibi, sözcüklerden önce, kollarını, omuzlarını oynatarak döktü aklındakini.

— izniniz olursa bişey sunmak diliyorum.

— Buyur Hasip Bey… Buyur!..

— Benim bir yeğenim var Paşam!

Sözcüklerin arasını açarak, yeniden yutkundu Hasip Bey… Son anda söyleyeceğinden yeniden vazgeldi. Sessizlik elle tutulacak ölçüde ağırlaşırken, Paşa’nın soğuk sesi yırtıverdi suskuyu.

— Ya!..

Hasip tümden yuttu söyleyeceklerini. O yuttu ya, Kınacızade canlanıvermişti. Daha. “ya”nın titreşimleri sürerken, söze girdi.

—  Pek açıkgöz bir delikanlıdır efendim. Bir ara yapı gereçleri ticareti yapmıştı.

— Şimdi yapmıyor mu?

Yeni bir suskuya gerek kalmadı artık. Baharatcızade’nin dili çözülmüştü.

— Kârını az bulduğundan bıraktı efendim. Şimdi bak katlık yapıyor. Buyurursanız, bir kez efe ona anlatalım derdimizi. Belki bir merhem bulur.

Paşa umutsuzluğunu sürdürerek, başını salladı.

—  Denize düşen yılana sarılır!.. Başvurun, hemen başvurun!..

Paşa, yeni bir sigara yakarken, üçü birden kapıya yöneldiler. Daha, okulu arkada bırakmışlardı ki, Müfti, ikircilikle durdu.

— Bulabilir mi aradığımızı? Hasip başını salladı.

— Şimdiye hiç kimse bulamadı. Eğer o da bulamazsa, tümden umudu kesmek gerek.

—  Yeğenine pek güveniyorsun gibime gelir Hasip Bey…

Kınacızade, tartışmayı bitiriverdi.

—  Güven sorunu değil bu Müfti Efendi. Zorunluluk. Başvurmadığımız yer, uğramadığımız kapı kalmadı. Eski tanıdıklarından bişeyler yapabilecek bir o var…

—  Eğer bi bulsun istediğimizi, bi bulsun, —diye üsteledi Müfti— hem dilediği yerden para verip hem de ceddine üç yasin okumazsam, ne olaytm.

— Bu onur sorunu Müfti Efendi. Birkez Paşa’ya utanmaktan kutulalım, sana bırakmayız ödemeyi. —diye sürdürdü sözünü Şakir Bey.— Yeter ki, sabah akşam katına varıp bulamadık, diyeceğimize, bulduk paşam, buyruğunuzdadır, diyebilelim.

Müfti, Baharatcızade’nin omuzunu okşadı.

— Oyalanma Hasip Bey, vargit… Biran Önce konuş… Kaça olur olsun, yeter ki istediğimizi bulsun…

Hasip altın kösteğini gıcırdatarak, saatini çıkardı. Çoğu sönmeye yüz tutmuş fenerlerin kararttığı sokaklara baktı, istasyon alanının ortasında.

—     Sabahleyin erkenden varır, söylerim. Tasalanmayın,— dedi.

Hasip, sabahın alacasında damladı dükkâna… Fehmi gözlerini oğuşturarak, terazisini parlatıyordu. Hasip yeğenini köşeye çekip, biraz fısıldaştı. Sonra cebinden bir tomar para çıkararak:

— Göreyim seni, beni utandırma,— dedi…   Fehmi, çipil gözlerini döndürerek;

—   Tasalanma dayı… Vargit, istediklerinin akşama hazır olduğunu ilet.

— Akşama mı? Bu akşama mı?

— Evet… Bu akşama…

—  Etme Fehmi. Ben bunu diyecek olursam, tefe kor çalarlar sonra beni.

— Olmayacak işe oiur dedim mi ben hiç dayı?

— Demedin, demedin ya bu başka.

— Nesi başkaymış?

—  Askeri sivili, eşrafı avamı uğraşıyor bunca zamandır. Hiç biri bulamadı.

— Ben bulurum. Vargit, ilet dediğimi…

— Ben gine akşamı bekliyeyim ha yeğen!

— Sen bilirsin. Belki akşamı bile bulmaz.

— Göreyim seni… Göreyim ki, becerdin mi gayrı benden aferini kurtardın.

Fehmi hemen eğilip öptü dayısının elini. Dükkânın arka kapısını açarak, anasına seslendi o çıkar çıkmaz.

— Ana, ana, gel biraz otufuv«r. dedi.

Kadın, başörtüsünü çenesımn çevresınde  . söylene söylene girdt dükkâna.

Terazının arkasına, para çekmecesinin yanma koşuldu.

Yanık yüzünü sokağı paylaşma kavgasında ki satıcılara çevirerek.

— Ben başedebilir miyim?— diye sordu

— Başedersin…

— Ya edemezsem?

— Kapat dükkânı ana…

— Allah korusun. Neden?

— Daha büyük iş aldım da ondan

— Peki peki… Oyalanma hadi…

Dükkândan fişek gibi çıkararak, Kale yokuşuna sardı Anası, bir pazarcılara baktı, bir yılen oğlununun dükkanındaki boşluğuna. Sonra, o dönünceye kimsenin gelmemesini dileyerek, duaya çöktü

Fehmi, Kale’yi dolanarak Hacettepe aralığına yöneldi Ahşap yapıların bel vermiş gölgelerinden sekerek küçük bir alana çıktı. Evlerin damlarına göz gezdirip gırtlağım temizledikten sonra, ellerini ağzının kenarında borulaştırarak var gücüyle bağırmaya başladı

—  Duyduk duymadık demeyin… Sağlam kıremitin tanesine yirmi para veriyorum. Eski. yeni ayırmak yok… Yeter ki sağlam olsun…

Tepeliler, ilkin alay edildiği kanısıyla aldırmadılar. Fehmi, duraksamasız bağırıyordu. Çocuklar toplandı çevresine. Kadınlar, akkara yeldirmelerini düğümleyerek kafeslerden başlarını uzattılar. Tek tük yaşlılar belirdi sonra…

Çekingen çekingen sokuldular. Dişsiz ağzinda süpürge çöpü geveleyen biri, yarı verdi gölgeye sığınarak;

—  Delikanlı tımarhanede hanay mı kuruyorsun? — diye sormadan edemedi.

— Yok emmi» hanayı başkası kuruyormuş da, kiremidi bize kalmış. Verirsen tavanındakileri, sağlamının tekine yirmi para alırsın.

— E, bizin tavan n’olacak?

— Bahar geldi bahar…. Havada yağmur da yok… Bir ay sonra, çiftini bi paradan alır, yenilersin fena mı?

— Ya aktarma masrafı?

— Tekine yirmi para veriyorum. Dilersen…

Alay sandıkları işin gerçeğe dönüşmesi ilkin şaşırttı mahalleliyi. Ardından, sokağın ortasındaki yıkıldı yıkılacak evinden çıkan yaşlı kadın ilk atağı yaptı.

— Beri bak yiğit… Çık, benim tavandakile’ri indir. Fehmi bir kadına baktı, bir eve. Kasıldı hemen.

Onun kasıldığını gören süpürge çöplü ihtiyar, kadına söz attı.

— İyi olacak hastanın doktoru ayağına gelirmiş, Hanife Bacı… Danayı satmaktan kurtuldun desene….

Kadın, ses çıkarmadan yaklaştı Fehmi’ye…

— Hadisene ey oğul!.. İndirsene benim damdakileri.

—   Herkes kendi indirecek, ben sağlamlığına bakacağım teyze, — dedi Fehmi.

—  Bu başımda ben indiremem ki, — yanıtını alınca da:

—  Kusura kalma, indiren alır parayı. Ben aktarmacı değil, alıcıyım…

Yaşlı kadın iki yanına baktı. Mahallenin ele gelecek çocuklarından ikisini yakalayarak yakardı;

— Hadi koçlarım. Siz bari indirin damdaki kiremitleri…

Çocuklar ikiletmeyip, sıçradılar dama.

Hemen ardından, tüm mahallenin damlara tırmandığı görüldü. Kımıl kımıl kaynaştı tepe mahallesi. Damlardan kiremitler sıyrıldı. İki saat kadar, sövgüler, övgülere karıştı. Ve Fehmi, ardardına sıraladığı kağnılara sayıp sayıp yığdı kiremitleri.

Yeterince aldığı kanısına varır varmaz da, daha indirenlere aldırmasızın, kağnı kervanının başına geçti… Mahalleli, eteğinden tutup önünü kesmeye çatışıyordu. Fehmi; “Erken davransaydınız. Aklınız başınıza yeni mi geldi,” diye azarlıyordu üstelik.

Hacıbayram alanına dek ardından gelenler oldu…

Var sesiyle ağız doluş şovenler bulundu…

Aldırmadı Fehmi…

Kağnılara, istasyon caddesini gösterek yokuştan, aşağı inmeye başladı.

Hasip’le Şakır yan yana durmuşlar, önlerinde Rıfat Efendi, gözlerini Taşhan alanına dikerek, bir belirti bekliyorlar.

Hasip’in tüm diretmelerine karşın, öteki ikisi, Paşa’ya çıkıp kiremitlerin bulunacağını bir türlü söyleyemediler. Ola kî, bir aksilik çıkar. Yeni bir utancının ezildiğine düşeriz kaygısından, beklemeyi yeğlediler.

Rıfat Efendi, umutsuzluğun verdiği bir alaycılıkla çekiştiriyor Hasip’i…

Benzer İçerikler

Saplantı

yakutlu

Edep Ya Hû

yakutlu

Gilly Macmillan – Dokuz Gün – Online Kitap Oku

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy