öldüm… ve yazdım

Artık yazmıyorsun ya,

yazılıyorsun sevgili…

Sana hitap edebileceğim bir kelime bulmakta bu kadar zorlanabileceğimi hiç düşünmemiştim. ‘Sevgili’ demeyi çok severdim mesela. Aşkımdan şımardığım günlerde tatlım, aşkım, bebeğim… Yüreğim dilime ne dökerse öyle seslenirdim sana. Ama en çok…

En çok isminin sonuna ‘m’ harfini eklemeyi severdim. Tek bir harf dünyamı değiştirirdi sanki. Benim olduğunu, bir parçam olduğunu içimde hissederdim. Sana öyle seslendiğimde kulaklarıma gelen sesimle bile huzur kaplardı içimi… Telefonuma bile öyle kaydetmiştim adını, sen arayınca dünya silinirdi… “Niye açmadın telefonu?” diye kızdığın zamanlarda söyleyemezdim gerçeği. Senin benim olduğuna inanamazcasına öyle bakakalırdım çünkü telefonun ekranına…

Yüzümde masum bir gülümseme…

Şimdiyse…

Bilmiyorum hâlâ benim misin? Yok, özür dilerim, biliyorum benim değilsin artık… Ama bildiğim diğer bir şey de şu ki; hâlâ benim bir parçamsın.

Beni bırakıp gittiğin günle ilgili çok net şeyler hatırlamıyorum. Bilmiyorum, belki de hatırlamamak için inat ediyorum. Tek hatırladığım birdenbire gittiğin. Sanki benden kurtulmak için acelen varmışcasına. “Neden?” diye soramadan sana… Doğru düzgün veda bile edemeden, son bir sigaranın dumanını gözlerinin beynimde yarattığı dumanlı hayallere karıştıramadan gittin.

Dediğim gibi, sonrası pek net değil. Zaten genelde uyuyarak geçirdim günleri. Ama hatırladıkça anlatırım sana.

Dur korkma hemen, anlaşmamızı unutmuş değilim. “Bir gün,” demiştik, “birimiz gidecek olursa, kal demek yok, arayıp geri dön demek yok!”

Hem verdiğim sözü mutlaka tuttuğumu hem de inadımı bilirsin sen, bu yüzden seni arayıp yalvarmayacağımı da!

Ama…

Zaten sesini duyamadığım için çıldıracakmış gibi hissederken, bir de sana anlatmak istediğim her şeyi içimde tutarak yaşayamam ben… Hayatımı seninle paylaşmaya da âşıktım. Yanımda olmadığın anları sana anlatmaya… Sen yorumlar yapardın, bir de senin gözünden yerleşirdi yaşadıklarım hafızama. Daha da anlamlanırdı yaşamak. Bazen “Bu kadar büyütme,” der sinirimi yatıştırır, huzurunu salardın içime. Bazense saflıklarımı gösterirdin. “Bak ama şu aslında şöyle, bu kadar iyi düşünme,” derdin.

Şimdi ne olacak bilmiyorum. Sensiz tamamlanacak mı hayatım? Sana böylesine alışmışken, böylesine kendimi ellerine bırakmışken, sen beni tamamlarsın derken, nasıl başlayacağım sıfırdan? Nasıl her şey eksiksiz gidiyormuş gibi yaşayacağım? En önemlisi yaşayabilecek miyim?

Bir süre senden vazgeçemeyeceğimi biliyorum. Bu zaman içerisinde sanırım sürekli sana yazacağım, bu defter senin olacak, belki bir gün gerçekten ellerinde hayat bulur umuduyla…

*

Bugün kasabadaki eve geldim. Uzun zaman olmuştu buraya gelmeyeli. Sen hayatıma girdiğinden, seni hayatıma aldığımdan beri ve sen elimi tutup bana yepyeni bir hayatın kapılarını açtıktan sonra hiç gelmemiştim buraya. Sen hep gelmek isterdin oysa bu kasabaya. Ben hep bahaneler bulurdum. En sonunda anlamıştın ama geçiştirmelerimi. Zaten gözümün içine bakıp da anlamadığın ne vardı ki?

Sana gerçeği anlatmam zor olur diye düşünmüştüm. Oysa karşımdaki sen olunca sözcüklerimi tutamazdım. İçimdeki en buruk hikâye bile sana anlatırken huzurlu bir hüzne dönüşürdü. Şimdi dalga da geçersin “Huzurlu hüzün nasıl oluyor?” diye. Senin yanında oluyordu işte. Herhangi bir şey benim için ne kadar kötü olursa olsun yanında olduğumda ya da sana anlattığımda sanki kötü değildi. Hele ki başıma göğsüne yasladıysam, kötülüklerin çoğu sadece öylesine bir hüzündü. Sen huzurunla “Geçti işte,” dedirtirdin bana.

Geçmişimdeki kaybedişim için de öyle olmuştu. Senin yanında o kaybediş kötü değil de sadece hüzünlü gelmeye başlamıştı.

Dedemin eviydi burası. Babam ben bebekken gidip beş yaşımdayken geri geldiğinde “Sen benim babam değilsin, benim babam dedem,” dediğim adamın evi.

Babamdı o benim. Dedemdi, arkadaşımdı, dert ortağım, kahramanımdı. Sabahları elimden tutup okula götürenimdi. Akşamüstleriyse hafif çakırkeyif gelirdi beni okuldan almaya, o zamanlarda söylerdi hep; “Bu dünyada beni tek seven sensin, seni de en çok seven benim.” Kızlarından, diğer torunlarından çok severdi beni bilirdim. Sevgisini gösteren bir adam değildi, ama bana anlatmasını bilirdi.

“Dede, babam beni yanına alacağını söylüyor,” dediğimde, “korkma kızım,” derdi, “seni kimse alamaz bizim yanımızdan!”

Koruyucu meleğim gibi gelirdi bana. Sonra hastalandı. Tek işi beni okula bırakmak, sonra ev için alışveriş yapıp eve dönmek oldu. Her gün öğlen birde evde olurdu, bir dakika bile sekmezdi. Öğle yemeğimi hep onunla beraber yerdim. Onun için yağsız tuzsuz yemekler pişerdi ama onun tabağından çaldığım yemek bana dünyanın en güzel tadı gibi gelirdi. Basardı kahkahayı “Neyini seviyorsun bunun?” diye. Sonra geçerdi televizyonun karşısındaki koltuğuna, öyle sessizce otururdu. Eve girdiğimde, salona koşardım, ilk gördüğüm koltuğun tepesinden görünen bembeyaz saçları olsun diye.

“Dedeeeee!” diye bağırırdım.

“Kızım gelmiş…” diye sevinirdi. Sonra onun deyimiyle ajansı izlerdik ya da radyodan maç dinlerdik. Dedemin o koltukta oturması, onu hep orda bulmam benim için hayat karşı güven, cesaret, her şeydi.

Sonra dedem gitti… Gerçekten koruyucu ‘meleğim’ oldu.

Sadece filmlerde olur sanırdım. Hani doktor karşına geçer de “Biz elimizden geleni yaptık ama üzgünüm kurtaramadık,” der ya, işte tam da o cümleleri duydum. Sonrası zaten film gibiydi, sanki yaşadığım hiçbir şey gerçek değildi. Ne hastane odasında yatan o nefessiz beden, ne cenaze, ne ağlayan insanlar… Ve ben hiç ağlamadım! Belki günlerce, belki aylarca tam olarak ne kadar bilmiyorum, ta ki o güne kadar…

Eve gidip de annemlerin yeni eşyalar aldıkları için o koltuğu kapının önüne koyduklarını görene kadar. Hayatım boyunca o kadar bağırıp, öyle ağladığımı hatırlamıyorum. Sonunda dayanamayıp geri aldılar ve yerine koydular… Yepyeni eşyalar içinde o eski koltuk hep yaşama sebebim oldu benim için. Bu kasabaya her gidip gelişimde cesaret topladım ben o koltuğun kolçaklarını okşayarak…

Sonra sen geldin… Bütün bu anlattıklarım içindeyse sana anlatmadığım tek bir şey vardı. Sen ne zaman ki elimi tuttun, “Seni bu dünyada en çok seven benim,” dedin ve ben buna inandım, işte o gün benim güvenim, cesaretim sen oldun.

Sana “İşte bu yüzden o eve gidince kendimi kötü hissediyorum,” dedim ama, sen vardın artık! Bütün boşluğumu dolduran… ve ben, daha önce de söylediğim gibi senin yanında bunu bile huzurlu bir hüzün olarak yaşamaya başladım. Buraya dönüp de bunların beni etkilemesine izin vermek istemedim.

Şimdiyse bunları sana o koltuğa oturup yazıyorum. Belki de diyorum, belki de seni hiç bir zaman bu koltuğa oturtmadığım için, seninle beraber tekrar nasıl cesaretlendiğimi, kahramanların geri dönebileceğini, hayatımdaki önemini hiç bir zaman sana tam olarak anlatamadığım için beni bırakıp gittin… Öyle mi gerçekten?

Benzer İçerikler

İlk ve Son Özgürlük – Jiddu Krishnamurti Online Kitap Oku

yakutlu

Aşk Uykusu

yakutlu

Patasana

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy