Midas | Ahmet Şimşek | Birazoku


İlk öykü toplamı Hammurabi’yle 2020’de KKTC’nin en çok okunan yazarları arasına giren Ahmet Şimşek, Ada’dan üfürdüğü yeni öykülerini Midas’ta topluyor. Sıcağın kavurduğu sokaklardan, hamamdan, hırdavatçı dükkânından, karakoldan, yüz caretta caretta yumurtalı bir sahilden; barışık halkları ikiye bölen sınırın kuzeyinden sesleniyor okura. Hem nahif hem sert, kalemini daha sağlam tutuyor; yalnızca çocukluk ve ilkgençlikte yaşanan tecrübelere, özlemle olgunlaşan hatıralara, zulme uğrayan göçmenlere, kabuğundan çıkmayı bekleyenlere, sınır kanunlarıyla ayrılan ailelere dair dünden, bugünden, “biz”den hikâyeler anlatıyor.

Bilge Karasu, kendimizden olmayanın, kendimiz gibi olmayanın bakışını kendi gözümüzden silip atmadıkça, kendimize kendi gözlerimizle bakmadıkça kurtulmamız şöyle dursun, kendimizi tanıyamayacağımızı yazdı. Şimşek’in öyküleri, kendine kendi gözleriyle bakanlara selam veriyor.

Kafesinin kapısını kapatıyorum, demire asma kilidi vuruyorum ve kereste fabrikasından bozma bu evleri, seni geride bırakıyorum, komşu. Caddede gri giyinmişler var, bu insanlar gündüzleri bizim komşularımız. Ama gece çökerken hep olduğu gibi, gizlenmeliyim, diye düşünüyorum. Çocukluğumun sonu ve öfkem yalınayak.

İÇİNDEKİLER

Hoşça Kal Komşum, Hoşça Kal Sevgilim…………………………………. 11
Maria ve Madde 22………………………………………………………………….. 19
Bırakın Şair Afrika’ya Gitsin ……………………………………………………. 28
Sinek Kan Derdinde………………………………………………………………… 38
Kral Midas’ın Hikâyesi…………………………………………………………….. 45
Lefkoşa’da Gerçekleşmesi İmkânsıza Yakın Bir Doğa Olayı ……… 51
Peter Pan’ın Askerleri………………………………………………………………. 59
Gorkak Keglig …………………………………………………………………………. 65
Où va le monde……………………………………………………………………….. 76
yevmiyelik zeytin…………………………………………………………………….. 85
Caretta Caretta Camus ve 99 Kardeşi ………………………………………. 91

“Şair aksini söylese de, adalar kalbin metaforlarıdır.”
Jeanette Winterson, Vişnenin Cinsiyeti

Eminemu’ya,
yani anneme

HOŞÇA KAL KOMŞUM,
HOŞÇA KAL SEVGİLİM

Sodom yıkıldıktan sonraki ilk geceydi komşu; bir yalan uydurup yanına gelmiştim hani. Daha evini bilmiyordum. Gri bataklık ağacının gölgesinde bekliyordum seni. Tanıyormuş gibi sokağın başından el sallaman garibime gitmişti. Çünkü henüz ilk görüşmemizdi. Çocukluğumun sonuydu ve o samimiyet bana yabancıydı. Anlaşıp kurallar belirlemek zorundaydık çünkü fazla yakındık, çünkü komşu sayılırdık. Bütün o alışkanlıkları kazanmadan önce, heyecanımı bastırmaya çalışırdım ve bu daima gergin bir sessizlik yaratırdı.

Acemiliğin hedefi olmaktan nasıl da nefret ederdim ve o sessizlikten. İçimden haykırmak gelirken susup harekete geçmeni bekliyordum. Çünkü cahildim de. Sürekli renk vermememiz gerektiğini söylüyordun bana. Yoksa gizli yuvamız başımıza yıkılacaktı. Ama anlamazdım, seviyorum, diye bağırasım gelirdi. Böyle hissetmek çocukçaydı belki ama güldürürdü beni. Sen tırnak içleri kir dolu, koca elinle ağzımı kapatırdın. Sonra dolardım, dolardın, ağlarken ikimiz de sesimizi yutardık. Çünkü o sıkış tıkış mahallede dışarıdan birinin bizi duyacağından korkardık. Kıkırdamayı kes, gözyaşını sil komşu.

Eski kereste fabrikası kapatılıp temizlenmişti. Restore edilmişti, demiyorum çünkü tek yaptıkları yalnızca tozdan ve fazlalıktan kurtulmaktı, kutu kutu evlere dönüştürmüşlerdi bütün fabrikayı. Ve sonradan senin gibi fazlalıkları yerleştirmişlerdi oraya. “Tavşan kafesi” dediğin, bir kındırık penceresi olan o evlerden birinde yaşıyordun. Sokakta gri bataklık ağaçları vardı hep. Çoğu zaman işte bu devasa ağaçlardan birinin gölgesinde bana el sallamanı beklerdim. Görünmemen gerekiyor komşu, diyordun. Ama kimse gelip de bu harabelere bakacak değildi. Ancak sen oradaydın ve ben de yanındaydım komşu. Tecrübesizliğin doğurduğu o tuhaf sessizliklerden sonra uzanıp gözlüğümü çıkarırdın ve tüm o grilik dağılırdı.

Ama beklerdin ki öncesinde bir işaret çakayım. İlk zamanlar böyle onayımı beklerdin işte. Ben de az değilim ya, hiç acele etmez, kıvrandırırdım seni. Yeşil gözlerinin kenarları bu tavşan kafesi evlerin oluşturduğu sokaklar gibi buruş buruştu ve ben o gözlerin iyice kısılmasını beklerdim. Bu arzu oyunu, bakışlarını daha canlı kılardı. Ve o kısılma ânında yürüyüşünle taban tabana zıt sabrını görürdüm. Komşu ziyaretlerinin ardından benimle yürümek için, gündüzleri gizlendiğin kafesinden dışarı çıkardın. Girne Caddesi’nde gece yarıları.

Gün ışığından yorgun, o dar, gri cadde boyunca titizlenerek ilerlerdin önümde. Asla yanımda ya da arkamda değil, çünkü benimkilerden daha keskindi gözlerin. Ve düşünürdüm, yuvasındaki o suskun adam nereye giderdi? Spor ayakkabılarını da bilerek giymezdin, özellikle plaj terliklerinle çıkardın evden. Aydınlıkta çıkaramadığın tüm o sesleri karanlık caddede kendinden doğururdun. Şlap şlap. Şlap şlap. Ama bilirdim, komşu olmasak yürümeye devam edemezdin. Lefkoşa’nın tamamıyla bir alıp veremediğin var mış gibi, bütün Surlariçi sana borçluymuş gibi hınçla yürürdün. O saat günahkâr oluşunla yüreklenirdin belki ama plaj terliklerin şlap şlap kaçmak isterlerdi ayaklarından. Yine de yere öyle coşkulu basardın ki hiçbir yere gidemezlerdi. Ve seni öyle arkadan izlemek komik gelirdi bana, aniden yüksek sesle seni sevdiğimi söylemek gelirdi içimden.

Çünkü toydum ve daha önce kimseye söyleme şansım olmamıştı bunu. “Baksana, komşu!” İlk aylardan sonra arada seslendiğim de oldu ama hiç de pas vermezdin ve meydanı geçip bizim sokağın girişine vardığımızda etrafına şöyle bir göz atıp kabaca, “Görüşürüz ahbap,” derdin. Ve düşünürdüm, sokağın bu kısmına ne de çabuk varırdık. Aslında neredeyse komşu sayılırdık. “Görüşürüz ahbap” bize ne yabancı bir hoşça kaldı öyle. Ve gecenin son ânı hep bu olurdu. “Ahbap” bana nasıl da samimiyetsiz gelirdi.

O nedenle bütün gündüzlerde, o ilk anların tümünde ve acemiliğimi atarken bile gösteremediğim olanca cesareti toplar kahkahayı patlatırdım. “Hahaha, görüşürüz komşu!” Gülüşümün seni ve parmak arası terliklerini ürküteceğini bilirdim. Dönerken başını omuzlarının arasına indirir, seni hızlı hızlı oraya getiren öfke ve cesaretten yoksun, yere daha yumuşak basardın. Sen belki farkında değildin ama bilirdim ki inine yalnız dönmek zorunda kaldığından sessiz ayak, geri geri çıkardın Girne Caddesi’ni. Bir keresinde, ahmakça bir düşünceyle, acaba terliklerini çıkarıp öyle mi yürüyor, diye kendime sormuştum hatta. Belki de sadece tavşan deliğine dönmenin ezikliğiydi. Kahkaham yankısını yitirdikten sonra durup şöyle bir dinlediğimde, şlap şlap adımlarını duymuyorsam eğer korkardım. Sana söylemedim hiç ama kesin biri bizi duydu diye dehşete düşerdim ve eve, bizimkilerin yanına, kendi kafesime döndüğümde ağzım dehşetten sımsıkı kapalı olurdu.

İlk senenin sonunda, artık neredeyse çocukluğumu unuttuğumda, bizim dükkânın önünden geçmeye cüret etmeye başladın. Geçerken yan yan içeriye bakar ve komşu bile değilmişiz gibi davranırdın ama kurallar değişmemişti, hâlâ gizlenmemiz gerekiyordu. Öyle anlar bana çok fena koysa da seni affederdim. Aramızda bir ahbaplık yoktu, komşuluk da yoktu. Sen hâlen eski kereste fabrikasından bozma o kümeste yaşar ve boğulmamak için kındırık pencereden kafanı dışarı çıkarır, gri göğün ve Lefkoşa’nın varlığından bile haberin yokmuş gibi davranırdın. Ben de ailemle kaldığım ve çenemi kapalı tuttuğum o eski Rum evinde, seninkinden hâllice daha geniş kafesimde, seni tanımıyormuş gibi yaşar giderdim.

En azından ilk anlaşmamıza iyi kötü uyuyorduk. Yeşil gözlerinin kenarlarındaki o buruşuk sokaklara iyiden iyiye karanlık çökmeden önce yani. Öksürük krizlerinden, bağırsak problemlerinden, tok karnına günde iki kere yuttuğun haplardan ve hapların fayda etmediği o nöbetlerden önce. Daha sonra ikinci bir anlaşma yapmayı ben istememiştim, komşu. Kendi koyduğu kuralları bozan sendin. Biri senden daha iyi oynuyor diye kendi uydurduğun oyuna bozuluyor, kuralları değiştirmek ya da tümden oyunu bırakmak istiyordun. Düşünüyorum da, bir çocuğa yenildiğin için miydi tüm bunlar? Ve o zamanlar daha yaşlı bile sayılmazdın. Zaten ben büyüyüp sana yetişiyordum. “Görüşürüz ahbap!” Eve dönmeden plaj terliklerinin sesini duymak için iyice kulak kabartıyordum artık. No şlap şlap? Sodom yıkıldıktan sonraki bilmem kaçıncı seneydi ve bunca zaman bir şeyleri yoluna koymuştuk. Senin benim gibi yüklükte büyüyen insanlar için işlerin bu kadar tıkırında gitmesi bile tuhaftı aslında. Saklanmalıydık komşu, demiyor muydun? Ben bunu sadece beraberken değil sürekli yaptığımızı sanıyordum. Tam kurallarını öğreniyordum ki başka yabancılıklar peyda oldu. Yeni kurallara alışamayacağımı bile bile yapıyordun sanki. Sessizliğimizi, yavaşça kısılan gözlerini, öncesinde onayımı beklemeni ve korkak terliklerini geri istiyordum.

Aslında sadece gri bataklık ağacının altında el sallamanı bekliyordum. Hıçkırıklarımı, ağzıma koyduğun elinle susturmaya çalıştığın, telin öbür tarafındaki kül rengi aç kedileri dinlediğimiz saatleri. Ancak plaj terliklerini, eski kereste fabrikası mahallesinde kara bir sokak köpeği kemirmişti. Hoşça kalın, şlap şlaplar. Komşu ziyaretlerinden gecenin bir yarısı eve dönmem gerektiğinde seni önümde çalımla yürüten terliklerdi bunlar. Madem mevsim kış artık, yalınayak yürüyemem, diyordun, o zaman hoşça kal komşu. Başka bahaneler bulmaya çalışırken karşımda kıvranmanı görmeye dayanamıyordum. Yeni anlaşmana göre ötekiler de olacaktı demek. Başkaları için giyilen yeni ayakkabılar. Mevsimine göre suni deri botlar, yüksek tabanlı spor ayakkabıları. Soluk ya da koyu renk bataklık ağaçları yerine fıstık çamlarının olduğu, gerçek evlerde, yeşil gözlerini farklı bir bekleyişle kısarak, senin parmağına uymayacağını bildiğin yüzükleri çıkarmayı arzuladığın yabancı saatler.

Arabası olduğu için eve bırakmak zorunda kalmadığın, kısaca komşun olmayan tüm o insanlar. Sodom yıkıldıktan sonra kurduğumuz düzen bozulurken, bilmem hangi ara ama bir dönem, bu yeni kurallara uyum sağlayabileceğime ikna ettim kendimi. Çünkü enseni seyretmeyi, o şlap şlapları duymayı özlüyordum. Anlamlandırmaya çalışmam saçmaydı çünkü gitmediğim sarı sokaklar ve limon bahçeli meskenler farklı bir söz varlığına sahipti. Çocukluğumun sonuydu. Arada yine önümde yürüyordun Girne Caddesi’nde. Benim olan o gri gecelerde, aşina olduğum öfkenle Lefkoşa’dan alacağını daha alamamışsın gibi ayaklarını yere öyle sağlam basıyordun ki aklıma hasta olduğun ve kocadığın gelmedi. Şlap şlap. Komşu tamam mısın? Hâlâ tavşan kafesi evinde kalıyorken, bir anda öksürmeye, tıksırmaya, hafif yemeklere ve hapları artırmaya başladın. Nöbetlerinin süresi, adımların gibi uzadıkça uzadı. Kendinde olmuyordun çoğu zaman. Ambulansı aradığımı da hatırlamıyordun.

Doktora, Depakin’i ve kullandığın diğer ilaçları sayıyordum. O da, yakını mısın, diye soruyordu. Komşusuyum, diyordum ve beni duymuyordun. Hepsi geçtiğinde işin artık ciddiye bindiğini söylüyordun, utanıyordun, minnettar oluyordun. Anlıyordum ki böyle bir yerde gizlice ve ihtiyaç hâlinde yaşamak korkutucu geliyordu. Artık bizim dükkânın önünden geçerken bana çekinmeden selam veriyordun. “Merhaba komşu! N’apan?” Sonra beni beklediğini işaret eder gibi aksırıp evine yollanıyordun. İlaçlar seni kel bıraktığı hâlde bir yalan uydurup yanına gelmemi bekliyordun. Utanacak zamanın kalmadığına inanıyordun çünkü. Gelip hasta yatağında karnın şişmiş bir hâlde yatarken seni ziyaret edecektim.

Muhtaçtın. Haplarını verip nöbet geçirmemen için dua ederken seni dizimde uyutacaktım. Sonra gece yarısı caddeden tek başıma evime dönecektim. Kuralları ben koyuyordum artık. Artık sana acıyor ve bunu yüzüne de söylüyordum. Yaşlandıkça irileşen kulakların seni olduğundan daha ahmak gösteriyordu. Kel kalan başınla, nöbet esnasında düşüp morarttığın yerlerinle ve göbeğinle alay ediyordum. Hastalıklı balgamlar çıkarırken sana gülüyordum. Sense sorun etmiyordun komşu. İlaçlarını alıp arada yemek yapıyorum diye bana teşekkür ediyordun. Kasılan eklemlerine masaj yapıyor, arada seni yıkıyor ve nefes alıp verişin düzelene kadar yanından ayrılmıyordum.

Benzer İçerikler

Horoz Adam ve Korsan | Sevim Ak

yakutlu

Kurdun Gözü | Daniel Pennac

yakutlu

Süper Brokoli Çocuk | Frank Cottrell-Boyce

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy