Kalbin Simyası | Hamza Yusuf


“Kalbi kararmış olanlar zulmederler; buna karşılık, saf kalpli kimseler kendilerine zulmedeni affetmekle kalmaz, onu itibar ve ahlaken yükseltirler. Kendimizi manevî olarak temizlemek için, önce bu gerçeğin farkına varmamız gerekiyor. İşte elinizdeki, tamamen bununla ilgili bir kitap: Kalbi arındırmanın ve kurtuluşun el kitabı.”

Neredeyse tamamıyla dış görünüş ve maddiyat odağında seyreden günümüzün dünyası, manevî gelişime daha fazla ihtiyaç duyar hale geldi. İnsanoğlunu boşluğa sürükleyen asıl neden ise manevî dayanak noktalarının kaybolması sonucunda nefsin isteklerinin doğru yönlendirilemeyip kalbin kibir, cimrilik, düşmanlık duygusu gibi birçok olumsuz nitelik tarafından kuşatılmış olması.

İşte; ABD’deki ilk Müslüman beşerî ilimler üniversitesi olan Zaytuna College’in kurucusu, dinî meseleleri samimiyetle, ulema-halk ayrımı yapmadan anlatabilen, aynı zamanda sosyal bilimlere dair entelektüel birikimi ve disiplinlerarası metoduyla, kadim İslam geleneğini esas alan bir âlim ve mutasavvıf olan Hamza Yusuf, bu anlam arayışına ket vuran kalbî rahatsızlıkları irdeliyor. Kendisi de önemli bir âlim olan İmam Mevlüd’ün manzum eserinden yola çıkarak, kalbin manevî hastalıklarını teşhis edip bu hastalıklara Kur’ân, gelenek ve ilim eksenli sürdürülebilir tedavi yöntemleri öneriyor.

İÇİNDEKİLER

TAKDİM: Kalbin İmarı İçin / 7
ÖNSÖZ / 11
TEMİZLİĞE GİRİŞ / 25
CİMRİLİK / 37
ŞIMARIKLIK / 44
BUĞZ / 48
HAKSIZLIK / 51
DÜNYA SEVGİSİ / 57
KISKANÇLIK / 62
ZARARLI UTANGAÇLIK / 74
HAYAL KURMAK / 78
FAKİRLİK KORKUSU / 80
RİYA / 84
ALLAH’TAN BAŞKASINA DAYANMAK / 99
KADERE RIZA GÖSTERMEMEK / 101
İTİBAR PEŞİNDE KOŞMAK / 107
TÛL-İ EMEL (UZUN EMEL) / 115
SÛ-İ ZAN / 131
UCUB / 135
SAHTEKÂRLIK / 139
ÖFKE / 141
GAFLET / 159
KİN / 168
BÖBÜRLENME VE KİBİR / 170
YERİLMEKTEN HOŞLANMAMAK / 179
ÖLÜMDEN NEFRET / 182
KÜFRAN-I NİMET / 186
İSTİHZA / 192
KALP İÇİN KAPSAMLI BİR TEDAVİ / 196
KALBİ TEMİZLEMEK İÇİN FAYDALI AMELLER / 209
KALBİN HASTALIKLARININ KÖKENİ / 216
EKLER
Zikir / 235
Ramazan ve Arınma / 249
Sidi Ahmed Zerrûk / 266

TEMİZLİĞE GİRİŞ 

Beyit 1-8:

Kalbin en önemli vasfı olan edep,
Her şeyin başlangıcı ve en şerefli efendisidir.

Kendisine karşı hayâlı ve itaatkâr olman gereken,
Yüceler yücesi Allah ile edeplen.

O’na karşı hayâlı ve kırık kalpli (hüzünlü) ol.
Heybetine, ululuğuna karşı boyun eğ.

Kendi istek ve arzularını O’nun muradına feda et.
Açgözlülük ederek, kullarından bir şey bekleme.

O’nun emirlerini hemen yerine getir.
Allah’ın huzurundan kovulmaktan kork, edebe riayet etmemekten sakın.
Sen, ey talip, kulluğun gerektirdiklerini idrak et,

Böylece Sonsuz Olan Sübhan’ın sıfatlarıyla nimetlenirsin.
Perişanlığını gör ve fark et,
Böylece Güçlüler Güçlüsü’nden itibar ve servet kazanırsın.

Bütün uzuv ve organların onun isteklerine cevap verdiğini düşünürsek, Kalbin selameti gibi bir başka kurtuluş yoktur.

Edep: Temizliğin Kalbi

İmam Mevlüd, bu Arapça didaktik şiirine, tercüme edilmesi mümkün olmayan bir kelime oyunu işle başlıyor. Arapçada başlangıç bed’u demektir ve “kalp” kelimesi aynı zamanda fiil olarak “bir şeyi ters çevirmek” anlamına gelir. İşte bed’u kelimesinin harflerini tersine çevirdiğimizde elimize edeb kelimesinin harfleri geçiyor. Böylece bu eser, kalbin temizlenmesinin anahtarı olan edeple başlamış oluyor. Edeb kelimesi Arapçada “nazik ve görgülü olmak” haricinde de birçok anlama gelmektedir. Örneğin, “engin bilgi birikimine sahip kimse”lere edib (edeb’den türemiş bir kelime) denir, nitekim insanlar ilim sahibi oldukça görgü ve nezaketleri artar.

Bununla birlikte edeb kelimesinin kökünde bir hürmet hissi yatmaktadır. İşte İmam Mevlüd de eserine edeple başlıyor, zira manevî temizliğin kapısı hal ve tavırlardaki özenle açılır. Bir kimse kalbini tasfiye etmek istiyorsa Cenâb-ı Hakk’a karşı edebini -sürekli huzurda olduğunun farkında hareket ederek- muhafaza etmelidir. Peki bu edebe nasıl ulaşılır? İmam Mevlüd, edebi mümkün kılan iki sıfatı şöyle sıralıyor: hayâ ve alçak gönüllülük. Arapçada hayâ kelimesi “utanma” anlamını taşısa da bu kelimenin kökü “hayat” ve “canlı” kelimeleri ile çok ilişkilidir. Resulullah(sav), “Her dinin kendine has bir ahlakı vardır. İslam’ın ahlakı da hayâdır (mahcubiyet ve iffetle karışık bir içten içe utanma hali),” buyurmuşlardır.

Çoğumuz çocukken birilerinden, “Ne kadar ayıp, utanman lazım!” sözlerini duymuşuzdur. Maalesef günümüzde “utanma” kelimesi menfi bir anlam taşıyor, sanki bir aşağılama gibi kullanılıyor. Artık ebeveynler, asla çocukların utanmalarına sebep olacak şeyler yapmamaları gerektiğini öğreniyorlar. Hâkim pedagojik anlayış yetişkinlere, çocuklar ne yaparlarsa yapsınlar, onların iyi hissetmelerini sağlayacak tutumu salık veriyor. Halbuki bu tavır, zamanla, insanı kötülükten caydıran doğal refleksleri ortadan kaldırır. Bazı antropologlar, kültürleri “utanç kültürleri” ve “suçluluk kültürleri” olarak ikiye ayırıyorlar. Bu perspektife göre “utanç”, dışa bakan toplumsal bir mekanizma; “suçluluk” ise kötü bir iş yapan kişide oluşan pişmanlığın onu hatasını düzeltmeye zorladığı vicdanî bir mekanizmadır.

İlkel kültürlerin çoğu, suçluluk değil utanç (kişinin kendisinin ve ailesinin ismine leke sürmekten korkması) esasına göre işlemektedir. İslam, utanma hissini saygıdeğer kabul eder ve onu bambaşka bir seviyeye çıkarır: Bir kimsenin artık Allah karşısında utandığı bir dereceye. Cenâb-ı Hakk’ın; yaptığımız, söylediğimiz ve hatta içimizden geçirdiğimiz her şeyin farkında olduğunu anlayıp kabul ettiğimizde artık utanma hissi daha yüksek bir platforma taşınır: Kendisinde perde olmayan melekût âlemine. Bu seviyede kişi, artık meleklerden bile utanır hale gelir.

Dolayısıyla, Müslümanlar her ne kadar utanç esaslı bir kültürü teşkil etseler de, bu durum insanın yalnızca çevresinden utanmasının ötesine geçerek değişken toplumsal normlardan bağımsız bir mekanizmaya evrilir. İşte bu hal, değişmeyen bir gerçeğin etrafında şekillenir: Ne yaparsak yapalım Allah’ın bizi gördüğünün farkında olmak. Bu farkındalığı beslemek, insanı Hakk’ı gücendirecek ve edebe aykırı işler yapmaktan alıkoyar. İşte nebevî terbiyenin asaleti buradan gelir. Ayrıca İmam Mevlüd, insanın Allah karşısında zül sahibi, yani “alçak gönüllü, iddiasız ve mütevazı” olması gerektiğinden bahseder. Kur’ân’da, Allah’ın öfkesini çeken kimselerin böyle bir zillete dûçar olduklarından bahsedilir. Allah’a karşı zillet ya da tevazu içinde bulunmak, edepli olmanın şartlarındandır. İlginçtir ki, sözlükte esasen “kırılmış” anlamına gelen münkesiran kelimesi “hüzünlü” olarak çevrilir.

Aslen bu kelime, Allah’ın azameti karşısında bir tür mahviyete düşme manası taşır. Yani bu ifade, bizleri şu haşmetli hakikati fark etmeye davet eder: Hepimiz, her an, kâinatta kendisinden başka güç ve kudret sahibi olmayan, gökleri ve yeri yaratan Allah’ın yüce huzurunda yaşıyor ve hareket ediyoruz. Allah’ın, yarattıkları üzerindeki kusursuz nezaretini ve bize gönderdiği sayısız nimetleri cidden tefekkür etsek ve bunun üzerine O’nun huzurunda yapıp ettiklerimizi gözden geçirsek, zillet ve utançtan başka ne hissedebiliriz? Bu güçlü hisler bizleri; halimizi düzeltmesi, isteklerimizi kendi rızasına uygun hale getirmesi ve planlarımızdan O’nun planları hatırına vazgeçebilmemiz için Allah’a yalvarmaya yöneltmelidir. İşte Allah’a karşı gerçek edep, yani manevî temizliğin ön şartı, budur. Resulullah(sav), “Arzuları benim getirdiklerime uymadıkça hiçbiriniz (ol gun) mü’min olamazsınız,” buyurmuştur. Efendimizin(sav) getirdikleriyle -ki İslam; Nuh, İbrahim, Musa İsa Aleyhimüsselam’ın miraslarını bünyesinde barındırıruyumlu olmak, insanın tamahtan kurtulmaya çalışmasını ve bencilce bir motivasyonla hareket etmeyi reddetmesini gerektirir. İnsan, Allah’ın kullarından hiçbir şey talep etmemelidir.

Eğer bir şey isteyecekse göklerin ve yerin Rabbi olan Allah’tan istemelidir. Temel kural şudur: Önce Allah’tan istemek, sonra çalışmak, yani gerekli girişimlerde bulunarak esbâba tevessül etmek (sebeplere inanıp onları vesile saymayı) gerekir. İmam Mevlüd şöyle devam eder: Bir kimse “Allah’ın emrini yerine getirmek” konusunda acele etmelidir ve “farkında olmadan edepsizlik yapmak” hususunda da dikkatli olmalıdır. Bir hadis-i şerifte, “Biriniz, hiç ehemmiyet vermeden bir kelime söyler de kendisi o kelime sebebiyle yetmiş yıl cehenneminde kalır,” buyrulmuştur. İnsanlar, zaman zaman nebevî tavsiyelerden o kadar koparlar ki kendilerine bilmeden çok büyük zarar verebilirler. Bu durum, kendini çok sıkı protokol kurallarının geçerli olduğu diplomatik bir ortamda bulan ve bu kuralları bilmediği için farkında olmadan çok vahim hatalar işleyen gafil bir kimsenin durumu gibidir. Bu gaflet, bir de Allah’a karşı olursa, haddi aşmanın sonuçları çok daha ciddi olacaktır. Bir kimse, kendi yaptıkları sebebiyle azaba dûçar olabilir. Bu vakada, protokol kuralları, Allah’ı tanımaktan ve O’nun hududunu bilmekten geçiyor.

Özgürlük ve Temizlik

Sonraki kısımda İmam Mevlüd, hayâ ve alçak gönüllülük sıfatlarına sahip olmayı başaran ve onların zıddından (arsızlık ve kibir) temizlenen insanın elde edeceği özgürlükten bahseder. İnsan bu sıfatlarla, gerçekten özgürlük, zenginlik ve izzet sahibi olur; bu sıfatları kazanmak da heveslerin kölesi olmaktan kurtulmakla mümkündür. Kendini “özgür” olarak tanımlayan nice insan, önlerine yemek geldiğinde oburluktan ya da ellerine fırsat geçtiğinde gayrimeşru ilişkiden kendilerini geri çekecek iradeye sahip değildir. Böyle bir özgürlük iddiası, inandırıcılıktan çok uzaktır. Özgürlük, gerçek anlamını, kendisini baştan çıkaran bir şeyle karşılaştığında insanın Allah’tan korkarak sebat etmesi ve davranışlarını kontrol altında tutması durumunda bulur. Hatta bu durum; kişi, cazibe karşısında arzuları hareketlendiği halde o iradesini kullanıp kendini buna kaptırmadığında da geçerlidir. İmam Gazzâlî Hazretleri, vücudun içindeki ve dışındaki organların arzularını uzun uzun anlatırken mide ve üreme organlarından “ağır basanlar” olarak bahseder; insan onları kontrol altına alabilirse diğer bütün şehvet cinslerini yönetebilir. Bunların yanında dil de aşılması güç bir engeldir.

Örneği bazı kimseler, gıybet etmeden ve kötülemeden duramazlar ve bunu çoğu zaman farkında olmadan yaparlar. İnsanlar genelde fakirlikten veya tevazudan hoşlanmazlar çünkü bunları alçaltıcı görürler. Halbuki Peygamber Efendimiz(sav), fakirliği zenginliğe tercih etmiştir. Onun evinde para bulunmazdı, ziynet eşyası yoktu, içi hurma lifleriyle dolu deriden bir yer yatağında yatardı ve sadece misafirleri için iki yastık bulundururdu. Bugünün dünyasında, böyle bir hayat standardı muhtemelen aşırı fakirlik olarak kabul edilecektir.

İmam Mevlüd, Allah katında izzet sahibi kimselerin, O’na karşı tevazu sahipleri olduğunu vurgular: Bunlar, Yaratıcılarının onları nasıl gördüğüne önem verirler, fâni insanların yargılarına değil. İzzet ve şeref, Allah’ın birer ikramıdır; Kur’ân’da Allah’a hitaben, “Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin.”10 denmiştir. Bu ilahî kanunun sayısız delili var. Örneğin, zamanında güç ve zenginlik sahibi olan birçok insanın, şimdi yoksulluk içinde eski ihtişamlarını kaybetmiş olarak şehirlerin varoşlarına sığınmış olduğunu görüyoruz. Allah, her şeye kâdirdir ve bütün hayırlar, yetkiler ve rızık O’nun elindedir; bizim değil. Bütün bunlardan önemli bir prensip çıkarabiliriz: Bir kimse haddini aşarak bir sıfat elde etmeye kalktığında, kendisine onun tam zıddı giydirilir. Allah, kibirle insanlar nezdinde rütbe ve şeref arayan mağrur kimseleri aşağılar ve küçük düşürür. Bu hususta Kur’ân, Firavun ve Kârun’u ve onların acınası, rezil sonlarını örnek verir.

Tam tersine, kim de Allah’a karşı tevazu içinde olursa Allah o kimseyi şerefli kılar. İmam Mevlüd, “Bütün uzuvlar kalbin emrini dinlediği için, en önemli selamet kalbin selametidir,” diyerek devam ediyor. Eğer bir kimsenin kalbi emin ise uzuvları da öyledir çünkü onlar, kalbin ilham ettiği işleri yaparlar. Yozlaşmış kimselerin organları, kendilerinden fesadın yayıldığı araçlar haline gelir. Nitekim Kur’ân’da şöyle buyrulur:

“O gün onların ağızlarını mühürleriz; yapmış olduklarını elleri bize anlatır, ayakları da tanıklık eder.”11 “Allah yolunda harcama yapın, kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. İyilik edin, kuşkusuz Allah iyilik edenleri sever.”12 “‘Yakıcı azabı tadın!’ diyeceğiz. Bu, ellerinizle yapmış olduğunuzun karşılığıdır. Yoksa Allah kullara asla zulmedici değildir.”13 “Onlara büyük bir ceza vardır. O gün dilleri, elleri ve ayakları, yapıp ettikleri hususlarda aleyhlerine tanıklık edecektir.”

Benzer İçerikler

Sur – Beyaz Uyku | Osman Özbaş

yakutlu

Nar Ağacı | Nazan Bekiroğlu

yakutlu

Bir Noel Şarkısı – Charles Dickens – Online Kitap Oku

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy