Nazım İle Piraye | Tuna Serim


-1-

Bir kadın ve bir genç kız… Kadın hareketli, yerinde duramıyor, bir orada bir burada. Kız sakin, elindeki kitabı okuyacak ama kadının normalin dışına taşan hareketliliği yüzünden işi gücü bırakmış, onu gözlüyor. Aslında yaşamlarının özeti bu; birbirini gözlemek, aralık bir kapı aramak, oradan içeriye sızıp konuşmak, aralarda ağlamak, aynı şeyleri tekrarlamak, şiirlerden bölümler okumak, sonuç hayal kırıklığı olsa da konuşmayla avunmak. Konuşmak onarıyor, hiçlerin içinde yuvarlanırken, tutunacak dal gibi. Ne yazık ki süresi kısa. Fırtına çıkmış, kırık dökük köşk sarsılıyor; kış geldi, eskimiş çerçevelerinin aralarından rüzgâr doluyor, masa örtüleri, koltuk kılıfları hareketli, bir oraya bir buraya titriyorlar. Kızın kulaklarında rüzgârın uğultusu, bir de ara sıra öten baykuş… Bir kuşun fırtına sırasında ötmesi mümkün değil ama sesi geliyor. Kadın ne seslerin ne de titreşimlerin farkında, tıpkı durmadan yinelenen hareketlerinin de farkında olmadığı gibi. Bilmem kaçıncı defadır sobanın küllerine bakıyor, çıkarıp boşaltıyor, boşalttığı bir kürekten fazla değil, çünkü on dakika önce de aynı şeyi yapmıştı. Dikiş makinesinde bir şeyler dikmeye çalışıyor. İplik kopuyor, onu da bırakıp dolaşıyor. Mutfakta tabak bırakmadı, yıkadıklarını yeniden suya sokuyor, yeniden yıkıyor.

Kız endişeli; teyzesini hiç böyle görmedi, neler oluyor, kötü haberler mi var? Kadın yemek için ne istediğini soruyor, cevabı beklemeden kurabiye getiriyor, oysa masanın üzerinde içi kurabiye dolu bir tabak var. Kız sesini çıkarmıyor, zaten yese de yemese de farkında olmayacak. Kadının gözü camda, bir beklediği var; yoksa o mu; esaret bitmiş, gelecekmiş! Hepsi hayal, gelmeyecek… Gerçekleşmeyen geliş haberleri olmasa şimdiye kadar kendini toplardı, ama umut yok mu, gelecek, çıkacak umudu, yalan da olsa inanıyor, her hafta yeni bir yalana sığınıyor, konuşmalar çıkış haberlerine düğümleniyor, konuşacak o kadar şey varken eski günleri anarak, umutlarını, hayallerini kolye gibi dizerek olmayanı, olmayacağı yaşıyor.

Kadın yukarıya çıkıyor, bir süre sesi duyulmuyor, yine de kız kitaba dönemiyor; o acı çekerken kendi okuyabilir mi? Köşkü çevreleyen ağaçların dallarına takılıyor gözleri. Neler yaşamış, neler görmüştür bu ağaçlar, hele koca gövdesiyle evi kollarmış gibi duran çınar kim bilir kaç yaşında. Dedeyi görmüş, belki daha eskisini, ihanetleri, acıları, yine de dimdik ayakta. Genç kız ağaca bakarken kadın merdivenlerden koşarak iniyor, basamaklar inliyor. Kapı açılıyor, kadın bahçe kapısına doğru sesleniyor. “Kim o, açmakta geciktim, yukarıdaydım…” Kız, kadının kulaklarını dikip beklediğini biliyor, öyle çok gördü ki… Sesine, bahçenin rüzgârından, dalların birbirini dövmesinden, evin tahtalarının gıcırdamasından başka karşılık gelmiyor. Kapı çalmadı, yine gaipten sesler duydu! Kadın odaya girdiğinde omuzları düşmüştü. Böyle değildi, umutlara sığınsa da dik kalır, hayalle gerçeği ayırmayı, herkese farklı görünmeyi bilirdi. Düşüncelerini, hayallerini yalnız onunla paylaşır, diğerlerinin karşısına gerçekçi yüzüyle çıkar.

İki gündür telaşlı ama bugün telaş zirve yapmış, nedeni yine o… Bursa’dan haber geldi, “Rasih acele gelsin” diye. Haberi gönderen de o olduğuna göre ölmemiş, yaşıyor, bunu kaç kere tekrarladı, ama teyzesi endişeye, kâbuslara sarılmış, vazgeçmiyor. Onu her düşündüğünde ölüm geliyor aklına. Hastalandı mı, birileri öldürdü mü? Kapının önünde, şaşkın, kolları iki yanda bekliyor, gözleri boş bakıyor, oysa en güzel yeri gözleridir. Erkek onun ateş rengi saçlarına övgüler sıralasa da, kız bakışlarını seviyor. İçinde umut var, olana bir şeyler ekleme düşüncesi, güzel olana tutkusu, hayalleri… Gözlerine ne zaman baksa, yaşlanmayan bir ruh görüyor, genç kalan bir kadın…

Çok iyi anlaşmalarının bir nedeni de onun ışık saçan bakışları; gözlerine bakmasan soğuk durur, heyecanını anlayamazsın, sevgisini, fedakârlığını. Görebilirsen eğer, bakışları insanın içini açar, güven verir. En sıkıntılı zamanlarda bile ışıltılıdır gözleri; içinin göstergesidir. Bugün gözlerde ışık yok, ağaçların çevrelediği eski köşk kadar renksiz ve umutsuz. “Piraye Abla gelsene yanıma, telaşlısın, neler takıldı aklına?” Kadın uslu bir çocuk gibi yanına oturuyor. Ne garip, her zaman o sorar, kendi cevaplardı, bugün farklı. Neler yaşadı da bu duruma düşmedi. Bilmediği şeyler mi var, ona söylemekten kaçındığı?… Sesi hep yumuşaktır, ama bu defa daha yumuşak çıkması için özen gösteriyor, ses tınısıyla onu yaralamaktan korkuyor, çünkü Piraye savunmasız, korkmuş bir çocuk gibi. Kız, kadını kollarıyla sarıyor, içindeki enerjinin ona geçmesini diliyor. Bu köşke geldiğinde kimsesizliğin dayanılmazlığıyla otururken Piraye de ona sarılmıştı, üstelik sonraları anladı, fazla sarılan bir insan da değildi.

Hapisteki adam mektuplarında hep bu konudan yakınır. Kollarının arasında teyzesini tutarken aklına o gün geliyor, hep sevdiği bir teyzeydi, ama o kadar… O sarılışla ruhundaki aralıkları hissetti, deliklerden sızan kötü havayı, yalnızlığı. Piraye’nin kollarında dinlenirken aralar kapandı, kapıları güçlendi, yalnız olmadığını anladı, onun için üzülecek biri giriyordu yaşamına, belki hep vardı da o güne kadar anlamamıştı. Şimdi Piraye aynı durumda, bir anlamda onun rolünü üstlendi, yine de başarıp başaramayacağını bilmiyor. Piraye’nin bedeni titremeye başlıyor, ağlıyor, sesini duymasa da biliyor, çünkü ellerine ılık gözyaşları damladı.

“Öldü…” diyor sessizce. “Hep söylüyorum, anlamıyorsun. Ölen adam mektup yazar, birini çağırır mı?” Piraye kekeliyor. “Tamam da neden çağırdı? Önceleri de birilerini istemişti, ama nedenini bilirdim, şimdi mektup bile yazmamış, yalnızca bir not: ‘Rasih’i Bursa’ya gönder.’ Sen olsan meraklanmaz mısın? Belki de hasta, dün gece kötü rüyalar gördüm. Bu defa benden bir şeyler saklıyor, bana duyurmadan ona söyleyecek, çareyi o bulacak.” Yine ölümü düşünüyor, yalnız geçen gecelerde anlattıklarına bakılırsa onunla tanışmadan önce ölüme uzakmış, belki gençlikten… Sonrası farklı, ölümle iç içe. Kapı ne zaman çalsa kötü haber bekliyor, seslendirmese de dilinin ucunda aynı soru: “Öldü mü?” Postacı gelince kalbi hızlanıyor, yüzünden anlam çıkaracak, oysa hangi postacı mektupta yazan ölümü bilmiş?… Zarfı açtığında önce haberlere bakıyor, aradığı hastalık, tehlikeli bir hastalık… Yatakta, onu öldürürler diye düşünüyor; kış geldi mi nedenler çoğalıyor, soğuktan, hastalıktan, ölümden korkuyor… Piraye’nin annesi hapisteki adamı sevse de evlenmelerine karşıydı. Kızının hayatını ikinci defa rezil edeceğini düşünüyordu, ama bu kadarı onun bile aklına gelmedi. Evliliklerinin üzerinden on yılı aşkın zaman geçti, buluşamadılar. Birkaç kere hapishane hücresinde, arada otel odasında, o da birkaç saat…

Piraye uzun süre yeğeninin kollarına sığınıp kalacak kadın değil, çekildiğinde daha sakin. “Teşekkür ederim, insan sevenine yakın olunca acıları bölüşüyor, hafifliyor.” Eli, İzgen’in saçlarına gidiyor; kız evladı gibi, evladın arkadaş olanından. O gün evde ikisinden başkası yok, zaten Çamlıca’daki köşk diğerlerinden farklı, buraya çekilen, yalnızlığa da çekiliyor. Piraye kalabalık evlere alışmış, yine de hiç yakınmadı. Kendi yalnızlığa alışık, önce annesi, babası, iki kardeşi vardı, sonra annesi ve babası gitti, üç kardeş sığındıkları köşkte yaşamlarını Piraye’yle paylaştılar. Zaman geldi kardeşleri de gitti, koca köşk ikisine kaldı. Aslında yalnız değiller, konuşup, eskileri anıyorlar; kendisi Ankara’da geçen yıllarını, aile mutluluğunu anlatıyor, daha fazlasını bilmiyor, ama Piraye dolu, söze başladı mı, dedelerine kadar gidiyor, hatta eski kayınpederinin ailesine…

İzgen, zaman zaman kalabalıktan sıkılıp sıkılmadığını soruyor, ama anlatırken bu kadar mutlu olan birinin onlardan sıkılması mümkün mü? “Sıkılmadım da, Cihangir farklıydı. İlk defa küçük bir aile olmuştuk, Nâzım, Mehmet, ben… Birbirimize kenetlenmiştik, ellerim durmadan diğerini arıyordu. Nâzım çocuklara karşı iyidir, kendi de büyümüyor, ondan mıdır nedir, Mehmet babasından göremediği ilgi ve sevgiyi onda buldu. Bazen yemek yerken ikisinin el ele tutuştuğunu görür, mutlu olurdum.” O günlere dönüyorlar. Geçmişi anlatınca yüzü gülüyor, hele anılar Nâzım’lı olursa… Konuşmalarını uzaklardan gelen gök gürültüsü bölüyor. Gün boyu estikten sonra gök gürlemezdi. İkisi de kulaklarını dikmiş bekliyorlar, şimşek ne zaman çakacak? İzgen’i ürküten patlamalar… Gök gürültüsünden korkardı, şimdi farklı, ilk defa korkmuyor, kimsenin kollarına sığınmaya ihtiyaç duymuyor. Korkularının önüne Piraye’nin yürek sıkıntısı geçmiş.

Kadın çay getiriyor, içerken kızın gözleri teyzesinde. Rasih Bey gelene kadar sıkıntı sürecek, ama Bursa’ya gidip de dönmek kolay mı, belki yarını bekler, onun da evi var, o kadar yoldan bir de Çamlıca’ya gelmek? Aklı adamın gelmeyeceğinde, ama duyguları geleceğini söylüyor. Rasih teyzesini o kadar sever sayar ki, kadını merak içinde bekletmeye razı olmaz. Piraye ayrılırken ısrarla tembih etti “Ne duyarsan bildir, gece de olsa gel, sana yatak serer, yatırırım” diye. Kimseyi zorlamaz, oğlunu bile, yine de bastırdı, gel dedi; o zaman ne değişti, yoksa bir bildiği var da saklıyor mu? İzgen teyzesini oyalayamayacağının farkında, daha akşam bile olmadı, o zaman tek yol bavulu açıp içinden mutluluk verecek satırları çıkarmak. Yavaşça yerinden kalkıyor, teyzesinin yatak odasında yatağın altına gizlenen küçük tahta bavulu çıkarıyor. Bavulu Nâzım yapmış, hapishanede, marangozluk yaparken. Tahta bavul teyzesine en yakın ama gözlerden en uzak yerde, yatağın altında. İzgen’in eline önce 1933 tarihli bir mektup geçiyor, tam bugüne uygun, ama okuyamaz, okursa teyzesinin korkusu büyür, kendinden geçer.

Ne diyor şair?

“Bir tanem!
Son mektubunda:
‘Başım sızlıyor
Yüreğim sersem!’
diyorsun,
‘yaşayamam!’
Yaşarsın karıcığım,
kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgârda;
yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısı
en fazla bir yıl sürer yirminci asırlarda ölüm acısı.”

Bu olmaz, kesinlikle olmaz. Piraye onun ölmesinden bu kadar korkar, acı çekerken, bu şiir okunmaz. Yine de onlarınki ölümle bütünleşen bir aşk, içinde ölümden öte ayrılıklar, korkular var; umut veren şiir nerede? İzgen teyzesinin bavulunu karıştırma konusunda özgür, içindekileri satır satır, dize dize biliyor, yine de onu bırakıp bir şeyler araması saygısızlık olabilir mi? Merdiven başına gidip teyzesini gözlüyor. Piraye mutfakta. Ne zaman sıkılsa mutfağa koşar, belki de yemekleri ondan lezzetli… Eline tarihsiz bir mektup geçiyor, üstelik içinde sevdiği birinin adı var: Kemal Tahir, Piraye’nin vazgeçemediği bir dost, onun sözlerini duymak, moralini düzeltebilir. Elindeki mektup tomarıyla mutfağa inip okumaya başlıyor

“Geçenlerde Kemal Tahir’e, Piraye bana ‘Kendine iyi bak, benden evvel ölme’ diye yazdı demiştim. Kemal diyor ki: ‘İtiraf et ki Piraye senden iyi şairdir.’ İtiraf ediyorum karıcığım. Sen yalnız benden iyi değil, dünyadaki en iyi şairsin…”

Yemeği karıştıran Piraye’nin yüzü gülüyor. Hapishanede tanıştığı Tahir’le ilgili hatırladıklarını anlatıyor. Çankırı’da Mehmet’in fotoğraf makinesini düşürüp kırmasını, mahcubiyetini erkek sesinin ardına saklamasını… Piraye erkeklere çocuk gözüyle bakar, Nâzım onun için çocuktur, Kemal Tahir de… Kız, Piraye’yi oyalamaktan memnun, elindeki tomardan başka satırlar seçiyor. Okurken sesi titriyor. Bir erkek bir kadına böyle sözleri nasıl yazar, kadın bunları okurken kendinden nasıl geçer? Yine tarihsiz bir mektup…

“Tanıdığım bütün insanlar arasında ne senin büyüklüğünde bir şaire, ne de senin kadar şiirden anlayana rastlamadım. Mektubunun başına koyduğun satırlar edebiyatı nasıl en mahrem tarafından anladığını gösteriyor. Malum ya yazıcı yazarken duygularının bazılarını çok kapalı fakat derinden, bazılarını ise çok aşikâr fakat satıhtan yazar. O senin mektubuna aldığın dört satır kendimden başka hiç kimseye tattıramayacağını zannettiğim dört satırdı. Nasıl o üç bin satırın arasında onları seçip ortaya çıkarıverdin. Bahtiyarım, senin gibi bir üstadım, senin gibi şair bir arkadaşım, senin gibi bir karım ve sevgilim var…”

Teyzesinin dudaklarındaki gülümsemeyi görünce, mektupları bırakıp şairden konuşuyor. “Seni çok beğeniyor, kendinden iyi olduğunu söylüyor…” “Sanırım aşkımın bu kadar büyük olmasına en önemli sebep, diğer insanlara bakışı… Kimseyi kıskanmaz, herkesi teşvik eder, güzellik gördü mü göklere çıkarır. Kendine bu kadar güvenmese yapamazdı. Mahkûmiyeti süresince, benden hep başkalarının şiirlerini ve romanlarını istedi. Bazı şairlere bakıyorum, başkalarının şiirlerini okumuyorlar, okusalar da kıskançlıktan dile getirmiyorlar.

Nâzım bu dünyaya gelmiş en önemli şairlerin başında, bir de özgür olabilse, güzellikler içinde yaşasa neler üretirdi.” Nâzım’la arada kavga etse, tartışsa da biriyle konuştuğunda ona toz kondurmaz, o kişi evladı gibi sevdiği İzgen de olsa durum değişmez. Konuşmalar iyi gidiyor, teyzesi eski Piraye oldu: Kararlı, dürüst, sözünü esirgemeyen, sevdiklerine arka çıkan, doğrulardan şaşmayan kadın… Dallar kapıya çarpıncaya kadar sürüyor iyimserliği, yine kapı çalındı sanıyor, oysa Rasih’in bu saatte gelemeyeceğini ikisi de biliyor. Kız sözü Mehmet’e getiriyor, bir de Suzan’a; çünkü Piraye, aklı Nâzım’da olsa da evlatlarının davranışlarını takip eder, karışmaz ama gözler, iyi yetişmeleri için ne gerekirse yapar.

Yine de bugün farklı, kısa kesiyor konuşmayı. O zaman kendiyle kalmalı, girip çıkmaları, yerinde duramayışı bundan… İzgen, havanın karanlığından, teyzesinin içine düştüğü karamsarlıktan bunalıp radyoyu açıyor. Okumayı sevse de, bu psikolojiden okumakla değil müzikle kurtulacak. Türk müziğinin klasikleşmiş eserleri çalarken Piraye’de hareket yok, önceleri güzel sesiyle şarkılara eşlik ederdi, bugün onu da yapmıyor. İzgen, şarkıların teyzesini etkisi altına alacağından emin, sevdiği şarkı gelince, sıkıntılarını bir şarkı boyu da olsa unutur. Ne düşünürse düşünsün kadının aklı uzaklarda, ne radyoyu dinliyor, ne şarkıları, ta ki o şarkı çalana kadar.

“Kimseye etmem şikâyet…”

O anda kanatları düşüyor, bedeni de, ruhu da, kendi için yazılmış gibi şarkıya yöneliyor. Yeğenine dönüyor, gözleri kocaman, şarkı ona korkularını hatırlatmış, panik içinde. Onu izlerken mutfağın karardığını, harabeye döndüğünü fark ediyor, oysa dikkat bile etmemişti. Radyodaki kadın acılı sesiyle inliyor…

“Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben halime
Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime
Perde-i zulmet çekilmiş, korkarım ikbalime
Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime…” 

Piraye her dinleyişte hüzünlendiği şarkının bestekârını hatırlamaya çalışıyor. Kemani Sarkis Efendi değil mi? Evet o! Bu defa söyleyene eşlik edemiyor, güveni sıfırlanmış, aklı karışık, ruhu telaşta, korku içinde. İzgen bundan kötü bir tesadüf olamayacağını düşünüyor. Son dönemde Piraye’de yeni huylar gelişti. Kimseye söylemese de şarkılar tutuyor, şarkı kötü gelince telaşa kapılıyor.

Radyoyu kapatayım, daha fazla dinlemesin, yaralanmasın derken elektrik kesiliyor, radyo susuyor. Garip, kapatmak istedi, radyo kendiliğinden kapandı. Piraye lambaları çıkarıyor, öyle tertipli ki karanlıkta bile neyin nerede olduğunun farkında. O lambaları, mumları yakarken İzgen perdeleri çekiyor. Bu da Piraye’nin alışkanlıklarından. Evi görecek kimse olmasa da ışıklar yandıktan sonra perdeler çekilecek. “Nâzım kalkıp gelse” diye düşünüyor, bu kadar zaman kendiyle, kurallarıyla olmaya alışan Piraye’yle anlaşabilir miydi? Nâzım’la evlilikleri kısa sürdü, biri İstanbul’daydı, diğeri hapiste, kâh Çankırı’da, kâh Bursa’da… Yalnızlığa alışanlar kendi kurallarını geliştirip, başkasının kural koymasından hoşlanmıyorlar. Sonra “Yanlış” diyor. “Hatalı düşünüyorum, çünkü bu kadın Nâzım gelirse her şeyden vazgeçebilir, bir çocuklarını bırakmaz ama diğerleri boş, hele insan onun gibi sever ve saygı duyarsa.” İzgen yürekten diliyor Nâzım’ı…

Nâzım gelsin de kendi ömründen yıllar gitsin, umurunda değil. Evin mumlarla delinmeyen karanlığında oturuyorlar. Dışarıdan rüzgârın sesi geliyor, boğuk bir ses inildeyerek çoğalıyor, kasvet veriyor. İzgen gaz lambasının ışığında kitabını okuyor, anlamıyor, teyzesi bu kadar telaşlandığına göre bir şeyler var, ne olacağını bilmese de canlarının yanacağı kesin. Elektrik gelmiyor, gece ilerlese de umut yok. Kız, duvarlara baktığında gölgeler görüyor, titreyen bir perdenin gölgesi, lambaların gölgesi, mum ışığının gölgesi, dolabın gölgesi, dışarıda sallanan ağaçların gölgesi… Gölgeler devleştikçe kendileri küçülüyor. Elektrik gelmiyor ve yapmaları gereken şeye ikisi de yanaşmıyor. En iyisi uyumak da, kim uyuyacak? Piraye, Rasih’i bekleyecek, sabaha kadar da sürse vazgeçmez. Kızın uykusu kaçtı, o heyecan içindeyken uyumak ne kelime?…

İkisinin de özleri duvardaki saatte, o ding dong yaptıkça, saat başlarını, yarım saatleri gösterdikçe, darbelerle ilan ettikçe ikisinin de umutları tükeniyor. Vakit geç oldu, Rasih Çamlıca’ya nasıl gelecek, gelirse karanlıkta nasıl yürüyecek? Rasih gelir de bir engele takılıp düşer diye, Piraye o fırtınada elinde mumla bahçeye çıkıyor. Yol üstünde bir şeyler olup olmadığını kontrol edecek, ama kapı önünde mum sönüyor, sıra titrek yanan gaz lambasında. Lambayı yün hırkasının arasına sokuyor ki sönmesin. İzgen korkuyor, ya hırka alev alır da Piraye tutuşursa? Büyük ve düzensiz bahçede yürüyorlar, yüzlerine ağaç dalları çarpıyor, kadın onları budatmadığı için kendine söyleniyor. Yol üzerine düşmüş dalları topluyorlar, dalların arasında taş parçaları, kim bilir ne zamandan kalma, şimdiye kadar kimse dikkat etmemişti, ama o gece farklı, hem fırtına var hem de elektrik kesik. Hepsini topladıktan sonra Piraye bir koşu eve gidiyor, çalı süpürgesiyle ne varsa süpürüp, yığıyor, uçmasınlar diye öbeğin üstüne taş koyuyor. İşleri bittiğinde ikisi de soluk soluğa, çünkü fırtına ve yağmur birbirine karışmış, uçmalarına ramak kalmış. Piraye ışıksızlıktan yakınıyor. Kapı önünde bir lamba olsa, geniş fanusuyla rüzgârdan korunsa…

En kısa sürede edinecek. Geceleri eve insan gelmiyor, ama onun aklında o gece var, Rasih’in gelmesi, olanı biteni anlatması. Diğer geceleri düşünmüyor. Ellerini yüzlerini yıkıyor, sonra da odaya geçiyorlar. Konuşmuyorlar, ikisi de kulak kesilmiş, akılları fikirleri bahçe tarafından gelecek ayak seslerinde. İzgen konuşmuş olmak için aklına gelenleri seslendiriyor. “Böyle bir akşamda Rasih nasıl gelecek, kim fırtınada yola çıkabilir? Sabah gelir, ortalık aydınlanınca, hem belki de dönmemiş, Bursa’da kalmıştır.”

Benzer İçerikler

Nevbahar

yakutlu

Belki Sonra Başka Şeyler de Konuşuruz | Semih Gümüş

yakutlu

Ölümün Soğuk Sesi – Jane Casey Online Kitap Oku

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy