Somuncu Baba – Aşkın Sırrı | Mahmut Ulu


somuncu-baba-askin-sirri-mahmut-ulu-karatay-akademi-yayinlari-“Kalem aşkı yazdı. Aşk ateşe yazdı.”

Ey yolsuz menzillerin aşka talip yolcusu! Aşk, ayrılık mevsiminde gökyüzünden katre katre hüzün düşerken sevda tüten şehri sessizce terk edip sır olmaktır. Aşk, ne yaz ne kış… Aşk, mevsimsiz sevip zamansız ve mekânsız gitmektir. Aşk, sendeki seni ararken sensizlikte kaybolmaktır…

Aşk yolcusu zamansız ve mekânsız gidedursun aşksızlığın alıp başını gittiği bir zamanda zaman durmuştu. Aşkın kefaretini ödeyip dünya sürgününü bitirenler, sevda tüten iklimlerden sırrın geldiğini görünce sevgilinin selamıyla sükûn ediyordu.

Aşka aşk olsun muydu? Aşka aşk olur muydu? Aşk sır mıydı? Aşkın sırrı olur muydu? Aşk esrarın perdesini yüzüne çekince sır olmuştu. Aşk dilden çıkmıştı. Dil harfsiz, kelimesiz söz olmuştu. Şeyh Hamid-i Veli bugün aşktı. Sükûtu konuşturan nefesi, kelimelere can veren dili aşk ile söyledi:

“Aşktı beni benden eden, aşktı beni ben eden. Yandım. Yakıldım. Çamurdum can oldum. Hamurdum nan oldum. Yürek alevsiz yanar ocak ateşsiz. Nan’ı ateş pişirir insanı aşk.

Yandım. Yakıldım. Aktım. Duruldum. Ateştim. Kor oldum. Var idim yok oldum. Aşk isterse zindan ışık, aşk isterse sır ayan. Ne ben varım ne sen. “Atarken sen atmadın. O attı.” ayetinin sırrınca ben sadece hiçim. Sadece bir hiç..!

Yandım. Yakıldım. Öldüm. Doğdum. Zerreydim hiç oldum. Aşktım, Sır oldum. Hak ile olmaktan hiç vazgeçmedim. Vazgeçecek değilim. Lakin sen vazgeç sırrı ayan etmekten. Sorma “Kimsin?” diye. Ben sadece sırrım, sadece sır!”

***

ÖNSÖZ

Ey yolsuz menzillerin aşka talip yolcusu! Aşk, ayrılık mevsiminde gökyüzünden katre katre hüzün düşerken, sevda tüten şehri sessizce terkedip sır olmaktır. Aşk, ne yaz ne kış… Aşk, mevsimsiz sevip zamansız ve mekansız git­mektir. Aşk, şendeki seni ararken sensizlikte kaybolmaktır.

Aşk yolcusu mevsimsiz sevip zamansız ve mekansız gidedursun, aşksızlığm alıp başını gittiği bir zamanda za­man durmuştu- Aşkın kefaretini ödeyip dünya sürgününü bitirenler, sevda tüten iklimlerden sırrın geldiğini görünce, sevgilinin selamıyla sükûn ediyordu.

Aşka aşk olsun muydu? Aşka aşk olur muydu? Aşk sır mıydı? Aşkın sim olur muydu? Aşk esrarın perdesini yüzüne çekince sır olmuştu. Aşk dilden çıkmıştı. Dil harfsiz, kelimesiz söz olmuştu. Şeyh Hamid-i Veli bugün aşktı. Sükutu konuşturan nefesi, kelimelere can veren dili aşk ile söyledi:

Aşktı beni benden eden, aşktı beni ben eden. Yandım.

Yakıldım. Çamurdum can oldum. Hamurdum nan oldum. Yürek alevsiz yanar, ocak ateşsiz. insan, ateşi; aşk, insanı yakar. Nanı ateş pişirir insani aşk.

Yandım. Yakıldım. Aktım. Duruldum. Ateştim kor ol­dum. Var idim yok oldum. Aşk isterse zindan ışık, aşk is­terse sır ayan. Ne ben varım ne sen. Ben sadece yokluğum. Sadece yoklukl Yandım. Yakıldım, öldüm. Oldum. Zerrey­dim hiç oldum. Aşktım sır oldum. Hak ile olmaktan hiç vazgeçmedim. Vazgeçecek değilim. Sen de vazgeç sırrı ayan etmekten. Sorma “Kimsin?” diye. Ben sadece sırrım, sadece sır!

Aşkın sırrı söyledi sözü ve sustu.

Sim duyunca sonsuza taşırdığı bakışlarının görünen yanını görünmeze çevirip kendinden geçti kalem. Bakışları­nı sonsuzluğa akıtan nehir, önce kendine sonra kendinden etrafa aktı. Fısıltılarına değer biçilen suskunluğunun sıkle­tini cümle nefes tartamadı. Başlar önde, alıp başını başka âlemlere gitmişti. Köşelerin tenhalarında zaman aşka vu­rurken, sineler suskunluğa duruyordu. Kaçtı zamandan. Sessizce çekildi tenhalara. Çokluğu yalnızlığında aradı. Doksan dokuz hayy’ın sırrını bir hu’da duydu. Derken aşkı yazdı. Aşk ateşe yazdı.

Başlamadan, bitiş sözünü söyledi kalem. Söyledi ki sürçü lisanın yanılgılarını bağrına bir demet af ile bassın istedi. Erenler diyarından kal getirirken hâl’den büsbütün ırak düşmek istemedi.

Pirim! Bağışla, aşkının sırrına talip dilimin sının aşmış sözlerini. Hâşâ ki sırrınızı faş etmek değil muradım. Haddim olmadığı kadar hakkım da değil el hak! Çünkü sır faş olunca ermiş gidermiş. Siz de gitmiştiniz. Lakın özsüz sözüm gidersiniz diye değil, gidişinizin üstünden çok zaman geçtiğinden yeniden gelin naz-ı niyazıdır.

Mahmut ULU KASIM 2013-AKSARAY

***

AŞK-I KALEM: NAN VE ATEŞ

Aşk, defterde, kitap sayfalarında yazılı değildir. Aşk, kendinde kendini bulmak; ateş içinde kalem olmaktır.

Allah’ın yemin ettiği adıma andolsun ki ben her bir harfte her bir kelimede her bir cümlede satır sa­tır, damla damla doğanım. Kalmakla gitmek, olmakla ölmek arasatının bahşettiği merhameti kabuk kabuk soyarken her bir ölüşünde olmanın, her bir bitişinde sonsuzluğa kalmanın hazzını duyanım.

Ben bir kalemim bittikçe çoğalan, yazdığı kadar kalan. Kendi sımnı paylaşmaktan imtina edip aşkın sırrına talip olan…

Bana, “Sırrını ver!” diyenler, heyhat! Ne de imkânsızı istiyorlar. Benim, sırrımı vermem için başımı vermem gerekir. Oysa ben canımı ancak aşk pazarın­da, değerime değer biçilmez pahaya satarım. O değer ki kul kelamı değmemiş satırlarda adıma yemin edil­mesidir. O değer ki kanınım her damlasının silinmez yazılarla adıma haşredilmesidir. O değer ki kalbimin karası manasındaki sözlerin süveydasının bembeyaz sayfalara sırlanmasıdır.

Ben bir aşığım ve her aşk bir bedel ister. En hafif bedel de baş vermektir. Ben aşkın kıyametinde özü­mü köz etmekle aşkın kefaretini ödedim. Beni tutan, tutmasa da bilen her elin sırrını benimle paylaşması, ödediğim acı bedelin mükâfatıdır. Büyüktür ödediğim bedel. Ancak hangi efsane büyük bedel istemez ki?

Yine ve yine ben bir kalemim. Bir ömür ki başım bedenimi harf harf terk etti. Eline alanın her daim kö­lesi oldum. Bu yüzdendir dünyadaki bütün kadınların ve erkeklerin bana elleriyle emretmeleri. Kimi yüreği­nin sesiyle hakikati söyletirken, kimi fütursuzluğun kahreden yangınını benimle alev alev tutuşturdu. Ben utandım yazmaktan, yazan utanmadı.

Bakmayın bana. Candan, baştan geçmek zor değil. Asıl zor olan kem sözlünün dilinden en acı sözleri ya­zıp sevgiliden firak düşmektir. Ben söyleyeyim dileyen tutsun, dileyen unutsun. Söylemesini bilmeyen sus­sun. Sussun da sessizliğin çok şey söylemek olduğu­nun farkına varsın. Geçmiş bir zaman kalemkâra şöyle sitem etmiştim:

Ey kalemi eline alan! İnsaf et. Gönül kıran acı söz­ler, güzel yaratılmış ağza yakışır mı? Allah kelamı değmiş sayfalara, kirli oyunlar yazılır mı? Gerçek sevgiliye talip olanın elinden ve dilinden acı söz çıkmaz. Ne var ki yüreği sahte sevgilerin elinden buz tutmuş, bir hiç uğruna gözlerinden kanlı yaş­lar döken, titrek ellerin acı sözlerini yazmak da be­nim bahtımdandır. Canım da başım da ellerinde. Ama ben o güzel yüzlü sevgilinin kapısının topra­ğını satır satır sulamaya sevdalıyım. Benim her bir harfim tılsımdır. İçimde ise umman gizlidir. Sev­gilinin güzelliğinin anlatılması dile, fermana sığ­mazken şaşılacak şey ki geldi benim gönlüme sığdı. Kara dilimi, kara gönlümü kendine yer edindi. Beni eline alan kalemkâr demişti ki:

Düzgün endamına mı, güzel yüzünün içindeki kara yazına mı yoksa sivri diline mi güveniyorsun? Dilini küstahça çıkarıp arzuma asi sözler söyleme. Başın da bedenin de bana rehindir.

Sustum!

Hakikati yazanın ellerinde, sevgili güneşi etrafında aşk diye dönen feleklerin saadetini yaşarken, Hakk’a asi sözler diyenin ellerinde gece gündüz gözlerimden kanlı yaşlar dökerim. Bilmezler ki başımı alıp kanımı mahrem satırlara dökene nihayette kimse gönül ver­mez. Canım gider ellerinde. Kabuktan sarığımın, yaz­madan yanan başımın lafı mı olur? Ey gönül! İçinde aşkın yangınından kara bir hançer yoksa, başımla be­raber sen de git. Çünkü bu fedakârlık senin işin değil. Benim işimdir. Benim işimdir. Benim işim…

Ey ateş! Yüreğimin özünde taşıdığım neft karası senin eserindir. Gönlümde kan kesildin de gözle­rimden yaş diye akıyorsun. Sevin! Sevin ki dök­tüğüm kanlı yaşımın karasını kirpiklerimin sür­mesinden bildiler. Ey ateş! Bana bembeyaz bir yü­rek borcun var. Benim sırrımı en iyi sen bilirsin. Âşıkların yüreğinde ateş yanar. Aşkı olanın ateşe aşinalığı vardır. Aşkın sırrını yazacak can evimi bir daha bir daha yakar mısın?

Hayır! Hayır! Artık benden medet umma. Çün­kü biz birbirimize zıt düştük. Bir daha buluşma­mız imkânsız. Sen kupkurusun. Bir kıvılcımımla kül olacak hazan rengine boyanmışsın. Oysa ben âşıkların ilgisinden hala bahar rengindeyim.

Bende hazan, sende bahar rengi var. Zaten bu iki­sinden biri olmayınca gül açmaz. Diken bitmez. Gülle diken her ne kadar birbirlerine zıt görünseler de bu aykırılık aykırı gören göze aittir.

Biz aykırıyız. Biz yazgısızız. Biz farklıyız.

-Aslında aykırılık yoktur. Senin de benim de as­lımız sevgilinin bahçesinde bitirdiği bitkidendir. Sen, gül rengi yüzünle yüreğime kan, ben de aşkın sırrını yazacak benzi hazan renkli kalem olayım.

Amenna. Amenna ve saddakna, dedi. Ateşten olu­ru aldıktan sonra Nan’a vardım:

Ey Nan! Ey nimetlerin velinimetil Madem aynı ba­ğın, toprak bir, hava bir, su bir kardeşleriyiz, öy­leyse somun somun yanaklarını her sabah merha­metle sıvazlayan ellerin sahibini anlat. Anlat sırrın sahibini ki bembeyaz yüreğinin simsiyah yüreğime olan borcunu affedeyim.

Amenna. Bismillah de ve başla, dedi.

“Ey kalem tutan! Bismillah de ve başla. Aşkı yaz yüreğinden. Korkmadan. Aşka ihanet etmeyenin kor­kusu olmaz. Riyasızca sevenin korkusu niye olsun ki? Sevgiyi yaz el değmemiş zamanlarda. Sevmenin Allah ve resulüne itaat olduğunu akıt sayfalara. Aşktan ve sevgiden başka bir kelime düşürme dilimden. Yak beni aşk narının harında. Gül et. Gül kokan topraklarda ihanet değmemiş aşklara savur. Bir selam götür sev­giliye benden, şehadetlerin hak olduğu günde şahidim ve övüncüm olsun.”

Salât, selam de ve başla…

HOROSAN’DA SON GÜN

Biraz nazarın var ise gizlinden uykuyu gider. Bu, aşk derdinin sofrasına bir davettir.

Horasan: Ata yurdumuz…

Yan yana dizilmiş, omuz omuza olmanın haklı gü­cünü göğsünden taşıran taş evler. Sokakları birbiri­ne bağlayan biraz aşınmış merdivenler. Her bir kapısı şehrin ana meydanına bakan, ahşap tavanlı, altı köşe­li, Yakup Yıldızı işlemeli dükkânlar, meydanın ortasın­da olmasına alışılmış çeşmelerin aksine kıyıda kenar­da kalmış zemzem pınarı…

Babamın gözlerinden uzak gidişlerin damlaları birbiri ardınca düşerken, anıları da birbiriyle yarışıyormuş. Uyumadan önce zihnine dolan düşünceler yüzünden uykusu, besmele duyan şeytanın meydan­lardan kaçıp kıyıya köşeye çekilişi gibi sıvışıp gitmiş gözünden. Gece sessizdir. Gece durgundur. Gece uzundur. O gece…

Anıları arasında en çok mutlu olduğu anısı geçer gözlerinin önünden. Biriciği, hem mihri hem mahı yani annem ile ilk karşılaştıkları zamana varır, oturur ha­yalleri…

Bir gün medreseden öğle vakti çıkmış eve doğru gidiyormuş. Sıcak yaz gününün uzun uzadıya yayıldığı o vakitte çeşme başları, ağaç gölgeleri bayram yeri gibi şen olurmuş. Hele bir söğüdün salkımları altında yerin serinine uzanmak, pahaya gelir bir değer değilmiş.

O gün eve erken gitmesi gerekiyormuş. Her ders sonrası öğle namazını müteakip gidip ikişerli üçerli toplandıkları gölgelik bomboş. “Elimi yüzümü yıkayıp geçeyim” diyerek, çeşmenin başına vardığında ilk gö­rüşün ardından vazgeçemeyeceği iki göz ona bakıyor­muş. Ne olduğunu anlamadan:

“Bu da kimdir? Ya o gözler nesidir? Kapkara gece­den daha kara. Kirpikleri ok, kaşları yay’ şiirleri bu kı­zın gözlerinden mi aşırılmıştır? Neden eğdi başını yere? Biraz daha baksa ne olurdu? Salkım söğüt dallan gibi aktı bakışlarının dallan gönlüme. Ya o bakışlar kök salsa ya. Büyüse ya içimde. Sadece içimde, hep içimde kalsa ya.” diye, iç geçirir. Alev alev yanan kalbı derin­liklerin volkanı, sönecek gibi değildir. Ne çeşmenin so­ğuğu ne söğüdün serini. Soğuğa inat yanar sevda. Dö­nüp gidememenin ne demek olduğunu anlar oracıkta.

İlk vurgunu yediğinin üzerinden henüz an geçme­den, utancın çağırdığı yere doğru adımlar. Ayakları yere basmadan uzaklaşsa da hala konuşulanları duyacak kadar çeşmeye yakındır. İlk söz, annemin yüzüne yan alaycı yan teselli edici bakan arkadaşı Meyra’dan gelir:

-Gitti. Kaldır artık başını.

Kendini duymayan anneme yeniden seslenir Meyra:

-Aden! Burada mısın? Beni duyabiliyor musun?

-Efendim Meyra. Bir şey mi dedin?

-Kaldır artık başını, gitti.

Annem usulca başını çevirdiğinde, babam çoktan dar sokakların arasında kaybolup gitmiştir. Babam, evin yolunun ilk kez bu kadar yakın olduğunu fark ettiğinde, zamanın ne kadar da önemsiz ve göreceli ol­duğunu anlar. Aklında çeşme başında aşka tutulduğu güzelin yanına ne kadar da yakın olduğu vardır. İstese de uzaklaşamayacağı bu yakınlık, sevgilinin yurdunu yurt bilmesine neden olur. Ve yine bilir ki sevgiliye gi­den her âşık, seher vakti yola çıktığında aynı günün akşamında, sevgilinin yurdunda akşamlar.

Benzer İçerikler

Giz

yakutlu

Benliğimi Gördünüz Mü? | Berat Uyanık

yakutlu

Mizan Başı İtirafları

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy