Kulaksız’ın Romanı | Figen Gülü


Amber’in Zaman Kapsülü’yle geniş kitlelere ulaşan genç yazar Figen Gülü’nün merakla beklenen yeni kitabı Kulaksız’ın Romanı, ailesinin beklentilerini karşılamakla kendisi olmak arasında sıkışıp kalan bir çocuğun esin verici hikâyesini anlatıyor.

Bütün bireyleri müzikle uğraşan bir ailenin “kulaksız” ferdi Ercü’nün hayallerini ve ideallerini gün ışığına çıkaran bu sevimli roman, başkalarının çizdiği yoldan gitmek yerine, yüreğinin götürdüğü yoldan yürüyenlerin kararlı duruşunu yüceltiyor.

Dokuz yaş ve üzeri okurlarını, bireysel farklılıklar ve beceriler üzerine düşündüren Kulaksız’ın Romanı, hedefe ulaşmaya çalışırken karşılaşılan zorlukların ve hayal kırıklıklarının insanı nasıl olgunlaştıracağına vurgu yapıyor.

On yaşındaki Ercüment, müzisyen bir ailenin en küçük üyesi. Müzikle iç içe bir yaşama sahip olmak onun için büyük bir şans gibi görünse de Ercü bunun tam aksini düşünüyor. Çünkü o, müziği duysa da bir türlü hissedemiyor. Ercü, okuldan arta kalan zamanlarını ailesinin hayal ettiği gibi bir müzisyene dönüşebilmek ümidiyle kurstan kursa koşarak geçirse de, başarılı olabilmesi için bir iyilik perisine ya da sihirli bir değneğe ihtiyacı var gibi görünüyor. Zamanla gelişen olaylar Ercü’ye duyması gereken en önemli sesin, kendi iç sesi olduğunu hatırlatıyor ve onu yazarlık konusunda yüreklendiriyor…

Kitabın hemen girişinde yönelttiği “Hayatınız bir roman olsa kitap nereden başlardı?” sorusuyla okurlarını düşünsel bir serüvene çıkaran Figen Gülü, Goethe’nin “İsteklerimiz, içimizde yatan yeteneklerin birer elçisidir.” sözüne atıfta bulunarak herkesi kendi isteklerinin peşinden koşmaya davet ediyor.

Kendi yolundan yürüyenlerin gönüllü elçiliğini üstlenen Kulaksız’ın Romanı, başkası gibi olup mutsuz olanlardansa, kendi gibi olup mutlu yaşayanların hayatlarına göz kırpıyor.

Bölümler

1 Tavşan Bayıldı! ……………………………………………………………………. 7
2 Oğlumuz Maalesef Kulaksız!………………………………………..14
3 Kulaksız Ne Demek? ………………………………………………………..21
4 Yazar Olmak İstiyorum! …………………………………………………26
5 Sıkıcı Provalar ve Kivi Kuşunun Öyküsü ……………….31
6 Ailemizin Bir Üyesi: Düdüklü Çaydanlık……………….43
7 Küçük Yıldızın Büyük Sırrı ……………………………………………51
8 Beethoven Gibi Yani ……………………………………………………….63
9 Seni Anlıyorum Küçüğüm ……………………………………………71
10 Bahçe Duvarından Aşmak ……………………………………………81
11 Annemlerin Konseri ……………………………………………………….93
12 Küçük, Kırmızı Meyveli Ağaca Yolculuk ……………..103
13 Efsane Yaşıyor mu? ………………………………………………………..113
14 Tek Sırdaşım Kreşendo ………………………………………………..127
15 Sürpriz Misafirlerimiz ………………………………………………….134
16 Anlatmanın En İyi Yolu ……………………………………………….145

Ege ve Mete’ye…

1
Tavşan Bayıldı!

Okulun gösteri salonunun arkasındaki küçük odadaydık. Ben bir tavşandım. Yani bir tavşan kostümünün içindeydim. Gerçek bir tavşan değildim ama insan, hayatının bazı anlarında gerçek bir tavşan olmayı her şeyden çok isteyebilirmiş. O küçük odada, aynada, üzerime biraz büyük gelen kostümüme bakarken hızla oradan uzaklaşmak istediğimi hatırlıyorum. Kaçamadım, çünkü bu imkânsızdı. Gösteri salonu, bizim sınıfın hazırladığı Ormanın Kralı Aslan adlı müzikali izlemek isteyen kalabalıkla dolmuştu. Birazdan müzik başlayacaktı. Sahneye çıkmak, dans etmek zorundaydım. Bir yandan da, “Zıp zıp zıplarım / Havucu da çok severim / Tavşandır adım benim / Ormanın en sevimlisiyim” demeliydim. En zoru da tüm bunları, ritmik bir şekilde yapmalıydım. Müziğe uyarak, melodik bir biçimde söylemeli, ritme uygun dans etmeliydim. Üç ay süren prova çalışmalarımızda, bir gün bile hatasız bir şekilde dans edememiştim. Sahneye çıkmaktan, herkesin içinde hata yapmaktan korkuyordum.

Heyecandan titreyerek sıramın gelmesini beklerken müzik başladı. Aslan, baykuş, ceylan ve diğer hayvanları canlandıracak olan arkadaşlarım küçük odadan birer birer çıktı. Sırası gelen sahneye çıkıyordu. Sahne ışıklıydı, çok aydınlıktı, büyüktü. En kötüsü de bomboştu. Saklanacak bir yer yoktu. Küçük odanın kapısını aralayıp sahneye bakınca biraz korktum. Daha çok heyecanlandım, kalbim küt küt atmaya başladı. Sahne ışıklarını görünce mi terlemeye başladım, yoksa ışığı görmeden önce de terliyor muydum, hatırlamıyorum. Kostümümün içinde terlerken dans öğretmenimiz, “Haydi, şimdi senin sıran,” dedi. Bundan sonrası bir kâbus gibiydi. Titrek, ürkek adımlarla odadan çıktım. Sahneye adımımı attığım an, ışıklarla gözlerim kamaştı. Biraz daha yürüyüp sahnenin ortasına, diğer arkadaşlarımın durduğu alana gitmem gerekiyordu. Hem de bunu biraz hızlı yapmam gerekiyordu, çünkü müzik devam ediyordu. Müziğin hızlandığı bölümde dans ederek repliklerimi söylemeliydim. Bunları biliyordum ama yürüyemiyordum. Sahne ışıklarını görünce donup kalmıştım. O kısacık anda, aklımda sadece “far görmüş tavşan”la ilgili duyduklarım vardı. Okulun açıldığı ilk günlerdi galiba. Bir arkadaşım, tavşanların, gece ışık görünce geçici körlük yaşadıklarını anlatmıştı.

Gece, karanlığa alışkın olduklarından gördükleri ışık, bir süre için kör olmalarına ve bu nedenle hareketsiz kalmalarına sebep olurmuş. Sahne ışıklarını görünce ben de tavşanlar gibi hareketsiz kalmıştım. Öyle terlemiştim ki, kostümümün tüyleri ıslanıp yüzüme yapışmıştı. Birkaç adım atsam durmam gereken yerde olacaktım. Müziği dinleyip hâlâ vaktimin olup olmadığını düşünürken arkadaşlarımın merakla bana baktıklarını gördüm. Müziği kaçırdığımı anladım. Saniyeler içinde kafamdan bin türlü düşünce geçiyordu: ‘Odaya geri mi dönsem, müziğe aldırış etmeden arkadaşlarımın yanına gidip dans mı etsem? Hayır, artık dans edemezdim. Odaya mı dönsem? Evet, aslında odaya dönsem, şu kostümden kurtulsam… Bir bardak da su içsem… Işık gören tavşanlar da benim gibi böyle donup kalırlar mı gerçekten?’

Düşünceler beni daha da bunaltmıştı. Arkadaşlarıma tekrar baktım. Yüzlerini tam seçemiyordum. Etrafımdaki her şeyi bulanık görmeye başlamıştım. Gözlerim kararıyordu. Galiba geçici körlük yaşıyordum. Sonra birden dönmeye başladığımı hissettim. Sahne dönüyordu. Hayır, hayır başım dönüyordu. Sahnenin zeminine kayar gibi düşerken seyircilerin tarafından gelen bir ses duydum: “Tavşan bayıldı!”

* * *

“Hayatınız bir roman olsa kitap nereden başlardı, hiç düşündünüz mü?” Müzik Okulu’ndan arkadaşım Pelin’in anket defterindeki bu soruyu, iki ay önce, “Tabii ki de doğduğum günden ahahah ☺” diye saçma bir şekilde yanıtlamıştım. O gece eve dönerken, arabanın arka koltuğunda bitkin, mutsuz bir şekilde yatarken aklıma o soru gelmişti: Hayatınız bir roman olsa kitap nereden başlardı? Cevap için düşünmeme gerek yoktu, sahnede bir tavşan kostümünün içinde bayılmamdan başlardı. Devamında da, “Bütün okula rezil oldum!” diye günlerce ağlayan çocuk, bir daha hiç okula gitmemeye karar verir; ömrünün sonuna kadar kendini odasına kilitlerdi.

Gözümden akan bir damla yaş çeneme doğru süzülürken, ağladığımı anlamasınlar diye burnumu çekmemek için kendimi zor tutuyordum. Ama çok geçti. “Ay, şuna bak, bir de ağlıyor! Canıııım…” Ablam, beni görmüştü. Sesindeki şefkatli tona rağmen benimle günlerce dalga geçeceği, gözlerindeki pırıltıdan ve gülmemek için direnmeye çalışan dudaklarından okunuyordu. Babam, “Ercü?” diye gülümseyerek yüzüme baktı. Omzumu yüzüme çekerek, gözyaşlarımı başarısızca silmeye çalışırken elbette inkâr ettim: “Yok baba, ağlamıyorum.” Annem saçlarımı karıştırdı. Başımı göğsüne yasladı. Gözlerim daha da doldu. “Niye ağlayacakmış benim küçük oğlum? Ağlayacak bir şey yok ki! Heyecandan bayıldı sadece… Sahne heyecanı böyledir işte, o da sahne tozu yuttu bugün, olur o kadar.” “Anne, senin küçük oğlunun sahne tozuna alerjisi olmasın sakın!” Annem, ablama tatlı sert baktı. “Arya, lütfen!” “Ama olabilir, yoksa neden bayılsın ki? Biz de sahneye çıkıyoruz; ne ilk seferde ne daha sonra hiç bayıldık mı?”

Eve gittiğimizde bizimkilere, ilk sahneye çıktıkları gün heyecanlanıp heyecanlanmadıklarını soracaktım. Belki onlar da benim gibi heyecandan ne yapacaklarını şaşırmış; en sonunda bu heyecana dayanamayıp bayılmışlardır, diye düşünmüştüm. En azından bayılmadıklarını öğrenmiş oldum. Bizim evde herkes sahneye çıkar. Babam, ünlü Anadolu Rock müzik grubu MatRock’ın hem basgitaristi hem de şarkı sözü yazarıdır. Evet, herkesin ezbere bildiği Kum, Deniz ve Çakıl Taşları şarkısını da o yazdı. Annem, Türk Halk Müziği sanatçısıdır.

Yani konserlerinde türküler söyler. O türkülerini söylerken ben de türkülerin ilginç sözleri üzerine kafa yorarım. Hatta bu yüzden şimdiye kadar annemin hiçbir konserini doğru düzgün izleyemedim. Yine de annemin, insanı bazen hüzünlendiren bazen de yaşama sevinci veren güzel bir sesi olduğunu söyleyebilirim. Ve Arya, ablam… Bir balerin. Henüz öğrenci ama şimdiden bale ve modern dans gösterileri için sahneye çıkıyor.

Bir de dedem var. Ben onunla hiç tanışmadım. Benim doğduğum sene ölmüş. Fakat herkesin dediği gibi, benim de kalbimde yaşıyor. Evet, dedem de tıpkı babam ve annem gibi ülkede hemen herkesin tanıdığı bir ses sanatçısıymış. Ondan, artık hayatta olmadığı için geçmişte kalmış gibi bahsetmek istemiyorum. Bütün şarkıları hâlâ radyolarda çalıyor. Televizyonda bir müzik kanalını açtığınızda, bir saat içinde dedemin, yani Abi’nin bir klibine rastlayabilirsiniz. Adı, aslında Abidin ama herkes onu Abi diye tanır. Şarkıları herkes tarafından sevilen, tanınan bir dedemin olması bana çok gurur veriyor. Abi, sanırım onu hiç tanıyamadığım için, bana mesela Tarkan gibi, tanıdığım ve şarkılarını beğendiğim bir ünlüymüş gibi geliyor. Onun gibi bir dedem olması, kesinlikle çok havalı ve heyecan verici bir şey.

2
Oğlumuz Maalesef
Kulaksız!

Arya’nın yüzüme bakıp sinir bozucu bir şekilde sırıtıp durması dışında, yolculuğumuz olaysız geçti. Eve vardığımızda Saniye teyze kollarını iki yana açıp sarılmamı bekledi. Koşup sımsıkı sarıldım. Biraz gözlerim sulandı yine, ağlayacaktım. “Saniye teyze…” dedim. “Biliyorum, biliyorum. Boş ver, olur böyle şeyler.” Saniye teyze, eşi Arif amca ile evimizde çalışıyor. Kendimi bildim bileli evimizdeler. Arif amca, evimizin alışverişini yapar, ablamı ve beni okula götürür getirir ve evimizin girişindeki “Abi Müzesi” ile ilgilenir. Saniye teyze ise evimizin temizlik işlerinden sorumludur. Yemeklerimizi de genellikle Saniye teyze yapar.

Bir de benim yaşımda, Memo adında bir oğulları var. Dört beş yaşlarındayken Memo’yla sabahtan akşama kadar bahçede oynar, evin içinde koşturur, bazen de müzede, dedemden kalan anıların arasında saklambaç oynardık. Altı yaşımıza girdikten sonra Memo, evimize eskisi kadar sık gelmemeye başladı. Saniye teyze, Memo’nun okula başladığını, özel bir eğitim aldığını söylemişti. Sanırım Memo’yla aynı yaşta olduğum için Saniye teyze bana kendi oğlu gibi davranıyor. Her ihtiyacıma koşar, benimle dertlenir, benimle sevinir. Sahnede bayıldığımı annemden öğrenmiş olmalıydı. Ne zaman kötü bir durumla karşılaşsa, “Aman, boş ver!” derdi. Bana sarılırken yine “Boş ver,” dedi. Saçımı sevgiyle okşarken kulağıma, “Küveti doldurdum, içine de sevdiğin çikolatalı köpükten koydum,” diye fısıldadı. “Yaşa Saniye teyze!” “Sana neyin iyi geleceğini, en iyi ben bilirim.” Gerçekten de bilirdi. Ne zaman canım sıkılsa, kendimi kötü hissetsem banyoya girip köpüklerle oynarım. Küvetin içerisinde bazen bir saate yakın vakit geçiririm. Banyodan çıktığımda bütün parmaklarım uzun süre suyun içinde kalmaktan buruş buruş olur. Bugün de çok kötü bir gün geçirdiğim için Saniye teyze, benim için banyoyu hazırlamıştı.

Banyoya girer girmez mis gibi çikolata kokusunu içime çektim. Küvete uzandım. Köpüklerin içinde yatarken bazen bulutların üzerinde yattığımı düşünürdüm. Bulutlar da köpükler gibi, yumuşacık ve mis kokulu olmalıydı. Gözlerimi kapattım. Bir bulutun üzerinde gülümseyerek yattığımı düşündüm. Birden düşüyormuş gibi oldum. Sanki bulutun üzerinden kayıp gidiyordum. Kulaklarımda yine aynı ses çınladı: Tavşan bayıldı! Suyun rahatlatıcı etkisiyle bir anlık içim geçmişti. “Oh, rüyaymış!” diye mırıldandım. Kâbus gördüğüm gecelerde uyandığım gibi, nefes nefese kalmıştım. Köpük banyosu da bana saatler önce sahnede bayılmamı unutturamamıştı. Nasıl unutturabilirdi ki zaten? Karşımda en az iki yüz kişi vardı. Hepsi beni izliyordu. Dans etmemi, şarkı söylememi bekliyorlardı. Titreyerek sahneye çıkmış, heyecandan o kadar kişinin karşısında bayılmıştım. Tam bir rezillikti. Sınıf arkadaşlarım bana gülmüşler miydi acaba? Komik görünüyor olmalıydım. Belki de benim için endişelenmişlerdi. Bana kızmış da olabilirlerdi, çünkü üç ay boyunca çalıştıkları müzikalin, henüz ilk dakikalarında bayılarak gösterinin iptal edilmesine neden olmuştum. “Aman, kızarlarsa kızsınlar! Ne yapayım, isteyerek bayılmadım ya!” diye söylendim.

Benzer İçerikler

Yaşanmamış Maceralar Atlası

yakutlu

Pür Serisi – Julianna Baggott – Online Kitap Oku

yakutlu

Bülbülün Kırk Şarkısı

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy