Şahane Gelin | Fatih Murat Arsal


sahane-gelin-fatih-murat-arsal-ephesus-yayinlariÖzelliklezengin ve yakışıklı bir erkek için bu zoraki evlilik dehşet vericiydi. Kısıldığı bu kapandan tüm kalbiyle nefret etti.

Ama sürprizlerle dolu olan karısından değil! Tüm öfkesine rağmen… Tüm intikam isteğine rağmen… Tüm kaçış çabalarına rağmen… Bir türlü karısının şok eden güzelliğinden ve dayanılmaz çekiciliğinden uzak kalamıyordu.

Aşk savaşında güç kaybeden bir adam için, bazen teslim olmak en iyisidir. Ama bunu anlamak zaman alabilir! Çaresiz bir kadının sessiz savaşı karşısında, zorba bir kocanın an be an yenilişini okuyacağınız, duygu dolu bir Fmarsal romanı daha…

***

“…sizi karı koca ilan ediyorum. Hayırlı olsun!”

1. BOLUM

Genç adam kısılmış gözlerle imza attığı deftere bak­tı. Nikâhı kıyan ve imzaların atıldığı defteri geri alan kişi bizzat ilçenin belediye başkanıydı. Gelinin babasının çok yakın bir arkadaşıydı. O yüzden bu berbat havada bile üşen­meden yüz kilometreye yakın bir yol gelmişti. Bu mutlu nikâh törenini de zevkle gerçekleştirmişti.

Mutlu mu?

Nikâhı kıyan belediye başkanı gülümseyen gözlerle bir şey uzatıyordu şimdi. Bordo renkli uzunca bir deftere benziyordu. Onun evlilik cüzdanı olduğunu anladı hemen. Uzattığı kişi tabii ki gelindi.

“Bu senin kızım… Yeniden hayırlı olsun!” dedi kır saçlı belediye başkanı. Genç adam başkanın adını bile hatırlamı­yordu. İlgilenmemişti zaten. Her şey bir rüyada gibi gelişi­yordu. Ama artık uyanmanın vakti gelmişti. Uyanıp silkinmeliydi. Bir an önce gerçek hayata geri dönmeliydi.

Oturduğu sandalyeden aniden ayağa kalktı. İçinde bu­lunduktan geniş salonda en az on kişi vardı. Kadınlı erkekli bu gruba aldırmadan uzanıp başkanın uzattığı defteri alı­verdi. Yanında oturan gelinin çekingenlikle uzanmış sağ eli havada kalmıştı.

“Ben alayım onu!” dedi donuk bir sertlikle. “Ben daha iyi bakarım ona! Aptallığımı hatırlamama yardımcı olur!”

Gözü sadece bir an için yanında oturan kadına kaydı. Masum bir gelin gibi beyazlar içindeydi. Yüzü duvağın altından görünmüyordu. Dar zamanda bulunan gelinlik ise ona göre biraz büyük ve biçimsiz sayılırdı. Üstelik kış mevsiminin neredeyse on ay hüküm sürdüğü bir bölge için tasarlanmıştı. Vücudunun biçimi hakkında hiçbir fikir vermiyordu.

Kahretsin! Şu anda bir erkekle bile evlenmiş olabilirdi!

Yeni evlendiği karısının havada kalan eli usulca masanın üzerine indi. Bileklerine kadar tüller vardı. Eh! Hiç değilse bu beyaz el, bir kadının eline benziyordu. Erkeğe ait ola­mayacak kadar ince uzun parmaklan ve düzgün kesilmiş tırnaklan vardı. Köylü bir kadın için tırnaklan fazla bakımlı değil miydi?

Aniden ayağa kalkınca odadaki topluluk biraz gerildi. Ancak genç adam oradakilerin hepsinden daha uzun, daha yapılı ve daha sert bakışlıydı. Kimseden fiziksel olarak korkmadığı çok belliydi. Gelinin aksine spor giyinmişti. Zaten eşyalarının arasında giyebileceği bir takım elbisesi olmadığı gibi olsa da giyecek değildi. Siyah boğazlı kazağı ise olağandan geniş omuzlarını ve atletik bedenini gizleyemiyordu.

Genç adam elindeki bordo renkli evlilik cüzdanını sım­sıkı tutarken karısına doğru biraz sertçe konuştu. “On daki­ka sonra dışanda ol! Yoksa sensiz giderim!”

Sadece bir saniye bekledi. Karısının tülün ardından nere­deyse hiç görünmeyen yüzü hafifçe öne eğildi. Bu bir onay işareti olmalıydı. Genç adam dişlerini sıktı. Zaten aksi ola­mazdı ki! Gelecekti tabii! Yeni evli bir kadın olarak gayet mutlu ettiği kocasının yanında bulunmayacaktı da nerede olacaktı?

Uzun adımlarla odanın çıkış kapısına yürüdü. Geçerken bir sandalyenin üzerine atmış olduğu kabanını da almıştı. Onu giymeden evden dışarıya çıktı. Arkasında öylece kalan kadınlı erkekli gruba aldırmadı. Bahçeye çıktığında ciddi bir soğuk karşıladı onu… Kar da yeniden atıştırmaya baş­lamıştı. Onu süzen birkaç kişiye aldırmadan bahçenin çıkış kapısına yöneldi. Bir yandan da kabanını giyiyordu. Henüz üşümüyordu. İçindeki öfke yüzünden üşümesi de zor gi­biydi! Ancak irileşmeye başlayan kar tanecikleri yüzünden omuzlan kolayca ıslanabilirdi. Şu anda hasta olmak, en son istediği şeydi.

Oh! Sonunda dışarıdaydı!

Elindeki evlilik cüzdanının içine bile bakmadı. Doğruca kabanının iç cebine tıktı. Komikti! Daha kansının neye ben­zediğini bile tam bilmiyordu! Onu sadece bir kere görmüş­tü. Onda da pek uygun bir görüşme olduğu söylenemezdi.

Derin bir nefes aldı. Başını kaldırıp puslu gökyüzüne baktı. Kurşuni bulutlann yoğunluğu, kendi sıkıntısının yo­ğunluğunu anlatıyordu adeta… Bulutlann arasında, tek bir ferahlatıcı açıklık bile yoktu. Üstelik daha da yoğunlaşacak şekilde hareket ediyorlardı. Zaten yeniden yağmaya başla­yan kar, günün gerisinin de pek güzel olmayacağının ha­bercisiydi. Sadece günün gerisinin mi? Belki de hayatının!

Nasıl böyle bir duruma düşmüştü? Nasıl bu tuzağa bo­yun eğmişti?

O sırada yanına on beş yaşlarında bir delikanlının ya­naştığını fark etmemişti. Çocuğun gözlerindeki saygıya ka­rışmış ilgiyi de fark etmedi. Aslında insanların onu böyle süzmesine alışıktı. Alışılagelmedik fiziksel özellikleri ne­deniyle her zaman dikkat çekici bir erkek olmuştu. Artık bununla yaşamayı öğrenmişti ve ilginin farkında bile olmu­yordu. Sadece kadınlar için değil, erkekler için bile imreni­lecek bir fiziği vardı.

Çocuk elinde olmadan bu uzun adamı süzüyordu. Genç adam karla kaplı kaldırımın ucunda kıpırdamadan durmuş­tu. Giymiş olduğu kaliteli ve kalın montu, onu daha da iri gösteriyordu. Siyah saçları, kar taneciklerini hızla serpiş­tirmeye başlayan rüzgârla birlikte alnına dökülmüştü. Düz ve biçimli alnında tatlı tatlı kıpırdayıp duruyordu. Ama bu esmer adamı o anda dikkat çekici yapan ne kıskanılacak ya­kışıklılığı, ne de zengin olduğunu belli eden iyi giyimiydi. Başka bir şey vardı. Adeta elle tutulabilen bir şey…

Bu adam… fazlasıyla öfkeliydi!

Çatılmış biçimli kaşları, öfkeyle kısılmış siyah gözle­ri ve sımsıkı kilitlenmiş çenesiyle aslında korkutucu bir adamdı. Ve bu geniş yapısıyla gerçekten de kapana kısıl­mayacak kadar güçlü bir kaplan gibi görünüyordu. Ancak şu anda çevrelerinde bulunan en az on kişi, genç adamın çoktan istemediği bir kapana kısıldığını biliyordu. Kaçamayacağı, karşı koyamayacağı bir pozisyondaydı artık. Ve belli ki bundan hiç memnun değildi.

Çocuk hafif bir nefes aldı. “Valiz?” diye sordu biraz çe­kinerek.

Genç adam bakışlarını bulutlardan aşağıya indirdi. Uzun kirpiklerinin ucunda birkaç tane kar taneciği birikmişti. Gözleri ilk önce çocuğa kaydı. Ne demek istediğini anla­maya çalışır gibiydi. Sonra bakışları onun elindeki valize çevrildi. Eski, bordo renkli ucuz bir valizdi. Valizin belirgin rengi cebindeki evlilik cüzdanını hatırlatmıştı.

Ve o valizin kime ait olduğunu hemen anladı tabii.

Başıyla biraz ilerideki kurşuni cipi işaret etti. “Kapı açık,” diye homurdandı. Tıpkı görüntüsü gibi sesi de kalın ve etkileyiciydi.

Genç çocuğun cipe doğru yürümesini kısılmış gözlerle izledi. Valiz hafif olmalıydı. İçinde fazla eşya olmadığını tahmin etti. Çok zorlanmadan yürüyordu. Sadece yerde ye­niden birikmeye başlayan kar yüzünden hafifçe kayıyordu. Buna rağmen düşmeden cipin yanma gitti ve bagajı açtı. Valizi kaldırıp geniş bagaja yerleştirmeye çalıştı. Orada kendi seyahat valizi de vardı. Çok büyük olmadığı için karısının eski valizinin oraya yerleşmesi zor olmasa gerekti.

Bir dakika sonra oğlan yanına geri gelmişti. Tam geçip gidecekti ki… durakladı. Kahverengi gözleri genç adamın gözleriyle kesişti. Kararsız gibiydi. Belki ki bir şey söyle­mek istiyordu ama genç adamın ciddi bakışlarından çekini­yordu.

“Şimdi… kızgınsın!” dedi sonunda cesaretini toplamış bir şekilde. Adamın koyu gözleri hafifçe kısıldı. Çocuk yine de geri adım atmadı. Hafif bir nefes aldı. “O… dün­yanın en iyi kalpli… en şahane kızıdır!” diye ekledi usulca. Yaşma göre ciddi bir duruşu vardı.

Genç adamın bir kaşı hafifçe kalktı. Yanak kasları da oy­namıştı sinirli bir şekilde. Cevap vermesine gerek kalma­dan çocuk kendisini toparladı. Hemen yanından uzaklaştı.

Şahane mi?

‘ Genç adam yan gözle bahçe kapısına baktı. Çocuğun ar­dından kapı ağır ağır kapanmıştı. Evlendiği kadın, dünya­nın en şahane, en güzel kadını olsa ne fark ederdi ki?

Döndü. Daha da asılan bir suratla, üzeri artık karla kap­lanmaya başlayan arabasına yürüdü. Parlak gri renkli cipi­nin şoför tarafına dolanırken, sağ önde bulunan kaportaya gözü ilişti. O tarafta ciddi bir ezik vardı. Far sağlamdı ama sinyal lambasının dışı kırılmıştı. Ampulü görünüyordu. Bu hasarın varlığı, kötü anıların canlanmasına sebep oldu. Diş­leri iyice sıkıldı. Arabanın arka kapısına gidip neredeyse koparırcasına çekip açtı. Kabanını sert hareketlerle çıkardı. Hiç katlamaya bile gerek görmeden koltuğun üstüne fırlattı.

Kapıyı çarparak kapattığında onu seyreden birkaç kişi­nin irkildiğini fark etmedi. Çevresindeki nikâh için gelmiş insanlara pek aldırmadan şoför kapısını açtı. Ön koltuğa yerleşip kapıyı çekti. On dakika dolmak üzereydi. Eğer ka­rısı birkaç dakika içinde gelmezse, çekip gitmeye niyetliy­di!

Saçmalama! Evlisin artık! Karını burada bırakamaz­sın!’’

Parmaklan direksiyonda tıngırdıyordu. Kararsızdı. Ora­dan hemen çekip gitmek için neler vermezdi… Ama kaçışı bir şey değiştirmeyecekti ki? Hatta bazı şeyleri geciktire­bilirdi bile! Neticede yasal olarak evliydi. Tilkinin dönüp dolaşacağı kürkçü dükkânıydı. Buradan kaçıp gitse bile, bu tilki zekâlı ailenin kızı nasılsa yine onu bulurdu bir şekilde!

Camlar buhar yapmaya başlayınca, anahtarı yuvasına so­kup motoru çalıştırdı. Arabanın lüks ön paneli aydınlandı. Yol bilgisayarı günlerden Perşembe olduğunu ve hava ısı­sının da eksi beş derece olduğunu gösteriyordu. Gerçekten çok soğuktu ama Erzurum’un bu bölgesinin daha da soğuk olduğu günleri biliyordu. Özellikle o kazanın olduğu gece, ısının eksi yirmi dereceyi gösterdiğini hiç unutmamıştı. O soğukta sokakta gezmek ne saçmalıktı!

Gözleri karlı sokakta gezindi. Nikâhlarının kıyıldığı ev büyük köyün daha uç noktasında, iyi gelirli ailelerin bulun­duğu bir bölgedeydi. İki katlı ve kış için tasarlanmış, özel­liksiz bir binaydı. Kısa süren yaz mevsimini iyi değerlen­dirmek isterlermiş gibi bahçesi oldukça geniş tutulmuştu. Şimdi o bahçedeki tek tük ağaç da çevredeki her yer gibi kar altındaydı. Görülebilen her yerde bir hafta önce yoğun bir şekilde yağmış karın etkisi vardı. Zaten başına bütün belayı da bu lanet olası kar açmıştı. Hâlbuki birkaç hafta öncesine kadar kar yağışını ne kadar da severdi! Beyaz ar­tık kendisi için saflık demek değildi. Tıpkı karısının giymiş olduğu gelinlik gibi!

Bir hareket hissetti. Direksiyonda tıngırdıyan parmak­ları durdu. Gözünün ucuyla o yöne baktığı zaman, bahçe kapısı tarafında bir hareketlilik olduğunu gördü. En az on beş kişilik kalabalık bir grup bahçe kapısından dışarıya çık­mıştı. Aralarından iki kadının birbirlerine sarıldıklarını fark etti. Birisi kendi karısı olmalıydı. Çevrelerindeki uğurlama­ya gelen kalabalık yüzünden onu görmek zordu. Gelinliği çıkarmıştı. Eski, kırçıllı bir kaban vardı üzerinde. Başına kırmızı şal ya da atkı benzeri bir şey dolanmıştı. Dişlerini sıktı. Gözlerini sinirle kaçırdı.

“Ağlayacak ne var?” diye homurdandı. Sanki o kadınlar konuştuğunu duyuyorlarmış gibi davranıyordu. “Nasılsa çirkin kızınızı, istediğiniz gibi zengin birisiyle evlendir­meyi başardınız!” Bu konuşmayı kendisinden başkasının duymadığını bildiği halde içi biraz rahatlamıştı. Derin bir nefes aldı. Günlerdir böyle derin nefes almayı ve dişleri­ni sıkmayı alışkanlık haline getirmişti. Dişleri pek yakında dökülmezse iyiydi.

Kalabalık içinden çıkan uzunca boylu bir adam arabaya doğru yürümüştü. Kendi tarafına yaklaşıp camın önünde durdu. Genç adam önce bu kişiyi görmezden gelmek iste­di. Canı onunla konuşmayı kesinlikle istemiyordu. Ama ne ailesinden gelen terbiyesi ne de cesaretli kişiliği bu korkak­ça davranışı kabullenemezdi. Kararından vazgeçip sıkıntılı bir ifadeyle camı indirdi. Sert bakışlarla gelen kişiye baktı. Rahatsızlığı, keskin çizgili suratından kesinlikle belli olu­yordu.

Karşısındaki adam ellili yaşlarda ama yakışıklı birisiy­di. Bu adamı aslında iyi tanıyordu. Daha doğrusu tanıdı­ğını sanmıştı. Yaşına göre gergin bir cildi, gür kahverengi saçları vardı. Sadece gri mavi karışımı gözlerin altı hafifçe kırışıktı. Evlendiği kızın babasıydı bu adam… Onun da kı­sılmış yorgun gözleri, düşünceli olduğunu gizlemiyordu.

Genç adamın ters bakışları altında baba bir iki saniye konuşamadan sustu. Sonra dudakları kıpırdandı zorlama bir şekilde…

“Kızıma kötü davranma!” dedi yavaşça. Hızlanan kar yağışı altında, havadan daha soğuk duran damadına bakı­yordu. Ondan belirgin bir tepki gelmeyince de usulca ekle­di. “Kızımın bu durum ile hiçbir ilgisi yok.”

Sesinin içinde bariz bir çaresizlik mi vardı? Üzüntü mü? Genç adam bunun timsah gözyaşları olduğunu düşündü. Buz gibi bakışlarla bu sözleri duymamış gibi tepkisiz kaldı. Kısılmış gözlerinden ne düşündüğünü anlamak imkânsızdı.

“Lütfen!” diye fısıldadı adam yine. “Lütfen ona… iyi davran!”

Sonunda genç adam suskunluğunu bozdu. “İyi mi dav­ranayım?” diye sordu alay edercesine! Hatta bu isteğe inanamıyormuş gibi bir kaşı havaya kalkmıştı. Mükemmel çiz­gilere sahip yüzü ise hâlâ kızgın olduğunu belli ediyordu.

“Sen… kötü birisi değilsin! Kızgın olduğunu biliyorum! Haklısın da… Ama böyle olması gerekiyordu.”

“Doğru! Paralı bir damat için böyle olması gerekliydi, değil mi?”

Genç adamın kaba sözlerine karşılık orta yaşlı adam susup kalmıştı. “Şunu bil ki o çıkarcı kızınızla evlen­miş olmamın size hiçbir maddi faydası olmayacak!” Sesi kararlıydı. Bakışları ise sözlerinin arkasında olduğunu gös­terir gibi umursamaz,..

Adam hafifçe yutkundu. “Biz… param istemiyoruz!” diye fısıldadı sonra.

Genç adamın keskin dudakları acımasız bir gülümseme ile kıvrıldı. “Demek istemiyorsunuz? Komik! Bende de tam tersi bir düşünce oluşmuştu. Aslında isteseniz de bir şey fark etmez. Benden hiçbir şey koparamayacaksınız! Ve as­lında bu zoraki evliliğimin size zararı bile olacaktır! Bunu da biliyorsun değil mi?”

Adamın gözleri bir saniye için kapandı ama sonra hemen açıldı. “Ben bunu göze aldım. Bize istediğini yapabilirsin.” Sözleri gerçekten de doğruyu söylediğini gösteriyordu. “Ama kızımı tanıdıkça… onun özel birisi olduğunu anla­yacaksın. O… senin için her şeyi yapar. Seni mutlu eder. Lütfen! Ona biraz zaman tanı! Ona kötü davranma!”

“Ben kızınızı hiç bir şekilde tanımak falan istemiyorum!” dedi genç adam asık bir suratla. “Ona nasıl davranacağım ise artık benim bileceğim bir şey. Kızınızla evlendiğime göre, ortada sizi ilgilendiren bir şey kalmadı. Ama açıkça­sı ona karşı çok iyi olabileceğimi sanmıyorum!” Karşısın­daki baba gözle görülür bir şekilde yutkunmuştu. Bundan memnun olan genç adam üzgün görünümlü adamın yüzüne doğru sertçe ekledi. “Tabii ona ne kadar kötü davranıp dav­ranmayacağım… onun da tavrına bağlı…”

“O… gerçekten suçsuz!”

“Benimle evlendi ya?” dedi genç adam kabaca. Karı­sının herhangi bir konudaki suçsuzluğuna hiç inanmadığı tavrından belliydi. İkna edilecek gibi de durmuyordu zaten. Parmağı cam kaldırma düğmesine gitmişti. Ama basmadan önce durakladı. “Bak! Kendinizi hiç boşuna kandırmayın! Her ne kadar onunla evlenmiş bile olsak, ne ben onun koca­sı olurum ne de o benim karım. Onunla asla gerçek anlamda kan koca olamayız. Bunu böyle bilin!” Sert sözleri camdan içeriye süzülen kar taneciklerini eritecek kadar öfke doluy­du aslında. “Bana iyi bir oyun oynadınız. Güzel plandı doğ­rusu. Bunu kabul ediyorum. Onunla zorla evlenmemi sağ­ladınız. Artık varlıklı bir damadınız var! Diğer yandan ben de aptal değilim. Boş duracağımı sanıyorsanız yanılıyorsu­nuz. Bu sevimli oyunu tamamen kazanmış sayılmazsınız. Evlilik gerçek olabilir. Ama boşanma diye bir şey de var. Kızınızdan en kısa zamanda boşanmak için elimden geleni yapacağım.”

Adam cevap vermedi. Gergin yüzü ile sessizce damadı­na bakıyordu. Genç adam da bir cevap beklemiyordu zaten.

O esnada arabanın ön yolcu kapısı açıldı. Bunu duyan genç adam hemen başını çevirdi. Kapıyı açan bir erkekti. Onun kim olduğunu bilmiyordu genç adam. Bu evdekilerden sadece bir kaçım tanıyordu. Kızı, annesini ve babası­nı… Babası hariç onları da tam tanıyor sayılmazdı ya neyse. Karısının ön koltuğa binmesi için kapınm açıldığını anladı.

“Hayır!” dedi kapıyı tutan adama doğru sertçe. “Buraya değil! Arka koltuğa geçsin.”

Yanında zorla evlendirildiği bir kızla bu kadar uzun bir yolculuğa dayanamazdı. Zaten onun varlığıyla birlikte yol­culuk etmek de işkence gibi olacaktı. Hiç değilse o arka koltukta iken yüzünü görmeden biraz daha sakin vakit ge­çirebilirdi.

Kapı önünde duran karısının durakladığını, sonra ses­sizce geri çekildiğini gördü. Onun yüzündeki ifadeyi gör­memişti. Aslında onun yüzünü hiç görmek istemiyordu. Görmemek amacıyla yan yan baktığı için, tepkisini de bi­lemiyordu. Ancak ona karşı böyle kaba davranmak, genç adamı biraz rahatlatmıştı. Bu çıkarcı kız kendisinden bir yakınlık beklemese iyi olurdu.

Ön kapı kapandı ve arka kapı açıldı. Geriye bakmadı ilk birkaç saniye… Bakışları arabanın yanında biriken ka­labalıktaydı. Nikâhı kıyan belediye başkanı da biraz ileride yardımcısıyla durmuş, yeni gelinin arabaya binişini izliyor­du. Ama göremese de evlendiği kızın yavaşça arka koltuğa yerleştiğini anladı. Dayanamayıp aynadan kısa bir bakış attı. Zorlukla hareket ediyor gibiydi. Başı öne eğikti. Hatta annesi onun oturmasına yardım ediyordu. Bunu başardıktan sonra kız başını hafifçe kaldırdı. Aynanın dar alanından ka­rısının gözleri ile karşılaştı gözleri… Şal biçiminde başına dolanmış kalın atkısı yüzünden, sadece ıslak ve çekinik gri gözleri görünüyordu.

Demek onun da gözleri babasınınkiler gibi griydi? Griyi sevmezdi. Şu berbat hava gibi puslu olan o bakışların için­deki acıyı görmezden geldi. Mavi beneklerin olduğu gözleri ağlamaktan ıslanmış ve kızarmıştı. Niye ağlıyordu ki çirkin cadı? Amacına erişmişti işte. Zengin bir koca ve bol para…

Karısı başındaki atkıyı çıkarmaya başlamadan önce, son olarak başka bir detay daha fark etti. Bu detay çok can sıkı­cıydı. Ve biliyordu ki kendi kabahatiydi. Dikkatli bakınca, o gözlerin altındaki belli belirsiz bir morluğu fark etmişti. Daha önce karısının yüzüne hiç doğrudan bakmadığı için bu morarmayı da görmemişti doğal olarak. Eğer babası onu yakın zamanda güzelce dövmemişse, bu morluk da kendi başının altından çıkmıştı.

Gözlerinin önünde yüzü gözü şiş ve ellerine kadar mos­mor olan bir kız canlandı. Hastanedeydiler o sırada… Bu kız da yoğun bakımdan yeni çıkmıştı. Suratı neredeyse ta­nınmayacak haldeydi o anda… ve çok çirkindi! Başını ha­fifçe iki yana sallayarak o hayali silmeye çalıştı. Dişlerini sıkmıştı yeniden. O kan oturmuş suratı aklından silmek zor olacaktı. Çünkü şimdi o hilkat garibesi ile evliydi! Çünkü o hilkat garibesi artık hemen dibindeydi! Kesin dişsiz kala­caktı yakında! İçinden kötü talihine küfretti.

Nasıl bu lanet duruma düşmüştü?

Başını yanındaki adama çevirdi. Kayınpederi hâlâ orada duruyordu. O da kızının arabaya binmesini izlemişti. Tam camı kapatıyordu ki adam son bir şey daha istedi ondan. “Vardığınız zaman… bizi arar mısınız?” diye sordu gergin bir sesle. Endişeli gözlerinde genç adama doğru bir yalva­rış vardı adeta. Üzgünlüğü hemen belli oluyordu. Kızından artık ayrılacak olmanın verdiği ağırlık yüzüne çökmüş gi­biydi.

Bu genç adam için hiç önemli değildi. Umursamazca ba­şını çevirdi. Sadece mırıldandı… “Belki!”

Bir daha da konuşmadı. Camı onun yüzüne kapatan düğ­meye bastı. Aslında acele etmeliydi. Kar hızını arttırıyor­du. Bu gece geç saatlerde Malatya’da olmak istiyorsa, bu dramatik ortamı bir an önce terk etmeliydi. Ayrıca buradan hemen uzaklaşmak kendisine de iyi gelecekti. Niyeti bir geceliğine Malatya’da kalmaktı. Orada yarın bir toplan­tı ayarlanmıştı. Toplantı biter bitmez doğrudan Ankara’ya geçebilirdi. İstanbul’da yaşıyordu ama Ankara’ya arada sı­rada gidip gelmesi gerekiyordu. Yıllar önce ailesi için aldı­ğı çatı katı şu anda bomboştu. Niyeti belliydi. Bu konuyu uzun uzun düşünmesine bile gerek kalmamıştı. Ankara’ya vardıktan sonra, bu koca avcısı kızı orada bırakacak ve de boşanıncaya kadar bir daha onu hatırlamayacaktı.

Arka kapı da kapandı. Kapanmadan önce anne kızın son kez öpüştüklerini ve bir şeyler fısıldaştıklannı fark etmiş­ti. Aynadan baktığında ise sadece üzgün anneyi görebildi. Kızına sarılmıştı. Tıpkı kızı gibi o da kardan ve soğuktan korunmak için başına mavi tonlarında bir şal sarmıştı. Bu kadını da çok iyi tanımıyordu. Sadece hastanede bir kere ve bu nikâh anında görmüştü. Bugün biraz daha modem giyinse de, hastanede yöresel kıyafetler içinde tam bir köylü ka­dını gibiydi. Bu bölgenin yerlilerinden birisi olmalıydı. Cin zekâlı kayınpederinin bu köyden olduğunu biliyordu zaten.

Güleceği geldi nedense…

Ülkenin en gözde bekârlarından birinin bir köylü kızı ile evlendiğini basın duyunca çok eğlenecekti. Bu kesindi.

“Acele ederseniz sevinirim!” dedi donuk bir sesle. Ken­disi de pek eğleniyordu doğrusu! “Kar artmadan yola çık­mak istiyorum!”

Bakışlarını aynadan kaçırmadan önce iki kadının birbi­rinden zorlukla ayrıldığını gördü. Annesi adeta kızının ko­kusunu içine çekerek ayrılmıştı. Bir çocuğa sahip olmayan genç adam için evlat kokusunun hiçbir önemi yoktu. İlgi­sizce bekliyordu. Sonra arka kapının kapandığını duydu. Gitme vakti gelmişti. Emniyetli olsun diye arabanın farları­nı da yaktı. Cipi yavaşça yerinden kaldırdı. Kalabalık kena­ra kaçılmıştı. Aralarından geçerken kızın annesinin dışında ağlayan kadınların da olduğunu fark etti. Erkekler de biraz üzgündü.

‘Bak sen! Demek bu kızı gerçekten sevenler var?’

Ama emindi ki on dakika sonra ülkenin en zengin adam­larından birisiyle kızlarını evlendirdikleri için zil takıp oy­nayacaklardı…

Çok dikkatli ve oldukça yavaş sürmesine rağmen köyün içinden çıkmaları fazla vakitlerini almamıştı. Arabanın las­tikleri çoktan yola tutunmuş olan taze kar üzerinde ilerler­ken hiç zorlanmıyordu. Yine de her virajda, her kasiste daha dikkatliydi. Yolun sağında solunda duran her canlıya dikkat ediyordu. Duvar boyuna erişmiş kar yığınları arasından yine biri karşısına çıkabilirdi. İkinci bir kazaya izin veremezdi. Bir kazanın hayatında yaptığı değişikliğe inanamıyordu. Hâlâ aklı almıyordu. Nasıl bu kadar aptal olabilmişti?…

Benzer İçerikler

Islam Felsefesi Kelamı ve Tasavvufuna Giris

yakutlu

Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk Wilhelm Genazino

yakutlu

Şehir Mektupları | Ahmet Rasim

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy