Ötanazi Okulu – 3 | Maral Atmaca


“Ölüm en büyük korkum olmuştu ve ben ölümü her saniye yaşarken yeni korkulara kucak açamazdım, biliyordum.”

Yeşil, arkadaşlarıyla birlikte Ötanazi Okulu’ndan kaçma girişiminde bulunur. Bu girişimi kurtuluş olarak gören genç kız, aslında kendini hiç de olmak istemeyeceği bir yerde bulacaktır. Yeşil’in artık saklanması gerekmektedir ve onu saklayacak kişi hiç ummadığı birisi olacaktır.

Hayatını zehreden, ona en sevdiklerinin acısını yaşatan ve hayatı boyunca taşımak zorunda olduğu hastalıklı kalbi kendisine naklettiren kişiyle yüzleşmesi gerekecektir. Gerçekleri öğrenmenin ve özlemini çektikleriyle karşı karşıya gelmenin çoktan zamanı gelmiştir.

Aksiyon ve gerilimin gitgide arttığı Ötanazi Okulu serisi, aynı heyecanla kaldığı yerden devam ediyor.

“Buradayım; senin dünyanda, senin evinde, belki de ilk adımlarını attığın bir yerde. Bir yanım burada seni bekliyor ama bir yanım da gelmenden ölesiye korkuyor ama sen yine de gel.”

*

1. BÖLÜM

UNUTURSAN HATIRLATIRIM

“Bana sessizliğin sesini sorsalardı hiç şüphesiz yokluğunda hissettiğim uğultulu boşluk derdim.”

Acı hissediyordum. Başta içime küçük küçük işleyen sancılar, büyüdükçe acımı katlanılmaz hâle getiriyordu. Kulağıma bazı sesler geliyordu ama bunlar anlam veremediğim, karışık seslerdi. Burada olanları bilmiyordum. Sanki birileri göğüs kafesimi parçalayarak beni kesiyordu. Karanlıktı, her şey o kadar karanlıktı ki gözlerimi açamıyordum. Üşüyordum çünkü soğuğu iliklerime kadar hissediyordum. Neredeydim ben? Ve neden bu yakıcı acı dinmiyordu? Acının olduğu yeri hissediyordum, sanki sol göğsümdeydi ve duracak gibi de değildi. Ellerim yumruk oldu, dudaklarımdan bir inleme döküldü.

Birbirine yapışan kirpiklerimi açmaya çalıştım fakat içinde bulunduğum karanlık beni bırakmıyordu. Bilincim yavaş yavaş kendine gelirken uykuda olduğumu düşündüm. Peki, o hâlde neden uyanamıyordum? Zihnim çoktan uyanışa geçmişken ben neden gözlerimi açamıyordum? Ve acı büyüyordu. O kadar büyüyordu ki çığlık atmak istiyordum fakat ağzımın içinde bir şey varmış gibi dudaklarımı hareket ettiremiyordum. Sesleri daha çok duyduğumda kapalı gözlerimden süzülen yaşlara engel olamadım.

“Efendim, uyanıyor!” diyen telaşlı bir ses duydum.

“Kahretsin! Komadan çıkmak için ameliyat olmayı mı bekliyordu?” diyen farklı bir ses duyunca afalladım. Ameliyat mı? Ben şu anda ameliyat mı oluyordum? Göğsümdeki yoğun ve keskin acının sebebi bu muydu? Aynı ses, “Amelia, anestezi yapmadınız mı?” diye bağırdı. Uyanmamı istemiyordu. “Uyanmaması gerekiyordu!”

“Komada olduğu için anasteziye gerek olmadığını düşündüm.”

“Kendi başına bir şeyleri düşünme! Yaptığın büyük ihmakarlık, derhal anastezi ver!”

“Bu çok riskli, Bay Loyal.”

“İçerideyim, Amelia, kapat çeneni ve dediğimi yap!”!” dedi. Umarım bahsettiği şey göğüs kafesimin içi değildir. “Latimer, ne görüyorsun?”

“Miyokardit, Bay Loyal,” diyen cılız ses bir ses duyunca kaşlarımı çatmak istedim. Miyokardit mi? O da neydi?

İçimdeki endişeli düşüncelerim, etrafımdaki insanlardan birinin diğerlerine yaptığı açıklamayla cevap buldu. “Kalp kasının iltihaplanmasıdır. Kalıcı hâle gelip kalp yetmezliğiyle de sonuçlanabilir.” Ben burada uyanmak üzereydim ama onlar hâlâ asistanlarının bilgisini test etme derdindeydi! Bir an önce gözlerimi açmalıydım.

“Güzel,” diyen adam, “Kanamayı temizle, Latimer,” deyince kaşlarımı çatmak istedim. Şu lanet gözlerimi açamıyordum.

“Bay Loyal, bilinci açık ve acıyı hissediyor. Korku ve kasılma, ameliyatı olumsuz etkileyecektir.” Birileri bu kızı dinlemeliydi çünkü gerçekten her şeyi hissetmeye başlamıştım. Kaburgamın içindeki elleri bile hissediyordum!

“Lanet olsun, Amelia! Ona derhâl narkoz verin! Samuel, neşter!”

“Ethan, sakin ol, dostum, Amelia’ya bağırmayı bırakmalısın.”

“Canın cehenneme, Gilbert! Amelia, kız gözlerini açarsa kendine yeni bir iş ara!”

Gözlerimi zorlukla açabilmiştim. Hissettiğim acı o kadar dehşet vericiydi ki çığlığımı bulamıyordum. Gözlerimden yaşlar süzülürken ilk gördüğüm, tam üstümde duran yakıcı bir ışıktı. Kalkmaya çalıştığımda ellerimin bağlı olduğunu anlayınca çırpınmaya başladım. Gözlerim bulunduğum yerde korkuyla geziniyordu. Etrafımdaki makineleri ve cerrahi aletleri görünce telaşa kapılarak daha çok kıpırdanmaya başladım. Lanet olsun, yüksek bir sedyenin üzerindeydim ve beni canlı canlı kesip biçiyorlardı. Ağzımdan ciğerlerime ulaşan entübasyon tüpü yüzünden sessiz çığlıklarım içime akıyordu.

Bu acının bir tarifi olamazdı, sanki göğsüme binlerce bıçak saplanıyor gibiydi. Burnumdan verdiğim nefesler soğuk havaya karışırken hıçkırıklarla ağlamaya başladım. Kalkmak istiyordum fakat ellerim ve ayaklarım bağlıydı. Ölümü hiç olmadığı kadar arzulamaya başlamıştım, bu acıyı çekmektense ölümü yeğlerdim. Etime değen her bir bıçak darbesi canımdan can alıyordu.

Yüzünde maske olan bir hemşire, elindeki şırınganın içindeki dozu ayarlıyordu. Evet, beni narkozla uyutmaya hazırlanıyordu. Korkudan delirmiş gibi çırpınıyordum. Sesler daha da artmıştı ama çırpınışlarımı kimse duymuyordu. “Herkes çekilsin!” diye bağıran bir erkek sesi duydum.

“Ethan, duramayız.” Bu ses, farklı birine aitti.

“Kız uyandı, lanet olası! O acı çekerken buna devam edemem!” Bu ses kime aitse fazla öfke doluydu fakat ona minnettardım. Bu deliliği sürdürmek istemediği için ona minnettardım. Gözyaşlarım yüzünden görüşüm pusluydu fakat bir doktorun yanımdaki kızın elindeki şırıngayı sertçe aldığını gördüm. “Amelia, çık dışarı!” diye bağırdığı esnada sağ elimin üzerinde hafif bir sızı hissettim. Ancak bu sızı, göğsümdeki acının yanında hiçbir şeydi.

Az önce damar yolundan bana ne verdiklerini bilmiyordum ama gözlerim kapanmaya başlamıştı. Yanıma gelen bir karaltıyı hayal meyal fark etmiştim. “Hissettiğiniz acıyı tahmin edebiliyorum,” diyen bu adamın sesini duydum. Yanılmıyorsam bu adam, Ethan dedikleri kişiydi. “Uyandığınızda daha iyi olacaksınız, Bayan Green,” dedi ve “Devam ediyoruz!” diyen sesi, son duyduğum şey oldu. Bu sesten sonra kendimi tekrar bir karanlığın içinde buldum.

Peki, uyanabilecek miyim?

***

3 gün sonra…

“Durumu nasıl, Russell?” diyen bir ses duydum. Ağzımın içinde acı bir tat vardı. Yutkunamıyordum. Sanırım bu Lisa’nın sesiydi.

“İlaçları kestik, birazdan kendine gelir.” Bu ses bana bir yerden tanıdık geliyordu fakat kime ait olduğunu çıkaramıyordum.

“Berbat görünüyorsun. Git, biraz uyu.”

“Uyandığında burada olmalıyım. Tam olarak neyi olduğunu anlamalıyım,” diyen kişinin sesi fazla sıkıntılı ve üzgün geliyordu.

Gözlerimi kırpıştırarak açtım. Kendimi çok bitkin hissediyordum. Gözlerim yoğun ışığa maruz kaldığı için yanmaya, hatta sulanmaya başlamıştı. Birkaç kez daha kırpıştırarak ışığa alışmaya çalıştım. “Yeşil?” Üzerime eğilen beyaz önlüklü doktor, endişeyle bana bakıyordu. Dudaklarımdaki oksijen maskesini çıkardı ve yatağın yanındaki kumandayı kurcalayarak yatağı dikleştirdi.

Şimdi tavana bakmak yerine ona bakıyor ve onu daha net görüyordum. “Nasıl hissediyorsun?” Vereceğim cevabı endişe içinde bekliyordu.

Yoğun bakım odasında olduğumu biliyordum çünkü hayatım bu odalarda geçmişti. Hareket edecek gücü kendimde bulmak için bir süre bekledim. Üzerimdeki meraklı gözler de benimle bekliyor, herhangi bir tepki vermemi istiyordu. Kolumdaki serumu sertçe çıkararak ela gözlü doktora baktım. Kollarımı güçlükle hareket ettirmeye çalıştım. “Konuşamadığımı bilmiyor olmalısınız!” İşaret ederek anlatmaya çalıştığım şeyleri anlamamıştı. O yüzden yan taraftaki dolaptan bir defter ve kalem alarak bana uzattı.

“Bana ne oldu?” Güçlükle yazdığım şeyleri ona gösterdiğimde derin bir nefes aldı. “Küçük bir operasyon geçirdin,” dediğinde başımı eğdim ve üzerimdeki hasta önlüğünün yakasını çekiştirdim. Ameliyathanede uyandığımı ve beni tekrar uyuttuklarını hatırlıyordum. Hatırladıkça üzerimdeki önlüğün yakasını daha sert çekiştirdim. Göğsümdeki sargı bezleri birçok şeyi açıklıyordu. Ameliyat mı olmuştum?

Doktor, “Korkmanı gerektirecek bir durum yok,” diyerek beni rahatlatmaya çalıştı. Tek korkumun hâlâ nefes alabilmek olduğunu bilmiyordu. İçimdeki bu ölme arzusu da neyin nesiydi?

“Kim olduğumu hatırlıyor musun?” Dikkatli bir şekilde yüzüme bakan doktoru baştan ayağa inceledim. Uzun boyluydu. En azından benden daha uzundu. Ne zayıftı ne de yapılı bir vücudu vardı. Yaşı otuz civarıydı. Çok yakışıklı sayılmazdı ama karizmatikti. Bir yerlerden tanıdık geliyordu ama kim olduğunu bilmiyordum. Kim olduğunu çıkarmak için daha dikkatli bir şekilde bakmaya başladım. Onu bana hatırlatacak bir şeyler arıyordum fakat göze çarpan herhangi bir şey yoktu. Kahverengi saçlarıyla uyum içindeki ela gözleri bile fazla yabancı geliyordu. Gözlerinde endişe vardı, benim için endişeleniyordu. Evet, bu çok belliydi.

Onu tanıyıp tanımadığımı merak ettiği için bana korkarak bakıyordu. Başımı hayır anlamında salladığımda sanki bunu duymayı bekliyormuş gibi iç çekti. “Ben, Erich Russell,” diyerek kendini tanıttı. “Babanın kardeşiyim, yani senin amcanım,” dediğinde afallayarak ona baktım. Bir amcam mı vardı?

Erich yatağımın kenarına oturup derin bir nefes aldı. “Şimdi beni dinlemeni istiyorum çünkü yeni tanışmıyoruz. Durumun kötüye gidiyordu, Yeşil,” dediğinde bakışları suçluluk içeriyordu.

Sanki bana yaptığı bir şey yüzünden bu hâldeymişim gibi bakıyordu. “Sana düzenli olarak verdiğimiz ilaçlar ve serumdan dolayı beni hatırlamıyorsun.” Konuşmakta zorlanan adam, bir süre duraksadı. Beni ürkütmeden bir şeyleri anlatmaya çalışıyordu.

“Ölmek üzereydin,” dedi kısık bir sesle. “Bir haftayı geçkin komada kaldın. Bu süre zarfında serumu vermeye devam ettik. Vücudun iflas etmek üzereydi, yani serumun dozunu artırmaktan başka çaremiz yoktu. Bu yüzden çoğu şeyi hatırlamıyorsun. Merak etme, beyin kanaması riskine karşı artık sana serum vermeyeceğiz. Aldığın serum beyninin hafıza ve sinir sistemine zarar vermeye başlamıştı.” Bahsettiği o zarar hafıza kaybı mıydı?

Elimi tutarak merhamet dolu gözlerle tebessüm etti. “Üzülmene gerek yok çünkü anıların hâlâ sende. Vücudundaki serumun etkisi geçmeye başladığında beyindeki kan dolaşımı normale dönecek ve unuttuğun her şeyi hatırlamaya başlayacaksın. Yani bu geçici bir hafıza kaybı.” Söylediklerinin çoğunu anlamamıştım ama benden çok üzülüyor gibiydi. Hayatımda zaten kayda değer pek bir şey yoktu. Unuttuysam bile üzüleceğim kadar önemli şeyler olduğunu sanmıyordum. Her günümü dört duvar arasında geçirip duruyordum. Bu sıkıcı günlerin bazılarını unuttuysam ne olmuştu ki? Her günüm birbirinin aynısıydı zaten. Üstelik vücudum serumdan tamamen arınınca unuttuklarım geri gelecekti.

Erich cevap vermediğimi görünce sesli bir şekilde nefes verdi. Çok üzüldüğümü düşünmüş olmalıydı. Bu adam benim gerçekten amcam mıydı? Açıkçası babamı ve ailesini tanımadığım için onun tarafındaki akrabalarımı hiç bilmiyordum. Yerimi nasıl bulduğunu ve hangi ara tanıştığımızı bile hatırlamıyordum. “Şimdi seninle küçük bir soru cevap oyunu oynayacağız,” derken dudaklarındaki tebessümü korumak için kendini zorluyordu.

“Bu oyun sayesinde neleri unuttuğunu bulur ve ona göre sana yardımcı olurum,” dediğinde başımı sallayarak onu onayladım. Tek istediğim, bir an önce buradan gitmesiydi çünkü kaldığım yerden uykuma devam etmek istiyordum.

“Şu anda bulunduğun yeri biliyor musun?” diye sorduğunda güldüm. Çok kolay bir soruydu.

“Ötanazi diye bir cehennemde. Yazdığım şeyi ona gösterdiğimde doğru der gibi başını salladı.

“Kaç yaşında buraya geldin ve neden buradasın?”

Komik değildi ama yine de güldüm. “On altı yaşında buraya sürgün edildim, nedenini babam olacak kardeşine sor.” Okudukları karşısında gülmüştü. Bu kadarını hatırlamam onu mutlu etmişti.

“Şu anda kaç yaşındasın?”

“Yirmi yaşında,” diye yazdığım sayfayı ona gösterdiğimde gülüşü solmuş ve derin bir nefes almıştı.

“Şu anda yirmi bir yaşındasın,” dediğinde afalladım. “Anlaşılan, son bir yılın silinmiş hafızandan.” Hüzünlü gözlerle bana bakıyordu ama ben hâlâ tepkisizliğimi koruyordum. Son bir yılım nereye kaybolmuştu?

Yirmi bir yaşına hangi ara girdiğimin şokunu yaşıyordum. Sanki bir zaman makinesine binmiş ve bir yıl geleceğe giderek yine aynı cehennemde kendimi bulmuştum. Üzgün hissetmem gerekiyordu, değil mi? Fakat ben içi boş bir kabuk gibi ruhsuz hissediyordum. Bir yılımı unutmam beni üzmemişti çünkü kaybettiğim hiçbir şey yoktu. Burada geçirdiğim her günüm birbirinin aynısı olduğu için bu odada ölmeyi bekliyordum. Bir yıl eksik veya fazla, benim için bir anlam ifade etmiyordu. Nasılsa hepsi birbirinin aynısıydı. Annem öldükten sonra yaşadıklarım tam bir kâbus gibiydi.

Önce babam tarafından Amerika’ya getirtilmiş ve dilini bilmediğim insanları anlamaya çalışmıştım. Babamın bana sunduğu ilk hapishane o evdi. Oradaki mahkûmiyetim on altı yaşına kadar sürmüştü. Daha sonra bir gece ansızın Ötanazi’ye getirilmiş ve asıl mahkûmların arasındaki cehennemim başlamıştı. Hep aynı döngüyü tekrarlayan hayatım yüzünden unuttuklarıma üzülemiyordum. Sabah uyanıp ilaçlarımı aldıktan sonra kahvaltı yapıyordum. Daha sonra kitap okuyup uyuyordum. Yıllardır yemek ye, kitap oku ve uyu diye devam eden bir kısır döngünün içindeydim. Bu üç faktör dışında hayatımda ilginç olan hiçbir şey yoktu.

Öyle bir şey yaşıyordum ki unuttuğum şeyler beni üzmüyordu.

Odanın bir köşesinde beni izleyen Lisa’ya tebessüm ettim. “Tam olarak neyim var?” Ellerimle anlatmaya çalıştığım şeyleri anlıyordu çünkü Lisa benim için işaret dilini öğrenmişti. Evet, bunu öğrenecek kadar beni düşünen biriydi.

Lisa tebessümüme karşılık verip, “Kalp nakli oldun,” deyince şaşkınlıkla göğsüme baktım ve hızla kafamı kaldırdım. “Yani artık kalbim iyileşti mi?” Taşıdığım kalp yüzünden defalarca ölüm tehlikesi geçirmiştim. Bu lanetli kalpten kurtulmuş olmak bile gözlerimin mutluluktan dolmasını sağlamıştı. Artık herkes gibi korkmadan birçok şeyi yapabilecektim.

Erich denen doktor ile Lisa göz göze geldiğinde erken sevindiğimi ne yazık ki anlamıştım. Lisa, “Üzgünüm,” dedi ama benden daha üzgün olamazdı. “Uygun bir verici bulduk fakat nakil esnasında gelişen bir komplikasyondan dolayı ameliyatını durdurduk. Ameliyatı yapan kalp ve damar cerrahisi doktorumuz Ethan Loyal ameliyatını durdurmuş,” dedi. Bahsettiği ismi hatırlamıştım. Ameliyat esnasında uyanmaya başladığımda bu ismi duymuştum. Beni iyileştirme şansı varken ameliyatı durdurmuş muydu?

Lisa, “Komada olan bir hastayı ilk kez ameliyata aldık. Bu, bizim için çok yeni bir şeydi,” diyerek merak ettiklerimi bana anlatmaya başladı.

“Ben ve Erich o sırada sana kalbini verecek hastanın ameliyatındaydık. Komada olduğun için sana anestezi vermemişler sanırım, kimse uyanmanı beklemiyordu. Ameliyatın ortasında beklenmedik bir şekilde uyandığını söylediler. Buna rağmen devam etme kararı almışlar. Sana narkoz verip uyutmuşlar, tabii biz de o sırada diğer hastanın göğüs kafesini açmıştık. Fakat vücudun henüz anesteziyi kaldıramayacak kadar zayıf olduğu için büyük bir komplikasyon yaşanmış.

Sadece üç dakika gibi kısa bir zaman diliminde başlayan kalbindeki ritim bozukluğu yüzünden ameliyata devam edemediler,” diyerek iç çekti. “Kanamayı durduramadıkları için operasyona son vermek zorunda kaldılar. Evet, anesteziye sadece üç dakika direnebildin.” Gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı. “Yani hâlâ taşıyıcı sensin.”

Gözyaşlarım hızla akarken bu kâbusun hiç bitmeyeceğini anladım. Bu kalp, göğsümdeki bir pranga gibiydi; tüm hayatımı kökünden etkiliyordu. Taşıdığım kalp yüzünden özgürlüğüm elimden alındığı için kendimi yasakların içinde bulmuştum. Korkmak yok, aşırı gülmek zararlı, heyecan yasak, panik mümkün değil, koşmak söz konusu bile olamaz, stres olmaması gereken bir şey ve aşk yasak. Evet, üzeri kırmızı çizgiyle çekilmiş, hayatımda kesinlikle olmaması gereken duyguların başında aşk geliyordu. Neden yaşadığımı bile bilmiyordum çünkü yaşam değildi bu. Yaşadığım bu şeyin adı yaşam değildi. Herhangi bir amacım hiç olmamıştı. Asla sıradan insanlar gibi sevip âşık olmayacaktım. Benim için her şey okuduğum kitaplarla sınırlı kalacaktı çünkü ben güneşin altında korkmadan gezen biri bile değildim.

“Peki, kalbini bana vereceğiniz kişiye ne oldu? Hâlâ yaşıyor mu? Onun adı ne?” Gözyaşlarımı sildim, kalbini alacağım kişiyi merak ettim.

Lisa susarken Erich ona doğru döndü. “Ne söyledi?” İşaret dilini bilmediği için ellerimin anlattığı şeyleri anlamamıştı. Lisa, “Kalbini alacağı kişiyi bilmek istiyor,” diyerek onu yanıtladı. Kıvırcık saçlarını sıkı bir topuz yaptığı için Lisa bugün her zamankinden daha ciddi görünüyordu. Gözleri bana anlam veremediğim bir şekilde bakıyordu.

Bu soru Erich’in canını sıkmış gibi bakışlarını kaçırmıştı. “Operasyonun durdurulduğunu öğrenince onun da ameliyatına son verdik,” dedikten sonra gözleri beni buldu. “Merak etme, o iyi. Ona narkoz vermiştik ve göğüs kafesini açmak üzereydik fakat senin uyandığını öğrenince operasyona son verdik. Gizlilik anlaşması yapıldığı için kimliğini sana söyleyemem.” Sesi sanki bana bir şeyler anlatmak ister gibi çıkmıştı fakat ne demek istediğini anlamıyordum. İçli bakan gözleri çok şey söylemek ister gibi bakıyordu.

Sanırım kaldığım yerden boş hayatıma bir süre daha devam edeceğim.

Benzer İçerikler

Günahın Esiri – Anna Campbell Online Kitap Oku

yakutlu

Günahlar ve İğneler – Karina Halle Online Kitap Oku

yakutlu

https://www.birazoku.com/vurun-kahpeye

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy