Feneri, dudaklarının arasına sıkıştırdı ve sandığın kapağını açtı. Çürük et kokusunun yoğunluğunu burnunda hissettiği anda elini istenç dışı burnuna götürdü. Feneri, açık sandığın üzerine tuttuğu anda gördükleri karşısında istenç dışı
” Allah kahretsin! Diye haykırdı ve refleksi bir hareketle gerilediği anda az önce yere attığı sandalyeye takılarak yere yuvarlandı. Kendini toparlamaya çalışırken, ağır kokunun ötesinde gördüklerinin izlerini tüm benliğinde taşıyordu. “Lanet olsun! Bu kadın gerçekten cani!”
Sandığın içinde bir sürü kesik kokmuş ve çürümüş penis vardı. Sandığın açık kalmasından dolayı koku daha da yoğunluk kazanmıştı. Midesinde hissettiği bulantıyla birlikte böğürür gibi oldu ve kusmamak için elini ağzına götürerek sandıktan uzaklaştı. “Lanet olsun! Diye söylenmeye devam ederken hemen arkada duyduğu sesle birlikte o yöne döndü. Feneri bu kez sesin geldiği yöne doğru tuttu ve o anda onunla burun buruna geldi. Daha ne olduğunu anlayamadan yüzüne yediği şiddetli darbeyle sandığın üzerine savrulurken, elindeki feneri yere düşürdü.
Kemal, silahı doğrultmaya zaman bulamadan kadın üzerine atıldı ve enjektörü seri bir hareketle Kemal’in ensesine batırdı. Kemal, şırınganın acısıyla boş bulundundu ve silahını düşürdü. Kadın bunu fırsat bilerek kaçmaya çalıştı ancak Kemal, yediği şırıngaya rağmen kadının üzerine atıldı ve kaçmasına engel oldu. Tüm bedenini felç etmeye hazırlanan uyuşuklukla birlikte ,kadınla boğuşmaya başladı.
***
GEÇMİŞTEN GELEN TEHDİT
Kemal; helikoptere binerken, kucağında kendinden geçmiş baygın bir halde yatan Ceyda’nın yüzüne baktı. İçsel, acısı volkan ateşi gibi yüreğinde patlayarak lavları gözlerinden fışkırdı. Helikopter, zaman yitirmeden pervanesini havada hızla döverek, hastaneye doğru rotasını çevirdi. Helikopterde, Ceyda’ya ilk yardım yapılmıştı ancak yine de hayati riski hala devam ediyordu. Kemal, sedyenin üzerinde, seruma takılan kıza bakarken içinin acıdığını hissetti. İlk kez bu anlamda, canı yanıyordu. İlk kez böylesi bir acı, onu aşıyordu. Gözleri, buğulandı bir anda. Onu kaybederse neler olurdu düşünmek dahi istemiyordu. Emin olduğu tek bir gerçek vardı, yaşamı bir daha eskisi gibi olmayacaktı. Yeniden işine konsantre olabilmesi olasılıklar arasında dahi yoktu.
Yeniden güneşi, parlak gözlerle karşılayabilir miydi ondan da şüpheliydi. Kuvvetle muhtemel, göçerdi bu yerden ve bulunduğu mekandan. Hiç sorgusuz uzaklara, denizlere açılırdı uçsuz bucaksız şuursuzca “Çok geç kaldın başkomiserim!” demişti ona “Çok geç kaldın…” Daha erken gelmek için günlerce savaş verdiğini bilemezdi. Bilemezdi ona koşmamak için, onsuz geçen her anında yaşadığı acıya rağmen nasıl kendiyle mücadele ettiğini. Geç kalmıştı. Haklıydı, geç kalmıştı… Yüreğinin sıkıştığını ve soluk almakta zorlandığını hissetti. Nasıl bir acıydı bu? Nasıl bir duyguydu bu? Ona, daha önce böylesi bir duygunun varlığından söz eden olsaydı muhtemelen, onlara kahkahalarla gülerdi. Kendini, katı bilirdi ya ailesi dışında kimse için üzülmemişti şimdiye değin.
“Allah kahretsin, onu yalnız bırakmamalıydım!” diye haykırdı içinden ve çığlığını sadece kendi kulaklarında ses buldu. Yüreği sıkıştı yeniden ona baktığı an… Uzun kirpiklerinin gölgelediği yüzüne baktı. “Lanet olsun! Tanrım neden?” diye feryat etti. Bu kez isyanı kadere olmuştu.
Başının her santimini ele geçiren şiddetli ağrının yarattığı ağırlıkla, kafasını arkaya atarak gözlerini sıkı sıkı kapattı. Onunla ilk tanıştığı geceyi anımsadı birden… Üzerinde kırmızı bir gece elbisesi vardı. Nasıl da seksi duruyordu. Önce onu, o tip kızlardan biri sandı. Ama buna rağmen ondan etkilendiğini de itiraf etmişti kendine. Hırçın ve vahşi. Tavizden uzak, sert bir kişilik. Sonra Balina operasyonu düşündü birden. Bomba dolu çantayla birlikte atlayışı imgelendi beyninde. Hayatı pahasına işini yapmaya çalışan, deli dolu biriydi. Hayatı için endişe duymadan, tehlikeleri hiçe sayarak ileri atılan bir polisti.
Onunla birlikte olduğu o gece düştü aklına, yüreği yeniden burkuldu. Acı içinde gözlerini sıktı. “Yaşadığımız bir düştü, uyandık ve bitti.” demişti öfke içinde. Gözlerini açtı ve genç kızın soluk yüzüne baktı.
“Yaşanan düş değildi Ceyda. Bunu sen de, en az benim kadar iyi biliyorsun! Tanrım bunu bana yapma! Yalvarırım sensizliğin acısını bana yaşatma!”
O anda tüm bu olanlar için öfke duydu, hayatını, riske attığı için Ceyda ya öfke duydu “Kendine iyi bak Ceyda!” diye de uyarmıştı, en son görüşmelerinde. “Bunun için sana söz veremem başkomiserim.” diye yanıt vermişti “Neden bunu yapıyorsun,Ceyda… Neden?”
Helikopter, üç dönüm üzerine kurulmuş on iki katlı,binanın çatısına indiği anda birkaç hemşire ve iki doktor anında müdahale ederek Ceydayı sedyeyle asansöre taşıdı. Acil servise almaları ise, saniyelerle sayıldı. Doktorlar, hasta bilgisini daha havadan almışlardı ve bu onlara avantaj sağlamıştı.
En gelişmiş teknolojinin son örneklerini yansıtan hastane, yoğun kalabalık olmasına karşın bir morg kadar sessiz ’• Hemşirelerin ve doktorların telaşlı devinimleri, zaman zaman megafondan gelen çağrı sesleri, ortamın hastane olduğu gerçeğini yansıtıyordu.
Kemal; düşünceli tavırlar içinde eh alnında, karda açılan bir tüneli andıran koridorda, bir aşağı bir yukarı volta atarken her geçen saniye kendini daha kötü hissediyordu. Koridorda duvar kenarmda bulunan kanepelerde sıkıntı içinde oturarak hastalarını bekleyen bir sürü insandan daha kötü görünüyordu. Cebinden sigara paketini çıkardı ancak gözleri duvarda asılı duran tabelaya takılınca sinirli bir tavırla paketi yeniden cebine attı. Bu sırada koridorun karşı tarafından kendine doğru hızlı gelen Kahire polis şefini fark etti. Şefin üzerindeki beyaz keten takım, terden ve tozdan şekil değiştirmişti. Yüz ifadesi ise fazla yorgun ve üzgündü. Belli ki tüm bu yaşananlar onu da fazlasıyla üzmüş görünüyordu.
“Keşke bütün bunlar olmasaydı demek isterdim ama ne yazık ki!”
Sözlerinin gerisini getirmedi. Ne demesi gerektiğini de bilemedi. Susmak, çok şey anlatırdı aslında… Kemal’in de gözleri buruktu. Keşke hiç biri yaşanmasaydı diyebilmeyi kendi de istedi. Ne yazık ki, yaşandı ve bedeli çok ağır oldu. “Şeyh ve adamları tutuklandı mı?” diye sordu konuyu değiştirerek. Şu anda duygusallığın kimseye yararı yoktu çünkü.
“Sayenizde, Arap ülkelerine uyuşturucu pazarlayan dev bir karteli sildik. Uzun zamandır uyuşturucu pazarlayan bu adamların peşindeydik ancak kimliklerini tespit edemediğimiz için bir türlü sonuca varamıyorduk. Suçları bu kadarla sınırlı değil maalesef,bir hafta önce cesedi bulunan Türk kızının ölümüyle de ilgileri olduğu meydana çıktı. Kıza, seks yaparken şehvet ve tutku aşılamak için ona fazla dozda uyuşturucu verdiklerini, istemeden de olsa ölümüne neden olduklarını itiraf ettiler. Ancak hiçbir mazeret, onları demirliklerin ardına tıkmaktan kurtaramayacaktır.”
“Nasıl yargılanacak?” diye sordu Kemal, içinde biriken nefretin sesiyle…
“Burada, hala şeriat kanunları geçerli. Yani bu kanunlar çerçevesinde yargılanacak ve ceza yiyecek.”
“Buna çok sevindim.”
İlk kez, Araplarm yasalarına sempati duymuştu. Çünkü bu adam daha fazlasını hak ediyordu. Düşünceli gözlerle yoğun bakım ünitesinin bulunduğu bölüme döndü. Yüzündeki hüzünlü ifade karşısmda şef, elini dostça Kemal’in omzuna koydu. Onu çok iyi anlıyordu. Bir zamanlar karısını yitirdiğinde aynı duygular içindeydi. İsyanları oynamıştı ve kendince Allah katında günaha girmişti. Ama kim ne derse desin hala içinde o isyanlar hüküm sürüyordu.
“Komiser Ceyda iyi olacak, merak etmeyin Kemal bey.” dedi “O çok güçlü biri.”
“Ülkenize farklı şartlarda gelmek isterdik. “ diye yanıt verdi Kemal, sesi hala aynı hüznü taşıyordu. Gözleri ise gerçek dostluğun izlerini yansıtıyordu. “Ama sizi tanımak benim için bir şeref oldu.”
“Türkler çok mert ve cesur insanlar. Sizi burada görmekten dolayı bizler de şeref duyduk. Hemen ülkemizden ayrılmanızı istemiyoruz. Lütfen, komiser Ceyda iyi olur olmaz sizi ülkemde ağırlamak isterim. Yani bu ülkenin gizemli ve mistik kültürünü size tanıtmaktan onur duyarız.”
Kemal, gülümsedi. Ceyda’yla bu otantik ve mistik şehri gezmek! Yok hayır, bu çok lüks olurdu onun için. Ceyda’nın böyle bir şeyi onaylaması olası değildi. Ama ya o sözleri? Onu anda söylediği o sözler. “Seni özledim.” demişti. Gerçekten de sözlerinde samimi miydi yoksa uyuşturucunun etkisi altında söylenen sözler miydi? Kemal, bu düşüncelerle birlikte içinin burkulduğunu hissetti yeniden. Aynı anda Ceyda’yı acile alan doktor göründü. Düşüncelerinden soyutlanarak kaygı içinde ona doğru yöneldi.
“Doktor bey, durumu nasıl?” diye sordu tedirgin ve hüzünlü bir sesle. Doktor bir ona bir hemen arkadan gelen polis şefine baktı.
“Doğrusunu isterseniz başkomiser bey, hastayı tam zamanında yetiştirdiniz. İki gündür verilen uyarıcı, tüm kanma işlemiş ve yaşam fonksiyonlarını zorlamış. Sanırım, son verilen doz biraz yüksek olunca kalbi uyuşturucunun yarattığı yüksek emisyona yenik düşmüş. Gelişen şartlara göre vücut, mevcut ısısını kendi sisteminde düzenleyecektir.Vücut ısısı, uzun süreli ve yoğun devinimin etkisiyle ne yazık ki aşırıya kaçmış. Hastanın ateşi 42 . Vücut, yüksek ölçüde su kaybından dolayı farklı reaksiyonlar göstermektedir. Hasta bunun sonucunda kalp, yüksek tansiyon, yüksek ateş ve şok etkileri altında yaşam fonksiyonlarını zorlamış görünüyor. Ona verilen uyuşturucu dozunun yoğunluğu, ne yazık ki kalp ritminin bozulmasına ve merkezi krampların görüldüğü olaylara neden olmuş. Biraz klişe olacak, ancak biraz daha gecikilseydi hastayı kurtarmamız mümkün olamayabilirdi. Şu anda yaşam fonksiyonlarına destek sağlamak için, makineye bağlandı. Kalp atışları ilk geldiğine oranla daha iyi ancak kanında bulunan madde hala işlevini sürdürmekte.”
“Bu durumda kanını değiştirmek gerekmiyor mu doktor?” “Telaşınızı anlıyorum ama merak etmeyin kanını revizyondan geçirmek için aynı zamanda serum taktık.”
Kemal, doktorun bu sözlerinden sonra az da olsa içinin rahatladığını hissetti.
“Peki ne zaman taburcu olur doktor?”
“İzin verirseniz kırk sekiz saat tutmak istiyoruz. Şu durumda onu götürmeniz bir hayli sakınca yaratabilir.”
“Elbette doktor, göreviniz neyi gerektiriyorsa lütfen onu yapın. Peki onu ne zaman görebilirim?”
Doktor, gülümseyerek. “Şu anda onu görmenize izin veremem, olası bir emosyon dalgası onu yeniden şoka sokabilir.
İki saat sonra onu görebilirsiniz, o da sadece beş dakikalığına, “diye yanıt verdi. Sonra diğer hastalarına bakması gerektiğini söyleyerek izin istedi. Kemal, aldığı bu olumlu haberden sonra rahat bir nefes aldı. Aynı rahatlık şefin gözlerinden de okunuyordu.
“Size iyi olacağını söylemiştim başkomiserim. Şimdi isterseniz otele gidip biraz dinlenin. Daha sonra işlemleri tamamlarız.”
“Buna gerek yok şefim, önce şu kızlara bakmak istiyorum. Onların sağlığından ve yaşamlarından ben sorumluyum. Daha sonra size raporumu sunmak isterim.”
Bunun üzerine şef, Kemal’in omzuna dostça dokundu. “İşine bağlı bir polis. Siz hep böyle misiniz? Yani Türkler demek istedim.”
Bunun üzerine Kemal, tebessüm ederek.
“Ülkemizin güzelliğinden önce Askerimizin ve Polisimizin güvenilirliği, dürüstlüğü, başarısı ön planda şefim.”
“Bundan hiç kuşkum yok. Bunu, burada da ispatladınız. Hani ne derler, görünen köye kılavuz gerekmiyor.”
“Aynen öyle şefim.” diye yanıt verdi Kemal, bu kez gülümsemişti. Sonra emniyette buluşmak üzere ayrıldılar.
Kemal, ilk işi şehirdeki diğer hastaneye götürülen kızları ziyaret etmek oldu. Kızların içinde bulunduğu durum Ceyda’ya göre daha olumluydu. Kendilerine verilen uyuşturucunun dozu yüksek olmaması, büyük bir avantaj sağlamıştı. Takılan serumdan sonra, kısa sürede bilinçleri yerine gelmişti. Ancak, hastane kuralları gereğince yirmi dört saat süre gözlem altında tutulmaları gerekiyordu. Kemal, kızların iyi olduğundan emin olduktan sonra onların sorumluluğunu İzzet’e ve Gökalp’a verdi.
Kahire Emniyet Müdürlüğüne geldiğinde saat sabah 06.00’ı gösteriyordu. Bütün gece koşuşturmanın yorgunluğu dışında üzerindeki giysiler, yoğun teri ve kiri fazlasıyla taşıyordu. Haki rengi keten gömleğinin kollarını dirseğine kadar kıvırarak yakıcı sıcaktan kendini biraz olsun soyutlamaya çalıştı.
Emniyete gitmeden önce otele uğrayıp bir duş almak istedi ancak buna zamanı yoktu. Bir an önce emniyete giderek raporunu iletmek ve tutuldular hakkındaki işlemleri yapmak istiyordu. Arap asıllı olmasına karşın Fatima’nın Türk vatandaşı olmasından dolayı Türkiye’de yargılanmasına karar verilmişti. Şeyh El Abbas ise, adamlarıyla birlikte Kahire yasaları çerçevesinde yargılanacak ve cezasını çekecekti.Kemal, Özel Harekat Timi şefiyle birlikte tüm işlemleri yerine getirerek ertesi günü yola çıkılması kararı alındı.
Saat 09.15’i gösterdiğinde Kemal hastanenin kapısından içeri girdi. Ceyda’nın yattığı odaya doğru yürürken ilk kez üzerindeki giysilerin artık tahammül sınırını aştığının farkına vardı. Üzerindekiler ciddi anlamda leş gibi kokuyordu. Koridorda yanından geçen insanların garip bakışlarını üzerinde hissedince bunu daha iyi algıladı.
Odanın kapısmı usulca araladı ve içeri süzüldü. Ceyda, hala makineye ve seruma bağlı şuursuzca yatıyordu. Alnına dökülen perçemleri odanın serinliğine rağmen terden yapış yapış görünüyordu. Uzun siyah kirpiklerinin çevrelediği gözleri derin bir uykunun esiri olmuştu, iri dudakları ise bedeninden fışkıran ateşin odak noktasıydı sanki, kor bir ateş parçasını andırıyordu. Kemal, yatağın kenarmda duran sandalyeyi alarak yatağa yakın çekti ve oturdu. Elini kızın serum takılan elinin üzerine koydu. Birkaç saat önce yaşadığı korkular, yavaş yavaş yüreğini terk ediyordu. Kızın elini dudaklarına götürdü ve incitmekten korkarcasma yumuşacık öptü. Geçmişte, kısa süreli bir zaman dilimi içinde öylesine çok şey yaşamışlardı ki! Toprak paylaşımı için savaşan, iki düşman gibiydiler… Aralarında sulh yapmak gibi bir şansları hiç yoktu sanki.
Çevrelerinde aracılar olmasına karşın, rekabetleri had safhadaydı ve ortaklıları bu anlamda zorlu geçiyordu.
“Bu kez Ceyda, “dedi gözleri kararlı bakarken “Bu kez sen istemesen de ben senin yanında yer alacağım. Karşı çıkışın, artık sonuç vermeyecek ve beni senden uzaklaştıramayacak! Sen, duygularına onay verene kadar, ben senin yanında, dibinde olacağım. Bir kez daha bana bu acıyı yaşatmana asla izin vermeyeceğim!”
Ceyda, bilinçsizce yerinde kıpırdandı. Yüzüne düşen birkaç perçem saç, kımıldadığı sırada yüzünü iyice örttü. Kemal, usulca kızın yüzüne dökülen saçları geriye itti. Sonra parmakları kontrolü dışında, sıcak teninde dolaştı. Derinden gelen bir hüzünle irkildi, kıza dokunmak ona büyük bir acı vermişti. Lavların içinde kavrulduğunu hissetti. Sanki ona dokunarak, onun tüm ısısını kendi bedenine transfer etmişti.
Hemşirenin odaya girmesiyle birlikte Kemal, boğulmak üzere olduğu yoğun duygulardan kurtuldu. Hemşire düzgün Fransızcasıyla hastanın yalnız kalması gerektiğini söyledi. Kemal, isteksiz bir tavırla ayağa kalkarken hala az önce yaşadıklarının etkisi altındaydı. Alnını basan teri silerken adrenalinin dengesini sarsmasına engel olamadı. Hemşire, serum değiştirirken, Kemal hala olduğu yerde duruyordu. Hemşire, gülümseyerek odadan çıkması gerektiğini kibar bir tonla yineledi. Kemal, hala tereddüdü içinde yaşarken buna karşı çıkmanın yarar sağlayamayacağını düşünerek çaresiz odadan çıktı. Kapının önünde elleri belinde bir süre öylece durdu. Ayakları nedense buradan uzaklaşmasına izin vermiyordu. Telefonunun sesiyle birlikte yaşadığı ikilemden sıyrıldı ve telefonu eline aldı. Arayan Sedat beydi. Harekat Timi şefi onu aramış olmalıydı.
“Alo amirim.”
“Kemal merhaba, o nasıl?” diye sordu Sedat bey girmeden. Adamın sesinde, yoğun bir burukluk vardı. Kemal’in gözleri odanın kapısına odaklandı. O sırada hemşire dışarı çıktı ve yeniden Kemal’e gülümseyerek oradan uzaklaştı. Kemal, bir an açılıp kapanan kapının ardmdan onu gördü. Durumu stabildi.
“O iyi amirim, ancak doktor onun kırk sekiz saat müşahede altında tutulması gerektiğini söyledi.”
Genç adamın sesi oldukça kırgın ve durgundu. Onu buralara yalnız gönderdiği için Sedat beye içten içe kızmıştı. Sedat bey, karşı tarafın sesindeki bu serzenişi hissetmiş gibi…
Kemal, bunun böyle olmasını ben de istemezdim.” diyerek kendince vicdan muhakemesi yaptı. Üzülmediğini kimse iddia edemezdi. Büyük bir yıkım yaşadığı aşikardı. Hatta, karşı tarafın ona kızmasında da büyük bir haklılık payı olduğunu kabulleniyordu.
“Peki Cihan, Cihan, hangi cehennemdeydi?” diye sordu Kemal, sesindeki öfkeye engel olamadan. Sonra birden bu yaptığı saygısızlığın farkına vararak “Amirim özür dilerim, sanrım olaylar beni fazlasıyla etkilemiş olmalı.” diyerek hatasmı telafi etmeye çalıştı.
“Cihan, görevini ihmal etme suçundan üç ay görevden uzaklaştırma aldı.”
Sedat beyin, sözleri karşı tarafa sakinleştirici ve hatta yüksek dozda ağrı kesici etkisi yaratmıştı. Kemal, bir meslektaşının böylesi bir ceza alması taraftarı değildi. Ceyda örneğini birebir yaşamıştı ve bunun bir başkasma yapılmasını hiç arzu etmiyordu. Ne var ki, içten içe Cihan’ın bunu hakkettiğini düşünüyordu. Gerçekte şu an Cihan için hissettikleri, bu cezanın çok üzerindeydi.
“Ekibi Türkiye’ye gönderiyorum amirim. Ama ben burada iki gün daha kalacağım. Bu arada, oraya geldiğimde sizinle konuşmam gereken çok önemli bir konu olacak. Yani bir konuda yardımınızı isteyeceğim.”