Kağnı Hakkında Konu Özet İnceleme Sebahattin Ali

ÖYKÜNÜN YAZIMI BASIMI YAZARI VB HAKKINDA BİLGİLER

Kağnı adı öykü, köy ve kasaba konulu romanları ile dikkati çeken Sabahattin Ali ( 1907, 1948 ) yazmış olduğu köy konulu bir öyküdür. Kağnı adlı öykü Sebahattin Ali tarafından 1932 yılında yazılmış,  öykü ilk kez Varlık Dergisinde 15.09.1935 tefrika edilmiş, ama yazarın bu öyküsü bir kitap oylumu içinde ve diğer on iki hikâyesi ile birlikte 1936 yılında basılmıştır. Yazarın bu öyküsü yazarın yazdığı ikinci öykü olarak tarihe geçmiştir.

Edebiyatımızda köy romancılığı da denilen roman ve öykücülüğünün ilk önemli temsilcilerinden birisi olan yazarın bu öyküsünde öldürülen oğlu için devlete şikâyetçi olmayan ama olay açığa çıkınca oğlunun cesedini kağnısına yükleyerek vilayete taşımak zorunda kalan yaşlı ve kimsesiz bir kadının dramı anlatılmaktadır.  Daha ziyade romanları ve şiirleri ile ün kazanan Sebahattin Ali’nin ilk öyküsü “Bir Orman Hikâyesi” adlı öyküsü olmaktadır. Bu öyküsü “ Resimli Ay” adlı dergide tefrika edilmiş  (30 Eylül 1930) yazar bu öyküsünden sonra diğer öykülerini ve romanlarını peş peşe kaleme almıştır.

Yozgat’ta öğretmenlik yaparken Millî Eğitim Bakanlığı’nın açtığı bir sınavı kazanarak Almanya’ya giden yazar Almanya dönüşünden sonra edebiyata atılmış Orhaneli’nde ilkokul öğretmenliği, Aydın ve Konya ortaokullarında Almanca öğretmenliği yaparken [1]  ilk roman ve öykülerini yazmaya başlamış,  Sabahattin Ali, Atatürk’ü yeren bir şiir okuduğu iddiasıyla (1932) Konya ve Sinop cezaevlerinde yatmıştı.

Öykü ve romanlarını Almanya dönüşü ve Sinop cezaevindeki mahkûmiyetinden sonra yazmaya başlayan Sebahattin Ali, af yasasından yararlanarak hapisten çıktıktan sonra, özellikle Varlık dergisinde yayımladığı “Kanal”, “Kırlangıçlar”, “Arap Hayri”, “Pazarcı”, “Kağnı” (1934 – 1936) gibi öyküleriyle dikkatleri üzerine çekmişti.

Sosyal gerçekçi bir yaklaşımla öyküler yazan yazar,  bu öykülerinde zavallı ve cahil köylüler ile kasaba insanlarının dramlarını yalın bir anlatımla dile getirmiş, eserlerinde fakir köylü , ağa, kaymakam ve jandarma  çatışmalarını dile getirmişti. Edebiyatımızın ilk kasaba romanı olma özelliği taşıyan  Kuyucaklı Yusuf adlı romanında bir kasabanın toplumsal yapısını, bir aşk öyküsüyle süsleyerek anlatmış, İçimizdeki Şeyta adlı romanında II. Dünya Savaşı öncesi İstanbul’da aydınlar arasındaki tartışmaları, Kürk Mantolu Madon da bir aydının çevresi ve ailesiyle olan uyuşmazlığı, bu uyuşmazlığın nedenleri dile getirmişti.

Sabahattin Ali eserlerinde ezilen köylü, ezilen kasaba insanı, otorite karşısında çaresiz kalan insanları ele alan öyküler ve romanlar yazarken bir yandan da, aydın ve kentlilerin Anadolu insanına karşı takındıkları küçümseyici tavrı eleştirmekten geri kalmamıştır.

İhtiyar kadın, iki sıska ve küçük, birer eşek kadar küçük öküzün çektiği kağnının arkasında çıplak ayakları taşlara takılarak; elinde değnek, ağlamaktan kısılmış sesiyle öküzlere bağırmaya çalışarak, yürüyordu. Yaz gecelerinin parlak ay ışığı altında çakalların sesini bastıran bir gıcırtı ile ağır ağır ilerleyen bu kağnı, hiç de bir ölü taşıra benzemiyordu: Öküzler sırtlarına vuran aydınlık altında canlı ve gürbüz; yamalı yorgan ve köhne kağnı fevkalade kıymetli bir madenden yapılmış gibi güzel ve yeni görünüyorlardı.”  (Kağnı)

ANAFİKİR

Gerçekler mutlaka ortaya çıkacaktır. Bir insan ne kadar fakir, yoksul ve çaresiz olursa olsun hakkını aramayı ve hakkını savunmayı bilmelidir.

KONUSU

Gariban, fakir, yoksul çaresiz köylülerimizin güçsüzlüğü ve haksızlıklara boyun eğmek zorunda kalışları

KİŞİLER

Savrukların Hüseyin: Köyün zengini Mevlut Ağa’nın oğlu, Sarı Mehmet’i vuran kişidir

 Mevlut Ağa: Köyün en zengini olan olayları para gücü ile çözmeye çalışan, köydeki herkesin çekindiği güçlü bir adam

Sarı Mehmet: Bir tarla meselesi yüzünden Savrukların Hüseyin tarafından ark başında vurulan gençtir.

Sarı Mehmet’in annesi: Oğlunun acısını içine gömen zavallı, çaresiz bir anne.

Garip Mehmet: Sarı Mehmet’in cinayet kurban gittiğini hükümete bildiren kişi

İmam ve Muhtar: Sarı Mehmet’in cinayetini örtbas etmeye kalkışan, Sarı Mehmet’in annesinin şikâyetçi olmamasını isteyen ve jandarmaya bildirmemesi için

nasihat edip kadınım korkutan ve tehdit eden kişiler

ÖZETİ

Savrukların Hüseyin Sarı Mehmet arasında tarla sulama meselesi vardır. Savrukların Hüseyin bu yüzden sulama arkı başında Sarı Mehmet’i vurur.  Otuz haneden oluşan köy halkı bu nedenle karışır.

Jandarma karakolu altı km uzaktadır ve köylüler olayın jandarmalara duyurulmaması için tedbir alır.  Olay duyurulmaz ise jandarmalar köye gelmeyecek, kimse hapis yatmayacaktır. Bu nedenle köylüler Savrukların Hüseyin’in babası Mevlut Ağa‘nın evine toplanıp olayı örtbas etmek için karar alırlar. Köylüler Sarı Mehmet’in ihtiyar anasının yanına gelerek şikâyetçi olmaması için ona baskı yapmaya başlar. Köy halkı ihtiyar kadına davacı olmaması için şiddetli bir baskı yapıp uzun uzun tembihler verip nasihatler ederler.  Sarı Mehmet’in ihtiyar anası başını sallayarak nasihatleri dinler. Bir yandan vurulan oğlu için yüreği yanmakta diğer yandan da köy halkının istediğine boyun eğmek zorunda kalmaktadır.

Üstelik Sarı Mehmet ölmüş evin dışında ve kapının önünde hasırda yatmaktadır. Ölen Sarı Mehmet’in üstüne eski ve kirli bir keçe de atmışlardır. Sarı Mehmet’in anası bir yandan ağlamakta bir yandan oğluna üzülmekte diğer yandan da köylülerin ağır baskısı altında ezilip gitmektedir.

Kahvedeki köylüler yavaş yavaş oradan uzaklaşır. Sarı Mehmet’in vuurlan kanları üzerinde karasinekler uçmaktadır. Köylüler oradan uzaklaştıktan sonra ihtiyar kadın oğlunun cesedinin başına kadar gider ve oğlunun cesedi üstüne konan sinekleri kovalarken ağlamaya devam eder. Köydeki bir delikanlı gelerek Sarı Mehmet’in cesedini kadının evine kadar getiriler

Sarı Mehmet, köylüler tarafından bir hastalık nedeni ölmüş gibi mezara gömülür.  Cenaze defnedildikten ve ezandan sonra Savrukların Hüseyin’in babası Mevlut Ağa, ölen Sarı Mehmet’in anasına bir torba un ve bir kesekâğıdı şeker yollamış ver olay ört bas edilmiştir.

Fakat olayın üzerinden bir ay geçtikten sonra köye iki süvari jandarma gelir. Şehirden gelen süvari Jandarmalar ellerinde kâğıt kalem herkesin ifadesini lamaya başlamıştır. Köy muhtarı bundan dolayı çok korkmuş ve süvari jandarmaları ilk defa muhtarın ifadesine başvurmuştur. Süvari Jandarmasının birisi köylülerin ifadesini alırken diğeri ise köy içinde rastgele dolaşmakta olaya dair haberler ve deliller bulmaya çalışmaktadır.  Mevlut Ağa’nın oğlu Savrukların Hüseyin’in işlediği bu cinayeti Garip Mehmet adlı biri duymuş ve olayı jandarmaya bildirmiştir.  Olayı öğrenen hükümetin adamları da köye gelerek olayı ortaya çıkarmaya çalışmaktadır.

Sarı Mehmet’in anası kimseden şikâyetçi olmadığını söylemiştir. Çünkü köylüler onu sıkı sıkı tembihlemişler ve korkutmuşlardır. Üstelik otuz sene evvel kasabada olan bir olaya şahit gösterilmiş yalar yıllar boyu mahkemeye gide gide gele tarlalarını ekememiş hayvanlarına bakamamış o yıl çok sıkıntılar çekmişlerdir.  Üstelik ne olursa olsun oğlu da geri gelecek değildir.  Hatta şikayetçi olmakla Mevlut Ağa’nın da düşmanlığını kazanacak köy yerinde kendisinin de asla huzuru olmayacaktır. Kimsiz ve kimsesiz kalmıştır. Bu nedenle de köylüleri de karşısına almak istememektedir.

Fakat Jandarmalar rahat durmamışlar köyün mezarlığına gidip köylülerle birlikte Sarı Mehmet’in cesedini mezardan çıkarmışlardır.  Üstelik Jandarmalar yaşlı kadını çağırıp kağnıyı koşmasını istemişler mezardan çıkarılan Mehmet’in cesedini kağnıya koyarak oğlunun kurtlanmış ve parça parça olmuş ölüsünü bir yorgana ve bir şilteye sararak kağnıya sermişler ve cesedi şilte ve yorganla kağnıya bağlamışlardır.

Gece olunca yaşlı kadın ve jandarmalar yola çıkarlar. Kadının ayağında terlik veya ayakkabı da yoktur. Jandarmalar köyün muhtarı, köyün imamı ve Savrukların Hüseyin’i de birbirine bağlayarak önlerine katarlar.

.İhtiyar kadın,  yalın ayak kağnıyı sürmektedir.  Kağnıya koştuğu öküzler çok cılız kalmıştır.  Kadın ise iki zayıf öküzün çektiği kağnının arkasında bir elinde değnekle yürümekte oğlunun kurtlanmış ve parçalanmış cesedine baka baka yalın ayaklarını taşların üstünde parçalaya parçalaya gitmektedir. Bir yandan ağlamakta diğer yandan da ağlamaktan kısılmış sesi ile öküzlere komutlar vermektedir.  ayakları taşlara takılarak elinde değnek, ağlamaktan kısılmış sesiyle, olan bitenden sersemlemiş bir halde sendeleye sendeleye yürümektedir.

Kağnının tekerleri taşlar çarptıkça üzerindeki ceset kıpırdamakta kağnıdan çıkan sesler ve yükselip alçalan uzun gıcırtılar ay ışığı altında gecenin sessizliğini yırtarak çıkmaktadır.

 

Benzer İçerikler

Kelam Düşüncesinde Evren ve İnsan

yakutlu

Yüksek Ökçeler (Ömer Seyfettin)

yakutlu

Islamda Varlık Dusuncesi & Epistemoloji-Ontoloji

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy