Karne Sevinci

Karnelerini dağıtmadan önce birkaç şey daha söylemek istiyordum, ama olmadı. Yadigâr’ın bu hali beni yıkmıştı adeta. Konuşacak durumda değildim, kelimelerin boğazıma dizilip düğümlenmesinden korkmuştum. Dudaklarımı ısırarak içine düştüğüm durumu onlara belli etmemeye çalışıyordum. Masanın üzerinde duran çantamdan mendilimi çıkardım, ayağa kalkıp pencereye yöneldim, onlara sezdirmeden burnumu siliyormuş gibi yapıp, gözlerimi ovuşturup yanaklarımdan süzülen yaşları silerken, bir yandan da derin nefes alarak rahatlamaya çalışıyordum…

***

ÖNSÖZ

Her yaşam bir öyküdür.

Hepinizin, hepimizin yaşamı kitaplara sığmayacak kadar iç içe geçmiş öykülerle bezelidir.

Yaşanan öyküleri kimi zaman bizleri sevince kimi zaman da üzüntüye boğar. Öyle duygusal anlar yaşanır ki; içimizde gömülü kalan bazı anılar olur. Zaman içinde duvardan düşen bir sıva parçası gibi depreşip canlanıverir.

Kitapta yer alan öykü de bunlardan biridir.

Yaşamıma ve yazın hayatıma katkı veren değerli eşim Hülya Borhan Sarıkavak ve oğlum Serdar İhsan Sarıkavak’a, kitaplarımın yayınlanmasına destek veren Özlem Yayınevi; editör Şevket Terzi’ye, tasarım ve basımına öncülük eden Yahya Türkeli hocama sevgi ve saygılarımı sunarım.

Kitabı okuduktan sonra duygu ve düşüncelerini benimle paylaşacak okurlarıma şimdiden teşekkür ederim.

Emimim ki, okuyunca beğeneceksiniz. İyi okumalar dilerim.

Zeki SARIKAVAK

E-Posta: zekisa[email protected]

Anı yazmak ölümün elinden bir şey

kurtarmaktır.

Andre Gide

Anadolu’nun küçük bir kasabasında öğretmenliğimin dördüncü yılını doldurmuştum. Göreve başladığım ilk günden itibaren içimdeki korku ve heyecan git gide yok olmaya, geçmişimdeki acı hatıralar silinmeye başladı. İnsanın bakmaya doyamayacağı kadar güzel gözlerinden hiç eksik olmayan kuşku ve korku dolu bakışlarla çevresindeki kurtları, yırtıcı kuşları takip eden, onların acımasız pençelerine takılıp, büyük bir iştahla oturacakları sofralarında yer alıp yem olmamak için mücadele eden maral yavrusu halim günden güne yok olmaya başladı. O korku dolu bakışlar ve kuşkuların yerini gülen bir yüz, geleceğe umutla bakan ışıl ışıl parlayan iki göz aldı. Giderek kendime daha çok güven duymaya, hayata bambaşka bir pencereden bakmaya başlamıştım.

Çevremdeki insanlar bakışları, davranışları, saygıları, sevgileriyle, etoburlara yem değil, değer verilen birey olduğumu hatırlattılar.

Yeni kasabam ve halkına, tarihi dokusunu koruyan okuluma, öğrencilerime karşı içimdeki sevgi seli çığ gibi büyüyerek coştu, kanımdan, canımdan bir parça haline gelerek vazgeçilmez bir tutkuya dönüştü.  Bu sevgi yumağı bana geçmişimi düşünmeye fırsat vermedi, neredeyse her şey silinip yeni temiz bir sayfa açılmış oldu. Artık hiçbir şeyi düşünmüyor, geleceğe umutla ve sevgi dolu bakıyordum.  Geleceğimizi eğitiyor, onları hayata hazırlıyordum.

Uzun, yorucu, fakat bir çırpıda bitiveren ders yılını da tamamlamıştım. Dört yıldır birlikte olduğumuz öğrencilerimi çok seviyordum.  Onlar için hiçbir özveriden kaçınmıyor, yorgunluk da hissetmiyor, her anımı coşkulu, mutlu ve sevgi dolu yaşıyordum. Öğrencilerimin saflığı, temizliği beni dinlendiriyor, kendimi bulmamı sağlıyordu. Birçoğunda kendimi, geçmişimi görüyor ve o günleri yeniden yaşıyordum. Öğretmenler odasında karneleri hazırlarken, her ne kadar geçici bir ayrılık da olsa, içimde bir burukluk ve yüzümde hüzün vardı.

İçlerinde birkaç öğrencim vardı ki, onların bendeki yeri diğerlerine nazaran biraz daha farklıydı. Bu, ayırım yaptığımdan değil, onlarla çocukluğum arasında benzer yönlerin olmasından kaynaklanan özel bir durumdu.

*

Bunlardan biri Kemal’di. O, çalışkan, zeki, terbiyeli, biraz içine kapanık ve çok duygusal bir öğrenciydi. Anne-babasını daha çok küçükken depremde kaybetmiş, dedesi ve büyükannesi ellerinde büyütmüşler, onun annesi babası olmuşlar.

“Bir diğeri de Yadigâr’dı. O da annesini alkollü bir trafik canavarının neden olduğu kazada kaybetmiş.

Bu iki öğrencimin üzerlerine daha çok yoğunlaşmaya başladım.

Ders zili çalınca sınıfa girdim. Kapıdan içeri adım attığımda dizlerimin titrediğini hissettim. Kapıyı yavaşça açıp içeri girer girmez, öğrenciler tek bir vücut halinde ayağa kalktılar. Sınıf masasının yanına gelince durdum, hüzünlü bakışlarla onları süzdüm. Kısık, nemli, sürmeli, cam gibi parlak ve üzüm karası yuvarlak iri gözler, ceylan bakışlar, kaş çatışlar, gülümseyen onlarca çift göz üzerime çevrilmişti. Her bir bakışın gerilmiş yaydan çıkan oklar gibi gözbebeklerime saplandığı duygusuna kapıldım. İlk defa böyle bakıyorlardı yüzüme, gözlerimin içine, ta derinliklerine doğru. Bir an gözlerimi kapatarak bu acıdan kurtulmak istedim….

Benzer İçerikler

Keloğlan Keleşoğlan

yakutlu

Canım Arkadaşım | Özgür Balpınar

yakutlu

Ağaçkakanlar

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy