Mustafa yıllarını verdiği işinden istifa etme kararı alır. Bu kararın arkasından daha huzurlu bir yaşam planlayan kimyagerimiz, başına gelen olaylar silsilesi nedeniyle oldukça güç anlar yaşayacaktır. Gecenin bir yarısı gelen telefon her şeyin başlangıcı olacaktır. Kendini bir anda istihbarat elemanlarının cirit attığı bir dünyada bulan Mustafa bu tehlikeli oyunla baş edebilecek midir?
Onu, ilk defa fazla soğuk ve yağışlı olmayan bir ekim gününde görmüştü. Kolay kolay göremeyeceği kadar güzel bir kadındı. Yürürken etrafına ışık saçıyordu.
Evine doğru gitmeye çalışırken, araçların ve yayaların yoğunluğundan, trafik durma noktasına gelmişti. Arabasının içinde beklemekten sıkılmış etrafına bakıyordu. İşte o anda, kalabalığın içinde aniden onu gördü. Böyle bir güzelliğin daha ilk bakışta fark edilmemesi, neredeyse mümkün değildi. Onun dikkatini çeken ilk şey, Zara balını andıran renkte gözleri olmuştu. Büyülenmiş olabileceğini düşündü! O kadar tatlı ve hoş görünüyordu kı!
Direksiyon başında çok kısa bir sürede adeta onu baştan çıkarmıştı. Böyle duru bir güzellikle çok uzun zamandır karşılaşmamıştı. Belki de yaşadığı şaşkınlığın sebebi buydu.
Onu ilk gördüğü an Ortaköy’den çıkmaya ve Avcı- lar’daki evine doğru gitmeye çalışıyordu. Üzerindeki montun altında ona yakışan, pembe eşofmanı da en az gözleri kadar dikkatini çekmişti. Büyük ihtimalle Orta- köy yakınlarında bir yerde oturuyordu. Belli ki akşam yürüyüşü veya meydanda bulunan mağazaların birinden alışveriş yapmak için evinden dışarı çıkmıştı.
Trafiğin içinde arabasıyla beklerken aniden kendine geldi ve hemen onu ilk gördüğü tarafa doğru baktı. Gözleri onu aradı uzun uzun ama maalesef tekrar görme şansı olmadı. Mustafa düşünceleriyle boğuşurken o çoktan oradan uzaklaşmış olmalıydı. Sonra etrafından gelen seslere kulak kabarttı kısa bir süre, aslında Ortaköy gibi kalabalık bir yerde duymaya alışık olduğu seslerdi bunlar ama bu sefer durumun biraz farklı olduğunu ve yolun ortasında öylece durduğunu işte o anda fark etti. Arkada bekleyen araçlar çılgınca korna çalıyor, camlardan sarkan birkaç şoför elini kolunu hiddetle sallıyordu. Aslında çok haksız da sayılmazlardı. Zaten trafiğin yoğun olduğu bir yerde ve özellikle akşam saatinde bu kadar uzun süre bir başkası da onun önünde hareketsiz kalıp tüm trafiği alt üst etse aynı tepkiyi kesinlikle kendisi de gösterirdi. Bu tip olaylar biraz da büyük şehirde yaşamanın getirdiği sıkıntılardan bir tanesiydi. İnsanların birbirine olan saygısı yıllar geçtikçe ve şehir dışarıdan ciddi bir göç aldıkça azalmaya başlamıştı.
O anda farkına varamadı. Yolun orta yerinde ne kadar duraklamıştı? Yoksa çalan kornaların yarattığı gürültü, o tatlı ve dünyalar güzeli kadının da kendisini fark etmesini sağlamış mıydı?
O trafikte, yolun ortasında duran aracı ve içindeki adamın kendisini hayranlıkla izlediğini belki de fark etmişti. Kim bilebilirdi ki? Kısa bir an düşününce, trafikteki diğer araç sahiplerinin verdiği tepkinin onun da dikkatini çekmiş olması pekâlâ mümkündü. Hele bakışlarını üzerinde hissetmemiş olması Mustafa’ya olanaksız gibi geliyordu, belki de öyle düşünmek istiyordu. Herhalde ilk görüşte aşk dedikleri böyle bir şey olmalıydı. Bir an böylesine derin bir düşünceye kapılmasından ötürü kendisinden utanmıştı. Aslında utanmasını gerektirecek bir durum söz konusu olmamasına rağmen bu tarz bir duyguyu ilk kez yaşıyor olması böyle düşünmesine sebep olmuştu. Kadere olan inancı onu bu şekilde düşünmeye itiyordu.
Etraftan yükselen yoğun korna sesi Mansur ve Ömer’in dikkatini bir anda o noktaya çekmişti. Küçüklüğünden beri keskin gözleri ile övünen Mansur trafiğin ortasında bekleyen Honda’daki meslektaşını hemen fark etmişti. Akşamın bu saatinde böyle bir tesadüfü acaba neye borçluydular?
Onca gürültü ve patırtının ardından nihayet aracını hareket ettirebilmişti. Zihnindeki düşüncelerin yoğunluğu ile yavaş bir şekilde evine doğru yol almaya başlamıştı. Çok yavaş gitmesi bile trafik içm tehlike arz ediyordu. Ama Mustafa o an bunu idrak edebilecek durumda değildi.
Evine vardığında o kadar uzun bir mesafeyi nasıl kat ettiğini hiç hatırlamıyordu. Beyni o güzel kadını düşünmekten uyuşmuş gibiydi. Hafızasında sadece onun narin vücudu ve insanın içini kasıp kavuran o bal rengi gözleri vardı. Bakınca insanı büyülü bir ormanın derinliklerine doğru sürükleyen o bir çift gözü unutması mümkün değildi. Gördüklerine o kadar yoğunlaşmıştı ki, evine varmış olmasına rağmen hâlâ onun silüetini görüyor gibiydi.
Nedenini anlayamadığı biçimde yüreğini yeni bir heyecan dalgası kapladı. O güzel kadının da onun varlığını hissedip hissetmediğini aklından geçiriyordu. Bir türlü bu düşünceyi kafasından söküp atamıyordu. Bu sorunun cevabını bulabilmek için belki de sahip olduğu her şeyden vazgeçebilirdi. Yıllardır böylesine duygu yoğunluğu yaşadığını hatırlamıyordu. Bu arada aracını park etti ve sanki çok acelesi varmış gibi hızlı adımlarla evine doğru yöneldi.
Kış ayları yaklaştığından hava artık erken kararıyordu. İçeriye girer girmez üzerine daha rahat bir şeyler giymek için üst katta bulunan yatak odasına çıktı. Üzerini değiştirdikten sonra aşağıya mutfağa doğru yöneldi. Açlığını daha yeni hissetmeye başlamıştı. Dünden kalan taze fasulyeyi mikrodalga fırında biraz ısıtırken, buzdolabından çıkardığı salatayı da masaya götürüyordu. Yemek için yeni bir şeyler yapacak gücü kendisinde bulamıyordu.
Alışılagelmişin dışında süratle yemeğini bitirdikten sonra masayı olduğu gibi bıraktı. Mutfaktan çıkarken bir sürahi kırmızı şarap ve kadehiyle salona doğru yürümeye başladı. Günün rutin yoğunluğu ve Ortaköy de yaşadığı sıra dışı karşılaşma onun biraz daha fazla yorulmasına sebep olmuştu. Bu yorgunluğu da her zaman yaptığı şekilde, şarabını yudumlayarak ve yaşadıklarını düşünerek üzerinden atmaya çalışmak gecenin ilerleyen saatlerinde yapabileceği en iyi şey olacaktı.
Semih, Celal’in her zamanki gibi hazırlamış olduğu sandwichlerden bir tanesi yedi. Celal yemeğin üzerine neyin iyi geleceğini biliyordu. Elini cebine attı, sigara paketini alıp ve hiçbir şey söylemeden Semih’e uzattı. Semih gülümsedi, bu en sevdiği kısa kırmızı Pall Mall’du. Arabanın kapısını açtı ve indi, sigara içerken volta atmak hoşuna gidiyordu. Celal’de müziğin sesini hafifçe açtı, arkasına yaslandı ve gözlerini dinlendirmeye başladı. Yine uzun bir gece onları bekliyordu.
Salondaki tekli beyaz deri koltuğunda şarabını yudumlarken son yıllarda ne kadar monoton bir hayatının olduğunu düşünüyordu. Bu fikir, onun gelecekteki yaşantısını bir düzene sokması için harekete geçmesi gerektiğini gösteriyordu. Zaten son birkaç aydır hayatını farklılaştırmak ve biraz daha heyecan katmak için neler yapabileceğini planlıyordu. Daha genç sayılırdı. 36 yaşına yeni girmişti ama yıllardır içinde bulunduğu yoğun iş temposu onu oldukça yıpratmıştı. Daha geçen haftasonuna kadar, ülkenin önde gelen ilaç firmalarından birinde, sektöründe iyi tanınan bir kimyager olarak görev yapıyordu. Hayatını farklılaştırmak için aldığı ani bir kararla işinden ayrılmıştı. Bu kadar çok çalışmanın kendisine bir fayda sağlamadığını düşünmeye başlamıştı. Çalışma hayatına oldukça erken yaşlarda başlaması mutlaka böyle düşünmesinde etkili olmuştu. Daha öğrencilik yıllarındayken bulduğu her işte çalışmış ve kendini geliştirmeye gayret göstermişti. Erken yaşta çalışma hayatına başlamış olmasında, kimsesiz büyümüş olmasının çok önemli bir rolü vardı. Yaşıtlarının dolaşıp oyunlar oynadığı dönemlerde o, hayatını idame ettirebilmek için gecesini gündüzüne katarak çalışmıştı. Daha çocuk denecek yaşta kendi ekmeğini kendisi kazanmaya başlamıştı. Hayatında öyle zor anlar olmuştu ki, yiyecek bir parça ekmek bulmakta sıkıntı çektiği günleri daha dün gibi hatırlıyordu. Tüm yaşadığı olumsuzluklara rağmen yılmadan mücadele etti. Asla pes etmedi. Ve hayat, ilerleyen yıllarda ona bu mücadelesinin karşılığım vermişti.
Bütün bu yaşadıklarını göz önüne alınca, inandığı ve dışarıdan gözlemlediği tek bir şey vardı, o da eğitimini tamamlayabilmiş olmasının onun için ne kadar önemli olduğuydu. Nice zorluklarla üniversite sınavlarına hazırlanmış ve en sonunda emekleri boşa gitmemiş, İstanbul Üniversitesi Kimya Fakültesi’nde ihtisas yapmaya hak kazanmıştı. Bu onun hayatının dönüm noktasıydı. Eğer öğrenimini yapma şansı yakalayamasa bu kadar şanslı olacağını pek düşünmüyordu.
Üniversite yıllarında da kafasına taktığı her şeyin üzerinde derinlemesine araştırmalar yapar ve başlamış olduğu bir işi mutlaka bitirirdi. Kendine olan güveni ve çalışma hırsı sayesinde okulunu başarıyla bitirdi. Üniversite son sınıftayken, mezuniyet sonrası iş bulup bulamayacağı, her genç gibi onun da kafasını kurcalamaya başlamıştı. Fakat bu düşüncelerinin aksine mezun olduktan sonra iş bulması çok kolay oldu. Üniversiteyi başarıyla bitirmesi, iş bulma konusunda onun için ciddi bir avantaj teşkil ediyordu. Ayrıca öğrenimi devam ederken, staj yaptığı firmalardan biri olan International Research Company (IRC)’de kendisine iyi bir iş buldu. Bitirme stajını yaptığı zaman IRC’nin ülkemizde yeni faaliyete başlaması ve eleman ihtiyacının olması da iş bulmasında önemli rol oynamıştı. İşe başladıktan sonra istikrarlı ve başarılı bir şekilde çalışmalarını sürdürdü. Başarılı, hırslı ve azimli olması neticesinde yaklaşık 14 yıl boyunca IRC’ye hizmet etti. Her zaman görevini layıkıyla yerine getirdiğine inanıyordu. Çalıştığı uzun süre boyunca iş hayatı ile ilgili çok gerçekçi tecrübeler edindi. Her insanın, iş hayatında dikkat etmesi gereken en önemli hususun istikrar ve güvenilirlik olduğunu anladı. Bunları sağlayabilenlerin ileride karşılığını mutlaka göreceğini, tek firmada uzun yıllar çalışması sonucunda anlamıştı. Uzun süredir hizmet ettiği şirketten ayrılması aslında kolay alınmış bir karar değildi, özellikle ülkemizdeki ekonomik şartlar göz önüne alındığında. Bu aldığı karar neticesinde belki de yeni ekonomik sıkıntılarla karşılaşacaktı. Ama daha çocuk yaşta yaşadığı sıkıntılı günleri gözünün önüne getirdiğinde bundan sonra karşılaşabileceği sıkıntılar kendisini hiç ürkütmüyordu. Hem o günlerden farklı olarak kıyıda köşede belli bir miktar birikimi de vardı. Fakat hazıra dağ dayanmayacağının da farkındaydı. Kendisine yeni bir yol haritası çizecekti.
Artık sabahtan, akşamın geç saatlerine kadar çalışmanın kendisine bir şey kazandırmayacağına inanıyordu. En azından başkasının yanında böyle yoğun bir tempoda çalışmak rahatsızlık vermeye başlamıştı. Kendisi için bir şeyler yapmanın zamanının geldiğini düşünüyordu. Daha fazla beklemeyi, şu kısacık hayatı için çok gereksiz görüyordu. Zamanın artık kendisi için işlemesini istiyor ve bir saniyenin bile başkasının istekleri doğrultusunda geçmesini kesinlikle arzu etmiyordu. Bu süreçte onu asıl düşündürecek ve belki de onun için en zor olan, uzun zamandan beri alışık olup yaptığı bazı harcamalara belli bir süre ara vermek durumunda kalması olacaktı. Eğer biraz da şans yanında olursa böyle olumsuz bir durumla karşılaşmayabildi. Her şeye rağmen bu kararı alırken inandığı sadece bir şey vardı, bir insan hangi işi yapıyorsa yapsın mutlaka severek yapmalıydı. Çalıştığı dönemde işine gerçekten gönülden bağlıydı. Onun için işi her zaman ilk planda geliyordu. Ekibindeki arkadaşlarıyla, çalıştığı süre içinde birçok başarılı projelere imza atmışlar, sayısız yeniliği insanlığın hizmetine sunmuşlardı. Yeni bir şeyleri bulmak ve insanların yararına kullanılmasını sağlamak bu işe bağlanmasındaki en büyük neden sayılabilirdi. Ancak yıllar ilerledikçe işine olan ilgisinin azaldığını gördü ve böyle devam ettiği sürece hiç kimseye faydalı olamayacağını anladı. Bu şekilde aynı görevde çalışmaya devam etmesi hem kendisine olan saygısını hem de ilkelerine olan inancını yitirmesine neden olacaktı. Bu nedenle işine bu şartlar altında devam etmesinin pek bir anlamı ve yararı olmayacağına kesinkes karar vermişti. Bundan böyle sadece kendi iç huzuru için yaşayacaktı! Ne yapmak isterse onu yapacak ve gelecekte pişmanlık duymayacaktı!
Aldığı maaş ülke standartlarının çok üzerinde olmasına ve şirket yönetiminin görevde kalması için belki de hiç kimsenin reddedemeyeceği bir teklif sunmasına rağmen işinden ayrılma kararından vazgeçmemişti. Bütün bu baskı ve reddedilemeyecek teklife rağmen devam etmemekte kararlıydı. Bugüne kadar aldığı bütün kararları başarıyla uygulamıştı ve şu anda da baskıya rağmen aksi bir karar almasının mümkün olmayacağını çok iyi biliyordu. Her ne kadar ülkemizde kendisine teklif edilen şartlarda çalışmak için can atan on binlerce insan varsa da, o aldığı karardan kesinlikle bir adım bile geri atmadı.
Çalıştığı IRC firması. Yunan sermayeli dev bir holdingin bünyesindeki şirketlerden sadece bir tanesiydi. İlerleyen dönemler için birçok yeni proje hazırlıkları yapılıyordu. Bütün bu projelerin altyapı çalışmaları hemen hemen tamamlanmış gibiydi. Yönetimle yaptığı görüşmede kendisine, çok önemli bir proje üzerinde çalıştıklarını bildiğini ve bu nedenle onlara en azından bu proje nihayete erene kadar yardımcı olmaya devam etmesini istediler. Yapılan toplantıda özellikle hayata geçirilecek olan bu projenin insanlık için önemini vurgulamışlardı! Onu en zayıf noktasından yakalamak istiyorlardı! Fakat Mustafa’nın kararlılığı karşısında yapacak fazla bir şeyleri yoktu. Onun hakkında bilmedikleri tek şey tahminlerinin de ötesinde kararlı olduğuydu.
Ülkemiz açısından bakıldığında, böylesine yüksek üretim kapasitesi olan yabancı sermayeli bir şirketin sınırlarımız içersinde üretim yapıyor olması gerçekten önemli bir ticari aktivite sayılırdı. Şirket, çalışanlarına ilk üretime başladıklarından itibaren son sistem teknolojik cihazlarla donatılmış muhteşem bir tesis sağlamıştı. Ülkemizde çoğu kişinin tahmin bile edemeyeceği kalitede bir çalışma ortamı vardı. Zaten çalışanlar da hep bunun bilincinde olarak çalışmalarını sürdürüyorlardı, hırsla, keyifle ve çok büyük bir hoşnutlukla. Böylesine rahat bir çalışma oıtamı bulmak kuşkusuz her çalışanın isteyeceği türdendi. İşveren olarak böyle bir ortamı sağlamak ise muhakak ki kolay değildi. Ancak patronlar, daima en kaliteli ürünü en mükemmel şekilde üretmek için uğraşıyor ve insanlığın hizmetine sunmak için hiçbir masraftan kesinlikle kaçınmıyorlardı. Müşteri memnuniyeti onlar için herşeyden çok daha önemliydi. Bu düşünceler kafasının içinden geçerken aklına o çatı altında yaşadığı acı tatlı hatıralar gelmişti. İşinden ayrıldığı dönemin firma için çok ters bir zamana rastladığının da farkındaydı. Olanları yeniden zihninde tartarken içinde tarifi mümkün olmayan bir burukluk oluştuğunu saklayamazdı. Ne de olsa yıllarını vermişti hem o firmaya hem de işine. Neredeyse aldığı karardan vazgeçmeyi bile düşünecekti ama son anda yine kendini toparlamayı başardı. Ortaya çıkan bu durumu genel müdürü pek hoş karşılamamıştı ve ona işine devam etmesi için çok fazla baskı yapmıştı. Oysa o aldığı kararı uygulamaya kararlıydı. Bizzat genel müdürün ikna çabası bile ona engel olmaya yetmemişti. İşinden ayrılırken kafasında kesinlikle herhangi bir art niyet yoktu, sadece kendisi için doğru olanın bu olduğuna inanıyordu. Aldığı karardan onu geri döndürebilecek ne bir kişi ne de bir güç vardı.
Zihin karmaşası içinde zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştı. Vakit neredeyse gece yarısına gelmişti. Kafası o kadar karışmıştı ki, olayları algılamada ve seyrini kontrol etmekte zaman zaman zorlanıyordu. Gecenin derin sükûnetini, çalan telefonun sesi bir anda kesti. Hemen toparlandı ve arayanın kim olabileceğini düşünmeye çalıştı. Ancak bu akşam kimseden telefon beklemiyordu. Zaten beklemesi için arkadaş çevresinin geniş olması gerekirdi. Yoğun iş temposu nedeniyle çok fazla arkadaş çevresi oluşturamamıştı. Önce oturduğu koltuktan kalkmaya çalıştı. Yanlış numara da olabilirdi! Ayağa kalkıp doğruldu ve ısrarla çalan telefonun yanına geldi.
Almaçı kaldırıp biraz yorgun biraz da merakla sadece kVAlo, buyrun” diyebildi. Cevap yok! Mustafa tekrarlamak zorunda kaldı. ”Alo buyrun!”1 Bu kez biraz kararlı ve yüksek bir tonda söylemişti.
Neden sonra, telefonun diğer ucundaki kişi daha fazla sessiz kalamadan sadece “Alo” diyebildi.
Mustafa’nın şaşkınlığı hattın öteki ucundan gelen sesi duyduktan sonra biraz daha artmıştı. O kadar yumaşak ve tatlıydı ki susma sırası Mustafa’ya gelmişti. Daha önce tanımadığını, kesin olarak söyleyebilirdi. Fakat bu huzur veren sesin sahibesi kimdi acaba?
Aklına ilk, yalnızlıktan sıkılmış bir kadının gecenin bir yarısı rastgele telefonu çevirip kendisine bir arkadaş bulma çabası olabileceği geldi. Bu tip olaylara büyük şehirlerde sıkça rastlanıyordu. Geçenlerde iş arkadaşlarından birinin başına gelen durumu hatırladı.
Karşılıklı bir bekleyişten sonra hattın diğer ucundaki kadın son derece yumuşak ses tonuyla konuşmaya başladı.
“Mustafa Bey, sizi gecenin bu saatinde rahatsız ettiğim için üzgünüm lütfen beni bağışlayın!” Mustafa neredeyse, gecenin bu saatinde rahatsız edilişine sevinecekti. Ancak kafasındaki soru işaretleri hâlâ devam ediyordu. Kendi kendine düşünürken kadın konuya girmişti bile.
“Sizinle konuşmak ve yakından tanışmak istiyorum, acaba yarın sabah sizi Kız Kulesi’ne sabah kahvaltısına davet edebilir miyim?” Sesi o kadar etkileyici ve kendinden emin çıkıyordu ki, yemeğin üstüne içilen kahvenin verdiğine benzer bir rahatlık Mustafa’yı sarmaya başlamıştı. Fakat birdenbire böyle bir teklifle karşılaşmak şaşkınlığını biraz daha arttırmıştı.
Neyse ki Mustafa tutukluğunu bir nebze olsun atarak konuşmaya başladı.
“Hanımefendi konuşmaya başladığımızdan beri düşünüyorum ancak sizi tanıdığımı sanmıyorum, kabalık etmek istemem ama bana kendinizi tanıtmanızı ve beni gecenin bu saatinde neden aradığınızı öğrenmek istiyorum!” Kadm böyle bir sual beklıyormuş gibi rahat tavrını sürdürerek konuşmasına devam etti.
“Evet, şaşırdığınızın farkındayım asıl ben kabalık ettim. Sizi gecenin bu saatinde aramamam gerekirdi. Öncelikle sizden çok özür diliyorum!”
“Kim olduğumu merak etmenizden doğal bir şey olamaz. Şayet sizde uygun görürseniz bunu telefonda konuşmak istemiyorum. Yarın sabah benimle buluşursanız hem size anlatacaklarımı detaylı bir biçimde konuşma şansımız olacak hem de benim kim olduğumu görmüş ve anlamış olacaksınız,” derken sanki konuşmasını tamamlamış gibi aniden derin bir sessizliğe büründü.
Mustafa, kadın konuşmasını sürdürürken benzer bir cevabın geleceğini düşünerek başka bir soru hazırlamıştı bile.
“O halde en azından isminizi öğrenebilir miyim?” Sesinde merakının işaretlerini gizlemeyi başaramamıştı. Asıl düşüncelerinin ortaya çıkmasına engel olmak istemesine rağmen bunun önüne geçemediğini düşünüyordu.
“Karşımda konuştuğum ve yarın buluşacağım insanın en azından ismini bilmem gerektiğini düşünüyorum,” diye devam etti kararlı bir ses tonuyla.
“Tabii ki, haklısınız, dalgınlıktan size ismimi söylemeyi unuttum, benim adım Hülya” dedi yine aynı incelikle. Son cümleden, bu geceki diyaloglarının sonlarına geldiğini anlamıştı. Zaten Mustafa da bu cevaptan sonra konuşmayı daha fazla uzatmayı düşünmüyordu. Ancak kafasında oluşan tüm soru işaretlerini silmek için yarın sabaha kadar beklemesi gerektiğini düşündükçe sabırsızlanıyordu.
“Hülya Hanım o halde yarın sabah saat kaçta buluşuyoruz?” diye sordu. Karşı tarafın ısrarlı konuşmama isteği karşısında Mustafa’nın durumu kabullenmekten başka yapacak bir şeyi kalmamıştı. Konuyu bu gecelik istemeyerek de olsa kapatacaktı. Nasılsa ertesi gün birçok şey gün ışığına çıkacaktı. Biraz daha bekleyecekti çaresiz.
“Mustafa Bey, Kız Kulesi’nde kahvaltı genelde saat 12 civarında başlar. Ortaköy’den de saat başı kalkan küçük tekneler var. Yani saat 11 gibi Ortaköy’de buluşmamızın ikimiz için de uygun olacağını düşünüyorum.”
“Ortaköy’e geldiğimde sizi nasıl tanıyacağım acaba?” diye imalı bir soru sordu. Mustafa’ya vereceği cevap onu fiziksel olarak da tanıyıp tanımadığını öğrenebilmesi için çok önemliydi. Bu düşüncesine rağmen gecenin bu saatinde ismen kendisini arayan birinin fiziksel olarak ta kendisini tanıyabileceğini düşünmüyor değildi. Merakını gideren cevap karşıdan hemen geldi.
“Mustafa Bey merak etmeyin, siz sadece teknelerin olduğu yere gelin, ben zaten sizi tanıyorum!” dedi. Mustafa’nın kafası iyice karışmıştı. Sesinden anlayabildiği kadarıyla çok etkileyici olduğunu düşündüğü kadın onu tanıyordu. Fakat Mustafa bu kadın hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Kafasında sanki az düşünce varmış gibi bir de bu eklenmişti.
“Sanırım bu gecelik bu kadar görüşme yeter” dedi, ses tonundan hafifçe tebessüm ettiği anlaşılıyordu. Hülya Hanım Mustafa Bey’in sabaha kadar onu düşünerek geceyi geçireceğini anlamıştı ve bu durumdan memnun olmuş gibi görünüyordu.
“Anlaştık Hülya Hanım, istediğiniz gibi olsun, yarın sabah söylediğiniz yer ve saatte buluşmak üzere size iyi geceler diliyorum.”
“Mustafa Bey teklifimi kabul etmenize gerçekten sevindim. O halde yarın sabah görüşmek üzere, size de iyi geceler,” dedi ve telefonu kapattı. Mustafa için her şey iyice içinden çıkılmaz bir hale gelmişti
Gecenin kör saatinde telefon açan kvm olabilirdi? Aklına ilk gelen şey konuştuğu kişinin eski iş yeriyle ilgisinin olup olamayacağıydı. İşten ayrılmaması için üzerinde kurdukları baskıdan ötürü böyle bir şey düşünme ihtiyacı duymuştu. Gerçi daha geçen gün şirketle olan bütün münasebetini resmen sonlandırmıştı. Herhangi bir pürüz kaldığını da sanmıyordu ama yine de belli olmazdı. Düşünceleri, bu telefonun ister istemez eski işiyle ilgili olabileceğine doğru kayıyordu. Beyin fırtınası gecenin ilerleyen saatlerine kadar sürecekti. Durum onu gösteriyordu.
Bu kadın acaba şirketten istifa edenlerle ilgilenen birisi miydi? Acaba istifasından rahatsız olan birileri mi vardı? Bunu cevaplaması oldukça zordu. Ancak, şundan adı kadar emindi ki, şirkette kendisinin bulunduğu bölümde bu isimde bir kadın kesinlikle çalışmıyordu.
Lakin şirket çok büyük olduğundan diğer bölümlerde çalışan kişiler hakkında detaylı bilgi sahibi olması zaten beklenemezdi. Diğer taraftan da kadının kendisini tanıtırken kullanmış olduğu ismin doğruluğu konusunda da kuşkuları vardı. Eğer bu art niyetli bir telefon ise kesin olarak kadının verdiği ismin de takma olduğunu düşünebilirdi.
Gecenin bir yarısında hiç tanımadığı bir kadın onu evinden arıyor ve pazar sabahı kahvaltıya davet ediyordu. Böyle bir olayla bugüne kadar hiç karşılaşmamıştı. Aslında bunun işten yeni ayrıldığı döneme denk düşmesi kuşkularının artmasına neden olmuştu. Şirketin planının bir parçası olabilir mi diye düşünmeye başlamıştı. Ama neden kendisine karşı bir plan uygulamak istesinler diye de soramadan edemiyordu. Kafası allak bullak olmuştu. Ayağa kalktı ve kadehini yeniden doldurdu. Bu ev yapımı şaraplar gerçekten çok lezzetli oluyordu. Tadına iyice alışmış, müptelası olmuştu. Bu şaraplar, Atina’da bulunan Venizelos Havaalanı’na çok yakın mesafedeki Koropi kasabasının geçim kaynağıydı. Bir ton kapasitesi olan ve tamamı meşe ağacından yapılan tahta fıçılarda 3 ay ile 12 ay arası bir süre için eskimeye bırakılıyorlardı. Oluşan bu lezzetin beklemeye bağlı olduğunu işitmişti. Bu süre zarfında fıçıların içinde oluşan tortular dibe çöküyor ve daha sonra uygulanan filtreleme işleminin ardından servise hazır hale geliyormuş. İşte bu müthiş tat böyle ortaya çıkıyormuş.
Bütün bu bilgileri üç yıl Önce yaptığı Yunanistan seyahatinde öğrenmişti. Mustafa’nın bir kez gitme şansı olmuştu fakat şirketin ihracat bölümündeki bir arkadaşı senede en az birkaç kez Yunanistan’a gittiğinden devamlı olarak ona bu şaraplardan getiriyordu. Şimdi işinden de ayrılmıştı, bakalım şarapları nasıl tedarik edecekti? Bu kadar karışık konuların içinde debelenip dururken bunu da dert olarak görmesi bir an için tebessüm etmesine neden olmuştu. Şarap, Mustafa için onu kendisine bağlamasını iyi bilen bir sevdalı gibiydi. Bir kere başlayan, bu lezetten kolay kolay vazgeçemiyordu. Akşamları bir iki kadehi âdet haline getirmişti. Şarapla buluşunca zihni daha iyi işliyormuş, daha önce farkına varmadığı koridorlar açılıyormuş gibi geliyordu. Aslında bunun böyle olmadığını Mustafa da çok iyi biliyordu ama o anda öyle düşünmek belki de işine geliyordu.
AYNI SAATLERDE ORTAKÖY
Gerçekten ne yapacağını şaşırmıştı. Aslında Mustafa ile temas kurmayı düşünüyordu fakat tereddütleri vardı.