Hasangiller

hasangiller_2009_4_17_86567

Hasangiller için “Sonuna kadar okumadan elden bırakılmayacak bir kitap” diyor Semih Tuğrul. Adnan Benk ise Tarık Dursun K.’nın dünyasındaki alabildiğine başıboş kişilerin olayların dürtüsüyle, o yandan bu yana seğirtip durduklarını söylüyor.

Sunuş
Tank Dursun K.nın dünyasında kişiler alabildiğine başıboş. Kendi içlerinde de çevrelerinde de bir dayanak bulamamışlar. Olayların dürtüsüyle, o yandan bu yana seğirtip duruyorlar. Her davranışları, nesneler dünyasında çalkalanan birer nesne olduklarını gösteriyor.
iradeleri, istemleri olsa, ayak direyecek, olayları belli bîr düzene sokacak, nesnelikten özneliğe geçebilecekler. Ama, bu yolda attıkları her adım, bir tökezlemeyle sonuçlanıyor. Hayat, olanca ağırlığıyla çökmüş omuzlarına; bitmiş, bunalmış, şaşkına dönmüşler. Geçim derdi, bir bataklık gibi, hepsini içine alıvermiş. O kasap dükkânı yok mu, bir alın yazısı, bir felaket: O dükkâna gidip gele gele Hasan bir kuklaya dönmüş; babası o dükkân yüzünden iki dönümlük bahçesini satmak zorunda kalıyor.
Hepsine de bir dolap beygirliği gelmiş; kapalı bir çember içinde, dolanıp duruyorlar ikide bir istanbul’a kaçıp, kös kös kasabaya dönen Amerikalı; ikide bir, koltuk değneklerine abanarak dışarı fırlayıp tekrar odasına getirilen büyükbaba; ömrü şehir şehir dolaşmakla geçen Günay’ın, bu kasabada takılıp kalması; kabadayılığa özenen, kurtulduğunu sanan kahveci Pepe’nin, Amerikalı’yi karşısında görür görmez köpekleşip sinmesi; sevgilisi Yüksel’in parasıyla, gerçekten yükselip kasaplıktan kurtulmayı aklına koyan Hasan’ın bu isteğini bir türlü açıklayamadan yerinde sayması ve genelevde çalışan Gülay.
Tarık Dursun K.’nın kişileri için hiçbir kurtuluş kapısı yok. Olumsuzluklarla çevrildikleri, hiçbir değer düzenine inanmadıkları için elleri kollan bağlı kalıyorlar. Kasap dükkanındaki hissesini kardeşine satan amca kalkıp Fethiye’ye gidecek ama, orada da kıt kanaat geçineceğini biliyor; genelevde bir müşteriyi bıçaklayan I lasan için de pek bir değişiklik yok; kasap dükkânında mahpusken, bu sefer cezaevinde mahpus olacak.
Tank Dursun K.’nın gerçekten sanatçı olduğu, bu kurtuluşsuz kapalı dünyayı anlatmaya en elverişli bici mi seçmesinden belli. Genelev kadını Gülay temasım ilk ve son bölümlerde ele alması, bütün hikâyeyi kilitleyen, çemberleştiren bir biçim Özelliğidir. Öteki temalar, on sekiz bölüm boyunca zaman zaman belirip kaybolarak büyük çemberin içinde küçük küçük halkalar meydana getiriyorlar. Bu biçim özelliğini sağlamak için, Tank Dursun K. temaların aralıklı sıralanmasından başka iki yol daha deniyor.
a)    Bir verinin eksik olarak ortaya kovup ileride tamamlanması (Yüksel adı 19’ncu sayfada bir tek kere geçiyor, Hasan’ın sevgilisi olduğu ancak )5’inci sayfada anlaşılıyor vb); bk. Şimdiki zamanın geçmişe bağlanması, yani geriye dönüşler. Birinci yol, okuyucunun ilgisini ne kadar kamçılıyorsa ikincisi de o kadar tavsatıyor. Buna sebep, geçmişteki olaylarla şimdiki /.aman olayları arasında hiçbir ayrıntının bulunmaması. Üçüncü bölümde, Hasan Amerikalıyı anıyor, kişiliğini, davranışlarım anlatıyor. Amerikalı çıkagelince, bunlar tekrarlanıyor, hiçbir gelişme görülmüyor. Aynı şeyi, büyükbabanın kişiliğini belirten geriye dönüş için de söyleyebiliriz.
Hasangiller’de, kişilerin nesneleştiklerini, akıl ölçülerine göre davranmadıklarını söylemiştim. Biçim alanında, bu Özellik, aradaki mantık bağlan kaldırılmış kısa cümlelerle belirtiliyor. Bir çeşit noktalama (pointillisme), bir çeşit izlenimcilik.
Böylesi kısa cümleler, Tarık Dursun K.’nın diline büyük bir zenginlik, bir anlatım gücü vermiş. “Uzaltlı” kelimesi, Akif in aşağılığını, parayı alırken iki büklüm oluşunu ve daha birçok şeyi tek basma anlatıyor {s. 121. “Gülay aynaya durmuştu” (s.12) deyimi de bir o kadar güçlü. Hasan’ın Gülay’ı sırtından geçindiği de iki kelimeyle belirtilmiş: “Alttan aldım.” (s.13)
Tarık Dursun K. gereksiz sözleri de ayıklamış. Bir olayı anlatırken, bunu en iyi belirtecek hareketleri seçiyor, onlarla yetiniyor, işte bir örnek: Gülay yerinden kalkacak, eğilecek, bavulu açacak, resimleri içine koyacak, hırsla kapıyacak, doğrulacak, ayağıyla karyolanın altına itecek. Tank Dursun K. bunu şöyle anlatıyor: “Halı hızlı resimlerini bavula gemin geri tıktı. Vurdu. Kapadı. Karyolanın altına ayağıyla itti bavulu.” (s. 16)
Çoğu hikayecimizde bir ruhbilim merakı vardır ele aldıkları kikinin “iç dünyası’nı, düşüncelerini, duygularını anlatmak için çırpınır, iri laflar ederler. Onlar, bilgiçlik taslayıp böyle kurumlanırken, okuyucu çoktan sıkılmış, kitabı kapayıvermiştir.
Tank Dursun K. kişilerin iç dünyasını anlatmıyor mu? Anlatıyor, fakat iyi seçilmiş bir tek hareketle, sayfalarca ruhbiliminin veremeyeceği bilgiyi veriyor, yani gerçek bir hikayeci gibi davranıyor. Tank Dursun K.’nın en özlü yönü, bunları şuurlu olarak, bilerek yapması, göremeyeceği, duyamayacağı olaylardan söz açmaması, işte bir örnek: Hasan odasında, büyükanası üst kattan iniyor “Cümgüm merdivenlerden indi. Sofada durdu. Geğirdi. ‘Elhamdülillah, yarattı şükür sana,’ dedi. Hep bunları duydum.”‘Öteki hikayeciler gibi, göremeyeceği şeylerden söz açtığını sanmayalım diye. “Hep bunları duydum” sözünü özellikle buraya koyuyor.
Tarık Dursun K. daha çok genç, yirmi dön yaşında. Büyük kozlar var elinde, ne yaptığını bilmesi var, biçimle özü kaynaştırma ustalığı var. Çala kalem hikâye diziştiren bugünkü düzmece şöhretlerle onu bir tutmak aklımdan bile geçmez. Ama tuttuğu zorlu yolda daha da ilerleyebileceğine inancım var.

Adnan Benk

1
O GECE eve gitmedim. On sekiz numarada Gülay’la gecelik kaldım. Yusuf la içtik dinarda, saat on buçuğa doğru ayrıldık; Yusuf eve gitti, ben de Gülay’a. Gündüzden telefon etmiştim, haberi vardı; bekliyordu: “Geldin mı nihayet?” dedi kapıdan.
“Geldim…” dedim.
Somurur gibi yapıştı, öptü. Silktim, attım. Bozuldu.
“Beni sevmiyor musun artık?”
“İyi bildin,” dedim. “Sevmiyorum…”
Suratı asıldı, bîr karış oldu:
“Sevmiyorsun da…” dedi, “Ne geldin, peki?”
“Geldim…” dedim.
Yukarı çıktık; o önde, ben arkada. Odasının elektriğini yaktı. Akif i çağırdım. Karı gibi bir herifti, kırıtıp dururdu. Gördüm mü şeytanlarım başıma toplaşırdı. Bir on liralık verdim: “rakı al” dedim, “meyve al” dedim, “şunu bunu al,” dedim; ufaldı, gitti.
Gülay aynaya durmuştu, saçını tarıyordu. Boyasını da tazeledi. Bir pamuğa kolonya döktü, yüzünü gözünü sildi iyice. Dudağını eme eme çevremde fırdolayı etti. “Otursanakız…” dedim, “Dolap beygiri mi oldun yoksa?”
“Öyle belle sen…” dedi. “Dolap beygiri oldum belle beni…”
“N’olacak, öyle bellersem?”
“Öyle ya…” dedi. “Farkı var mı senin için? Ha Günay olmuşum, ha dolap beygiri…”
Oturdum. Ceketimi çıkardım, elimde kaldı. Yüzüne bakmadan:
“Kavga mı istiyorsun?” diye sordum.
Ellerini kalçalarına koydu, kasıldı. “Kavga istiyorum tabi…”
“Niçinmiş?”
“Tabi…” dedi. “Perşembeden perşembeye gelmek kolay; sabaha kadar bedavadan karı koynunda yatmak kolay! Başın sıkışa mı, ver Gülay elli lira, ver Gülay yüz lira demek, kolay… Hep kolay bunlar…”
Alttan aldım.
“Peki napayım, n’apmamı istiyorsun? Onu söyle, onu yapayım…”
Oysa kızmamı, üzerine yürümemi bekliyordu. Öyle yapmayınca, şaşırdı. Ceketimi aldı, çiviye astı.
“Azıcık beni arasan ya…” dedi. “Sorsan ya beni: Günay, n’apıyorsun desen ya…”
“Sormuyor muyum, aramıyor muyum?”
“Ahah…” dedi. “Haftadan haftaya! Bazı on beşten on beşe…”
Dolanıyordu. Kolundan tuttum.
“Ben aylak adam değilim ki…” dedim. “Böyle düşünme beni. Dükkân var; o kadar hayvanlar… Zor başa çıkıyorum zaten. Bir kişiyim topu topu. Hangi birine yetişeyim?”
Akif soluk soluğa geldi. Sözü sonraya bıraktık. Bir alay şey almıştı, hepsini masanın üzerine yıktı.
“Yüz on kuruş arttı,” dedi.
“Kalsın sende…” dedim. Yüzü apaydınlık oldu. Çıktı.

Benzer İçerikler

Yusuf’un Limanları

yakutlu

KUSURSUZ KADINLAR kitap

yakutlu

Doğunun Ölümsüz Çocuğu

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy