Kutup Yıldızı 5 Güz Fırtınası | Mehtap Fırat


Sonbahar güz yapraklarını sessizce dökerken geçmiş ortaya çıkmayı bekleyen sırlarla çevrilidir.

Nisa ve Demir, her şeyden habersiz mutlu bir şekilde ilişkilerini yaşarken Nisa’nın ansızın karşısına çıkan kişi bütün dengeleri değiştirecektir.

O kişi, yıllardır habersiz kaldığı, özlem çektiği annesinden başkası değildir.

Geçmişin can yakıcı gerçekleri Nisa ve Demir’in hayatına dolanmaya başladığında bir daha hiçbir şey eskisi gibi olamayacaktır.

Rüzgâr yönünü tersine çevirecek ve her şeyi alaşağı edecektir. Peki Nisa ve Demir bu fırtınadan sağ salim bir şekilde kurtulabilecek midir?

Yoksa geçmişle birlikte gelen gerçekler onların aşkını zedeleyecek midir?

Her şey, bu kez çok daha sert bir hâl alacaktır. Ilık yaz rüzgârını ardımızda bıraktığımıza göre…

Güz Fırtınası için hazır mıyız?

*

“Sana büyük acılar vereceğim, çünkü senin büyük sevinçler yaşamanı istiyorum…”

Oruç Aruoba

GİRİŞ

Cihan Mürtezaoğlu – Bir Beyaz Orkide

Kemal Sahir Gürel & Erdal ney Dargeçit

On Dört Yıl Önce…

Bulunduğu geniş oturma salonunun sıcak havasına rağmen ruhunda barındırdığı öfke buz gibiydi Meltem Gürsoy’un. O yoğun öfke duygusu onu hem üşütüyor hem de derinden sarsıyordu. İçindeki kırgınlık artık boğazını sıkar gibi olduğunda derin bir nefes aldı. Aldığı nefes burnunu, boğazını, ciğerlerini yaktı. Acısını hafifletmedi, aksine daha da ağırlaştırdı.

Oturduğu kadife, kahverengi koltuğun üzerinde âdeta iki büklümdü. Bacaklarını karnına kadar çekmişti. Uzun, koyu kahverengi saçları dağılmıştı. Epey yorgun ve bitkingörünüyordu. Ağlamaktan iyice kızarmış olan koyu kahverengi gözleriyle bahçeye bakan pencereden dışarıyı izliyordu. Dışarıda sert, uğultulu bir rüzgâr vardı.

Mart ayının ortalarıydı. Hava kış aylarındaki gibi çok keskindi. Gökyüzü çok bulutlu, kasvetliydi ama yağmur yağmıyor, gözyaşı dökmüyordu. Bu görevi hıçkırıkları eşliğinde Meltem rsoy üstlenmişti. Ceketine iyice sarılmış küçük oğlu bahçeden fırlayıp yanına gelmesin diye hıçkırıklarını sessiz tutmaya çalışıyor ama asla başarılı olamıyordu. Gözyaşları akmaya, kalbi feryatlarını haykırmaya devam ediyordu. Acı, keder, hüzün… Hepsi Meltem Gürsoy’un içinden geçenlerdi.

Hemen karşısındaki tekli koltukta oturan eşi Suat Gürsoy’un da ondan aşağı kalır bir yanı yoktu. Belki Meltem gibi ağlamıyor, hıçkırıklara boğulmuyordu ama onun da kalbi acılar içinde kıvranıyordu. Meltem’e yaşattığı hayal kırıklığından dolayı başı eğik, yüreği buruktu. Yıllardır aynı yastığa baş koyduğu eşinin gözlerinin içine şimdi bakamıyordu. Aralarında büyük bir enkazın acı gerçeği yatıyor ve bu enkaz ne zaman ortaya çıkıp kendini gösterse ikisini de mahvediyordu. Suat Gürsoy, ne zaman eşinin kapısını aynı niyetle çalsa ikisi de paramparça oluyor ve o enkazdan kurtulmak yerine, daha da altında kalıyorlardı.

Bundan tam beş yıl öncesine kadar gayet yolunda giden mutlu bir evliliği vardı Suat Gürsoy’un. Ya da sadece o öyle olmasını istediği için her şey yolundaymış gibi davranıyor, rol yapıyordu. Fakat yıllar önce gittiği bir iş görüşmesi sonrasında tanıştığı o genç kadın bütün hayatını değiştirmiş ve sadece değiştirmekle kalmayıp her şeyi tepetaklak etmişti. Bütün bu kavga ve gürültü de o iş görüşmesinden sonra başlamış ve bir daha da ardı arkası kesilmemişti.

Suat rsoy, yıllardır içinde tutup biriktirdiği, sadece kendine sakladığı hasreti artık bastıramıyordu. Buna karşı koyamıyor, gözden çıkaramıyordu. Eşi Meltem ise ne zaman kocası karşısına bu sebeple gelse zihnindeki cevapsız soruları ağırlıyor ve her defasında kendine, Neden? diye sorarak feryat ediyordu. Neden bütün bu acıyı onlar yaşamak zorundaydı? Neden bütün bu olanlar onların başına gelmişti?

Cevabını bulamadığı sayısız soruyla her yüz yüze gelişinde Meltem’in kalbinde derin bir korku ve endişe oluşuyordu. İsyan ediyordu, bütün bunları hak etmediğini haykırıyordu ama bir taraftan da eşini kaybetmek istemiyordu. Canı çok yanıyordu belki ama bütün bunların onun için bir hayat dersi olduğunu düşünerek, buna inanarak yaşamaya ve kendini avutmaya çalışıyordu. Fakat bazen öyle anlar geliyordu ki hiçbir avuntu bu duruma çareolmuyordu. Her şeyi göz ardı etmeyi, yok saymayı başaramıyordu. Tıpkı şu anda yapamadığı gibi…

Gözyaşlarının arasından usulca dudaklarını aralayıp, “Sonunda öğrendin mi o çok meşhur kızının adını?” diye sordu Meltem kan dondurucu, buz gibi bir ses tonuyla. Sesinde hem taze bir öfke hem de iğneleme yatıyordu. Merhamete dair hiçbir şey yoktu. Aynı sorunlarla sürekli karşı karşıya gelmek Meltem’i sadece bitirmiyor, aynı zamanda da kahrediyordu. Suat, Meltem’in acıyla beslediği bu sert kalbini her defasında yumuşatmaya çalışıyor ama asla başarılı olamıyordu. Karşılaştığı tek şey buzdan bir duvara toslamak oluyordu.

Aldatılan bir kadın, karşı karşıya kaldığı herkesi ve her şeyi yakıp yıkma potansiyeline sahipti. Meltem de tıpkı yıllardır olduğu gibi şu anda da bunu yapıyordu. Her şeyi yakıp yıkıyordu. Suat’ın dudaklarından çıkacaklar onu korkutmuyordu. Söyleyeceklerini zaten biliyordu. Yıllardır bunları bozuk bir plaktan çıkan cızırtılar gibi defalarca kez işitmişti. Suat yine aynı cümleleri sarf edecek ve her şey yine yerle bir olacaktı. Evlilikleri yine sekteye uğrayacaktı. Meltem daha çok öfkelenecekti. Daha çok gözyaşı dökecekti. Bütün hayatını, evliliğini onun gözünde bir hiç ama Suat’ın gözünde çok değerli biri uğruna mahvetmek isteyecekti. Bazen bu saçma evliliği bile neden hâlâ sürdürdüğüne anlam veremiyordu ama ağlamaktan iyice yorulan gözleri bahçeye bakmaya devam ederken bütün sorularının cevabını tam da orada buluyordu. Tek dayanağı oradaydı.

Her ne kadar kızsa da, öfkelense de hatta nefret etmeye çalışsa da kocasına hâlâ ilk günkü kadar çok âşıktı. Meltem’i en çok yaralayan şey de aslında buydu. Suat’a öylesine büyük bir aşkla bağlıydı ki onu hiç affedemiyordu. Sadece affetmiş gibi yapıyordu. Gerçi Suat’ın onu aldatması aklanacak ya da affedilecek bir durum da değildi zaten. Fakat onu bir türlü bırakamamasının asıl nedeni çok daha başkaydı.

Bahçeye bakmaya devam ederken burukça gülümsedi. Bu hayatta en çok sevdiği kişinin, biricik oğlunun küçük, sarı renkli topun peşinden koşuşunu izledi. Manevi oğlu Demir bu hayatta en değer verdiği şeydi ve onu zor bulmuşken babasız büyütmek istemiyordu. Meltem, zaten çocuğu olmuyor diye kendini kusurlu bir kadın olarak görüyordu. Bu yüzden Demir’i gerçek aile sıcaklığından mahrum bırakmak istemiyordu. Bütün bu acıya, kedere de sadece onun için katlanıyor ya da katlanmaya çalışıyordu.

“Hayır,” dedi Suat dakikalardır aralarında süren derin sessizliği bozarak. Başını eğdiği yerden kaldırmadan çaresizce, “Onur’a bunu sormadım, yine soramadım,” diye de devam etti cümlelerine bozuk çıkan bir sesle.

Bütün yaşananlar, başlarından geçip gidenler Meltem için elbette çok zordu ama Suat’ın tarafından bakıldığında aslında hiçbir şey onun için de pek kolay değildi. Belki de Suat çok daha katlanılamaz bir acının içindeydi.

Yılda birkaç kez de olsa hapishanenin yolunu tutardı Suat. Hem eski dostu, hem eski avukatı hem de manevi oğlu Demir’in babası olan Onur Polat’ı ziyaret ederdi.

Onur Polat, yanlış adamları savunmaya kalkışması ve o davayı kaybetmesi sonucundahaksız yere hapishaneye düşmüştü. O süreçte de ne yazık ki hem çocuklarını hem de biricik eşi Ceylin’i kaybetmişti.

Büyük oğlu Mustafa yetimhanedeydi. Şu an altı yaşındaydı ve yakında okula başlayacaktı. Küçük oğlu Demir ise Suat Gürsoy’un himayesi altındaydı, artık Gürsoyların çocuğuydu.

Eşi Ceylin’i, Demir’in doğumunda kaybettikten sonra Onur için hayat durmuştu. Hiçbir şeyin önemi kalmamıştı. Ömrünün sonuna kadar hapishanede yaşayabilir ya da onun düşüncesiyle orada çürüyebilirdi. Ta ki Suat Gürsoy, karısının ricasını kıramayıp ona hiç reddedemeyeceği bir teklifte bulunana dek…

Onur’un eşi Ceylin’in ikinci doğumunu Meltem rsoy üstlenmişti. Ne yazık ki o doğum esnasında Demir’e hayat verirken tüm çabalarına rağmen Ceylin’i ameliyat masasından kurtaramamıştı. Ceylin, hayata gözlerini yummuştu.

Demir erken doğduğu için bir müddet kuvözde yaşamak zorunda kalmıştı ve o dönemler onun bütün kontrollerini Meltem yapmış, bir an olsun başından ayrılmamıştı. O küçücük bebeğe bir anda çok bağlanmıştı. Çocuğu olmadığı için Demir’i daha kucağına aldığı ilk anda ona sahip çıkmak, büyütmek istemişti. O dönemlerde başka bir kadının, eşinden hamile olduğundan habersizdi tabii.

Suat, o zamanlarda bu gerçeği Meltem’e söyleyemediği gibi onun Demir hakkındaki ricasını da kıramamıştı. Bu yüzden Onur’a belki de herkesin hayatını değiştirecek bir teklifte bulunmuştu. Demir, onların çocuğu olarak büyüyecekti ve hiçbir zaman gerçek ailesinin kim olduğunu bilmeyecekti. Suat da Onur’u hapishaneden çıkarmak için elinden gelen her şeyi yapacaktı.

Onur, başta bu teklifi kabul etmek istememişti. Sonuçta hayat ondan en sevdiğini, Ceylin’ini almıştı. Artık onun için yaşamanın bile bir anlamı yoktu ama sonra iyice düşününce, tüm taşları tek tek yerine oturtunca herkesin gözden çıkardığı ya da ısrarla görmezden geldiği bir gerçeği kendine hatırlattı. Geride herkesin unuttuğu bir de büyük oğlu Mustafa vardı. Demir’i güvenle Meltem Gürsoy’un avucunun içine bırakabilirdi. Peki ya Mustafa ne olacaktı? Daha çok küçüktü. Ona kim bakacaktı? Ona kim sahip çıkacaktı? Onu kim koruyup kollayacaktı?

İşte, o zaman Onur Polat için seçenekler azalmış ve önünde sadece bir seçenek kalmıştı. Artık ayağa kalkmanın ve bir şekilde mücadele etmenin kendisi için bir mecburiyet hâline geldiğinin farkına varmıştı. Belki çok geç olacaktı ama bir gün elbette hapishaneden çıkacaktı ve o gün geldiğinde Mustafa’ya doğru düzgün bir hayat verebilmek için elinden gelen her şeyi yapacaktı. Mustafa için yaşamak ve savaşmak zorundaydı. Bu yüzden de Suat Gürsoy’un yıllar önce sunduğu teklifi kabul etmişti. Küçük oğlu Demir’den vazgeçmiş, hem kendisi hem de Mustafa için daha düzgün bir hayat uğruna Suat ve Meltem Gürsoy’un şartlarına boyun eğmişti.  

Suat, Onur’u her ziyarete gittiğinde hem eski günleri yâd eder hem de ona bol bolDemir’den ve yaramazlıklarından bahsederdi. Fakat Onur geçmişi ve küçük oğlunu ondan kopardıkları gerçeğini hiç unutamadığı gibi Suat’a her gelişinde asıl gerçeği hatırlatırdı. Her ne kadar Suat ve Meltem Gürsoy, Demir’e sahip çıkıp, ona hem bir soyadı hem de gerçek bir aile sıcaklığı vermiş olsalar da Onur, “Sahip çıkman gereken bir de kızın var, Suat, diyerek asıl gerçeği Suat’ın yüzüne bir tokat gibi yapıştırırdı.

Onur, hapishaneye girmeden önce her daim Suat’ın yanında yer alırdı. Onun başından geçen her şeyi bilirdi. Hâliyle onun hayatını değiştiren o iş görüşmesinden de, tanıştığı o genç kadından da haberi vardı. Hatta o iş görüşmesine bile birlikte gitmişlerdi.

Suat Gürsoy’un gayrimeşru bir kızı vardı ve bu gerçeği bilen insanlar sayılıydı.

Her ne kadar ismini hiç öğrenmese de bir kızı olduğundan Suat yıllardır haberdardı ama sadece o değil, karısı Meltem de bu gerçeği biliyordu.

Demir, evlat edinildikten tam yedi ay sonra gelmişti küçük kızı dünyaya ama Suat rsoy hiçbir zaman onu bağrına basamamış, kokusunu içine çekememişti. Başlarda Meltem’i aldatışının vicdan azabından dolayı bir kızı olduğu gerçeğini bile asla kabullenememişti. Hatta kızından bizzat kendi rızasıyla vazgeçmişti.

Yıllar önce kızının annesi binbir çabayla Suat’ın kapısına dayanıp kızına sahip çıkmasını istediğinde Suat bunu ısrarla reddetmişti. Hatta o zamanlar kadını parasını sömürmeye çalışmakla suçlamış ve doğrudan şirketine geldiği için onu güvenlik görevlileri aracılığıyla kovmuştu. Fakat bütün bu olanların ardından birkaç ay geçmeden hem kadına söylediklerine hem de çocuğunu sahiplenemeyişine pişman olmuştu.

Şimdi ise… Şimdi kızının o küçücük, avucunu bile doldurmayacak ellerini sıkıca tutmak istiyordu ama onun kollarını bağlayan büyük bir etken vardı. Meltem’in dik başlı, inatçı tutumu Suat’ı sürekli engelliyor, yolunu kapatıyordu. Gerçi Meltem’e de kızamıyordu. Hatta ondan böyle bir fedakârlık istemesi bile büyük haksızlıktı ama kızını, tek öz evladını yetimhanenin o rt duvarının ardında bırakmak Suat’ı kahrediyor ve aslında bunu hiç istemiyordu.

Başarılı bir iş adamıydı Suat Gürsoy. İmkânları genişti. Varlıklıydı. Aslında kızına çok iyi koşullarla bakabilirdi ama sadece karısının rızası da olursa bunu gerçekleştirebilirdi. Fakat ne yazık ki Meltem’in buna rızası yoktu ve Suat ne kadar kabul etmek istemese de Meltem’in hiçbir zaman da rızası olmayacaktı.

Yaşadığı ihaneti unutamıyordu Meltem ama yine de vicdanlı tarafı, bir babadan öz evladından vazgeçmesini istediği için kendini de hiç affedemiyordu. Suat ise yaptığı hatayı öylece kenara atamadığı gibi karısına, kızını kabullenmesi konusunda diretemiyordu. Aralarındaki bu yadsınamaz gerçekler ne zaman ortaya çıksa evlilikleri örseleniyor ve hatta kirleniyordu.

“Anlaşmıştık. Bana bir kez daha bununla gelmeyecektin. Söz vermiştin. Yıllar geçti üzerinden. Hâlâ karşıma aynı konuyla çıkıyorsun. Ne zaman Onur’un yanına gitsen bana hep aynı şeyle geliyorsun. Bu kadarı da çok fazla, Suat. Ben dayanamıyorum artık. Yapma bunu bana. Daha fazla uğraşma artık. Çünkü ne yaparsan yap, hiçbir zaman bana o çocuğun varlığını kabullendiremeyeceksin.”

Suat, hatıralarında geçmişe küçük bir yolculuk yaparken Meltem ise aralarındaki o derin sessizliği iyice bozarak söylenmeye ve öfkesini kusmaya başladı.

“Meltem,” diyerek biçare bir şekilde karısının adını mırıldandı. “Ben, hatamın bedelini fazlasıyla ödedim. Bırak, ona sahip çıkayım. Bırak, onu bu eve…” Cümlelerini noktalayamadı, devamını getiremedi Suat. Çünkü Meltem başını pencereden çevirip ona öyle bir kızgınlıkla bakmaya başladı ki bütün kelimelerini yutmak zorunda kaldı. Aralarındaki o yoğun gerginlik had safhaya ulaştı.

“Hayır,” diyerek şiddetle karşı çıktı Meltem. Sesi kısıktı belki ama hissettirdiği duygu evin duvarlarını yıkacak kadar sertti.

“O, bu eve hiçbir zaman gelmeyecek. Anlıyor musun? Gelmeyecek. Benden, senin başkasından olma çocuğuna annelik yapmamı isteyemezsin. Bekleyemezsin. Buna hakkın yok,” diye diretti hıçkırıklarının arasında hızlı hızlı konuşarak.

Meltem, düştüğü girdabın içinde dayanamadı. Acıyla kıvrandı, yüzünü ovuşturdu. Gözlerinin önüne düşen gür saçlarını geriye doğru attı ve adamın acıyla dolan gözlerine baktı. Suat’ın gözlerindeki perişanlığı, pişmanlığı elbette görüyordu, hep görmüştü ama yine de kararının arkasındaydı ve bu karardan geri dönmek gibi bir niyeti yoktu. Oysa Suat onun kendisini anlamasını, en azından anlamaya çalışmasını bekliyordu ama Meltem, Nuh diyor, peygamber demiyordu. Bu yıllardır böyleydi ve de hiç değişmeyecekti. Meltem, hiçbir zaman Suat’ın öz kızını kabullenmeyecekti.

“Meltem, lütfen. Biliyorum, senden bunu isteyemem. Sana büyük bir haksızlık yaptığımın da farkındayım ama…”

“Sen, bana sadece haksızlık yapmadın. Sen, bizim hayatımızı mahvettin. Sen var ya… Benim göğsümden kalbimi söküp aldın, Suat. Sen beni aldattın ve ben her şeye rağmen, sırf Demir için seni yine de affetmeye çalıştım. Nasıl bundan önce kabul etmediysem bugün de kabullenmeyeceğim, yarın da ve ondan sonrasında da. O çocuk bu eve gelmeyecek. Unut bunu.”

Meltem, gözyaşlarının arasından çıkan kırılgan sesiyle konuşurken Suat, son bir kez daha şansını denemek istemişti ama her zaman olduğu gibi yine başarısız olmuştu. O da tıpkıMeltem gibi yüzünü ovuşturduktan sonra bakışlarını bahçeye bakan pencereye doğru çevirdi. Tıpkı Meltem gibi bir süre boyunca küçük topun peşinde koşturan Demir’i izledi.

Benzer İçerikler

Babanın Adı Var

yakutlu

Şair ve Yazar Yahya Akengin’in 50. San’at Yılı

yakutlu

Kaçınılmaz Günah – Georgia Cates Online Kitap Oku

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy