İnancın Biyolojisi | Bruce H. Lipton


Çekim Yasası, Düşüncenin ve Bilinçaltının Gücü kavramlarına aşina olan okurlar bu kitapta daha derin soruların biyolojik ve genetik yanıtlarını bulmaktan müthiş keyif alacaklardır. Ünlü hücre biyologu ve genetik bilimci Profesör Dr. Bruce H. Lipton alanında devrim yaratan çalışmalarında uluslar arası bir üne sahip. Yeni Biyoloji ile Kuantum Fiziği sentezlediği bu kitabında basit bir dil kullanarak gündelik yaşamdan örneklerle bu süreci anlatıyor. Hücreler bana bir bütünün parçası olduğumuzu ve tehlike anında bunu unuttuğumuzu öğretti. Ayrıca her birimizin kendine özgü biyolojik bir kimliğe sahip olduğunu fark ettim.  Peki, bütün bunların sebebi neydi?

Her bir insanın hücresel topluluğunu kendine özgü hale getiren şey neydi? Hücrelerimizin dış kısmında gruplar halinde kimlik alıcıları vardı ve bunlar bir bireyi diğerinden ayırıyorlardı. İnancın Biyolojisi, Bruce Lipton Etkili! Zarif! Sade! Dr. Bruce Lipton anlamlı olduğu kadar kolay okunabilen bir ifadeyle, uzun zamandır aradığımız yaşam ile bilinç arasındaki o “kayıp bağlantı” ya bir anda ulaşmamızı sağlıyor. Böylece çok eski zamanlardan bu yana sürekli insanların kafasına takılan sorulara cevap veriyor, anlaşılamayan sırları çözüyor.

İnancın Biyolojisi´nin yeni milenyumun köşe taşlarından biri haline geleceğinden eminim.” -Gregg Braden (Çoksatan Tanrının Şifresi kitabının yazarı)

***

İÇİNDEKİLER

Teşekkür…5
Önsöz…11
Giriş: Hücrelerin Büyüsü…15

Bölüm 1
Petri Kabının Bize Öğrettikleri;
Akıllı Hücrelerle Akıllı Öğrencilere Övgü…31

Bölüm 2
Nedeni Çevre, Aptal…51

Bölüm 3
Sihirli Hücre Zarı…79

Bölüm 4
Yeni Fizik Bilimi: İnce Bir Hava Tabakasına Sıkıca Basmak…99

Bölüm 5
Biyoloji ve İnanç…127

Bölüm 6
Gelişim ve Korunma…151

Bölüm 7
Bilinçli Ana Baba Olmak: Genetik Mühendisleri Olarak Anne ve Babalar…163
Sonsöz: Ruh ve Bilim…191

Ek…211

Kaynakça…215

Bu kitabı,

Hepimizin anası Gaia’ya, (Günahlarımızı affetsin)

Yirmi yıl boyunca bu kitabı hazırlarken sabırla Beni sürekli destekleyen ve cesaretlendiren annem
Gladys’e,

Sürekli yanımda olan dünyanın en güzel kadınlan Kızlarım Tanya ve Jennifer’e,

… Her şey ne kadar tuhaflaşmış olursa olsun Ve özellikle aşkıma,

Hem eşim hem arkadaşım hem de sevgilime, Margaret Horton’a Armağan ediyorum.

Bundan sonra da hep beraber mutluluk içerisinde yaşayabilmemiz dileğiyle…

TEŞEKKÜR

Bu kitabı yazmaya karar verdim ancak daha sonra kitap oluşun­caya kadar aradan çok zaman geçti. Çok büyük bir kişisel değişim yaşadığım bu dönemde hem spiritüel hem de vücut bulmuş ilham perileri bana yardım ediyorlardı. Bu kitabın ortaya çıkmasında bana yardımcı olan aşağıda sıralayacağım kişilere özellikle teşek­kür etmek istiyorum.

Bilim Perileri: Bilim perilerine çok teşekkür ederim çünkü bu mesajı herkese iletmemi sağlayan dışımdaki güçlerin varlığının farkındayım. Özellikle kahramanlarım olan Jean-Baptiste de Monet de Lamark’a ve Albert Einstein’a dünyayı değiştiren spiritü­el ve bilimsel katkılarından dolayı teşekkürlerimi sunuyorum.

Edebiyat Perileri: Yeni biyoloji hakkında bir kitap yazmaya 1985 yılında niyetlendim ancak 2003 yılında Patricia A. King ha­yatıma girinceye kadar bu kitabı yazmaya başlayamadım. Patricia Körfez bölgesinde [Bay Area] yaşayan ve serbest çalışan bir ya­zardı. Daha önce on yıl boyunca Newsweek dergisinin San Fran­cisco müdürlüğünde muhabir olarak çalışmıştı. İlk karşılaşmamızı asla unutmayacağım. Onu önce uzun bilimsel bir konuşma ile et­kilemiş daha sonra da bir araba dolusu yazımı, yazdığım makale­leri, kaydettiğim konuşmalarımı ve bilimsel yazılarımın bir kısmını ona vermiştim.

Ancak o giderken, ondan yapmasını istediğim şeyin aslında çok külfetli olduğunu fark edebildim. Hücre biyolojisi ve fizik bilgisi olmasa da Patricia bu yeni biyolojiyi anlarken ve kullanır­ken oldukça başarılıydı. Çok kısa sürede sadece yeni biyolojiyi öğrenmekle kalmadı hatta bu konu üzerinde kendini geliştirdi. Bilgileri bir araya getirme, düzeltme ve sentezleme konusundaki olağanüstü becerisi sayesinde bu kitap bu kadar anlaşılır bir hale geldi.

Patricia sağlıkla ilgili özellikle de zihin/vücut tıbbı ve hastalık­larda stresin rolü hakkında yazılan kitap, gazete ve dergiler üze­rinde çalışıyordu. Çalışmaları özellikle Los Angeles Times, Güney Batı Hava Yollarının Spiril dergisinde ve Common Ground der­gisinde yayınlanıyor. Bostonlu olan King, kocası Harold ve kızı Anna ile birlikte Marin’de yaşamaktadır. Patricia’ya gayretleri için müteşekkirim ve ilerde başka bir kitapta yine onunla çalış­maya can atıyorum.

Sanat Perileri: 1980 yılında akademiden ayrıldım ve Lazer Sen­fonisi adı verilen gezer bir ışık gösterisine katılarak yoluma devam ettim. Robert Mueller hazırladığımız bu görülmeye değer ışık gös­terisinde sadece kalbini değil beynini de ortaya koymuştu. Mueller hem hayalperest bir ressam hem de bilgisayar grafikleri konusun­da bir dahiydi. Ergenlik döneminde olmasına rağmen yaşından çok daha akıllı olan Bob ilk önce öğrenci olarak daha sonra da benim “manevi” evladım olarak yeni biyolojiyi derinlemesine öğrendi. Yıllar önce ne zaman basılırsa basılsın bu kitabın kapağını kendi­sinin hazırlamak istediğini söylemişti ve ben de kabul etmiştim.

Bob Mueller, Washington’daki LightSpeed Tasarım’ın hem kurucu üyesi hem de yaratıcı yönetmeni olarak çalışıyor. O ve şir­keti dünyadaki bilim müzeleri ve yıldız evleri için ödüllü 3-D ışık ve ses gösterilerini hazırlıyorlar. Okyanusların kırılgan ekolojisi üzerinde yaptıkları bilgisayarlı eğitim gösterisi Portekiz, Liz­bon’daki World Expo’da (1998) her gün 16.000 kişi tarafından izlenen çok büyük bir gösteriydi. Bob’un yaratıcı çalışmalarını www.lightspeeddesign.com’dan takip edebilirsiniz.

Bob’un bilim ve ışıktan ilham alan çalışmaları hem güzel hem de bilgilendiriciydi. Kitabın kapağını hazırlayarak beni onurlan­dırmıştı. Onun hazırladığı kapakla insanlara bu yeni farkındalığı sunma fırsatı bulacaktım.

Müzik Perileri: Yeni biyoloji kavramından yola çıkışımdan bu kitabın hazırlanmasına kadar geçen süreçte müzik hep yanımda oldu. Özellikle Müzik Grubu Yes ve vokalistleri Jon Anderson’un parçalarıyla kendimi daha iyi ve enerjik hissettim. Müzikleri ve verdikleri mesaj hem içsel bilgiye hem de yeni bilim anlayışına hitap ediyordu. Yes’in müziğine göre hepimiz ışığa bağlıydık. Müzikleri, tecrübelerimizin, inançlarımızın ve hayallerimizin ha­yatlarımızı nasıl şekillendirdiğini hatta çocuklarımızın hayatları­nın nasıl etkilediğini vurguluyordu. Benim sayfalarca yazı yazarak açıklamaya çalıştığımı onlar birkaç güçlü ve dokunaklı mısra ile anlatabiliyorlardı. Onlar gerçekten muhteşemler!

Bu kitabın fiziksel oluşumunda ise New York yayınevine iç­ten teşekkürlerimi sunmak istiyorum çünkü bu kitabı onlara gö­türdüğümde beni geri çevirmediler. Sizler olmadan bu sadece benim kitabım olurdu. Mountain of Love Productions, Inc.’e de bu kitabın basımında harcadıkları zaman ve kaynaklar için teşek­kür borçluyum. Dawson Church of Author Publishing Cooperative’e de hayalimi gerçekleştirmeme yardımcı oldukları için özellikle teşekkür ederim. Davvson sayesinde hem basımda hem de kitabın pazarlanmasında çok mesafe kat ettik. Geralyn Gendreau’ya da bu kitaba verdiği destekten dolayı ve kitabın Dawson Church’un ilgisini çekmeyi başarmasını sağladığı için teşekkür etmek istiyorum. Çok sevdiğim arkadaşım ve Halkla İliş­kiler Uzmanı Shelly Keller’a bu kitabın düzeltilmesinde harcadı­ğı zahmet için çok teşekkür ederim.

Derslerime, konuşmalarıma ve seminerlerime katılan ve sü­rekli kitabın ne zaman çıkacağını soran öğrencilerim ve dinleyi­cilerim sayesinde işte artık kitabı sizlerle paylaşıyorum. Hepsine bana verdikleri destek ve cesaretten ötürü çok teşekkür ederim.

Ayrıca bilimsel kariyerim boyunca bana yol gösteren bazı öğ­retmenlerimden de burada bahsetmek istiyorum. Öncelikle, bana bir şeyleri amaç edinmeyi öğreten ve “kutunun dışında da bir ha­yat olduğunu düşünmemi” sağlayan babam Eli’ye teşekkür ede­rim.

İlköğretim dönemimdeki Fen Bilgisi öğretmenim David Banglesdorf’a beni hücrelerin dünyası ile tanıştırdığı için ve bilime olan ilgimi keşfetmemi sağladığı için teşekkür ederim. Beni ka­natlan altına alan ve doktoramı hazırlarken danışmanım olan Irwin R. Konigsberg’e de çok teşekkür ederim. “Buldum” anlarımızı ve bilime olan sevgimizi hiç unutmayacağım.

Profesör Theodore Hollis (Penn State Üniversitesi) ve Patolo­ji Bölümü Başkanı Klaus Bench’e (Stanford Üniversitesi) de çok şey borçluyum çünkü onlar düşüncelerimi anlayan ilk gerçek bi­lim adamları. Bu önemli araştırmacıların her biri bana laboratuar­larında yer vererek ve bu kitabın ortaya çıkmasını sağlayan çabalanma destek vererek çok yardım ettiler.

1995 yılında Gerard Clum Life Masajla Tedavi Yüksek Oku­lu Batı Bölümü Başkanı beni Fraktal Biyoloji dersi vermem için okuluna davet etti. Gerry’nin desteği benim için çok önemli çün­kü beni masajla tedavi ve tamamlayıcı tıbbın yaşamı uzatan dün­yasıyla tanıştırdı.

1985 yılında bu kitabı ilk defa halka sunarken, Lee Pulos ve British Columbia Üniversitesi Psikoloji Bölümü Asistan Profe­sörü Emeritus ile tanıştım. Emeritus yıllarca hem bana destek ol­du hem de bu kitaba katkıda bulundu. Psycho-K tekniklerini geliştiren ortağım ve saygıdeğer meslektaşım Rob Williams hüc­re bilimi ve insan psikolojisi arasında köprü kurmamı sağlayarak bu projeye çok büyük katkıda bulundu.

Bilim ve bilimin medeniyetteki rolü üzerine sevgili arkadaşım ve felsefe sihirbazı Curt Rexroth ile yaptığımız tartışmalar haya­tıma farkındalık ve neşe kattı. Theodore Hail ile işbirliği yaparak hücresel evrimin ve insan medeniyetinin tarihlerini birbirine bağ­layan mükemmel iç görüler ortaya çıkardık.

Gregg Braden’e de o muhteşem bilimsel iç görülerinden dola­yı teşekkür etmek istiyorum. Kitabın basımı ve alt başlıkların kon­masında bana çok yardımı dokundu.

Şimdi sıralayacağım isimlerin her biri çok sevdiğim ve güven­diğim arkadaşlarım. Bu kitabı okuyup eleştirilerini bana ilettik­leri için her birine çok teşekkür ediyorum. Bu kitabın size ulaşmasını bir bakıma onlar sağladılar. Her birine tek tek teşek­kür ediyorum: Dr. Terry Bugno, Dr. David Chamberlain, Barba­ra Findeisen, M.F.T, Shelly Keller, Mary Kovacs, Alan Mande, Nancy Marie, Michael Mendizza, Ted Morrison, Robert ve Susan Mueller, Dr. Lee Pulos, Curt Rexroth, D.C., Christine Rogers, Will Smith, Diana Sutter, Dr. Thomas Vemey, Rob ve Lanita Williams ve Dona Wonder.

Kız kardeşim Marsha ve erkek kardeşim David’e de sevgi ve ilgilerini eksik etmedikleri için teşekkür ederim. David’le özel­likle gurur duyuyorum çünkü şakayla karışık da olsa “şiddet dön­güsünü” kırmaktan ve oğlu Alex’e çok iyi bir baba olacağından çok bahsetti.

Doug Parks of Spirit 2000’e de projeye verdikleri destekten dolayı buradan teşekkürlerimi iletiyorum. Yeni biyolojinin adını duyar duymaz, Doug bu mesajı tüm dünyaya iletebilmek için elin­den gelen çabayı göstermeye başladı. Video konuşmaları ve semi­nerler düzenleyerek halkın bu konudaki farkındalığmı artırmaya çalıştı. Bu sayede kendini geliştirmeye çalışan insanlara yeni ka­pılar açtı. Çok teşekkür ederim sevgili kardeşim.

Teşekkürlerimi Margaret Horton’a da şükranlarımı sunarak ta­mamlamak istiyorum. Bu kitap hazırlanırken Margaret hep ar­kamda bana destek oluyordu. Aşkım, yazdığım ve söylediğim her şeyi sana olan aşkım sayesinde başarabildim!

ÖNSÖZ

“Eğer herhangi biri olabilseydin, …kim olmayı isterdin?” Eski­den sürekli bu soruyu düşünerek çok fazla vakit kaybederdim. Kendim dışında herhangi biri olabilmek bana çok cazip geliyordu ve kimliğimi değiştirebilme hayali bende bir saplantı haline gel­mişti. Hücre biyologu ve tıp fakültesi profesörü olarak iyi bir ka­riyere sahiptim ancak bu kişisel yaşamımın bir enkaz yığını olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Kişisel yaşamımda mutluluğu ve tat­mini bulmayı ne kadar çok denediysem, onlardan o kadar çok uzaklaştım; giderek daha memnuniyetsiz ve mutsuz bir insan ha­line geldim. Daha da kaygılı olduğum zamanlarda vazgeçmeye ve bu mutsuz yaşantıma teslim olmaya karar verdim. Kaderimin kur­banıydım ve bu şartlar altında yapabileceğimin en iyisi buydu. Ha­yata yenik düşmüştüm ama nasıl olsa her şey olacağına varıyordu.

Benim bu bezgin ve kaderci tavrım, 1985 yılı sonbaharında bir şeyleri değiştirmem gerektiğini hissettiğim bir anda aniden de­ğişti. Wisconsin Üniversitesi Tıp Fakültesindeki itibarlı işimi bı­rakmış, Karayip Adalarında, deniz kenarında bir tıp fakültesinde ders vermeye başlamıştım. Okul, konum itibariyle benimsenmiş akademik görüşlerin etkisinden uzakta kalmaktaydı ve bu da ba­na inanç ile ilgili oluşturulmuş ve gelenekçi akademik çevrelerde kabul edilen kalıplaşmış parametrelerin dışına çıkabilme olanağı sağlıyordu. Fildişi, kulelerinden çok uzakta, zümrüt yeşili bir adada, koyu gök mavisi bir deniz kenarında, yaşamın özü ile ilgili tüm inançlarımı yıkan ve hayatı gerçekten olduğu gibi görebil­memi sağlayan bir tecrübe yaşadım diyebilirim.

Hayatımı değiştiren bu anı, hücrelerin fizyoloji ve hareketle­rini kontrol etmelerini sağlayan mekanizmalar üzerinde yaptığım araştırmayı gözden geçirirken yaşadım. Aniden, hücrenin yaşa­mının genleri tarafından değil de fiziksel ve enerjetik çevre tara­fından yönetildiğini fark ettim. Genler sadece hücre, doku ve organların oluşumundaki genetik planı oluşturuyorlardı. Çevre ise bu genetik planlara anlam yükleyen ve onları birleştiren bir “mü­teahhit” gibiydi ve bu yüzden hücre yaşamının niteliği onun so­rumluluğu altındaydı. Tek kişilik bir hücre (genleri değil), hayatın mekanizmalarını harekete geçiren çevre hakkında bende yeni bir farkındalık oluşturmuştu.

Bir hücre biyologu olarak görüşlerimin hem kendi yaşamım­da hem de insanların yaşamında güçlü sonuçları olacağını biliyo­rum. Şu bir gerçek ki, her bir insan yaklaşık 50 trilyon tek hücreden oluşmaktadır. Mesleki hayatımı her bir hücrenin daha iyi anlaşılması için araştırma yapmaya adadım çünkü o zamanlar da şimdi de biliyorum ki bir hücrenin daha iyi anlaşılması, insan vücudunu oluşturan hücreler toplamının da daha iyi anlaşılması­nı sağlayacaktır. Tek tek hücreler çevresel farkındalıkları tarafın­dan yönetiliyorlarsa, biz de trilyonlarca hücreden oluşan canlılar olarak ister istemez yine çevre tarafından yönetiliyorduk. Tıpkı tek bir hücre gibi, bizim yaşamlarımızın niteliği de genlerimiz ta­rafından değil; aksine, hayatımıza yön veren çevresel sinyallere verdiğimiz tepkiler tarafından yönetiliyordu.

Öte yandan, hayatın özü hakkındaki bu yeni anlayışım herkes­te şaşkınlık yaratmıştı. Neredeyse son yirmi yıldır tıp öğrencilerinin zihinlerine biyolojinin temel dogması olan yaşamın genler tarafın­dan yönetildiği inancını yerleştirmeye çalışıyordum. Ancak baş­ka bir açıdan bakıldığında, sezgisel düzeyde, bu yeni anlayışım çok da büyük bir sürpriz oluşturmuyordu. Genetik determinizm konusunda beni sürekli içten içe rahatsız eden şüphelerim vardı. Bu şüphelerin bazıları, hükümet desteği ile kopyalanmış kök hüc­reler üzerinde on sekiz yıl boyunca yaptığım araştırmadan kaynaklanıyordu. Bunu ancak gelenekçi çevreden ayrı kaldığım kısa süreli bir dönemde fark etmiş olmama rağmen, araştırmam gene­tik determinizm ile ilgili biyolojinin benimsediği temel ilkelerin hatalı olduğuna dair değiştirilemez kanıtlar sunuyordu.

Yaşamın özü hakkında edindiğim bu yeni anlayış yaptığım araştırmayı doğruladığı gibi aynı zamanda, öğrencilerime söyle­miş olduğum bir diğer kabul görmüş bilim anlayışı hakkındaki inanca; geleneksel ilaçla tedavinin tıp fakültelerinde üzerinde du­rulması gereken tek tedavi çeşidi olduğu inancına, karşı çıkıyor­du. Bilim, enerji tabanlı çevreye nihayet hak ettiği değeri vererek, ilaç tedavisi yönteminin yanı sıra tamamlayıcı ilaç felsefesi, eski ve yeni inançların manevi bilgeliği gibi yöntemlerin temelini ha­zırlanmıştır.

Kişisel olarak, diyebilirim ki, asılsız bir şekilde gerçekten ba­şarısız bir hayatım olacağına inanmış olduğum için, çaresizliğin beni esir aldığını biliyordum. İnsanların asılsız inançlara büyük bir tutku ve inatçılıkla sarıldıklarına şüphe yoktur ve aşın derece­de rasyonel olan bilim insanları bile bu inançlardan etkilenebilir. Gelişmiş sinir sistemlerimizin, büyük beyinlerimiz tarafından yö­netilmesi, bilincimizin tek kişilik hücrelerden çok daha karmaşık olduğu anlamına gelir. Kendilerine özgü bir yapıya sahip olan zi­hinlerimizi işin içine katarsak, her birimiz çevreyi farklı şekillerde algılamayı tercih edebiliriz ki bu tek kişilik hücrelerin durumunun tam tersidir çünkü onlar daha dönüşlüdürler.

İnançlanmı değiştirerek yaşamımın niteliğini değiştirebilece­ğim düşüncesi beni heyecanlandırmıştı. Sonsuza dek kendimi mağdur biri gibi hissedeceğim işime devam etmek yerine kaderi­min yaratılmasında yer almamı sağlayacak bilimsel bir yol oldu­ğunu fark etmem beni anında yaşama bağlamıştı.

Hayatımı değiştirecek anlayışa ulaştığım andan itibaren yani Karayiplerde geçirdiğim o sihirli geceden bu yana yirmi yıl geç­mişti. Karayiplerdeyken bir sabah çok erken saatlerde edindiğim bilgiyi yıllardır yaptığım biyolojik araştırmalar da destekliyordu. Heyecan verici bir çağda yaşıyorduk çünkü bilim eski mitleri yı­kıp insan medeniyeti hakkında yeniden temel inanç kalıpları yaz­makla meşguldü. Zayıf, biyolojik genleri tarafından yönetilen makineler olduğumuz inancı yerini yavaş yavaş yaşamımızın ve üzerinde yaşadığımız dünyanın yaratıcıları olduğumuz anlayışına bırakıyordu.

Yirmi yıldır, paradigmaları yok eden bu bilimsel bilgiyi Ame­rika Birleşik Devletleri’nde, Kanada’da, Avustralya ve Yeni Ze­landa’da yüzlerce insana anlatıyorum. Bu bilgiyi, benim gibi yaşamlarını yöneten öğretileri yeniden düzenlemek için kullanan insanların tepkisi beni hem mutlu ediyor hem de tatmine ulaştırı­yor. Hepimizin bildiği gibi bilgi güçtür ve dolayısıyla insanın ken­dini bilmesi onu güçlü kılar.

İnancı Biyolojisinde size bu güç vaat eden bilgiyi sunuyorum. Gerçekten bu kitap sayesinde hayatınızı yöneten inançların çoğu­nun asılsız ve sadece kısıtlayıcı olduğunu fark edeceğinizi ve inançlarınızı değiştirme konusunda cesaretleneceğinizi umuyo­rum. Hayatınızın kontrolünü yeniden ele geçirmek, sağlık ve mut­luluk dolu bir yaşama başlamak sizin elinizde.

Bu bilgi güçlü, öyle olduğunu biliyorum. Bu bilgiyi kullana­rak yarattığım yaşam çok daha zengin ve tatmin edici. Artık ken­dime “Eğer herhangi biri olabilseydin, …kim olmayı isterdin?” diye sormuyorum çünkü şimdi cevabı çok uzakta aramama gerek yok: Kendim olmak istiyorum!

GİRİŞ

Hücrelerin Büyüsü

İkinci sınıfların öğretmeni olan Bayan Novak’ın dersliğinde kü­çük bir kutu ile karşılaştığımda henüz yedi yaşındaydım. O za­manlar boyum bir mikroskobun mercek ve göz için ayrılmış olan kısmına yetişebilecek kadar uzundu. Ancak, o kadar yaklaşmış­tım ki sadece bir parça ışık görebiliyordum. Nihayet sakinleşe­rek mercekten uzaklaştım ve talimatları dinlemeye başladım. Ve işte hayatımın geri kalanına yön verecek kadar etkileyici olay ger­çekleşti. Terliksi hayvanı gördüm, büyülenmiş gibiydim. Artık ne diğer çocukların seslerini, ne de okulda olduğumu hatırlamamı sağlayan ucu yeni açılmış kalemlerin, mumlu pastel boyaların ve plastik, artist resimli kalem kutularının kokularını duyabiliyor­dum. Bütün varlığım bu hücrenin yabancı dünyası tarafından esir alınmıştı. Bu hücreyi izlemek benim için günümüz teknolojisi kullanılarak bilgisayarlarda hazırlanan, özel efektli filmleri izle­mekten çok daha heyecanlıydı.

Çocukluğun verdiği masumiyetle, bu organizmayı bir hücre olarak değil de çok küçük (mikroskobik) ama düşünce ve duygu­lan olan bir varlık gibi algılamıştım. Bu küçük tek hücreli orga­nizma amaçsızca dolanıyor gibi görünmemişti bana, ne çeşit bir görevi olduğunu bilmesem de sanki bir görevi vardı…

Benzer İçerikler

Korku Kültürü Niçin ‘Mış Gibi’ Yaşıyoruz? | Doğan Cüceloğlu

yakutlu

Beyaz Mucizeler | Nuray Sayarı

yakutlu

Limit Sizsiniz

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy