Veda-AYŞE KULİN

Esir Şehirde Bir Konak Ayşe Kulin Büyükdcdem Ahmet Reat Tediçin aziz hatırasına ve hti kitah yazarken kaybettiğim anneciğim Sitare ye Dedem merhum Ahmet Reşat Yediç in, gurbetten ailesine yazdığı mektupları günümüz Türlcçesine çevirmeyi İcabul ettiği ve özel ai livinde bulunan Dahiliye Nazırı merhum Ahmet Reşit Rey ile 1 alat Paşa nın eşi merhume Hayriye Hanımefendi nin hatıratından, ayrıca kütüphanesindeki çeşitli kitap ve belgelerden yararlanmamı sağladığı için, değerli arkadaşım MURAT BARDAKÇIya teşekkür ederim.
Av mevsimi geçtikten sonra yağdı mıydı, haşmeti ni kaybederdi. Uzun ve zorlu bir kışın sonunda, çiçelderin açması beklenirken zamansız gelen kar, İstanbul u se def rengi bir masal şehre dönüştüreceğine, çamurlu yolların ve boyası aşınmış ahşap evlerin üzerinde toz şekeri serpiştirilmiş gi bi eğreti duruyordu. Ayazdan kızarmış suratı ve donmuş elleriy le, iki atın çektiği faytonu hızla  süren arabacı, Beyazıt semtinde, denize inen ildnci sokağın başına gelince dizginlere asıldı.
Aıaba birkaç metre sürüklenip durdu. Ahmet Reşat, yer yer buzlan mış sokakta nalların kaydığını bildiğinden, atlara eziyet olmasın diye sokağın başında inmeyi tercih etmişti. Faytondan atladı, arabacının parasını ödedi, sokağa saptı, serpiştiren karda düşmemek için dikkatli vc yavaş yümdü. Az sonra sabah ezanı okunacaktı. Reşat Bey, saatler süren ve aitık kimsede değil konuşacak, düşünecek hal kalmadığı için yine bir sonuca yaramadan sona erdirilen toplantıdan dolayı bitkindi. Sokağın ortalarında, yürü düğü istikametin sağ tarafını tutan evinin önünde, içeri girme den bir an durdu. İçinden kansının derin bir uykuda olmasını diledi, çünkü toplantının neden bu saatlere sarktığının hesabını vermeye mecali yoktu. Balıçe kapısı parmaklarını dokundurma sıyla açılıverdi.
-Sabah şeritleriniz hayrolsun etendim, dedi Hüsnü Efendi.
-Bu saatte kapının önünde işin ne Hüsnü Efendi.? Beni bek lemeyin diye tembih etmedim midi hepinize?
-Namaza kalkacaktım zati. Pencereden gördüm geldiğinizi.
Yorgunsunuz beyim.
-Olmaz mıyım. Kaç gündür uykuya hasretiz. Allah sonumu zu hayretsin.
-Amin.
Aiımet Reşat, önünden çekilmeyen ve gözlerini gözlerinden ayırmayan kâhyaya anlayışla baktı.
-Kötü bir haber yok, Elüsnü Efendi, her zamanki işler tuttu beni bu saatlere kadar. Git kıl namazını haydi.
Hüsnü önden koşturup konağın kapısını açtı. Ahmet Reşat, eve girer girmez burnuna çaıpan keskin lizol kokusundan yük sünerek yüzünü buruşturdu, kapının yakınındaki iskemleye çö küp ayakkabılarını çıkardı, fesini kavukluğa, redingotunu Hüs nü nün kollarına bırakıp, çoraplarıyla  selamlığa girdi. Camın önündeki sedirde biriki saat kestirebilme umuduyla, alnı elleri nin üzerinde, yüzükoyun uzandı. Başı çatlarcasına ağrıyordu.
Bütün bir gün ve gece boyıınca konuşulanları, yaşananlan unu tarak, gevşemeye çalıştı. Mahir ona, böyle dummlarda, katasım boşaltıp, içine derin nefesler çekmesini salık vermişti. Derin bir netes aldı, içinde bir süre tutup yavaşça verdi… Bir daha… Bir dalıa… Gerçekten de iyi geldi arkadaşının tavsiyesi, gevşedi, es nedi, uykuya kendini bırakmadan öncc sımistii döndü, sedire uzanırken yere bıraktığı köşe yastığını alıp başının altına koydu, içi geçer gibi oldu, lam dalmıştı ki, teyzesinin sigai adan çatal laşmış sesiyle irkildi.
-Evinde ağır hastası olan insan bu saate kadar dışarıda kalır mı Reşat Bey oğlum? Yattığı yerden toparlanıp otururken söylendi;
-Bu saate ka dar dışarıda kalmamız keyfimizden değil, teyzanım.
-Ne işiymiş böyle sabahlara kadar
-Teyzeciğim, duıumlan bilmiyor değilsiniz. Niye böyle ko nuşursunuz!
-Devlet işi gündüz gözüyle yapılır oğlum. Geceler ibadet ve uyku içindir. Büâikbabalannın da mevkileri seninkinden aşağı değildi ama gece hep evlerinde u}aııiardı, Reşat Bey.
-Ne kadar şanslıymışlar ki onlann memleketi işgal altında değilmiş, teyzanım.
-Var mı, yok mu bu işgal! Olmuş işte. Olmuşla ölmüşe çare yoktur, oğlum. Ama bak, yeğenin henüz ölmedi. Sen memleke tini bırak. Kemalimi düşün biraz da! Dün gece yine sabaha ka dar öksürdü. Kan kusması yakındır. Bir hastaııeye gitmesi lazım.
Hemen bugün.
-İyileşmişti hani? Mübalağa ediyor olmayasınız?
-Bana inanmıyor musun Reşat? Kaç gecedir öksümğü ma halleyi tutuyor ama sen burada değilsin ki duyasın! Günlerdir seni yalpalamaya çalışıyomm oğlum, Kemal in şumbu bitmek üzere, kömüılimüz de çok az kaldı. Evi doğru dürüst ısıtamı yoruz.
-vŞurubu yai in Pera eczanelerinde aratınm. Bizim tarafta baktırttım,  bulamadılar. Kömüre gelince, teyze, Saray cia bile kömür sıkıntısı çekiliyor. Odun yakacaksınız.
-Odun da bulunmuyor ki. Halbuki Kemal in katını iyi ısıt mamız lazım.
-Arka bahçedeki ağaçlan kessin bahçıvan.
Ahmet Reşat kalktı sedirden, başında dikilen teyzesinin sırtı nı okşadı,
-Gidip bakayım Kemal e teyzeciğim, dedi.
-Senin bakman yetmez. Onu al hastaneye götür.
-Biliyorsunuz ki bu imkânsız.
-Nedenmiş?
-Anında tevidf edilir de ondan. Kemal in resmi aylarca du varlarda kaldı, hemen tanırlar.
-Benim torunum vatan haini mi. Hangi biriniz gitti de don du o bembeyaz cehennemde. Hanginiz sav aştı vatanı için. O hain, sen kahramansın, öyle mi?
-Ben kahraman değilim ama zabıta taralından da aranmıyo mm.
-Onu ai atan hükümet düşmedi miydi geçenlerde? İrade mi kaldı mecliste ki bu kadar korkmaktasın?
-Hükümetler gelir gider ama irade tahtında oturuyor teyze ciğim. Kemalinizin başını isteyen de o zaten. Daha doğıaisu onun kayınbiraderi.
-Ben anlamam. Kemal in bir hastanede müşahade altına alınması lazım.
-Balun teyzanım, onu benden gizli eve aldınız, hasta hasta sokaklarda kalmasın diye hatırınız için buna göz yumdum.
Şimdi de benden ailemi tehlikeye atacal: şeyleri istemeyin. Ve rem de olsa, hastanenin yapabileceği şey, muntazam bakım vc ilaçtır. Kemal e evde sayenizde iyi bakılıyor. Mehpare gece gündüz demeden başında duruyor. İlaçlarını bulmaya gayret ediyomz. Bu bahsi burada kapatalım ve bir dalıa hiç açmaya lım. Lütfen teyze!
-Hain Reşat! Kadiri hışımla çıktı odadan, merdivenlere doğm yürüdü.
Teyzesi gidince Ahmet Reşat sedire çöktü, veniden ağrımaya başlayan başını ellerinin arasına alıp çaresizlik içinde kalakaldı. Dermansız dertlerle dört bir yandan kuşatılmıştı Alımet Re şat. Polisten sakladığı yeğenini tedaviye götüremiyor, konağa yakın  dostu Mahir in dışında doktor çağıramıyordu.Kemal i evinde sakladığı duyulursa, o saniye sürülürdü. Kimse ne gözü nün yaşına, ne de devleti için pallardır akıttığı emeğe ve. vekâle ten üstlendiği mevkiye bakardı. Ahmet Reşat, hiç laf anlamayan yaşlı teyzesiyle, çocuklanna verem bulaşacağı korkusundan dır dın bitip tükenmeyen karısının arasında bunalıyordu. Her iki kadın da değişik nedenlerle Kemal i hastaneye göndermek isti yorlardı. Kemal evde iyileşemiyordu. Sankamış macerası hem bedeninde, hem de ruhunda onulmaz aralar açmıştı. Ahmet Reşat ın gözlerinin önünde eriyen yeğeni, siyasi suçluydu. Ön ce İttihatçılara taraf olduğu, sonra da onlara sırt çevirdiği için, hem İttihatçıların, hem de karşıtlarının nezdinde sapına kadar suçluydu, kereta. Hüfıiet âşığı Kemal in İttihatçılarla arasında ki derin uçurum çabuk açılmıştı ama adını İttihatçıya çıkartmış tı bir kere. Hatta Ahmet Reşat ın kulağına, çalışma arkadaşları nın aralarında
-İttihatçı KemaP i kısaltarak,
-Bizim Reşat ın it Kemal i diye dalga geçtikleri bile çalınmıştı.
Dayısı küçük düşürülmeyi ne kadar hak etmiyorsa, Kemal de
-it
-liği o kadar hak edi ordu. Liseye başladığı günden itibaren başı beladan kurtulmamıştı. Jön Türidükten Masonluğa ciek her türlü belaya bulaşma a yemin etmiş gibiydi. Eli kalem tutuyor, yazılarını Saray ın gözünde hiç makbul olmayan dergilerde ya yınlayore muhalif yazaıiarla düşüp kalkıyordu.
İttihatçılar memleket idaresini ele geçirdiklerinde, Kemal önce çok memnun olmuş, kısa süre sonra da onlarla fikir ayrı lığına düşüp baş düşmanları kesilmişti. O kadar ki, İttihatçılar dan uzal. kalmak için Sankamış a gönüllü gitmeyi tercih etmiş ti. Hiç olmazsa, gözünün önünde yapılmakta olan vahim hata lardan uzakta, Ruslarla savaşırdı. Vatanı için tâydalı bir şey yap mış olurdu. Yola çıkai kcn, o da binlcrce asker gibi, ııasıl bir cchenncmc gitmekte olduğunun tai kında değildi. Saııkamış a İstanbul dan gidenler, Haydarpaşa Garı ndan dualarla, marşlarla, umurla uğurlanmışlardı. Zaferleri için kurbanlai kesilmiş, dualar edil miş, adaklar adanmış,  arkalai indan mendiller sallanmıştı.
Uzun sürmemişti işin keyifli ve şerefli yanı. Anadolu nun bir ucundan öteki ucuna, önce vagonları tıklım tıkış dolu bir tren de, sonra da buz gibi havada at arabalannda sürdüıâilen eziyet li ve uzun bir yolculuk yapmışlardı. Nihayet menzile ulaştıkla rında, acı hakikat, beyazlar giyinmiş bir cellat gibi dikilmişti kar şılarına. Cehennem, alev kırmızısı ve yakıcı olmalıyciı. Oysa, on ları bekleyen cehennem, bembeyaz ve dondurucuydu. O kadar dondumcuydu ki, erlerin elleri, ayaklan, yüzleri yanıyordu so ğuktaıı. Tıpkı ateşe değmiş gibi, yanık yaralan açılıyordu soğuk la temas eden tenlerinde.
Sankamış faciasından paçayı kurtarabilenlerin sayısı pek azdı.
Kemal in ölüm haberini bekleyen ev halkı önce esir ciüştüğü ha berini almış, dokuz ay sonra da genç aciamı insanlıktan çıkmış bir halde, bahçe kapısına yığılmış halde bulmuşlardı. Kemal in perişan bedenini yeniden sağlığına kavuşturmak sabır işiydi, ay larca hastanede, bir yıl bo}aınca evde tedavi etmişlerdi ama ru hunu sağlığa kaaışturmaya sabır da yetmemişti anlaşılan.
Alımet Reşat, düşüncelerini ve eylemlerim tasvip etmediği yeğenini, Sarıkamış ta çektiği acılar yüzünden bağışlatmaya ça lışmıştı. Allah canını bağışlayıp onu ailesine geri yolladığına gö re, acaba Saray da affetmez miydi hatalanndan ciers almış c töv bekai olmuş bu genç adamı. Kemal talısilliydi. Lisan biliyordu.
Dünya görmüşlüğü vardı. Eli kalem tutuyordu. Bir mütercim lik işinde mesela, pekâlâ işe yarayabilirdi. Ahmet Reşat, Sa ray daki ilişkilerini ve itibarını kullanarak, yeğeninin paçasını kurtarmayı başarmışn ama, heyhat! Kemal, çektiklerinden hiç ders almamış olmalı ki, bu kez de gönlü Minicilere kaymışrı. Dayısı, sadrazama  kadar çıkıp, yeğeni adına af dileyip özür beyan ederken, o, Vcıkit ve Ak§am gazete lerinde hükümet aleyhine atıp tutan yazılar yayımlatıyordu. Sa ray, inızasını bile değiştirmeye gerek görmeden gazetelerde boy gösteren bu sersem için sonunda tutuklama emri çıkartmıştı.
Ne hali varsa görsün diyerek, yeğenini evden atmıştı Reşat Bey.
Saraylıhanim ın, torununu tekrar hastalanınca gizlice eve al dığını ve taan arasındaki hizmetkârlar bölümünde saklamakta olduğunu öğrendiğinde öfkeden deliye dönmüştü. En çok da gerçeği kendinden saklayan karısına kızmıştı. Teyzesinin evde İdleri diller dökerde, rüşvetler vererek ve hatta tehditler savura rak nasıl kandırmış olabileceğini tahmin ediyordu ama Bchi ce nin bunlara pabuç bırakmamasını beklerdi. Karısının gözyaş ları dökerek anlattığı gibi, samimi bir acıma hissiyle ve ilerde kendini genç adamın ölümünden sorumlu tutmamak için mi, voksa padişahın Çerkez asıllı analıklanndan birinin vakti le tey zesine hediye ettiği o çok değerli elmas broşun sahibi olmak için mi bu kumpasa dahil olduğuna karar verememişti. Çünkü tey zesinin rüşN et vermekte ne kadar becerikli olciuğunu cia, kansı nın mücevherata düşkünlüğünü de iyi bilirdi. Her şeye rağmen, vicdanı hasta yeğenini sokağa atmaya elvermemiş, iyileşene ka dar çatı katında saklanmasına müsaade etmişti.
Ahmet Reşat ın, ailesinin diğer fertleriyle de bağları ilerdey se kopma noktasındaydı. Kızlarının yüzünü haftalar var ki göre miyor, kansıvla bir çift laf edecek zamanı bulamıyordu. Pv hal kının dertlerine, meselelerine o kadar uzak kalmıştı ki, sanki o konakta değil de başka bir şehirde yaşıyordu. Evine herkes uy kudayken dönüyor, kimse uyanmadan, sabahın karanlığında çı kıp işine gidiyordu. Derin bir iç geçirdi Ahmet Reşat. Bunlar evin içindeki mese leleıdi. Ya hiçbir çare bulunamayan nıemlekerin kargaşası, Os  man lı lıalkının bitmeyen acıları? Nerdeyse iki yıldır işgal altındaydı şehir. Mondros Ateşke si ni İngiltere adına imzalayan Amiral CAilthrope, Osmanlıların temsilcisi Rauf Bey e İstanbul a asker sokmayacaklarına dair söz vermiş takat sözünde durmamıştı.
İşgalciler, elli beş parçadan oluşan donanmalarıyla,
-Baba, Oğul ve Kutsal Ruh diye alaya alınan uğursuz üçlünün, yani İttihat ve Terakki nin liderleri En cr, Talat vc Cemal paşaların gizlice aııtdışına kaçışlarının dokuzuncu gününde gelmişlerdi İstanbul Boğazı na.
Piiç vakit ka betmeden karaya asker çıkarmaya başlamışlardı.
Boğaz da, Anadolu yakasının yıkarı bölgelerine Yunan bir likleri yerleşmişti. Haydarpaşa dan itibaren demiiyolu güzergâ hını da boylu boyunca İngilizler tutmuştu.
Rumlar ellerinde Yunan bayraklarıyla gemilerin karşısında taşkın sevinç gösterilerinde bulunmuşlardı. Zavallı İstanbullular ayrıca bir de şubat ayında, beyaz atının üzerinde muzaffer bir fa tih edasıyla kasıla kasıla, azınlıkların alkışlan ve sevinç çığlıkları arasında vaddei Kebir i baştan başa geçen Fransız komutanı nın, alayiş ve tantanasına karlanmak zorunda kalmışlardı.
Osmanlı Devleti uzun yıllara yayılan hatalai inın bedelini çok ağır şartlarla ödemeye başlamıştı. İstanbul un Hıristiyan azınlık ları, yüzyılların öcünü almak istercesine işgalcilerie işbirliği yapı yor, Müslümanları her lirsatta ihbar ediyor, yer er baş gösteren direniş hareketleri, işgalci güçler tarafindan hemen cezalandırı lıyor, direnenlere merkez ve karakollarda korkunç işkenceler ya Beyoğlu. pıhyordu. Müslüman İstanbullular, ezik, bitkin ve perişandılar.
Çektikleri yetmezmiş gibi, SenegaJli askerlerin taşkınlıkları halk arasında abaıtılarak anlatılıyor, ortalıkta azınlıkların Müslü  man lara eza ettikleri ve kadınlann peçelerini parçaladıkları rivayetle ri dolaşıyor, maneviyadar da ayrıca perişan ediliyordu.
Bu söylentilerin çoğu safsata olabilirdi ama dayanılması zor gerçekler de vai dı. Bazı evler zorla salıiplerinden alınıyor, kibirli ve küstah ngilizler, sadece halkı değil, devletin memurlannı, me buslarını ve nazuiarını da aşağılamaktan ve hırpalamaktan çeldn miyorlardı. İşgal dönemlerinde arka arkaya sadrazamlık yapan Ali Rıza, Salih Hulusi ve Tevfık paşalar. Ateşkes Antlaşması nın hü kümlerine üstü kapalı da olsa ciireniş göstermiş oldukları için, İn giliz baskısıyla makamlarından edilmişlerdi. Sıradan halk arasında bile sataşmalar başlamıştı. On beş gün kadar önce, Reşat Bey in konağına ziyarete gelen akrabalan Dilıuba Hanım tranwayda otururken,
-Sizler kâfi oturdunuz, kalldniz hanim, oturma sirasi bizdedir, diye omzunu dürtükleyen bir madama tarafından ye rinden kaldırılmış, gözyaşları içinde kendini bir sonraki durakta aşağı atan kadıncağız, Karaköy den Beyazıt a yürüyerek gitmişti.
Tüm bunlara rağmen bazıları işgale direnmeye azimliydiler.
Ankara da bir hükümet kurulmuş ve varlığı Avrupa devletlerine resmen ilan edilmişti.
Gerçi İstanbul Hükümeti, Ankara da kurulan hükümetin başkanı Mustafa Kemal için idam kajarı çıkaitmış, padişah da bu kararı imzalamışn ama kimse Ankara ya gidip Muştala Kemal i tutuklamaya cesaret eciemiyordu. Hatta kabinedeki pek çok na zır açıkça söylemese bile, Ankara dald Minicilerin başarısını için için temenni etmekteydiler.
İyi de, hangi silahla, hangi askerle, Allah bilir, diye düşündü Ahmet Reşat. Sekiz yıldan beri bin bir cephede savaşan yorgun, aç ve çıplak askerlerle, bazı maceraperestler sadece İstanbul u Jı jMİ, AİKKIOIU N u ıl.ı km ı.u.u akKırıııı anncdiyoıiardı. Boşuna ir  i ,.ı iı, tiı bil Alınu i Kış.ıı —.vkcMİnin ccpicrindc tütün tabakasını arayıp da bul.ıın.iMiiı ,1 as.ıbiUştı, bir küfür savurdu ve odada yapayalnız oMur.ıı h.ıldc kıardı. İçinde bulunduğu dumm onu değiştir imiş, sinirli, hırvın bir adam yapmıştı. Küfür etme alışkanlığı ol nı.duı lıaldc, sık sık ağzından kötü laflar firlıyordu. Sigarayı ço uahmıştı. f ine döndükten sonra, el ayak çekilmişse, ki artık lıcp le oluyordu, gevşemek için yatmadan önce bir tek atma cı başlamış, nefesi rakı koktuğundan, karısına bir şikayet sebebi daha yaratmıştı. Yeni alışkanlıklarından kendi de memnun de ğildi ama ö4e günler yaşamaktaydılar ki, öyle çileli, ö le haysi yet kırıcı, dayanması zor günler, insanın katlanabilmesi için çe lik gibi sinirlere sahip olması lazımdı. Ne yazık ki memurunun parasını ödeyemeyen bir mâliyeyi idai c ederken, çelik gibi sinir ler dahi kâfi gelmiyordu aitık. Osmanlı nın borcu gırtlaktaydı.
Ahmet Reşat her Allah ın günü bir başka alacaklıya hesap ver mek zorunda kalıyordu. Bir yıl önceki mali yılın bütçe açığı, bu yıl iki misli aitacağı işaretlerini vermişti. Cihan Hai bi mağdurla rının uğradıklarını iddia ettilderi zararlarla, bu miktar çok yakın da daha da âikselecekti.
Alımet Reşat yerinden kallop odanın içinde gerinerek dolaştı.
Yatak odasına çıkmaya kalksa karısını uyandıracaktı. Kızları da hâlâ uykuda olmalıydılar. Evin tahta merdivenleri, inip çıkanların ayakları altında gıcır gıcır gıcırdardı. Uykusu derin olma anlar, gece boyunca merdivenlerden kimlerin mutfağa, hamama, taşlı ğa indiğini kolayca anlayabilirlerdi. Bu durumdan en çok kansı rahatsız olur,
-Saraylıhanım kulaklarını dikmiş, hamama inip in mediğimizi dinliyordur yine, diye sızlanırdı. Ama yılların içinde kurtların kemirdiği eskimiş tahtayı, kapı menteşeleri gibi yağlayıp gıcırda  masını engellemeye imkân yoktu ki! Parmak uçlarına basa basa orta kata çıkmayı düşündü. Ora da da dırdırcı teyzesini bulabilme ihtimali karşısında, selamlıkta biraz daha kestirmeye karar verdi. Kemal in perişan halini gör meden evvel, biraz dinlenip kendine gelmek istiyordu. Ne kadaı kızarsa kızsın, elinde büyümüş yeğenini ölümün eşiğinde gör mc e dayanmak kolay değildi. Süzülmüş yüzünde gözleri büs bütün iri duran, saz benizli genç adamı her gördüğünde, zaafa kapıiaral. bütün kabahatlerini bağışlar olmuştu son zamanlarda.
Ahmet Reşat sedire oturup pencereden ön bahçeye baktı.
C amın önündeki manolya ağacı, yapraklarında henüz erimemiş kar serpintileriyle hüzünlü bir gelin gibiydi. Az ilerdeki elma ise mart güneşine aldanıp çiçeğe erken durmuş, ani bastıran soğuk la cion yemişti. Dadakianna alacı bir gülümseme gelip yerleşir ken, tıpkı bizler gibi, diye ciüşündü Ahmet Reşat, azıcık ışık gö rünce hemen sevinen ve sonra da elleri böğründe kalan, enayi elma ağacı! Onlar da enayi değil miydiler. Kızıl Sultan gitti, hürriyet ge liyor diye sevinen, sonra da dövünmeye başlayanlar.
Gelenler gidenleri hep aratıyordu, ne hikmetse! İttihatçılann elebaşlan kaçınca, meydan bu sefer de dini duy gulan sömürnıeye yatkın Hürriyet ve İtilaf Partisi nin elebaşları na kalmıştı. Halkın sıtkının bu paıtiden de çabuk sıyrılacağı bes belli di. Ahmet Reşat, Sultan ın bel bağladığı Plürriyet ve İtilaf Paıtisi nin, kendini İngiliz yanlısı ilan etmekle, halkın gözünde her geçen gün biraz daha sevimsizleştiğini görmüyor değildi.
İttihat ve Terakki döneminde sürgüne gönderilen pek çok siyasi suçlu, yeni çıkarılan af nedeniyle geri dönmüş ve şehirde hızla intikamcı bir muhalefet yeşermeye başlamıştı. Yetmezmiş gibi, işte tam da bu sırada, İstanburdaki Rum ve Ermeni Pat rikleri, işgalcilerin sadece İstanbul u değil, tüm Türki} e yi işgal etmeleri  için ellerinden geleni yapmaktaydılar. Emellerine ulaşa bilmeleri için memlekette kargaşa olmalıydı. Bu nedenle, Rum larla Ermeniler, Müslüman halkı kışkırtarak arbede çıkaitmak için türlü yollara başvuruyorlardı. Özellikle Rumlar fena halde azmış, şımarmışlardı. O kadar ki, Karaköy de bir Rum, kendine ait bir kebapçı dükkânını denetlemek isteyen Şehremini Vekili Cemil Paşa yı değnekle kovalayabilecek kadar ileri gitmişti.
Bu olayı hatıriayınea Ahmet Reşat ın başına ensesinden doğ ın yükselen keskin bir ağrı girdi. Boynunu sağa sola çevirerek gevşemeye çalıştı. En tahammüllü, teveküllü insanlar için bile yaşananları hazmetmek giderek zorlaşıyordu, işgalden beri l ürkler sabır küpü kesilmişlerdi. Ijrk yıllık hemşerilerinin, k mşulannın taşkınlıklarını görmezliğe gelip ilişkilerini eskisi gi bi yüılitmeye gayret ediyorlardı. Ahmet Reşat ın evindeki Bah çıvan Aret Kfendi yle, on beş günde bir dikişe ve ütüye gelen Rum kızı Katina yerlerinde dumyorlardı. Malie Nezareti nde ki Yahudi dinine mensup maliye memurları, hiçbir şey olmamış çasına vazifelerine devam etmekteydiler. Kabinedeki Hıristiyan nazırlaria, meclisteki Hıristiyan mebuslar da öyle. Fesatlık düşü nenlerin yanı sıra, hiç suçu olmayan Rumlar ve Ermeniler de el bette vardı ve Allahtan Yahudiler Osmanlılara hâlâ sadıktılar.
Rum basını açık açık Türk düşmanlığı yaparken, Yahudi gazete leri, cemaatlerini Türklerin haklarına saygı göstermeye davet ediyordu. Hem de İstanburdaki Yunan Yüksek Komiseri nin yeni kumlan RumErmeni Federasyonu na, Yahudileri de kat mak için gösterdiği onca çabaya rağmen.
Ahmet Reşat bu umutsuz çırpınışın, bu tepetaklak gidişin hem parçası, hem de seyircisiydi. Elinden hiçbir şey gelmiyordu.
Erkekler asla ağlamamalıydı ama Reşat Bey gözlerinin yaşarma sına ve sol gözkapağının şiddetle seğirmeye başlamasına  engel olamadı.
Belediye başkanı. BEHİCE, MEHPARE ve SARAYLI HANI M chparc elinde içi tülbent dolu tasla, gürültü etme mek için parmaklarının ucuna basa basa merdi venlerden inerken, tuvalete gitmekte olan Behice Hanım a ya kalandı.
Behiee nin üzerinde, İstanbullu gelinlerin düğün gecesinin sahalımda giymeyi âdet edindikleri müslin paçalığı vardı. Yılla rın içinde elbisenin pembesi iyice solmuş, yakasım çcvrele} en gül kurusu kurdele ve danteller, yıkanıp ütülenmekten yıpran mıştı ve Behice nin doğumlardan sonra irileşen göğüsleri, elbi senin düğmelerini zorluyordu.Genç kadın, gelinliği gibi, paçalığını da sandıkta özenle sak lamıştı yıllarca. Birkaç ay önce paçalığı sandıktan çıkaimış, hava landırmış, yıkamış, ütülcmişti. Son zamanlarda devlet memurla rının eşlerinin artık yeni giysiler diktirme gücüne sahip olama dıklarından değil, kocasının onu el üstünde tuttuğu, nerdeyse saat başı öpüp kokladığı günleri anımsattığı için de, yeniden giymeye başlamıştı paçalığını. Onu giydiğinde, kendini eski en ciamına kavaışmuş gibi hissediyordu ve nasıl da özlüyordu, to puzunu çözdüğünde saçlarının kalçalarına katiar şelaleler gibi aktığı ve kocasının onun güzelliğinden başka hiçbir şeve önem vermediği, o uzakta kalan yılları. Reşat Bey in evine erkenden döndüğü, sabahları işine ayak sürüyerek gittiği, hafta sonlarını karısının kcynunda geçirdiği, kansına düşkünlüğünden dolayı diğer akraba kadınların haset duygulannı kabarttığı, Saraylıha nım ı da için için kıskandırdığı yıllar çok gerilerde kalmıştı. Son beşain senedir her şey inanılmaz bir hızla değişmişti, hem ha yatlarında, hem de memleketlerinde. Artık ne akşamlan çaldığr uduna e söylediği İstanbul şarkılarına kulak veriyordu kocası, ne de altın bukleli kızlanna vakit ayırıyordu. Çok geç saatlerde bir karış suratla giriyordu eve, ona soın sormaya cesaret eden tek kişinin, teyzesinin sorularına kısa yanıt  lar vermekle yetini yor, bulup buluşturularak hazırlanan yemeklerin tadına bile bakmıyor, bir tas çorbayı zor bitirip yatağa giriyor ve sabaha ka dar sayıklayaralc, çırpınaralc kabuslu uykulara dalıyordu.
Behice yanlış hatırlamıyorsa, kocasındaki ruhi bunalımlar, Kemal in gencecik yaşında Sarıkamış seferine katılmasıyla başla mıştı. Aslında çetin cevizdi Reşat Bey. Öyle seferberlik ya da sa vaş sıkıntılarına pabuç bırakan takımdan değildi. Enver Paşa Hükümeti, 1914 Eylülü nde, İngiltere, Fransa e Rusya ya harp ilan eylediğinde bile kılı kıpırdamamıştı. Hep savaşmıştı zaten Osmanoğlu, ha bir savaş eksik olmuştu, ha bir fazla! OsmanlıIar savaşlara ve savaşların getirdiği zorluklara alışıktılar. Dola isı ile bu savaşı da tev ekkülle karşılamıştı kocası. Nicedir, mağlubiyet haberlerine de alışmışlardı. Ama Kemal in sonu başından belli bir muharebeye katılması, sonra da esir düştüğünün haberi yık mıştı kocasını. Yüzü hiç gülmeyen bir koca ve sürekli ağlayan teyzeyle e yaşanmaz hale gelmişti.
Neyse ki, uzun zamandır duymaya hasret kaldıklan bir zafer haberiyle biraz olsun teselli bulmuşlardı. Çanakkale de kazanı lan zafer, her evde olduğu gibi, onların konağında da bomba gi bi patlamıştı. Bayram etmişlerdi. Fatlılar, börekler yapıp konu komşuya göndermişlerdi. Evlerinin içi sabah ziyaretçileriyle dol muştu, mahalle halkı bayram kutlar gibi birbirini tebrike gitmiş ti. Ama sevinç uzun sürmemiş, bu zaferle gelen iyimserlik Behi ce nin kursağında kalmıştı. Reşat Bey, yine üzülecek bir şeyler bulmuş,
-Çanakkale nin intikamını almak için olsa gerek, İngil tere ve Fransa aralarında gizlice anlaşarak Oniki Ada yı İtalya ya vermişler. Bize danışfnaya dahi gerek görmeden nasıl yaptılar bunu. diye tutturmuştu. Yine suratından düşen bin parça ol muştu.
-Ayol, koskoca Bosna Hersek gitti. Balkanlar gitti, Oniki Ada ya ne diye hayıflanıyorsunuz, ilahi Reşat Bey, diye çıkış mıştı kocasına Behice.  İnsan zamanla, acıları, kederleri de kanıksıyordu mutluluğu kanıksadığı gibi. Kader, savaşı gündelik yaşamın bir parçası et mişti sonuncia. Savaşa, hatta işgale alışıp yaşama devam etmek ten başka çare yoktu. Yeter ki Allah, elindekileri eksik etmesin di. Çaresiz dert, devasız hastalık vermesindi.
Bellice, her kadın gibi, her şeyden önce ailesinin, çocuklan nın huzur ve emniyet içinde yaşamalarını istiyordu. Çok şükür, varlıklı bir ailenin kızıydı. Oturdukları konağı büyük kızı Le man ın doğcluğu yıl babası heciiye etmişti onlara.
İbrahim Bey, annesi doğumda ölen yegâne evladının bir de diğini iki etmezdi. Sırma saçlı, güzel Behicesini, Beypazarı nda çok varlıklı vc nüfiızlu bir topi ak ağasına da verebilirdi ama o, İstanbul da nesillerdir Sai ay a hizmet eden soylu bir Çerkez ai lenin oğlunu, bir İstanbul beyefendisini tercih etmişti. Damadı da Enderun dan yetişme ataları gibi devlet hizmetindeydi. Os manlı bürokratlannın dermansız hastalığı olan rüşvet illetine tu tulmamış, helal süt emmiş bir aileye mensup olmalıydı ki, Sa ray a yakın olmasına rağmen büâik sen et sahibi değildi. Bu, iyi bir İVlüslüman olan İ brahim Bey için çok önemli bir husustu.
Kızını Reşat Bev e verirken, bu hususu göz ardı etmemişti.
Kamçiriko beylerinden gelen Alımet Reşat, tıpkı kendisi gibi, bir gönül adamıydı, has Müslüman dı. Harama vc namahreme asla el uzatmazdı. Asla rüşvet kabul etmezdi. Kazının üstüne as la gül koklamaz, kuma getirmezdi. İşte bu yüzden, İbrahim Bey, kızına ihtiyacının da üstünde maddi yardımını esirgemiyor du. Ama damadının gururunu kırmamak, onu küçük düşürme mek için ne manevralarla, ne bin cierecien su getirmelerle, Behi ce ye ve torunlai ina gizli gizli armağanlar göndermelerle, kona ğın kilerini Beypazan ndan yolladığı erzakla doldurmalarla, ev deki kocakarının bile gönlünü hoş tutmalarla, elini üstünde tu tuyordu ailenin.  Derin derin içini çekti Behice. İstanbul a gelin gelerek, hiç anlamadığı devlet işlerinden bunalan bir kocanın suratını çek mek yerine, Beypazan nın sultanı olarak mı kalsaydı diye düşün düğü anlar olmuyor değildi. Çünkü evliliğinin ilk yıllarında âşık olduğu adam gitmiş, yerine önce cğeninin başına gelenlerden dolayı kederli, işgalden beri de giderek alcsileşen, kendinden uzaldaşan bir Reşat gelmişti.
Saraylıhanım ın Kemal i gizlice eve alıp tavan arasında salda maya başlaması da tuz biber ekmişti kocasıyla ilişkilerine. Reşat Bey, Behice yi bu duruma göz yumduğu için hiç aftetmemişti.
Ne yapsaydı zavallı Behice. Hastayı kapı önüne mi koyaydı? Şimdi, Kemal in hastalığının seyri değiştikçe, yaptığına bin piş man olmaktaydı ama artık çok geçti. Alı aptal kadın! Hem koca sıyla anısını açmış, hem dc dünyada en çok korktuğu hastalığı evinin içine sokmuştu. Kasıl koruyacaktı bu illetten çocuklarını? Ein döıt bir yanını ispirto ile sildiriyor, Mehpare nin ellerini yı kayıp yıkamadığını sürekli kontrol ediyor, Kemarin kullandığı tabak, çanağın onlarınkine karışmamasına gayret ediyordu, l i tizliği ile nam salmış Sarayhhanım, söz konusu hasta kendi toru nu olunca, Kemarin gcMilü kırılmasın diye, tabak çanağının avn tutulmasına bile karşı çıkmıştı. Sırf bu vüzden, Kemal in bulaşık larını denetim akında tutmak için çıkmaz olmuştu mutfaktan.
Behice, işgal altında bir şehrin sıkıntısını ve yokluğunu çeker ken, bir yandan da e deki fiıtınaya göğüs germekten yorgundu.
Birkaç aydan beri kocası evine ancak sabaha doğm gelmeye baş lamıştı. Üstelik evdeki ender zamanlarım da KemaPle siyasi mü nakaşalar yaparak geçiriyordu. Ne tuhaftı şu erkeklerin araların daki dayanışma! Yaka silktiği yeğenini, memleket meselelerini ko nuşurken kansına tercih ediyordu. Oysa az mı emek sarf etmişti kocasının gözüne girmek için. Fransızcasını ilerletmiş, okumadı ğı  mecmua, gazete bırakmamış, okuduklanna dayanarak, Balkan muharebesinin yaraları henüz sanimadan, ikinci bir harbe giril mesini doğru bulmadığını belirtmiş, yine de yaranamamıştı. Sa raylılıanım dan,
-Kızım, nene lazım senin erkek işine burnunu sokarak harp üstüne fikir eylemek, diye azar işitmişti. Reşat Bey ise kendine yâren olarak karısını değil, Kemal i seçmişti.
Kemal, gençliğinin verdiği heyecanla, dayısının fikirlerine ve görüşlerine karşı çıkardı hep. Nitekim, o Allah ın cezası Enver Paşa, Ruslara karşı savaş emri çıkardığında, dayısının itirazlarına, Saraylıhanım ın kendini yerden yere atmasına hiç bakmadan, si lah kuşanıp Sarıkamış a koşmuştu. Deli Çerkez işte! Alcıllaıımak için Azrail in nefesini ensesinde hissetmesi şart mıydı. Ona na sihat eden büyüklerini dinlememek, Kemal e, donduğu için ke silen iki ayak parmağına, zedelenen ciğerlerine, iltihaplanan böbreğine vc yarım kalan aklına mal olmuştu. Bchicc nin Kemal e meczup gözüyle bakması, Saraylıhnım ın hiç hoşuna gitmiyordu. Ama sabahlara kadar çırpınan, sayıklayan, en sıcak odalarda dahi hep üşüyen, sürekli mangal başında oturup ateşi seyreden birine de tam akıllı denemezdi herhalde.
Saraylıhanım, torununa toz kondurmazdı. Tüm sara lılar gi bi o da kaçıktı biraz. Kaçıklığı saraylı olmasından mı, voksa Çer kezliğinden mi geliyordu, buna tam karar N eremiyordu Behice.
Bir kere, aşırı titizdi. Ellerinin derisi, gün boyu defalarca yıkan malaan pul pul olnıuştu. Odasına kimseyi sokmaz, hiçbir şeyini elletmezdi. Annesini küçük }aşta kaybeden Reşat Bey, kendini öz evladarından ayırmadan büyüten teyzesine çok hürmet eder di. Yaşlı kadın oğlunu savaşta, kızını da doğumda kaybettikten sonra, torunu Kemal le birlikte Reşat Bey in yanına taşınmış ve evdeki herkese kök söktürmüştü. Reşat Bey in hatınna, ev halkı Saraylıhanım a hürmette kusur etmezdi. Behice, kayınvaldesi sa yılan yaşlı kadına, içinden gelnıediğinden, ne anne, ne de teyze diyebilmişti.  Ona ancak bazı duygusal anlarda
-valide ama ço ğunlukla
-Saraylıhanım diye hitap ediyor kocasının hatın için kaprislerine bovaın eğmeye çalışıyordu. Neyse İd son gün lerde, Kemal in bir hastaneye nakli konusunda, gelinkaynana ilk kez fikir birliği edebilmişlercii.
Behice, merdivenden inen Mehpare nin yolunu kesti. Göz leri bir gece öncesinin m kusuzluğundan mahmur, kocasının eve döndüğünden habersiz olduğu için sesi hırçındı.
-Kemal yine sabahlara kadar öksürdü, cHedi enciişeyle,
-içir diğin şuruplar bana mısın demedi. Ateşi yüksek mi hâlâ.

-Gece boyunca alev alev yandı. Tülbentleri soğuk sucia ısla tıp ıslatıp alnına, kollarına koydum da, az biraz düşürdüm ate şini. Daldı şimdi.
-Aman, bu tülbentleri hemen kaynatner, kızım. Kapkacağı nı da, çamaşırlarını da çok iyi şartla. Ellerini defalarca yıka… Bak, evde küçük çocıüdar var, maazallah!! Reşat Bey e hiç laf anlatamıyomnı, olmaz ki böyle, hasta dediğin hastaneye yatar.
-lcn her şeyi şartlıyorum efendim, merak etmeyiniz siz, dedi Mehpare.
Behice Hanım helaya girip kapısını kapatınca, Mehpare rahat bir nefes alai ak aşağı kata koştu. Bezleri içine sabun rendelediği kaynar suya batırırken bir yandan da,
-Hasta hastanede yatar mış! Evde bunca kişiyiz, bir hastaya mı bakamayacağız, diye söyleniyordu.
Tülbentleri leğene bastırıp leğeni de mangaldaki ateşin üzerine yerleştirdikten sonra, hastası için ballı süt hazırladı. Gümüş tepsi nin içine özenle } erleştirdi. lepsi elinde, yukarı çıkmaya hazırlanır ken, bu kez de iıışımla mutfağa dalan Büyükhanım a yakalandı.
-Sabah ezanına kadar öksürdü aslanım. O öksürdü, ben ağ ladım. Sırtına yakı yapmadın mır
-Yaptım efendim. Lâkin fayda  vermedi. Ateşliydi çok.
-Kan kusuvor mu?
-Hayır.
-Yemin et.
-Vallahi billahi kusmuyor. Sadece kuru öksüıâik.
-Mahalle doktorunun bakmasıyla olmaz ki! Hastaneye gö türmek lazım. Söyledim Reşat a ama dinletemedim.
-Hastanede hiç bakamazlar. Üşütürler. Bir bildiği vardır bey fendinin.
-Ne bildiği olacak! Kızıyor Kemalime başına buyruk diye, ondan böyle yapıyor. Hastane şaıt.
-Orada da yapacaklan budur. İlaçlarını zamanında vermek…
-Çok konuşma Mehpare! Seni niye seçtim ben kardeşlerinin, yeğenlerinin arasından. l
-erbielisin ve itaat etmeyi biliyorsun diye. Torunlarıma iyi bir örnek ol diye. Ev işine koşuşturmak kâfi gelse, bulurdum eli işe yatkın bir Rum cya Ermeni kızı, okuma yazması da olurdu…
-Benim dc var.
-Seni Lcman ııı dersine kattım da, o yüzden var. Hocaya se nin için ayrı para ödettim.
Mehpare,
-Allah razı olsun, dedi ama içinden.
-İyiliğiniz den değil, size o kadın mecmualarını, en çok da Kemal Bey in yazılarını okuyuvereyim diye okuma öğrettiniz bana, di e ge çirdi.
-Neyse ki boşa çıkarmadın gayretimi. Leman dan önce sök tün okumaı. Alvillısın ama dillisin Mehpare, decii Saraylıha nım.
-Yarın öbür gün kocaya gideceksin. Böyle horoz gibi her lafin altından kalkarsan, kocan tuttuğu gibi geri Xllar seni.
-Ben koca istemiyorum efendim.
-Sus. Büâiklerin yanında konuşulmaz. Fikir beyan edilmez.
Sadece dinlenir. Söyle bakayım, sabah namazını hldın mı senr
-Vakit bulamadım henüz. Beyime sütünü de içireyim de, sonra kılarım.
-İyi. ibadetini sakın ihmal etme ki Allah bu çırpınmamızın karşılığını versin.
Mehpare nin incecik bedeni, bir yılan gibi kıvrılarak süzüldü yaşlı kadının yanından. Allah ın Kemal i sabah namazı karşılı ğında iyi edeceğine inansa, başı secdeden kalkmayacaktı. Ama ümitsiz vakaydı Kemal. Sadece ciğerleri olsa iyi, ruhu da yaralıy dı. Sarıkamış felaketinden kuıtulup evine döndükten sonra, iter deyse bir yıl boyunca geceleri uyku girmemişti gözlerine. Dal dığı uykulardan çığlık çığlığa uyanmış, sabahlara  kadar kâbus görmüş, yaz kış ayırmadan, en sıcak günlerde, en sıcak odalarda bile üşümüştü. Zaman içinde kâbusları azalmış, titremesi geç miş, sokağa çıkar, gazeteye gider gelir olmuştu. Hatta evden bi le ayrılmıştı. Bekâr erkeğe ayrı ev gerek, demişti Reşat Bey. lam iyileşti derlerken, nereden bulduysa, bu melun hastalığa tutul muş, konağa geri gelmişti. Füh, tüh! Ağzımdan yel alsın deyip ciilini ısırdı Mehpare. Kemal in hastalığı için, ciğerleri zayıf düş müş, zafiyet geçiriyor, demişlerdi doktorlar. Ama ister istemez o kötü iiıtimal geli eriyordıı insanın aklına. Mehpare, ne za mandır pes etmeden, yorulmak nedir bilmeden ve hiç gocun madan bakıyordu ona.
Merdivende başka aile fertlerine rasdamamak için acele etti.
Sütü hastasına soğutmadan içirmek istiyordu. Odaya girdiğin de, ateş, ter ve ıstırap yüklü bir uzun gecenin ağır kokusu yeni den çarptı yüzüne, l epsiyi sehpaya bıraktı, yatağa yaldaştı. De rin bir u4aıya dalnuştı Kemal. Beyaz yastığın üzerinde san bir saz gibi duruyordu ince boynu. Saçları terden alnına yapışmıştı.
Onu yaşından büyük gösteren kededi gözleri kapalı olduğun dan, zayıf bir çocuk gibi di yatakta. Ara sıra içini çekiyor, anla şılmaz bir şeyler söylüyordu. İçi titredi Mehpare nin. Uyandır maya kıyamadı hastasfnı. Sütü, serinde dursun diye pencerenin önüne bırakıp çıkarken, Reşat Bey girdi odaya. Mehpare saygıv la geri çekilip yol verdi.
-Gece hiç uyumamış, öyle mir diye sordu, Mehpare nin üzerine aldığı uzun şalının altındaki gecelik entarisini görme mezliğe gelerek.
-Ateşi vardı efendim.
-Kabus gördü mü.-Yok, kâbuslar kesildi Allahıma şükür. Doktor beyin verdiği şurup iyi geldi. Son  zamanlarda çok iyi idi lâkin… İşte…
-Lâkin ne. Geçen hafta bir ziyaretçisi geldi, selamlıkta görüştüler. Se lamlık soğuk olur, malumunuz. Ben hemen büyük mangalı ya kıp götürdüm fakat odadaki rutubeti kıramadı mangal. Orada üşütmüş zahir.
-Kimdi ziyaretçi? Bana niye söylenmedi.
Mehpare boşboğazlık ettiğine bin pişman, başını öne eğdi;
-Bilmiyorum efendim.
-Mchparc, bak kızını, ben evde yokken buraya kinişe alın mayacak.
-Buraya değil efendim, selamlığa…
-Selamlığa da hiç kimseyi almayacaksınız. Hiç kimsevi.
-Kaltaya Kemal Bey in askerlik arkadaşı olduğunu söylemiş de… Küçükbey pek sıkılıyor ya evde tek başına, büyiikhanım müsaade etmiş ziyaretçiye.
-Leman ın Fransızca ve tarih hocalarının dışında, gelen kişi ben padişahın oğluyum da ciese, eve alınmayacak. Anlaşıldı mı kızım?
-Evet efendim.
-Hadi git odana da giyin. Sabah oldu artık.
Mehpare geri geri giderek çıktı odadan, Reşat Bey e geceliği ile yalcalandığı için utançtan ayaldarı dolanarak odasına koştu.
Gıilfidan Kalta muttakta her zamanki gibi tangır tungur ses ler çıkartarak kahvaltı hazırlıyordu. Kendi en ufak bir gıirültü yaptığında, sözgelimi kaşığı çay bartiağında biraz fazla şıngır dattığında hemen yerdi azarı. Büyüldıanım, Kafkasya dan getirt tiği kalfaya toz kondurmazdı. Mehpare de Çerkez di ama İstan bul da cioğmuştu. Bu nedenle, uzaktan akraba oldukları halde, kalfa kadai itibarı yoktu Büyükhanım ın gözüncie. Saraylıhanım evi has Çerkezlerle doldurmuştu. pA dc Hıristiyan hizmetçi iste mezdi. Sadece Aret Efendi, yaz aylarında haftada üç, kışları ise aycia biriki kere balıçe bakımı için uğrardı konağa, bir de Kati na ütüye, dikişe gelirdi, gelin hanım için. Ona selam bile ver mezdi Büyükhanım. Bu
-Saraylıların hep biraz çatlak oldukla rını söylemişlerdi Mehpare ye, on iki yaşını doldurmadan kona ğa yollanırken. Kılı kırk yararlar, en ufak şeyin üstünde dururlar, huysuzciurlar, aşırı titizdirler, demişlerdi. Gerçekten de öyle ol duklarım kendi gözleri4e görmüştü, kız. Reşat Bey in teyzesi, dırdırı hiç bitmeyen, evlere şenlik bir kadındı. Gelinini dc çoğu kez çileden çıkarırdı.
-Hani  kayınvalidem olsa, canım yanmaya cak. Ama bana sürekli kaynanalık taslayan hanını, kocamın ana sı bile değil, diye hayıtlandığına kaç kere kulak misafiri olmuş tu Bellice Haiıım ın.
Mehpare odasına girip seccadesini serdi. Abdest almak için havlusunu koluna takıp giriş katındaki hamama yöneldi.
Ahmet Reşat, Kemal in yatağının ayakucuna ilişip elinin ter siyle boynunu, alnını elleyerek yeğeninin ateşini kontrol etti.
Kemal in ateşi düşmüştü. Alnı, dudaklarının üstü terliydi.
Ona tıpkı şu an olduğu gibi, şefkatle, içi titreyerek baktığı, u andırmaya korkarak parmak uçlarıyla pembe bebek yanaldai i na dokunduğu günden bu yana otuz küsur yıl geçmişti. Ke mal in rahmetli annesi, bebeğini dünyaya getirdikten sonra, kırk gün sürmesi gereken lohusalığını sona erdiremeden, Hakk a yü rümüştü. Kader hep tekrar ederdi kendini Osmanlı ailelerinde.
Kadınlar, kanamalar durdurulamadığı, iltihaplanmaların önüne geçilemediği için doğumda, erkekler cephede ölürdü. Doğan çocukları teyzeler, dayılar, amcalar, halalar büyütürdü. Kemal in babası, bebeğini göremeden TürkYunan muharebesinde şehit düşnıüştü. Reşat, kendi gibi öksüz ve yetim yeğeninin sorumlu luğunu omuzladığında gencecik cielikanlıydı. Kemal i evlat yeri ne koymuş, balcımı m teyzesine, eğitimini İstanbul un ünlü ho calanna ve en gözde okuluna bırakmış, onu en iyi şekilde yetiş tirmiş ama sözünü geçirememişti.
Kemal, alnına değen elin temasıyla araladı gözlerini.
-Dayı, dedi.
-Nasılsın Kemal. Uaıyamamışsın dün gece.
-Ateşliydim. Islak tülbentlerle JVlehpaıe nin hararetimi dü şürmeye çalıştığını  hayal meyal hatırlıyorum.
-Doktoru çağırayım mı.
-İstemem ciayı. İyiyim şimdi.
Reşat Kcy, pcnccrcnin pcıvazında duraıı balh süte uzandı,
-Biriki yudum içmeye çalış, göğsünü yumuşatır.
– Sonra dayı. Mehpare ne yapar eder, içirir bana sütü, merak etmeyin.
-Sana çok iyi bakıyor kızcağız. Teyzem çok becerikli yetiştir eli onu.
-Eh, gücü bana yetmeyince başka birini buldu kul eylemek için.
Gülümsedi Kemal.
-Sana sadece teyzemin değil, benim gücüm de yetmedi, ye ğen. Alı Kemal, sen neden böyle laf dinlemedin de bu hallere düştün?
-Benim halim memleketin düştüğü halin yanında solda sıfir kalır, dayı. Boynu devrilesice General d Esperey in, muzaffer Roma komutanlan gibi, Fransız Sefareti ne gidişi hâlâ rüyaları ma giriyor. Üstelik beyaz ata binmiş lanet herifi Aklı sıra, İstan bul u beyaz at üstünde fetheden Fatih Sultan a nazire yapıyor! Sen beyaz atla geldin aldın şehri, şimdi de ben beyaz atla gele rek senden geri alıyomm, dercesine…
-Şşşt. İyi şeyler düşün. Sonra kâbuslar görüyorsun.
-Keşke Sankamış ta öleydim de o güne şahit olmayaydım, dayı.
AJımet Reşat sıkıntıyla kıpırdandı.
-Sen oııu bunu bırak da yaşadığına şükret oğlum, diyebildi.
-Maraş ta Fransızlara karşı silahlı mücadele başlatmışlar.
Doğru mu bu?
-Evet, geldi haberi.
-Bu çok iyi haber, dayı!
-İlahi Kemal! Mütarekenin imzalanmasından sonra, Irak ta ki Ali İhsan Paşa, birliğinin silahlarını teslim etmemiş, Meklce komutanı Fahrettin Paşa ise iki ay daha muharebe etmişti. Ne ticede bir şey oldu mu? Olmadı! Tam tersi, biz onlara karşı gel dikçe onların üstümüzdeki baskıları fızlalaşıyor.

-Belki şimdi bir şeyler olur.
Anadolu teşkilatlanmaya başla mış. İşgale karşı mukavemet taşrada tutarsa, İstanbul da hare ketlenir.
-İşte o zaman İngilizlerin bizlere yapacağından korkarım.
-Siz de mi Sultan gibi düşünmeye başladınız? Vah vah!
-Şunu iyi bil ki Kemal, Sultan bugüne kadar  gelmiş geçmiş sultanların çoğundan daha kötü değildir. Kötü olan, zavallının kaderidir. Bu uğursuz işgal onun saltanat devrine denk geldi.
Sultan, altı yüz yıllık talıtı korumak için elinden geleni yapıyor.Ya bizleri? Milletini de koruyor mu tahtı gibi?
-Taht hepimizin sembolüdür oğlum. Taht düşerse, biz de birlikte yanaıız.
-Diyelim ki düştü. O vakit ne yapmayı düşünürdünüz? Fik rinizi bilmek istiyorum.
-Ben bir memurum oğlum, bir maliyeciyim. Nezaretteki va zifemi dalıi vekâleten yapmakta im. Mecliste mebus bile deği lim. Benim tilmmin ne önemi var ki?
-Benim için önemi var.
-Sen ne düşündüğümü zaten biliyorsun Kemal. Yıllardır sa vaşıyoruz, Rus harbi, Balkajı hai bi, Trablusgarp cephesi… Say say bitmiyor. Kaybettiğimiz büyük harp dersen, mahvetti bizi.
Artık kimse harp etmek istemiyor. Silah milah da yok zati elimiz de. Hepsine el konuldu. Bu vaziyette, elbette işgal meselesinin diplomatik ollardan çözülmesinden, yani Sultan dan yanayım.
-Hata yaptığını kabul etseniz bile, Sultan dan yanasınız, öy le mi?
-Benim yedi ceddim Saray a hizmet etmiş, Saray dan ekmek yemiştir. Padişaluma ihanet etmemi ya da karşı gelmemi bekle me benden. Oğul yerine koyduğum yeğenim olarak, sen de iha net etme. Hiç yakışık almaz.
Kemal ses etmecii. Şu bitkin haliyle dayısına çene yetiştirecek gücü yoktu, ama dayısı odada kalsın, ona dış dünyadan haber ler versin, uzun uzun sohbet etsinler istiyordu. Yatağa düştü günden beri kadınlarla sanimıştı çevresi. Bir noktadan sonra çe kilmez olmaya başlıyorlardı.
Reşat Bey avağa kalktı.
-Seni uykundan uyandırdım. Gide yim ben, uyursun yine.
Kemal elini uzattı dayısına.
-Dayı gitmeyin, kalın. N olur konuşalım biraz.
Reşat Bey yatağın ayaJaıcuna yeniden ilişd. Bir süre birbirle rinin gözlerinin içine baktılar. Reşat, yeğeninin yorgun bakışla rında rahmetli annesinin gözlerindeki ışığı yakalar gibi oldu.  Yumuşak bir sesle sordu:
-Kemal, geçen hafta kim ziyaret etti seni.
-Ne zaman dayı.
-Geçen hafta selamlıkta bir konuk kabul etmişsin. Kimdi o oğlum?
-Dayıcığım, Abdülhamit düşerken hafyeierini size mi enıa net bıraktı. Nereden duydunuz.
-Ben duyanm.
-Casuslannız mı var evde?
-Beni lozdırma yeğen. Kim geldi, bilmek istiyorum.
-Esld bir askerlik arkadaşım.
-Askerlik arkadaşların donarak öldüler.
-Bu esir düşmüştü, geri gelmiş.
-Adı ne?
-Cemil Fuat. Fevzi Paşaların uzaktan akrabası olur.
-İttihatçı mı?
-İttihatçı mı kaldı dayı? Sarıkamış a gidenler dondular, kur tulan birkaç kişi tövbekar oldu, burada kalanlan da işgalciler ile Damat Ferit ipte sallandırdılar.
Reşat Bey bu doğm tespiti duymazlığa geldi.
-Ne istiyor muş?
-Beni görmeye gelmiş. Bir şey istemesi mi lazım?
-Ziyaretçilerin gelip gitmeye başladı mıydı, ai kasından mut laka bir melanet çıkar.

-Rica ederim dayı, bende tehlikeli işlere karışacak hal mi kal dı? Bu odadan çıksa çıksa cenazemin çıkacağını siz de biliyorsu nuz.
-Allah korusun. Daha çok gençsin. İyi dinlenir, iyi beslenir sen, burnunu da tehlikeli işlere sokmazsan, vakti geldiğinde sen benim cenazemi kaldırırsın inşallah. Zaten senden başka da kal dıracak kimse kalmadı. Savaş ailede erkek bırakmadı ki!
-Dayıcığım, siz cenazeniz için hiç endişelenmeyin. Kızlarınız o kadar güzeller ki, bu eve damatları tez zamancia sokarlar. Eh, belki bir sonrald setere hep beklediğiniz o erkek çocuk da geli verir, benim pabucumu dama atar.
-Sen şimdi bırak bu gevezeliği de Kemal, evimize kimseyi çağırmayacağına dair söz ver.
-Sizi tehlikeye atacak kimseleri çağırır mıyım hiç.
-Ben bu lafları çOİ. duydum. Konağın polislerle sarıldığı ge ceyi de unutmadım.
Kemal bir şeyler söylemeye yeltendi ama bir öksürük nöbe tine yakalandığı için konuşamadı. Reşat Bey, öksürmesi dumn ca, sütü yeniden uzattı yeğenine. Bu kez birkaç yudum içti Ke mal, sonra,
-Dayı, dudum ki Sultan ın damadı İsmail Hakkı Bey, Minicilere taraf olmuş. Saray la aralarını bulmaya çalışıyor muş. Doğru mu bu. iye sordu.
-Sen tavan arasındald odanda nasıl haberdar oluyorsun bü  tün bunlardan.! Gizlice sokağa mı çıkmaktasın yoksa.
-Beni ziyarete gelen o arkadaş var ya, o anlattı.
-Yanlış anlatmış. Başımıza ne gelecekse, senin ve İsmail Hakkı gibi maceracıların }âizünden gelecek. Sokaklar İngiliz üniforması giymiş Rumlar ve Ermenilede dolu. Bunlar İngiliz Komutanlığı tarafından istihbaratçı olarak çalıştırılıyorlar. Kuş uçurtmuyor herifler. Yok Fransızlar bize sempati duyuyorlar mış, yok Mülkiler Anadolu da toplanıyorlarmış… Laf bunların hepsi. Bitti bu iş Kemal, bitti. Bittik biz. Anadolu yer yer işgal altında. İstanbul u ve Hilafet i kurtarabilirsek ne âlâ. Sultan sa dece gcçici bir süre için İngiliz idaresini kabule razı. Tamamen parçalan m alptan, yok olmaktan evladır. İşte sırf bu âizden, İn gilizlerle iyi geçi İlmeliyiz.
-Bir yandan onlarla iyi geçinirken, bir yandım da Anadolu da başlayan hareketlenmeye destek olsa keşke. Sultan. Bu hareketi küçümsemeyiniz dayı. Anadolu ya buradan geçenler de vai mış.
-Ayağa giyecek postal bile yokken, cephanelikler kontrol al tındayken, bütün İstanbul Anadolu ya taşınsa ne çıkar.
-Allahtan umut kesilmez.
-Tam da dediğin gibi, işimiz Allah a kaldı, yeğen. Hazine tamtakır, memura maaşını ödeyemiyomz. O kadar İd, hademele re olsun ödeyebilmek için, bu ay binalardaki kum torbalannı, bal ta, kazma, kösele, hurda demir, ne bulduksa satılığa çıkarttık.
Kemal in başı yastığına geri düştü.
-Haydi dinlen artık. Yordum seni sabah sabah, dedi Reşat Bey.
-Ben de bir iki lokma bir şey atıştırayım, işimin başına dö neyim. Kendini iyi hissetmezsen, haber gönder de akşama Dok tor Mahir i yollatayım.
Kemal yanıtlamadı dayısını. Sokaktan sabah satıcılarının, süt çünün, simitçinin sesleri gelmeye başlamıştı. Yavaş yavaş uyanı yordu İstanbul. Yürekleri acı ve utanç dolu, ezik insanların, so kaklarda ayaldarını sürüyerek, başlan eğik yürüyecekleri bir baş ka işgal gününe uyanıyordu. Pancurların arasındansüzülen sa bah ışığı daha güçlü vaırmaya başlamıştı halıva.
Reşat Bey usulca kalktı, aitık konuşmak istemediği için dal mış gibi yapan Kemal i uyanciırmamaya gayret ederek sessizce  dışarı süzükiü. Bir kat aşağıdaki odasına inerken, kansından işi teceği sitemler yüzünden endişeliydi. Nerdeyse bir aydır sabaha karşı dönüyorciu eve, hiç aynntılı bilgi vermiyordu ve Behice, Maliye Nazereti nde vekaleten nazırlık görevini yürüten kocası nın sabahlara kadar ne iş yaptığını çok merak ediyordu. Ahmet Reşat, yaptığı işleri kansına anlatabilecek durumda değildi. Zaten iyi bir iş yapıp yapmadığına kendi de emin sayıl mazdı. Sadrazam tarafındai i çok özel bir işle görevlendirildiğini sadece Mahir biliyordu. Çünkü o cia kendi gibi iyi Fransızca bil diği için, benzeri bir gizli göreve atanmıştı. Fransızcaları ileri düze de olan bazı yüksek rütbeli memurlardan, bazı yüksek rüt beli Fransızlarla dostluk kurmalan, akşam yemeklerine çıkmala rı, briç, satranç gibi oyunlar oynamaları istenmişti. Ahnıet Re şat, ona verilen vazifenin casusluk olmadığına kendini boşuna inandırmaya çalışmıştı. İşgal kuvvetlerinin kasalarım veya çek mecelerini açarak, Müttefiklerin gizli belgelerini, şiti elerini çala cak değillerdi elbette. Sadece şu sıralarda aralan İngilizlerle pek de iyi olmadığı gözlenen Fransızlardan, neler olup bittiğini, ne den Müttefikler arasında bazı somnlarm baş vermiş olduğunu öğrenmeleri isteniyordu. Bunu da ancak Fransızcaları yeterli ve sosyal konumları bu kişilerle ahbaplık tesis etmeye yatkın, yük sek rütbeli memurlardan isteyebilirlerdi.
Reşat Bey, Sadrazam Ali Rıza Paşa nın başyaveri tarafindan huzura davet edildiğinde, mâliyeye ilişkin bazı bilgiler vereceği ni zannederek, bir sürü evrakla birlikte gitmişti ziyai ete. Paşa ile mâliyeye dair tek bir kelime konuşmamışlardı. Kahve sohbeti bi tince sadede gelinmişti. İki akşam sonra, Boğaz ın Aııadolu ya kasındaki Kont Ostrorog un yalısında, Fransız Yüksek Komise ri nin de bulunacağı bir akşam yemeğine birlikte gidecelderini, gece boaınca yapılacak sohbetler sırasında kulaklarını açık tut masını tembihlemişti paşa.
Vatan aşkına ciahi olsa, bu tür alengirli işlere hiç alışık değildi Ahmet Reşat. İçi dışı bir, iyi aile terbiyesi almış, dürüst bir  insan dı. Ayakları geri geri giderek katılmıştı davete. Davetlilerin arasın da Mahir in dc bulunduğunu görünce içi biraz olsun rahatlamış, eski dostu Kont Caprini yle karşılaşınca da adeta keyiflenmişti.
-Caprini Efendi! Bu ne güzel bir tesadüf. Uzun zamandır göılişmemiştik. Afiyettesinizdir inşallah.
-Aziz dostum! Sizi gördüm, daha iyi oldum. Gelin şu köşe ye çekilip biraz hasret gicierelim, demişti Kont Caprini.
Kont Caprini, şu işgal günlerinde, güya İtalyan Komiserli ği nde idari işlere bakmak, ama aslında İtalyan Polis Birlilderine kumanda etmek ve Türklerle muhtemel çatışmalan önlemek amacıyla gönderilmişti İstanbura. Türk dostuydu. Vaktiyle Girit Türklerinin katli sırasında, tesadüfen oradaki jandarma teşkilatın da görevli bulunmuş ve birçok Türk ü ölümden kuıtarmıştı. Bu insani davranışına karşılık. Sultan II. Abdülhamit zamanında bir nişanla taltif edilerek,
-Kont Caprini Efendi unvanını almıştı.
AJımet Reşat ın Kont Caprini yle olan dostluğu çok daha es kilere dayanıyordu. Ahmet Reşat, Selanik te görev yaparken.
Kont Caprini bu şehirdeki Osmanlı Jandarma Teşkilatı nı düzen lemeye memur edilen kadronun arasındaydı. O yıllarda gençlik lerini yaşayan Kont ve Ahmet Reşat, bir vesileyle tanışmış, yakın dost olmuş, bu sahil şehrinin eğlence yerlerini defalarca birlikte ziyaret etmiş, satranç partilerine katılmış ve at binmişlerdi. Yıllar sonra işgal günlerinde, İstanbul da birkaç kere karşılaşmışlardı ama Ahmet Reşat, mağdur tarafta olmanın gönül kırıklığı ile es ki dostundan uzak durmayı tercih etmişti. Ama kader bu gece her ildsini de aynı masanın başında tekrar buluşturmuştu işte. Ye meğe oturmadan biriki kelime laf edecek zaman bulmuşlardı.
-Ne zaman ki bir ihtiyaç hasıl olur, bana hemen geliniz Re  şat Beyefendi, demişti Kont.
İçinden, Aliah beni hiçbirinize muhtaç kılmasın, diye geçiren Ahmet Reşat,
-Berhudar olunuz, Caprini Efendi, demekle ye tinmişti.
Yemekten sonra erkekler gruplara ayrılarak briç ve satranç oynamışlardı. O akşam kimseden hiçbir malumat sızdırmak nuimkün olmamıştı. Sadrazam, o gün orada başlatılan dostluk ların sürdürülmesinden yanaydı. Gün gelir, işe yarayacak bir ir tibat kıırulabilirdi. Kim bilir.
Sonraki günlerde Fransızlarla sıkça birlikte olmuşlar, bir ke i esinde Pera da bir dans gösterisine katılıp sonradan bir bara girmişlerdi, içkinin gevşettiği ağızlardan, Ahmet Reşat hiç iigi lenmiyormuş gibi yaparak bazı bilgiler duymuşm. Fransızlar aralarında konuşurlarken, gözlerini sahneye, kulaklarını konuşu lanlara odaklamış, Fransızların, ıMüttefık Kuwetleri mensubu da olsa, kendilerinden olmaaın birinin komutası altına girmek istemediklerini ve bu yüzden İngiliz Generali Wilson a kök sök t ü rd ü kİ e r i n i cğre n nıi şti.
Frtesi gün duyduklarını rapor halinde hazniai ken çok sıkın tı çekmişti. Ya birinin eline geçecek olaydı bu evrak. Ahmet Re şat bir casus değildi ki! O bir maliyeciydi. Flazırladığı rapoıiai i yırtmış ve Ali Rıza Paşa nın makamına çıkarak duyduldannı şifa hen naldetmişti.
C gün bugündür, sık sık Fransızlarla birlikte satranç ve briç oynamaya çağrılıyordu. Çünkü Fransızlar da, İngilizlere karşı, Osmanlı bürokratlanyla sıkı ciostluklar kurarak, iyi ilişkiler geliş tirerek nispet }apma peşindeydiler. Kont Caprini nin ağzını ara mayı ise kendine yedirememişti. Ne de olsa eski dostuydu o.
Ali Rıza Paşa kabinesinin, Ankara heyeti tarafıncHan hazırla nan İVlisakımilli yi kabul etmesinden sonra, işlerin düzeleceği ne  dair bir umuda kapılmış ve zoraki üstlendiği tatsız vazifeden kurtulacağını sanmıştı Ahmet Reşat, oysa felek ona yeni sürpriz ler hazırlamakla meşguldü.
Milli sınırlar. SUİKAST oktor Mahir, bir elinin ayasını yata ğında dik omr maya çalışan Kemal in çıplal sırtına yerleştirip, öteki elinin parmaklarıyla tık tık airdu. Doktorun az ewel sabunladı ğı soğuk elleri sırtının değişik noktalarında gezinirken ürperdi Kemal. Doktor Mahir, bununla yetinmedi, kulağını sırtına da yayıp ıızun uzun ciğerlerinden gelen sesi dinledi. Doğruldu,
-Üstüne bir şey giy hemen, üşürme, dedi genç adama.
Mehpai e, elinde holdeki sobanın yakınına koyarak ısıttığı iç çamaşırlanyla hemen seğirtti. Kemal fanilasını kendi giydi, kız pijamasının üstünü tuttu kollannı rahat geçirmesi için. Düğme lerini de iliklemeye başlayınca usulca itti luzı,
-Ben yaparım, dedi. Soma doktora dönüp gözlerinin içine baktı ve elemli bir sesle,
-Verem şarkısı mı söylüyor ciğederim? diye sordu.
-■Verem dalga gcçmeâ kaldırmayacak kadar ciddi bir hasta lıktır, şarkıdan hoşlvınmaz.
-Öldürür.
-Evet. Ama seni crem değil, bu asabiyet öldürecek Kemal.
-Verem değil miyim yani. Yarın hastaneden gelirken kulaklık getirip bir de öyle dinle yeceğim ciğerlerini. Verem olduğunu sanmıyorum. Şiddetli üşütmüşsün. Ama röntgen çekmeden eniin olmam mümkün değil.
-Hastaneye gizlice gelsem… Gece mesela.
-Daha fazla dikkat çeker. Hastane boş kalmıyor ki! Nöbetçi doktoru var, hadenıesi var, hemşiresi varHem sen daha birkaç hafta sokağa çıkmasan iyi edersin. Havalar buz gibi.
-Çok sıkıldım Malir.
-Kminim. Ama bu ciğerleri bii kere daha üşütürsen, bu kez kesin yalcalarsın veremi, bilmiş ol!
-Ben hayat boyu bunun korkusuyla mı yaşayacağım?
-Aynen öyle yapacaksın. Bedenini o kadar hırpalamışsın ki, hiç mukavemetin kalmamış. Ciğerlerin, böbreklerin hastalanmak için balıane anyorlar. Onlara bu bahaneyi asla vermeyeceksin.
-Yani hep yatakta yatacağım, öyle mi.
-Ne münasebet. Kafanın çalışmasının diğer organlarına  hiç ziyanı olmaz. Ama üşütmeyeceksin, yorulmayacalcsm, asla sinir lenmeyeceksin, rakıyı fazla kaçırmayacaksın, cıgara içmeyecek sin. Sana iyi bakacak bir hanım bulup evleneceksin, sakin ve me sut bir hayat süreceksin. İşte o zaman uzun yaşarsın.
-Bu enkaza varabilecek birini tanıyor musun!
-Yakışıklı bir haip malulüne varacak çok kız var, tanıdığım.
-Veremden paçayı kurtardık diyelim…
-Verem olup olmadığını bilemiyomz lıenüz. Emin olmak için röntgeni bekleyelim.
-Tut ki verem değilim. Sabaha kadar uyumayan, bağıra çağı ra kâbus gören bir adamın yanında yatmayı kim ister?
-Kâbuslar gcçccck. Zamanla azalarak gcçccck. Azalmadı mı zati?
-Eh!
-Yazdığım şurupları içmiyor musun? Başıyla MchparcVi işaret etti Kemal.
-Bana bir şeyler içirip duruyor. Hiç sormuycM um, ne nedir diye.
Kız atıldı.
-Ne yazdınızsa aldırdık. Beyefendi tükenenleri bir iki gün içinde bulduruyor, sağ olsun. Ben de hepsini ellerimle içi riyorum, vaJlalıi. Hem de dakikası dalökasına, hiç aksatmadan.
-Aferin kızım! Uykuları düzeldi mi?
-Allah a şükür düzeldi. Aıa sıra yine kâbus görüyor ama es kisi gibi değil. Ha, bir de sobayı illaki yatağımın yanına kurun diye Uıtturmuyor arük. Bakın, söktük bile sobayı, hole aldık.
Çünkü çok sıcak oluyordu küçücük oda.
-Hepsi geçecek. Şimdi ateş de düştüğüne göre, aitık önem li olan çok iyi beslenmesi, dinlenmesi ve üşütmemesi.
-Anladım efendim, dedi Mehpare. İlaçları ve şumpları her zaman bulamadıklarını, et satın almakta sıkınn çektiklerini, hu bubat için Beypazan ndan yollanan kolilere muhtaç olduklaıını söylemedi. Bunlai i bilmesinin Kemal e bir taydaşı olmazdı.
-Haydi Mehpare, in aşağıya da bize birer acı kahve yap, ge tir, dedi Kemal.
Kız çıkıp kapıyı arkasıncian kapatınca,
-Neler oluyor, çabuk  anlat bana! dedi Mahir e.
Mahir iskemlesini iyice yaklaştırdı yatağa, fısıldayarak konuş maya başladılar.
-Yeraltı Teşkilatı boş durmuyor Kemal. Geçen akşam Tik veşli Çiftliği nde toplantı yapıldı. Önemli gelişmeler oluyor. Ne var ki bize Saray ın içinden bilgi lazım.
-Malum Sultan Elanım bilgi sızdırıyordu hani?
-IIO, kabinede konuşulanları bilemez ki. Sadece Saray dan haber verebiliyor. Davın çok mu ketumdur?
-Öğrenmek istediğiniz nedir.?
-Silah ve diğer savaş malzemelerinin dökümünü ve nereler de depolandığını hileydik çok zaman kazanırdık.
-Bu malumata ancak Harbiye Nazırı haizdir.
-Maliye de bilir, çünkü hurdalan satışa çıkarıyorlar.
-Ararım ağzını. Şu sıralar hasta olduğum için, bu işlerden uzalc kaldığımı zannediyor. Belki bir şeyler anlatır.
-Ah Kemal, cnu yanımıza çekebileydik o kadar faydalı bir eleman olurdu ki!
-Dayımın Sııltan a sadakati tamdır. Mahir. Sultaıı ın hata yaptığını bildiği halde ona ihanet etmek istemiyor.
-Kendince haklı sayılır. Kimse Anadolu da başlayan bir hare ketten medet umamıyor.
-Başka çare yoksa ne yapılabilir ki? İnsan hiç olmazsa imkân sızı denemek istemez mi?
-İster istemesine de, pek çok kişi Anadolu daki hareketin ba şında İttihatçılar var zannediyor. İttihatçılardan herkese gına geldi. Sankamış fiyaskosundan sonra, kim onların peşine düşer altık? Halbuki, bn işin başındaki Mustafa Kemal Paşa, İttihatçı laıdan en az Sultan kadar nefi et etmekte. Ne yazık ki bunu bi len çok az.
-İttihatçılar hâlâ oıtalıktalarmış. Mahir. Ben Karakol da va zife alanların arasında eski İttihatçılar varmış dive duydum.
Doğru değil mi bu pekiyi?
-Doğru. Eski teşkilatın adamlarını kullanmak zorundayız.
Onlann bu işlerde tecrübeleri çoktur. Lâkin aitık onlai a İttihat çı demek çok zor. Unutma ki sen de bir zamanlar İttihatçıydın.

-Aman, o günleri hatırlatma bana.
-Bak, gördün mü? Lider değişince tkriyat da değişiyor ha liyle. Ku aı Milliyecilerin arasında, elbette eski İttihatçılardan tek tük var. Ama aitık onlar…
-Millici.
-Kolay geliyor ağzına bu
-MilIici lafi, değil mir
-Gönlüme de yakın geliyor. Kendimi bu davaya feda etme ye yemin ettim. Sıhhatim elverdiği gün ne isterseniz yapmaya hazırım.
-Sen hele önce bir iyileş. Bu arada dayından ne kapabilirsen bize aktar.
-Çiftlikte misiniz hâlâ. Bakırköy biraz uzak kalıyor. Akaretler de bir yer tuttuk. İn tikali de, kaçışı da kolay. Ayalcaltı bir yer…
Daha anlatacalvtı ama Mehpare kapıda elinde kahvelerle gözükünce sustu Doktor Mahir. Çantasından çıkardığı biıtakım Fransızca dergileri masa nın üzerine bıraktı,
-Bu mecmuaları sana oyalanırsın diye getir dim ama başmalcaleyi tercüme edebilirsen memnun olurum, dedi.
-Senin Fransızcan benimkinden iddir.
-Benim vaktim yok.
Acı acı güldü Kemal.
-Bende ise boş vakitten başka bir şey yok.
Mehpare kahveleri masaya bıraktı, Kemal in yere düşen bat taniyesini kaldırıp katladı, dizlerinin üzerine örttü ve sessizce çıktı odadan. Merdivenleri inerken kendi kendine söyleniyordu:
-Hamciolsun, doktor verem olmadığını söylüyor. Olsaydı dahi, ben ona o kadar iyi balcardım ki, mutiaka iyileşirdi. Allahım, ne olur benim ömrümü onunkine kat, onu esirge büyük Allahım! Kemal i tıraş olmuş, giyinmiş, selamlıktald yazı masasının ba şında otumrken bulunca şaşırdı Mehpare. Bir hafta öncesine ka dar odasından çıkacalc hali yoktu genç adamın. Ne çabuk topar lanmıştı, maşallah. Eliyle belli etmeden yazıhanenin tahtasına vurdu.
-Beni çağırtmışsınız beyim. Kahve mi istemiştiniz?
-iMeiıpare, kapıyı kapatır mısın lütfen.
Mehpare açık bıraktığı kapıyı kapatıp masanın başına döndü,
-ikırada son oturduğunuzda fena üşütmüştünüz. Niye indiniz ki buraya. Mangalı yaktırıp getireyim ben…
-Kalışıma otur.
Kemal, masanın öte yanındaki deri koltuğu işaret ediyordu.
-Ben mangalı…
-Bırak mangalı şimdi. Beni dinle…
-Ama üşüyeceksiniz…
-Mehpare! Üşümü oiTim! Şimdi sus ve beni dinle.
Mehpare koltuğa ilişti.
-Buyıırun beyim.
-Bak kızım, burada bir mektup var. Sana gelmiş.
-Bana mı. Aman Allahım! Kim vollamış.
-Plinden gelmiş.
-Evde bir şey mi olmuş? Biri mi hastalanmış? Halam mı yoksa?
-E,vinde bir hasta hem var, hem yok.
-Nasıl şey o, anlayamadım.
-Bu mektup evinde bir hasta olduğunu bildiriyor. Ama öyle bir hasta yok.
Mehpare gözlerini kocaman açarak hayretle baktı.
-Korkma. Mektubu ben yazdım, Mehpare.
-Siz mi?
-Evet ben. Mektupta halanın hastalandığı, seni görmek iste diği yazıyor.
-Niye böyle bir mektup yazdınız beyim?
-Çünkü sen bu mektubu Saraylıhanım a göstererek evine gitmek için izin alacak ve Beşiktaş a ineceksin.
-Aman Allalnm!
-Neden korkuyorsun? Beşiktaş bildiğin semt değil mi? Ora da büyümedin mi sen?
-Bilirim Beşiktaş ı. İyi işte. Halam ziyarete gideceksin.
-Ama beyim…
Niye.
-Çünkü Mehpare ben öyle istiyorum. Bu mektubu bahane olaralv kullanacak ve Beşiktaş ta sana vereceğim adrese gidecek sin. Onlara benden bir yazı götüreceksin. Onlar da bana getir men için sana bir zarf verecekler. Hepsi bu.Saraylıhamm beni bırakmaz.
-Deneyeceğiz. Benim yazdığım mektubu okuyunca bıraka caktır.
-Ne zaman geldiğini soracak. Ne derim ona?
-Postacı hep aynı saatlerde gelmiyor mu? Sabah on suların da?
-Evet.
-İşte o sıralarda ben seni bana tütün alman için bakkala yol layacağım. Sen tam kapıda postacıya rastlamış olacaksın. Mektu bu postacıdan alacaksın. Zarfı yırtıp atacak, mektLibu okuyunca, ağlayarak Saraylıhanım a gideceksin. Behicanım a gideyim deme sakın, o benim yazımı tanır.
-Ya bana inanmazsa. Ya zarfı görmek isterse?
-Zarfi yırtıp attın ya. Bahçedeki çöpe attın.
-Yapamam beyim. Beni atfedin, yapamam.
-Yapacaksın Mehpare. Sana bunun için bahşiş vereceğim.
-İstemem efendim. Elinizi ayağınızı öpeyim, göndermeyin beni.
-Sen gitmezsen, ben gideceğim.
-Aaaa  olmaz! Sokağa çıkamazsınız. Ateşiniz yeni düştü.
-Ateşim önemli değil, asıl tehlike yalcalanmamda. Yakalanır sam beni hapse atarlar.
-Hapse girerseniz ölürsünüz. Ölmek mi istiyorsunuz?
-İstemiyorum. Daha yapacak işlerim var. xma bana yardım etmezsen gitmeye kalkai im, ya yakalanırım ya da üşütürüm.
Her ikisi de ölümüme sebep olur.
-Yapmayın beyim, yalvannm yapmayın.
-O zaman dediğimi yap.
Mehpare ağlamaya başladı. Ellerini yüzüne kapatmış, bir ine bir arkaya sallanıyordu.
Kemal yerinden kalktı, kızın yanına gidip diz çöktü, elini uzatıp, yemenisinin kenarından yüzüne düşen saçı, sonra yana ğını okşadı.
-Merak etme Mehpare, hiçbir şey olmayacak. Sen Sarayhha nım dan izin alıp önce halanın evine, sonra cia Alcaretler deki eve gideceksin. Oraya bir zarf bırakıp bir zarf alacaksın hepsi bu, decii yumuşacık bir sesle.
-Ya öğrenirlerse?
-Suçu bana atarsın. Seni zorladığımı söylersin. Doğrusu da bu değil mi zaten?
-Öğrenirlerse bdıi kovarlar.
-Öğrenmeyecekler.
-Eğer duyulursa… Reşat Beyefendi… Büyükhanım… Amaıı Allahım, düşünmek bile istemiyorum. Amcalarım beni vururlar.
-Kimse kılına dokunamaz. Sana zaraı verilmesine izin ver mem. Kovulursan seni himayeme alırım.
-Nasıl? Kemal güldü. Kendisi hâlâ dayısının himayesindeyken, Meh pare ye bile inandırıcı gelmezdi bu vaat.
-Seni nikâhıma alırım.
-Ah! Hiç olur mu!
-Evet, olur. Alamaz mıyım yani?
-Müsaade etmezler.
-Bazı işler için müsaade gerekmez Mehpare. Bana itina ve şefkatle baki orsun. Sen olmasaydın iyileşemczdim. Üstelik çok da güzelsin. Akıllı ve terbiyelisin de. Eee, daha ne ister bir er kek? Ama bana

Benzer İçerikler

Bir Cinayet Romanı

yakutlu

Sin | Türker Ayyıldız | Birazoku

yakutlu

Ustam ve Ben Roman Özeti (Elif Şafak)

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy