Sporu ve tarihi bir araya getiren roman!
Genç yazar Alper Akal’ın ilk romanı Kaçış Oyunu, spor etkinlikleri ile genel kültür bilgilerini harmanlayan macera dolu “Spor Gezginleri” serisinin birinci halkası.
Kaçış Oyunu, eski püskü bir kutu oyunu etrafında toplanan farklı karakterlerdeki dört sınıf arkadaşına, Antik Roma’dan Orta Asya’ya, hatta Eski Mısır’a uzanan inanılmaz bir serüven yaşatıyor.
Kaçış Oyunu, 10 yaş ve üzeri okurlara, eğlenceli bir roman eşliğinde spor ve genel kültür bilgilerini sınama fırsatı sunarken başarıya ulaşmak için takım çalışmasının önemini vurguluyor.
Tolga, 12. doğum gününde abisinden, Olimpium adında eski, hatta antika (kim bilir, belki de lanetli!) sayılabilecek bir spor bilgi oyunu alır. Oyun, başlarda hiç ilgisini çekmez; ancak okulda mahsur kaldıkları bir gün, arkadaşlarıyla oynamak zorunda kaldıklarında işin rengi değişir. Kahramanlarımız kendilerini bir anda fantastik olayların patlak verdiği, tehlikelerle dolu bir serüvende bulur. Şimdiki zamandan tarihteki farklı medeniyetlere ışınlanan çocukları, durakların her birinde zorlu sınavlar bekler. Günümüze dönebilmelerinin tek çaresi ise, spor kabiliyetlerini ve genel kültür bilgilerini konuşturmak ve sınavları geçebilmektir. Peki ama… Ya başarılı olamazlarsa?..
Küçüklüğünden bu yana spor tutkunu olan Alper Akal, fantastik öğelerle bezeli macera romanı Spor Gezginleri – 1 Kaçış Oyunu ile hem eğitici, hem öğretici, hem de çok eğlenceli bir kitaba imza atıyor.
Bölümler
Maçkolikler……………………………………………………………………9
Ah Şu Sosyal Bilgiler Dersi! ……………………………………. 15
Yine mi Oyuncak? ……………………………………………………. 20
Yaşasın Spor!……………………………………………………………….25
Beklenmedik Etkinlik Duyurusu…………………………… 30
Kilitli Kapı……………………………………………………………………39
Olimpium’un Sırrı………………………………………………………47
I. Durak: Arenadan Kaçış………………………………………….56
Anita’nın Rüyası…………………………………………………………77
II. Durak: Tam On İkiden! ………………………………………..82
Lanetli Oyun ……………………………………………………………. 103
III. Durak: Kızgın Kumların Laneti……………………… 106
Okula Dönüş …………………………………………………………….. 131
Oyuncu Değişikliği………………………………………………….136
Ne yapsak?…………………………………………………………………138
Minik Kızıl Adam……………………………………………………..142
Son Durak…………………………………………………………………..148
TOLGA
Spora düşkün.
Okumayı, araştırmayı
çok seviyor, özellikle
de konu sporsa…
İleride spor yazarı
olmak istiyor. Ali ve
Melis, okuldaki en iyi
arkadaşları. Ağabeyi
Burak’la iyi anlaştığı
söylenemez.
ALI
Okulun futbol takımının
kaptanı. Matematik
ve fizik derslerini
çok seviyor. Gözü
pek ve hareketli. En
iyi arkadaşı Tolga
ile birlikte ileride bir
futbol takımı kurmayı
hayal ediyor.
MELIS
Duyguları ve mantığı
arasında gelgitler
yaşıyor. Okuldaki en
iyi arkadaşları, Tolga
ve Selin. Derslerinde
çok başarılı, bu
yüzden herkes
çocuğuna onu örnek
gösteriyor. Bir tek
Sosyal Bilgiler dersi,
Melis’in kâbusu…
SELIN
Varlıklı bir ailenin
tek kızı. Sınıfın
bütün kızları ona
hayran. Karanlıktan
korkuyor ve
panikatağı var.
İleride ünlü bir
“blogger” olmak
istiyor. Teknolojiden
iyi anlıyor. En iyi
arkadaşı Melis.
1
Maçkolikler
“Goool!” diye ayağa kalktı Tolga. “Sana demiştim şampiyon olacağız diye oğlum!” Tolga, kollarını tavus kuşu gibi gerine gerine havaya dikmiş, ağabeyine sırıtıyordu. Ağabeyi de ona. Bir… İki… Üç… Birbirlerine bakarak, o yaşa kadar çıkmış tüm dişlerini sergileyen sırıtışları tam üç dakika sürdü. Eee, ne de olsa maç bittiğinde oluşacak puan farkı, tuttukları takımın şampiyon olmasına yetecekti. Tolga için bundan daha güzel bir doğum günü armağanı olamazdı. Skor 2-0’a geldiğinde babaları uçarcasına kalkıp çay koymaya gitti. Tolga’yla Burak’ın keyiflerine diyecek yoktu. Anneleri her zamanki gibi henüz ortalarda yoktu ve onlar da bunu fırsat bilip evin altını üstüne getirmişlerdi; yerler patlamış mısırlarla kaplanmış, masa kolaya bulanmıştı. Evin içine yanlışlıkla bir sinek girse, bilinçli olarak değil de yanlışlıkla bu eve girdiği için kendisiyle gurur duyar, bir an önce orayı terk ederdi. Son ses maç izleyen iki kardeş, üstlerinde formalarla, âdeta tribündeymiş gibi tezahürat yapmaya başladı. Zafer sarhoşluğundan, yaptıkları gürültünün farkında bile değillerdi. Bir anda, çok aşina oldukları bir ses yankılandı kulaklarında. “Hey! Delirdiniz mi siz? Kısın şu televizyonun sesini! Kaç saattir zili çalıyorum, duymuyorsunuz!” “Aaa, anne?” Tolga’yla Burak şaşkınlıkla annelerine bakarken içeriden çok az aşina oldukları bir ses duyuldu. ŞANGIRTTT! Anneleri hızını almamıştı. “Mustafa! Mutfaktaki sen misin?” Tolga, ağabeyine dönerek, “Mustafa mutfakta, mutfaktaki Mustafa, kırdı döktü galiba, hem de her şeyi bu defa,” diye bir tekerleme tutturdu.
Burak’taki tebessümü görünce anneleri de gülümsedi. “Özür dileriz anne, çıkardığımız gürültünün farkında değildik,” dedi Burak. İçeri ilk girdiğinde ateş püsküren eşinin bir nebze olsun rahatlamış olduğunu fark eden Mustafa Bey usulca yanlarına geldi. “Mineciğim, kusurumuza bakma hayatım. Çaydanlık devrildi sadece. Yere döküldü, bir iki damla da duvara sıçradı. Dekoratif de oldu aslında… Ama merak etme, ben halledeceğim. Maçın heyecanı işte, görüyorsun. Çocuklarla biraz… Biraz şey işte…” “Evet, çocuklarla biraz abartmışsınız. Hatta biraz değil, bayağı bir…” “Haklısın hayatım, sen biraz dinlen, yorulmuşsundur. Biz ortalığı toparlarız.” El birliğiyle temizliğe giriştiler. Bir yandan yerdekileri toplarken bir yandan da sehpanın üzerinde ne var ne yok poşetin içine tıktılar; biblolar, peçetelik, masa örtüsü… Toplama işi en pratik haliyle tamamlandığında Burak’ın ekrana bakmasıyla elindeki çöp poşetini devirmesi bir oldu.
“Al işte! Bir anda 2-2 olmuş maç. Hatta rakip, penaltı kullanıyor. Şampiyonluk yine haftaya kaldı!” Zafer sarhoşluğu yüzünden dakikalardır yaptıkları tezahüratlar, maçı takip etmelerini engellemişti belli ki. Tolga pozisyonu izlemek üzere gözlerini ekrana doğru çevirirken sessizce mırıldandı: “Şampiyonluk yine haftaya kaldı, aldı kafaya yeni şampuanlık, otur belgesel izle Tolgacık, kurallara uymazsan olur yazık…”
* * *
Maçtan birkaç gün sonra Burak, arkadaşlarıyla bahar tatilini geçireceği Yunanistan’a doğru yola çıkmıştı. Tolga bu durumu çok kıskanıyordu. Ortaokulda neden bahar tatili yoktu ki? Üstelik ağabeyi, onun doğum gününü de kaçıracaktı. Gerçi görünüşe göre, kardeşinin bu önemli günü ağabeyinin umurunda bile değildi… Tıpkı geçen sene olduğu gibi, yine saçma sapan bir armağan alacağına emindi. Ağabeyi ona, “Sana çok güzel bir armağan aldım,” deyip bir hayalet maskesi vermişti. Hayalet maskesi! Tolga’nın maskeyi takmasına gerek bile kalmamıştı; çünkü kaşları teselli için birbirine yakınlaşıp üçgen şeklini almış, dudakları da hayal kırıklığı mesajı içeren sözcüklerin dışarı fırlamasını engellemek üzere birbirine kenetlenmişti. O surat ifadesiyle etli, kemikli ve mutsuz bir hayalete benzemişti zaten. “Beni hâlâ çocuk zannediyor,” diyordu hep. “On iki oldum artık, koskoca on iki!”
2 Ah Şu Sosyal Bilgiler Dersi!
Tolga sabah okula gitmek için hazırlanırken o gün Sosyal Bilgiler sözlüsü olduğunu hatırladı. Kitabını sırt çantasına tıkıştırıp servisi kaçırmamak için koşarak kapıdan çıktı. Murat Öğretmen beni kaldırmasa bari, diye geçirdi içinden. Kitabın kapağını bile açmadım! Her salı günü, son derste Sosyal Bilgiler sözlüsü olurdu. Murat Öğretmen de çoğu öğretmen gibi, özellikle parmak kaldırmayanları seçip tahtaya çağırırdı. O gün de kendine bir kurban bulmak üzere, atomu parçalayan bir bilim insanının titizliğiyle öğrencileri dikkatle tek tek süzerken bir anda Melis’le göz göze geldi. Sınıftaki herkesin gözleri körebe oynar gibi Murat Öğretmen’den köşe bucak kaçıyordu o sırada.
Melis çalışkan bir öğrenciydi. Sınıfta en yüksek notu hep o alırdı. Ancak ortaokula geçtiğinden beri Sosyal Bilgiler dersinde tıkanıyordu. Oysa ilkokuldaki başarısı ona bu özel okulun kapılarını açmıştı. Ailesinin ekonomik durumu iyi değildi; canını dişine takarak derslerini günü gününe çalışmış ve burslu okumaya hak kazanmıştı. Murat Öğretmen, Melis’in hüzünlü bir ifadeyle önüne bakmakta olduğunu fark edince, Hah, işte yeni kurban, diye geçirmişti içinden. Ama Melis’in o sırada, daha birkaç gün önce kaybettiği Kuki’yle yaşadığı güzel günleri düşünmekte olduğunu bilemezdi elbette. Küçük evlerindeki en önemli varlığı, köpeği Kuki’ydi. Halası onu daha el kadarken, kıvırcık tüylü ve sevimli bir yavruyken, Melis’e dördüncü yaş armağanı olarak getirmişti. Melis de minik köpeğini sevgiyle büyütmüş, evden yollamak için direten annesini her defasında ikna etmeyi başarmıştı. Kuki, Melis için çok özeldi; onun en yakın arkadaşıydı. Kendisini en zayıf hissettiği anlarda ona sarılarak uyuyan Melis, Kuki’ye tam sekiz sene annelik etmişti.
…