Şifayı Beklerken | Yeşim Cimcoz


Şifa artık günlük bir kelime haline geldi. Bugün birçoğumuz için şifa; başkasının dağıttığı, bizim yararlandığımız bir alan. Birden, aniden bizde bir ‘çözülme’ yaratarak hayatımızı tümden değiştirecek ve bizi, aslında olması gereken hayatın yoluna konumlandıracak bir şey.

Ve hep bekliyoruz şifayı ve şifalandırılmayı. Şifa aslında siz beklerken, onu ararken yaşamınıza sızmaya başlar. Her gün biraz daha yeşerir, biraz daha canlanırsınız ve sonra bir gün daha mutlu olduğunuzu hissedersiniz. Hayata daha sıkı sarıldığınızı, ufak şeyleri dert etmediğinizi fark edersiniz. Şifayı beklemekten vazgeçip beklerken, kendi yarattığınız o güzel yaşamın tadını çıkarmaya bakarsınız.

Unutmayın şifanın başladığı, bittiği ve yaşandığı yer sizsiniz.

***

İlk söz

Bu kitabın kapağını çevirip içinde ne olduğuna bakmaya karar verdiğiniz için teşekkür ederim. Her kitap bir yolculuktur. Bazen sadece burada okuduklarınız, bu yolculuğun size göre olup olmadığını belirler. Şimdi, benimle yolculuğa çıkma kararını daha kolay verebilmeniz için, kitabın nasıl ortaya çıktığını anlatmak istiyorum.

Okuduğunuz satırları yazarken, sonrasında bir kitaba dönüştürmek gibi bir niyetim yoktu. Aslında, 2000 yılından bu yana kendime yazdıklarımı paylaşıyorum sizinle. Bugün olduğu gibi o zaman da, kendi yolculuğumu okumak isteyenler için websitemde paylaşımlarda bulunuyordum. Yazdıkça hafifliyor, yazdıklarımı okudukça kendimi iyi hissediyordum. Sonra postalar gelmeye başladı ve ben bir tanesinden çok etkilendim: “Dün akşam geçirdiğim en zor gecelerden biriydi. Uyku tutmadı, kendimi sevmiyordum. Çaresiz ve yorgundum. Sonra sitenize girdim. İki saattir okuyorum yazdıklarınızı ve uykuya gitmeden önce size teşekkür etmek istiyorum. Umut doluyum, rahatladım, sağ olun.” Posta, okyanusun diğer tarafında yaşayan, tanımadığım birinden geliyordu. Ben uyurken, benim yaşadıklarım başka bir yaşama sızmış, o yaşama dokunmuş, bir değişim yaratmış ve beraberinde umut verebilmişti. O an, aslında birbirimizden farklı olmadığımızı, hepimizin ‘tek’ olduğunu iyice anlamıştım. Artık yolculuğuma katılan başkaları vardı. O posta benim için çok değerli bir armağandı. Ondan sonra hep yazdım, yazdıklarımı websitesine koyup, sesimi duyurmaya devam ettim. Sonra benim sesim başka seslere karıştı. Ben yazdıkça, karşıdan gelen postalar çoğaldı ve kitabımın hikâyesi, işte böyle başladı. Bu kitaba güzel sesini veren sevgili arkadaşım, editörüm Özlem Kiper, taslakları okuduktan sonra bana,“Bu kitapta adım adım senin kendini nasıl iyileştirdiğini gördüm” dediğinde şaşırmadım sadece mutlu oldum. Amacım yerini bulacaktı.

Evet, bu yazılar beni iyileştirdi. Dünyanın neresinde olursanız olun, umarım bu kelimelerim size de dokunur, sizden çıkan yazılarla siz de iyileşirsiniz… Belki yazılarınızın sesini gönderirsiniz bana ve biz yeniden bu yolculukta tek oluruz.

Teşekkür ederim…

Hüseyin’e, bana açtığın Yeşim kutuları için… Hayatıma huzur, denge ve güven getirdiğin için…

Yusuf’a, yolculuğumun nedeni olduğun, her gün bana umut ve coşku verdiğin için…

İpek’e, bana beni gösterdiğin ve bu yaşamda da yine benimle olmayı seçtiğin için

Özlem’e, bu kitaba inandığın, enerjisini paylaştığın ve o güzel sesini armağan ettiğin için…

Tuğbacığım, sadece bir yayıncı değil, bir arkadaş olduğun ve bu kitaba koyduğun tüm heyecanın için…

Bu yolculuğumda bana kapısını açan, beni kendi yaşamlarına davet eden tüm arkadaşlarıma, yazar dostlarıma, var olduğunuz, yazdığınız ve yazılarınızı benimle paylaştığınız için…

Beni durduran, hayatımı zora koşan, önüme engeller koyan ya da engel olan herkese ve her şeye, sayenizde büyüdüğüm için…

ve

Anneme ve babama, beni bu yaşama taşıdığınız, bana her zaman inandığınız için…

Yeşim Cimcoz

Cesaret

Sen hiç Afrika’ya gittin mi?

İki kadın suyun kenarında durdular. Ayaklarındaki nehir sola ve sağa uzayıp gidiyordu ve görünürde üzerinde durdukları karadan başka bir toprak yoktu. Tam karşılarında suyun üzerine kurulmuş sisin arasından, sanki toprağa benzeyen bir şeyler seçer gibiydiler. Genç değillerdi ama yaşlı da değillerdi. Her ikisi de birçok şeyi geride bırakarak buraya gelmişti. Biri uzun boylu sarışın, diğeri orta boylu esmerdi. Islak çimlerin üzerine oturup bir süre hiç konuşmadan öylece kaldılar. Bir süre sonra onların sessizliğini yukarıdan geçen bir kuşun haykırışı, ağaçlardaki kuşların cıvıltısı ve kıyıdaki taşların üzerinden akıp giden suyun şakırtısı doldurdu.

“Emin misin?” diye sordu sarışın olan.

“Hayatımda hiçbir şeyden emin olmadığım kadar eminim” dedi esmer.

Suyun akışını izlediler beraber. Sarışın olan çenesiyle sise işaret eder gibi yaparak “Orada kara göremiyorum” dedi. “Biliyorum” dedi arkadaşı. Yine sessizlik girdi araya. “Belki şu sisin kalkmasını beklesek iyi olur” dedi sarışın olanı. Arkadaşı gözlerini sisten ayırmadı ve “Burada sis hiç kalkmazmış” dedi.

“Kalkmış mıdır acaba?” sarışın olanın sözleri sessizliği deldi. Arkadaşı cevap vermedi. “Saat kaç?” diye sordu sarışın. “Dün akşam saatimi attım” dedi arkadaşı.

Suyun sesi, kuşlar girdi konuşmaya. Ufak bir esinti ile ağaçlarda yaprakların hışırtısı eklendi sessizliğe. İki küçük kadın, dizlerini kendilerine çekmiş, kollarıyla bacaklarını sarmış nehri izliyorlardı. Sarışın olanı etrafına bakıyordu, huzursuzdu. Esmer gözlerini sisten hiç ayırmadan oturuyordu.

“Zamanı geldi.” dedi esmer olan kadın ve ayağa kalkarak pantolonuna yapışan çimi temizledi.

“Ne? Nereden anladın?” diye sordu sarışın ayağa kalkarken.

“Güneş yer değiştirdi ve yakında gittiğimizi fark edecekler ve bizi aramaya başlayacaklar”

Aralarında o anda huzursuz bir sessizlik oluştu ve esmer olanı ilk defa arkadaşına döndü ve uzun uzun baktı. “Ne oldu?” dedi.

Sarışın olan gülümser gibi yaptı. “Suyun bu kadar bulanık olacağını bilmiyordum” diye karşılık verdi. İkisi de suya baktılar. “Ne fark eder?” diye sordu esmer olanı “su işte” dedi. Sarışın yine gülümser gibi yaptı. “Biliyorum da sisin bu kadar kalın olduğunu bilmiyordum, dağılır sanmıştım.” dedi.

Birlikte, arkasında karşı kıyının yattığını umdukları beyaz perdeye baktılar. “O sadece sis” dedi esmer olanı.

Sessiz, öyle durdular bir süre ve yavaşça aralarında bir uçurum açılmaya başladı. “Diğer tarafa geçen tanıyor musun?” diye sordu sarışın olan.

“Başka kadınların gittiğini biliyorum” dedi esmer olanı.

“Tanıştın mı hiç?” diye sordu sarışın.

“Hayır”

Dakikalar karşıdaki sis kadar kalın bir sessizlikle etraflarını sardı. Önce sarışın konuştu.

“Nereden biliyorsun?”

“Neyi?”

“Diğer tarafta ne olduğunu?”

“Anlattılar”

“Kimler?”

“Duyanlar”

“Nereden biliyorlar ki?”

“Gidenleri tanıyorlar”

“Ben hiç tanımadım onları”

“Ben de”

Yine sessizliğin bıraktığı boşluğu kuş sesleri ve suyun akışı doldurdu.

“Okuma günü bugün” dedi Sarışın.

“Biliyorum”

“Afrika’yı okuyacağız”

“Biliyorum”

“Afrika’yı hep merak etmişimdir”

“Ben de”

“İnsanların hamaklarda uyuduklarını ve havanın hep sıcak olduğunu söylerler.”

“Evet”

Üstlerinden bir kuş uçarak sisin içinde kayboldu.

Esmer olanı, nehrin kenarında ayakkabılarını çıkartıp sırt çantasına yerleştirdi ve “Haydi, gidelim” dedi. Suya değen ayaklarında serinliği hissedince gözlerini kapattı. Nehri geçerken ıslanacaklarını biliyorlardı. Sarışın olan mayo getirmeyi önermişti. Hatta sırt çantalarını plastikle sararsak ıslanmazlar demişti. Esmer olanı sadece gitmek istemiş “Hava sıcak çabuk kururuz, yol uzun olabilir, ne kadar hafif olursak o kadar olur.” demişti.

“Ben gelmiyorum” dedi sarışın. Karşıdaki sis gibi oturdu sözleri. Suda bir şey hareket etti, ağaçların yaprakları oynadı ve güneş yavaş yavaş doğrulmaya başladı, zaman azalıyordu. “Afrika’yı dinlemek istiyorum” dedi sarışın arkadaşına bakarak. “Yarın gelsek?”

Esmer olanı bulanık suyun içinde kaybolan ayaklarına baktı. Gözlerini önce sise çevirdi, sonra kapattı ve dinledi. Bir kaç dakika geçmişti ki gözlerini tekrar açtı ve arkadaşına döndü. Yavaşça sudan çıkarak ona doğru yürüdü. Göz göze duruyorlardı. “Teşekkür ederim” dedi esmer olanı, “beni buraya getirdiğin için teşekkür ederim. Hayalimi paylaştığın için teşekkür ederim. Gerçekten senin gibi bir dostum olduğu için şanslıyım.” dedi, arkadaşına sımsıkı sarıldı ve sanki duyulursa büyünün bozulmasından korkarcasına kulağına fısıldadı.

“Ben Afrika’yı okumak istemiyorum. Ben Afrika’yı yaşamak istiyorum” Bir süre öyle durdular sonra ayrıldılar.

“Görüşmek üzere” dedi esmer olanı.

Sarışın konuşamadı, anlam veremediği yaşlar aktı gözlerinden. “Gel benimle” dedi arkadaşı. Sarışın sise baktı, arkadaşına baktı ve başını salladı. “Dikkatli ol” dedi.

Esmer olanı nehre döndü. Derin bir nefes aldı ve suyun kenarına yürüdü. Tekrar ayaklarını bulanık sulara daldırdı ve serinliğin tenine işlemesine izin verdi. Son defa arkadaşına döndü “Yazacağım” dedi ve suya daldı. Sarışın kadın hayatı boyunca tanıdığı, tek bir günü ayrı geçirmediği arkadaşının sisin ardından yok oluşunu izledi sonra kasabaya gitmek üzere ormana girdi.

Kartpostallar dünyanın her yerinden geldi. Amerika, Asya, Afrika. Arkadaşının hamakta yatan bir resmi vardı, onu yattığı yerin duvarına astı. Her gece kartpostalları okur, resimlerine bakardı uzun uzun. Rüyalarında hamaklar ve terleten sıcaklar vardı. Torunları olduğunda onlara kartpostalları okudu, resimlerini gösterdi. Küçük bir kutuda sakladığı kartları ve duvarındaki resmi alıp zaman zaman nehir kenarına giderdi. Islak çimlere oturup, kutuya sımsıkı sarılır karşıda, hiç kalkmayan sise bakardı.

Şimdi size sormak istiyorum, hiç Afrika’yı yaşadınız mı? Yoksa okuyanlardan mısınız?

Alıştırma:

Listeler yazı çalışmalarında çok değerlidir. Onlar bize birçok şey gösterir ve açıklar. Bugün de bir liste yazıyoruz. Bu sefer listemizin başlığı:

Yapmak istediğim ama cesaret edemediğim 100 şey. Evet, 100! Sürekli aynı şeyi düşünseniz bile yazın. Yazdığınız maddeler tekrar edebilir ama mutlaka 100’ü tamamlamalısınız.

Listeniz bittiğinde maddeleri gözden geçirin. Büyük bir ihtimalle yazarken bile fark ettiğiniz bazı kategori başlıkları vardı, onları not edin. 100 maddeyi kategorilere ayırın. Bir kategoriyi seçin ve onu yaşıyormuş gibi yazın, anlatın.

Boşluk

Sekiz, dokuz yaşımdayken birisi bana büyüdüğümde ne olmak istediğimi sormuştu. “Mutlu” dedim ona, güldü, “yok, büyüdüğünde ne olmak istiyorsun?” diye tekrarladı.

Mutlu olmak nedir?

Mutluluk bir araba mıdır?

Yıllardır hayalini kurduğumuz bir ev ya da başka bir durum gerçekleştiğinde olacak bir şey midir?

Kendinize, ‘şu eve taşındığımda… veya kocam… yaptığında, emekli olduğumda…, her ay 10.000 TL kazandığımda…, kitabım yayınladığında…’ mutlu olacağım diyor musunuz?

Mutlu olmak için şartlarınız var mı?

Bütün hayallerinizi, umudunuzu ve neşeli günleri bir paket yapıp, geleceğe yerleştirip o paketi açmak için doğru zamanı mı bekliyorsunuz?

Başka bir şey gerçekleşmeden de mutlu olmanız mümkün mü?

Yoksa mutluluğu doğru zamana mı erteliyorsunuz?

Şu an mutlu olmanız mümkün mü?

Oğlum bebekken her şeye gülerdi. Çoğu zaman mutluydu. Bezi kirlenmişse, karnı acıkmışsa veya canı yanmışsa mutsuz olurdu. Mutsuzlukları anlık sıkıntılar ve huzursuzluklardan doğardı. Biraz büyüdüğünde mutsuzluklarının korkudan kaynaklanır olduğunu fark ettim. Eskiden acıkarak uyandığı için ağlayan çocuk, şimdi uyanıp beni göremediği için ağlıyordu. Yalnızlık korkusu gelmişti hayatına. Oysaki bu korkuyu onun hayatına biz sokmuştuk. Onu severek, onu öperek, ona sarılıp her an onun yanında olarak, güven duygusunu vermek için her ağladığında yanına giderek korkusunu biz yaratmıştık. Bizim varlığımız, bizim onun ihtiyaçlarına karşılık vermemiz, onda bunların yokluğuna karşı kaybetme korkusunu oluşturmuştu.

Zamanla bu korku dallandı budaklandı, farklı şekillere girdi. Yaşanan her şey, yaratılan anılar başka korkuları beraberinde getirdi ve geçmişin izleri şimdi ile gelecek arasında bir ‘boşluk’ yarattı. Biz ne gelecekte, ne geçmişte ne de şimdide yaşamıyoruz. Bizler yarattığımız, gerçek olmayan o ‘boşlukta’ yaşıyoruz.

Anılarımız, algılarımız ve etiketlerimiz boşluğu yaratıp, bizim şimdiyi yaşamamıza ve geleceğe adım atmamıza engel oluyor ve bizler sürekli boşlukta mutluluğu bekleyerek zaman geçiriyoruz. ‘O…olunca, bunu… yapınca’ beklentilerimiz ve eğerlerimiz bizim boşluğumuz. Artık boşluktan çıkmanın ve şimdiye gelmenin zamanı geldi. Boşluktan çıkıp, üzerini örtüp, geleceğe bir köprü yaratmanın zamanı geldi.

Alıştırma:

Boşluğu kapatmaya hazır mısınız? O zaman kaleminizi kâğıdınızı alın ve ‘boşluğu’ yazın. Sizin boşluğunuzdaki ‘şartlar’ nedir?

Hangi anılarınız yatıyor o boşlukta?

Hangi korkularınız boşluğu besliyor?

Boşluğa düştüğünüzü hayal edin. Etrafınızda neler var?

Hangi kokuları alıyorsunuz?

Hangi sesleri duyuyorsunuz?

Burada sizinle kimler yaşıyor?

Şimdi boşluktan çıktığınızı hayal edin.

Çıkmak için neye ihtiyacınız var?

İhtiyacınız olan şeyi nasıl bulursunuz?

Nerede bulursunuz?

Neye benziyor?

Dışarıya tırmandığınızda boşluğun üzerini neyle örteceksiniz?

Geleceğe giden köprüye çıkıp tam orta yerinde durduğunuzda ne görüyorsunuz?Şifa

Benzer İçerikler

Liderlik Bilgeliği | Robin S. Sharma

yakutlu

Her Şey Beyinde Başlar/Aklınızı Başınıza Toplama Kılavuzu! | Mümin Sekman

yakutlu

Yürümeye Devam Et | Ferhat Kardaş

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy