MUSTAFA KUTLU, “YA TAHAMMÜL YA SEFER”

“Bir kere taviz verildi mi, asla çiğnenmemesi gereken unsurlar bir kere gözden çıkarıldı mı, kalbin aynası bir yerinden çizildi mi, kefareti büyük oluyor…”( Oyun-Bozan, 111.s.)

Yazar Hakkında Kısa Bilgi:

Mustafa Kutlu: (d.6 Mart 1945, Erzincan)

1945’te Erzincan’da doğdu. Erzincan Lisesi’ni (1963), Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi (1968). Tunceli ve İstanbul’da edebiyat öğretmenliği yaptı. Öğretmenlikten ayrılarak (1974) Dergâh Yayınları’nda idareci olarak çalışmaya başladı. Hareket ve Dergâh dergileriyle, Türk Dili Edebiyatı Ansiklopedisi’nin yayın faaliyetlerini yürüttü. Senaryolar yazdı. Televizyonda sohbet programları yaptı.

Eserlerinden Bazıları:             

Öyküleri:

Ortadaki Adam (1970)

Gönül İşi (1974)

Yokuşa Akan Sular (1979)

Yoksulluk İçimizde (1981)

Ya Tahammül Ya Sefer (1983)

Bu Böyledir (1987)

Sır (1990)

Arkakapak Yazıları (1995)

Hüzün ve Tesadüf (1995)

Deneme ve inceleme türünde de eserleri bulunmaktadır.

( Kaynak: “dergibi.com” sitesi)

Kitaptaki ilk öykü, “Fotoğrafta Biri Var” adlı öyküyle başlayıp son öykü “Irmaktan Öteye” kadar birbirini tamamlayan, yani aslında birbirinin devamı niteliğinde olan öykülerden oluşan bir eser “Ya Tahammül Ya Sefer”. Derinliği olan, vakur ve kendinden emin bir şekilde akıp giden bir üslup…

Kahramanların bir kısmındaki derinlik ve kendini bulma arayışı hikâyeleri akıcı kılan unsurlardan biri. Aslında yazar kendi iç dünyasındaki derinliği ve vakur duruşunu yansıtmış bir anlamda. Mustafa Kutlu’nun yaşam öyküsüne göz attığınızda hikâyelerindeki bazı kahramanlarında kişiliğiyle, dünya görüşüyle hayat bulduğunu hissediyorsunuz.

Nazım Usta, Kerim, Murat, Asım Bey, İlhan ve diğer kahramanlar adeta yazarın yaşam öyküsünde başka isimlerle, belki de aynı isimlerle kendilerine o hikâyelerde yer bulmuşlar. O kadar içeriden ve hayatının içinden ki! Kalbinin en özel yerinden bir yol bulup kaleminden serpilmiş sayfalara her bir kahraman. Yazar bütün kahramanlarını kucaklıyor üslubuyla. Dışlamıyor, yargılamıyor, nefret uyandırmıyor. Yumuşak, insancıllığı ağır basan ama inandığı değerlerden taviz vermeyen bir dili var.

“ (…) Gözlerim yaşarıyordu.

O kadar içten, heyecanla ve fedakâr konuşuyorlar, öylesine kendilerini hırpalıyorlardı ki. Bu gençlerle bir arada bulunmak dünyanın en güzel, en elde edilmez nimetiydi.

(…) Umut doluydu herkes. Dergi çok sayıda satılıyordu. Yeni bir nesil geliyordu. Fakülteler bitiriliyor, ikiden üçe, üçten dörde geçiliyor, asistan olunuyor, doktoralar, ilmî çalışmalar yapılıyordu. Gençler davaya sahip çıkmanın şuuru içinde…”( Fotoğrafta Biri Var, 9.ve 10.s.)

Hikâyelerinden ve yaşam öyküsünden de anlıyoruz ki Mustafa Kutlu bir dava adamı. Kahramanları aracılığıyla ve tabii derinliğini hissettiren diliyle bunu güçlü bir şekilde hissediyorsunuz. Kendi deyimiyle de onun, davasını kucaklayan kahramanları var.

“(…) Mektebini bitiren gidiyordu.

Davayı kucaklayıp gidiyordu, öyle sanıyordum, başka türlü olamazdı…”

( Fotoğrafta Biri Var, 11.s.)

Anlıyorsunuz ki Mustafa Kutlu da davasını kucaklayan bir sanatçı kişiliğe sahip. Kültürüne, geleneklerine, güzel ahlâkın üstünlüğüne, değerlerine sahip çıkmaya ve bu şuuru gelecek kuşaklara nakşetmeye inanan bir sanatçı Mustafa Kutlu. Eserdeki öyküler,“dava” ve  “davaya sahip çıkma” mesajını güçlü ama incelikli bir üslupla okurların gönlüne, zihnine nakşedebilme üzerine inşa edilmiş adeta. Ama okuru sıkmadan ve dayatma yapmadan. Hassasiyeti, insan ruhundaki kırılganlığı göz ardı etmeden gönüllere sesleniyor yazar. Baskısız, dayatmasız, küstürmeden, incelikle ama tavizkâr da davranmadan…

“(…) Biz de genciz, diye gelirdi dilimin ucuna. Boğazımda bir düğüm. Ne diyebilirdim. Doğrusu gençler iyi çocuklardı, ama eskilerin hali başka idi. Davadan bahseden kalmamıştı ya, bu sefer bir musiki faslıdır gidiyordu. Kimi ney çalar, kimi tambur…”( 13.s.)

Cümleler genellikle kısa. Anlatımı içten ve dili sade. Bu da hikâyelere bir akıcılık kazandırmış. Cümlelerin kısa ama anlam derinliği hemen hissediliyor. Edebi yönden de oldukça sağlam bir dili var yazarımızın. İçtenlik, sanatsallık ve anlaşılırlık üslubunun genel nitelikleri diyebiliriz.

“ Birisi ışığı açmış olmalıydı.

Tıkırtılar… Ayak sesleri… Derinden derine gelen, ilk anda ne olduğu pek çıkarılamayan bir müzik…

Düşünmeksizin iniyor yataktan, terliklerini arıyor…

(…) Yıllardır açamadığı, açıp kucaklayamadığı kollarıyla sanki onu sarmak, bağrında barındırmak istiyor. Birkaç saniye, bir iki adım. Sükût…” ( Hilali Gördün mü? 19 ve 20.s.)

Mustafa Kutlu, anlatımıyla etkiliyor sizi ve ususl usul kendimizi sorgulamaya yöneltiyor. Ama altını kalın kalın çizmeden, fikir dünyanızı besleyerek ve bir çocuğun başını okşar gibi muhabbetle iletişim kuruyor okurlarıyla. Edebî söyleyişi ve her şeyden önemlisi insani bakışı ihmal etmeden, manevi dünyamızdaki boşluklara dikkat çekiyor.

“Bizim hareketimiz, mesuliyet hareketidir: Davamız hayata uymak değil, hayatımızı Hakk’a uydurmaktır…”

İşte bu cümleler hem davanın hem de hayatın özeti aslında. Tabii her okur ve insan bu davayı onun hayal ettiği içtenlikle kucaklamayabilir. Bizler sanatçının edebî yönüne haksızlık etmeden eserlerini değerlendirmeliyiz. Nitekim her sanatçının veya her insanın benimsediği bir davası olmayabilir. Nitekim edebiyatımızın farklı dönemlerinde farklı sanat anlayışları benimsenmiş ve bu sanat anlayışı doğrultusunda eserler verildiği bilinmektedir. “Sanat sanat içindir” veya “sanat toplum içindir” anlayışıyla hareket eden sanatçılar olmuştur.  Bunun yanında sanat hayatına bağımsız olarak devam eden sanatçılarımız da olmuştur. Kısacası her sanatçı bir anlayışın veya bir davanın izinde olacaktır diyemeyiz. Bu, tamamen sanatçının veya bireyin tercihi, dünya görüşü. Bizler okurlar ve eleştirmenler olarak öncelikle sanat gücüne ve üslubundaki özgünlüğe bakmalıyız. Tabiî samimiyeti ve toplumsal hassasiyetleri  göz ardı etmediğine de bakarız.

Mustafa Kutlu’nun öykülerindeki kahramanlara hayatımızın çeşitli dönemlerinde rastlamışızdır veya rastlayabiliriz. İdealist, kültürüne ve değerlerine bağlı kişilere rastladığımız gibi, değerlerinden kopmuş, hayatını özentilerine göre biçimlendirmiş kişilere de rastlamışızdır. Tıpkı hikâyelerde adı geçen Fetanet gibi, Seda gibi, tıpkı İlhan gibi…

“(…) Süslenmiş Fetanet Hanım. Allıklara, rimellere bulanmış. Saçlarını yaptırmış. Sim işlemeli bluzunun dekoltesi…”( Ya Tahammül Ya Sefer,59.s.)

“(…) Gençlikte idealist olunuyor. Hepimiz iyle yetiştik. Etrafı toz pembe görüyorduk/ Yine yerli film havası, niçin toz-pembe./ Sevecenleşiyor. Delikanlı, bak şimdi, neydi isminiz, unutuyorum, ha İlhan, oğlum bak, ben de gençken dünyaya nizam vermeye kalkmıştım, ne delilik, arkadaşlarla bir dernek bile kurmaya kalkmıştık- dalıyor- hey gidi…”

( Irmaktan Öteye, 115.s.)

Yazar, gerek farklı kültürdeki kahramanları gerekse ortaya koyduğu farklı yaşam tarzlarıyla aslında toplumsal yaşamdaki çeşitliliğe, zıtlıklara dikkat çekiyor. Özlem duyduğu yaşam tarzını yaşayamayan, içinde bulunduğu yaşam tarzına hapsolmuş kişilerin varlığından da haberdar ediyor bizleri. Tıpkı İlhan gibi ve babası Asım Bey gibi…

“(…) Asım Bey eskiden kendisi, Erzurumlu Yunus, Arapkirli Osman, Murat ve diğerlerinin kaldığı hücreye çeviriyor bakışlarını. Kapısına, demir kafesli pencerelerine, önündeki sütuna, revaklara, kubbeye… Asım Bey gözlerini yumuyor. Takunya seslerinin tıkırtıları… İlhan’a buradaki hatıralarından bahsetse mi? İçinden boğazına kadar yükselen, taşımaya hazır hissiyatını tecrübeyle bastırıyor…”( Dön Geri Bak, 71.s.)

Mustafa Kutlu, hikâyelerinde çizdiği farklı yaşamlar ve karakterler ile bizleri bir nebze olsun maddeden uzaklaştırıyor; manevi yanımıza hitap ediyor. Huzur veren üslubu, sade dili ve içten anlatımıyla farkını ortaya koyuyor. Her yazarı başka yazarlardan farklı kılan bir yanı vardır ve olmalıdır da. Bana göre Mustafa Kutlu, insana huzur veren ve okurunu muhabbetle kucaklayan üslubuyla manevi dünyamıza sesleniyor. Akıp giden karakterlerle ve iç konuşmaların, geriye dönüşlerin ortaya koyduğu iç muhasebeyle kendimizi de gözden geçirmemizi sağlıyor. Dayatmadan, cümlelerini edebi söyleyişle incelterek ve muhabbetle ortaya koyuyor fikir dünyasını. Ama değerlerine olan bağlılığından da ödün vermeden, tutarlı bir duruşla ve sanatçı duyarlılıkla kaleme almış öykülerini. Edebiyata, ilkelerine, davasına bağlı ve insana sevgiyle bakmayı ihmal etmeden bizleri uyandırıyor ve “Ya Tahammül Ya Sefer” diyerek bizleri önemli bir yol ayrımında düşünmeye sevk ediyor.

İyi okumalar!

Eserden Bölümler:

“( …) Sabahı beklemeyiniz dostum, geceden yola çıkınız. Olur ki uyuyakalırsınız. Sırtınızdaki çıkında ebedî gayenin dürülmüş azıkları varsa ne mutlu size… Cemiyetin vahşi, zehirli bitkilerle dolu, her dalında uğursuz baykuşların mânasız telkinler yaptığı sık ağaçlı ormanlarında çetin yolculukların başlangıcı için sabahı beklemeyiniz. Sabahı beklemek öğleni, öğleni beklemek akşamı beklemek gibi bir ruh gevşekliğini doğurur.”

( Kuşlar da Kaderle Uçar, 50.s.)

“(…) Millî hayat mazinin derinliklerinden gelerek istikbale doğru akan bir nehir gibidir…” ( Elhân-ı Siyaset, 83.s.)

“(…) Musalla taşı, yeşil örtü ve tabut.

İnsan irkiliyor.

Yürüyüp giderken bir görünmez duvara çarpıyor sanki…”( Oyun-Bozan, 108.s.)

“(…) Kısa süren hafif bir yer sarsıntısı gibi gelip geçti ölüm. Gökyüzü yeniden maviye boyandı. Korna sesleri yeniden duyuldu…” ( Oyun-Bozan,110.s.)

“(…) Irmak bir başlangıç.

Bir düş.

Ama bir yol ve bir yoldaş. Ne tabiat parçası, ne çiftlik hayali. Ne kaçıp gitmek, ne ekip biçmek. Sefer de içimde, tahammül de…” ( Irmaktan Öteye, 124.s.)

Benzer İçerikler

İbn Meymun Felsefesinde Tanrı

yakutlu

Agatha Christie – Doğu Ekspresinde Cinayet (Roman Özeti)

yakutlu

Livaneli’nin Penceresinden Kitap Özeti – Zülfü Livaneli

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy