Ah, bu acı içinde kıvrandıran sessizlik! Sen onun ne demek olduğunu bilirsin değil mi? O hassas kalbin elbette defalarca bu hale düşmüştür. Ona bir an için bakışlarını geri çevir azizem. Beni hayalinde bulursun. “Safahat-ı Kalp, Nigâr Hanım’ın duygularını bir erkek kalemine teslim ederek özgür sesini duyurduğu; mektubun mahremiyetine sığınıp hislerini dünyaya açtığı şeffaf bir eser değildir.
Aksine karmaşık duyguların, tasavvufi ve mistik bir tonun hâkim olduğu, kendini bir gösterip bir saklayan bilinç eşliğinde aşk, arzu, sevgi ve dostluğun analizinin yapıldığı bir hikâyedir. Nigâr Hanım böyle bir hikâye için mektup-roman formunu kullanırken muhakkak ki bunun en mahrem duyguları en samimi şekilde paylaşmasına müsaade edeceğinin farkındadır. (…) Safahat-ı Kalp’i 1901’de kitap olarak yayımlayan İbrahim Hilmi Çığıraçan, önsözünde gelecek yüzyıllara şöyle seslenmiştir: ‘[…] yayınıyla iftihar ettiğim şu eser, Nigâr Hanımefendi Hazretleri’nin yazdığı diğer eserlerin hepsinden üstündür.
Bu, bir şaheser olacak ve kadınlarımızın edebiyat eserleri arasında ölümsüz edebî bir abide addedilecektir.’ 121 sene sonra yeni bir alfabeyle yayına hazırlanan bu aşk romanının bugün bize kalbin safhaları hakkında hâlâ söyleyecek sözlerinin olduğunu umuyorum.”İclal Vanwesenbeeck Şair Nigâr Hanım’ın 18 mektuptan oluşan bu aşk romanının orijinal metnini ve günümüz Türkçesine uyarlanmış halini birlikte sunuyoruz.
****
Armand’dan Clémence’a
1
Size ne suretle hitap edeyim? Bütün hatırıma gelen hürmet ifadeleri size karşı olan samimiyetime nispetle soğuk, boş, küçük, ruhunuzun benim hissettiğim yüceliğine karşılık az, renksiz, soluk, anlamsız görünüyor.
Evet, size hitap etmek için şafaklardan renk, sabahlardan tazelik, yıldızlardan, mehtaplardan ışık, gecelerden hüzün, gizli sevdalardan üzüntü, baygın bakışlardan derin bir tesir, hassas kalplerden his, göklerden, deryalardan bir sonsuzluk, kısaca bütün varlıklardan bir ses, cennete ait seslerin yankısını toplayarak bunların uyumundan meydana gelen maneviyat yüklü yüce bir söz bulmak istiyorum! Bundaki başarısızlığım beni bu âcizliğimin sıkıntısı içinde kıvrandırıyor, çaresiz bırakıyor, ruhumun en tatlı gıdasından yardım istemeye mecbur ediyor: Clémence, yine sizi düşünüyorum, mektuplarınızı okumaya başlıyorum. Kim bilir kaçıncı defa olmak üzere tekrar ettiğim, gözlerimle, ruhumla içime çektiğim yazılarınız mektup değil; etraflıca incelediğim o kutsal eser ruhunuzdur; fakat ondaki ince duygulara, sonsuz tesirlere karşı bendeki idrak kuvveti ne kadar bayağı, ne derece sınırlı!
Okuyorum, okuyorum, yine okuyorum; alışkanlığım olduğu için her hoşuma giden kısma, his ortaklığı bulduğum her cümleye işaret etmek istiyorum fakat heyhat! Mümkün mü? Zira o halde her kelimeyi ve belki kaleminizin o sihirli etkisiyle her biri başka bir manevi anlam kazanan her harfi işaret etmek lazım gelecek…
Azizem, o, insanı kendine esir eden üslubunuzla bu hasta ruhu tedavi etme lütfunda bulunuyorsunuz; büyüklüktür… Evet, bunu sizden yalvararak istemiştim; yü ce gönüllülükle talebimi yerine getirme lütfunuz şimdi benim için bir sığınak, ıstıraplarıma karşı bir siper, bitmek bilmeyen elemlerime karşı âlicenap bir müdafaadır.
Ben fikrimi uyuşturmak, kalbimin bütün hislerini bir unutkanlık yığını altında gizlemek üzere kendi kendimi sürgün ettiğim bu inzivada, sizin bir gün elimi tutup dalgın bakışlarla gözlerime bakarak, “İşte onu, yine onu düşünüyorsun!” dediğiniz şahısla manevi bağımın bütün bütün son bulduğunu hissediyorum; önceleri bu ıstıraba tahammül etmeyi, yavaş yavaş kendi kendimi alıştırmakla öğrenmiştim; bilirsiniz, senelerce devam eden karşılıklı bir nefis savaşından sonra bitap düştüm, benim için unutmaktan başka çare olmadığını anladım; bunu başarmak için bilseniz nelere başvurdum! Heyhat! Hayatı bir hoppalık ve hazlar zinciri olarak kabul eden rintler zümresine has olan endişesizlikten, rahatlıktan çok uzak bulunduğum için eğlence adına düzenlediğim şeylerin bence bir başka keder tertip ettiğini az zamanda gördüm; dünyada hiç sevmediğim şeylerin biri de kararsızlık olduğundan derhal bunlardan vazgeçtim fakat müthiş mahuf bir boşluk içinde kaldım…
Tebahhur etmişe dönmüş gibi bugün aşkım
Dilimde ateşe benzer ne var ise bitmiş;
Silinmiş, ah! Silinmiş de hep bütün aşkım,
Gönülde cevf-i tahayyür-ü mahuf yer etmiş.
Bir boşluk içindedir bu kalbim,
Bir boşluk içinde mağz-ı âciz;
Boşluk her-sûde pek mu’ciz;
Ancak bu olur hayatı mûciz…
İşte bu hal içinde bir müddet kendi kendimi tanımaz oldum, yolunu kaybetmiş, tenhalarda gezen bir yolcuya döndüm Clémence! Bu halimde yüzümü döndüğüm kıble sizden başka kim olabilirdi? Geçen sene, şimdikinden biraz daha fazla hayata bağlı bulunduğum bir zamanda, yine sizin merhametinize sığınma, nice senelerden beri aşikâr olan, ruhunuzun nezihliğine olan hayretimi beyan etmemiş miydim? Demek ki ben sizi yalnız ıstırap içindeyken düşünmüyorum, zaten kendimi bugün bedbaht addetmiyorum ki; belki bu halim bencillikten payıma düşene karşı bir nevi umursamazlıktır fakat ne yalan söyleyeyim böyledir. Saadet mevcut mudur, bilmiyorum; genellikle varlığına inanmadığım bir şeyin eksikliği beni neden bedbaht etsin?
Size sığınmam bedbahtlığımdan değil, sebeplerini bilmediğim ruhi bir çekimden ibarettir. Zaman olur ki bunun sebebini anlayabilmek için fikir yorarım fakat beyhude, bir eziyet! Siz anlaşılır mısınız?
….