Ne Güzel Bir Sabah | Serhan Ergin


Gördün mü birkaç saniye nelere mâl oluyor… Yıllardır kendine dahi itiraf etmeden beklediğin o adam belki şimdi seni arıyor olacaktı. Belki de her şey farklı olurdu şimdi. O bordo renkli binanın köşesine, hani o dört yola, biraz daha erken gelebilseydin. Topuğun sıkışmasaydı mazgala, vitrinlere dalmasaydın. Ya da o birkaç saniye daha geç dönseydi o köşeden, para bozdurmaya uğraşsaydı, bir kedi görseydi yolda. Birkaç saniye arayla kavşağın farklı yönlerine gitmeseydiniz de tam o köşe başında burun buruna gelseydiniz… Hepsi olabilirdi işte. Ama biliyor musun, aynı anda orada olsaydınız, birbirinizi görseydiniz bile, yine de hiçbir şey farklı olmayabilirdi. Hayat işte…

Hayat Apartmanı’nın sakinleri ve onların iç içe geçen yaşamları… Yaşlılığın ve gençliğin türlü halleri. Kederli ayrılıklara inat yeni başlayan neşeli aşklar. Kesişen yollar, tatlı tesadüfler, acı sürprizler… Yürekleri küle çeviren yangınlar… Kemal, Zuhal’e tiyatroda gönlünü kaptırdı… Bir kadın, bir adamı gecenin ayazından söküp aldı… Ne Güzel Bir Sabah, gülümsetirken sert esen rüzgârla hüzne çeviren hikâyelerin kitabı.

Serhan Ergin, insana dair her şeyi samimiyetle anlatıyor. Okurlara sıcacık, kahve kokulu öyküler armağan ediyor…

İÇİNDEKİLER

HAYAT APARTMANI………………………………………………………………9
Postacı………………………………………………………………………………………………….11
Güngüzelleştiren…………………………………………………………………………17
Hoş Geldin……………………………………………………………………………………….23
Fırtınadan Artakalan……………………………………………………………..29
Çırak……………………………………………………………………………………………………..35
Suç Ortağı…………………………………………………………………………………………39
YOLLARIN KESİŞTİĞİ YER…………………………………………..45
Ödünç……………………………………………………………………………………………………47
Kelebek Etkisi………………………………………………………………………………..51
Kemal ile Zuhal’in Tanışmalarının Hikâyesi……..55
Geceyi Yırtan Işık………………………………………………………………………61
Kahvenin En İyisini O Yapar……………………………………………67
Sus…………………………………………………………………………………………………………..75
YELKOVANIN KUYRUĞU……………………………………………..81
Ne Güzel Bir Sabah………………………………………………………………….83
Beklerken…………………………………………………………………………………………..91
Doğum Günü………………………………………………………………………………….99
Yangın……………………………………………………………………………………………….105
Merak………………………………………………………………………………………………..111
Çoğu Bitti Azı Kaldı……………………………………………………………..117
Ah Be Yılmaz ………………………………………………………………………………123

HAYAT APARTMANI

Postacı

Nasıl da kalabalık ortalık. Neresi burası? Arabaların vızır vızır geçtiği, insanların durakları doldurduğu bu cadde, neresi? Tanıyamıyorsun. İyi ama nasıl geldin buraya? Hiç fikrin yok. Kaldırımın kenarına kadar gelip yolun karşı tarafında sıralanmış binalara, dükkânlara bakıyorsun. Dikkatini toplamaya uğraşıyorsun, neresi burası? Birkaç görüntü beliriyor zihninde şimşek çakımı… ama arkası gelmiyor. Gözlerinde kaygı. Başını eğip aşağı bakıyorsun bu defa. Ayakkabıların, gri pantolonun, süveterin, ceketin, her şey normal görünüyor. O sıra ellerindeki poşetleri fark ediyorsun. Bunlar da neyin nesi? İki elinde birer poşet. Ne var içlerinde? Sol elindekinde bir ekmek, altı yumurta, diğerinde ise domates, salatalık ve maydanoz. Sen mi aldın? Yoksa biri mi tutuşturdu eline? Birden bağırasın geliyor: korku.

Ne yapacak, nereye gideceksin? Az ileride bir apartmanın bahçe duvarını gözüne kestirip oraya yürüyor, duvara yarı oturur gibi yaslanıyorsun. Önünden geçip giden insanların yüzlerine dikkat kesiliyorsun. Geçip giden ama nereden gelip nereye gittiğini bilen insanlar onlar. Bir tanıdık yüz yakalayabilsen… Yok,hepsi yabancı. Dakikalar böyle geçiyor. Dakikalar geçtikçe göğüs kafesindeki korkunun yanına telaş da ekleniyor. Bakışların yeniden caddede. “Bu yol,” diyorsun, “ırmak kıyısına oyun oynamaya indiğimiz o yokuşun başındaki yol mu? Avanos mu burası?” İçinde kabaran telaş bir şeyler yapmanı zorunlu kılıyor artık.

Önünden geçen adama sesleniyorsun ansızın. “Evladım, bakar mısın?” Saçının önleri dökülmüş, şişman, iyimser yüzlü adam irkilerek duruyor. “Buyur amca?” “Avanos mu burası?” Nasıl da afallıyor adam. “Avanos mu? Yok amca ne Avanos’u? Ankara burası Ankara, Esat Caddesi.” Esat Caddesi… Tanıdık bir tını, daha önce duymuş olmalısın. Korku büsbütün ele geçiriyor göğüs kafesini. Nefes almaya çalışıyorsun. Adam bir adım yaklaşıyor bu esnada. “Hayırdır amca? Nereye gidecektin sen?” Adamın yüzüne boş boş bakmaktan başka çaren mi var? “Evin nerede amca senin?” “Bilmiyorum,” diyorsun. Kaldırımdan geçen iki kadın duraksayıp size bakıyorlar, sonra devam ediyorlar umursamazca.

Önünde duran adam kararsız, bir sana bir çevresine bakıyor. “Karakola götüreyim mi amca seni? Bulurlar evini.” Karakol mu? “İstemem” der gibi omuzlarını kaldırıyorsun. “Adın ne peki?” diye soruyor şimdi de. Sahi adın ne? Bunu da hatırlayamıyorsun. Bir adın vardı elbet ama neydi? Anlamsız bakışların karşısında daha fazla sabredemiyor adam. Ellerini iki yana açıp yoluna gidiyor. Biraz yürüsen mi? Tanıdık bir şey çıkar belki. Öyle yapıyorsun. Perdeci dükkânı, halıcı, nalburiye, bakkal… Kırtasiye sonra, sonra bir halıcı daha. Dükkânlar kesiliyor ardından, bir binanın çimenlik bahçesi, sonra yine bakkal. Yok!

Kafanın içinde hiçbir kıvılcım yok. Kaldırım taşlarından birinin altı boş çıkıyor, sendeliyorsun, elindeki poşetler sallanırken birkaç adım sağına savruluyorsun, düşmemek için oradan geçen delikanlıya yaslanacak oluyorsun. Halden anlamıyor oğlan. “Ne yapıyorsun amca, tövbe tövbe,” diyerek adımlarını sıklaştırıyor. Dizlerin de sızlamaya başladı. Oturacak bir yer bakınırken ilerideki otobüs durağı çarpıyor gözüne. Gidip oturağına yerleşiyorsun. Dizlerinde rahatlama. Fakat göğüs kafesin korkunun pençesinde titreşiyor.

“Neresi burası yahu? Neresi? Kimim ben?” Daha fazla tutamıyorsun gözyaşlarını. Kızarıyor büyük gözlerin, yaşarıyor. Poşetleri yere bırakıp, ellerinin üstüyle ovuşturuyorsun yüzünü. Ne kadar bastırmaya çalışsan nafile, içini kaplayan korku ve telaş; gözyaşı, hıçkırık ve aksırık halinde dökülüyor gözlerinden, burnundan, ağzından. Koyuveriyorsun sonunda kendini, sarsıla sarsıla ağlıyorsun otobüs durağında. Çok geçmeden etrafında insanlardan bir öbek oluşuyor tabii. Sorular:

“Niye ağlıyorsun amca?”
“Ne oldu amca?”
“Biri bir şey mi yaptı sana?”
“Evin nerede?”
“Adın ne amca?”
“Nereye gideceksin?”
“Buraya nereden geldin?”

Cevabını bulamadığın onlarca soru. Baş edemezsin ki. Tek yapabildiğin çevrene toplananlara saf gözlerle bakmak. İçlerinden biri akıl ediyor: “Üzerinde cüzdanın, kimliğin var mı? Ona bakalım.” Tabii ya! Hüviyette yazar adın. Heyecanla elini atıyorsun ceketinin içine, sol cepte yok, sağ cepte de yok. Sonra dış cepler. Ardından pantolon cepleri. Yok, yok, yok! Üzerinde cüzdan, hüviyet, hiçbir şey yok. Yeni bir gözyaşı dalgası geliyor. Ağlayınca göğsün de titremeye başladı. En yakınındaki kadına anlatmaya çalışıyorsun derdini güç duyulur sesinle: “Buraya nasıl, ne zaman geldim bilmiyorum yavrum. Aha elimde şu torbalarla, baktım ki buradayım. Alışverişe çıkmışım zaar. Bilmiyorum nereye gideceğimi de.” Kadın kaygılı suratıyla doğruluyor. “Vah vah, hiçbir şey hatırlamıyor,” diyor.

“Karakola götürmek lazım, anca onlar bulur evini.” Sonra o kadın insanların arasından arkalara geçip gözden kayboluyor. Bu defa daha genç başka bir kadın eğilip elini tutuyor. “Gel amca, seni ben karakola götüreyim, polis evini, aileni bulur,” diyor. Bunalıyorsun kalabalığın içinde. Kaldırıyorlar seni ayağa. Elinden tutan kadın çekiştiriyor da hafiften. Arkanı dönüp yerde bıraktığın torbalara bakmak, onları da yanına almak istiyorsun ama kalabalık öyle bir gürültüyle sürükleniyor ki duyan olmuyor sesini. “Karakol da uzak, taksiye mi binsek ki?” diyor kadın. Şöyle tepeden ayağa süzüyor seni. Duraksıyor. Ardından, “Yok, yürüyemezsin sen amca oraya kadar,” deyip caddedeki bir taksiye el ediyor. Nereye gidiyorsun? Tam taksiye ayağını koyduğun sırada arkandan bir bağırış duyuluyor: “Rafet Amca! Rafet Amca!” Önce kadın dönüp bakıyor bağırana, sonra sen. Bir yandan bağırıp bir yandan da koşarak yanına gelen bir çocuk.

“Rafet Amca nereye? Ne oldu?” Rafet… Rafet miymiş adın? Pek çağrışım yaptığı söylenemez ama çocuğun suratı o kadar yabancı değil. “Tanıyor musun evladım sen amcayı?” diye soruyor kadın. Çocuk, “Tanıyorum tabii,” diye yanıtlıyor, “aynı apartmanda oturuyoruz. Ben şurada, fırında çalışıyorum da, tesadüfen gördüm şimdi, merak ettim de geldim.” “Ben de az evvel buldum amcayı. Hiçbir şey hatırlamıyor,adını bile bilmiyor. Karakola götürecektim evini bulsunlar diye. İyi, sen götürürsün artık evine öyleyse, değil mi?” “Tabii tabii,” diyor oğlan.

Seni taksiden kaldırıma geri çekerken, “Beni tanıdın değil mi Rafet Amca?” diye soruyor, “Barış ben, Barış. Hani fırında çalışıyorum ya, sana ekmek veriyorum geldiğin zaman.” Doğrusunu söylemen gerekirse tanıyamadın ama yine de başını sallıyorsun hatırlamış gibi. Çocuk iyi birine benziyor. Giriyor koluna, adımlarını senin kısa adımlarına uydurarak götürüyor seni evini yeniden bulacağın yere. Bir sokağa giriyorsunuz, oradan başka birine sapıyorsunuz. Artık neredeyse adım atamayacak haldesin. Neyse ki bitiyor yol. Yeşile boyalı, pencereleri beyaz, eski binanın önünde duruyor oğlan. “İşte Rafet Amca bak, hatırladın mı? Hayat Apartmanı.” Belli belirsiz birkaç görüntü canlanıyor zihninde. “Anahtarın var mı?” Şimdi ceketini yeni bir korkuyla yokluyorsun. Hah, evet, sağ cebinde var anahtar. Apartmanın giriş katında, sağdaki daireymiş seninki, çocuk açıyor kapıyı. Önde o, arkasında sen giriyorsunuz içeri. Şimdi biraz daha tanıdık görüntüler. Çocuk seni yatırıyor salondaki kanepeye. “Gideyim anneme söyleyeyim de Leyla Teyze’yi arasın, senin kızın.” Çok yorgunsun. Kanepeye yatar yatmaz vücudun gevşiyor. Çocuk çıkmadan sesleniyorsun: “Evladım, bir bardak su ver sana zahmet.” Demek bir de kızın var. Adı Leyla’ymış. “Güzel isim” diye geçiriyorsun içinden. Sen mi koydun acaba? “Neyse, gelsin de tanışalım…”

Benzer İçerikler

Bir Cinayet Romanı

yakutlu

Babamın Masalı | Tülay Uluser

yakutlu

Kürk Mantolu Madonna

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy