İnsanın içini eriten ses tonu ve kusursuz diksiyonu ile Sinan Tümer, ülkemizi yurt dışında onurlandıran başarılı bir spor spikeridir. İngiltere’de çalıştığı kanalda, tuttuğu takım olan Beşiktaş’a laf edilince canlı yayında bir konuğa saldırır. Ardından istifa eder ve Türkiye’ye dönmeye karar verir.
Bu davranışıyla tüm Türkiye’nin gözdesi haline gelerek ailesinin hayatına tam doksandan giriş yapan Sinan, abisinin evinde yeğeninin bakıcısı olarak çalışan İdil ile karşılaşır. İdil, 90’lar müziğiyle yaşayan, kıpır kıpır, rengarenk hayal dünyasına sahip bir genç kızdır. Bütün dünyası Tümer ailesi ve arkadaş grubunun etrafında dönerken bir gece ansızın hayatına Sinan girecek ve tüm dengesi bozulacaktır.
Acaba Sinan, İdil’in kalbini kazanabilecek ve on kusurlu hareketten birisini yapmadan o kalbe gol atabilecek midir? Yoksa kırmızı kart görüp oyun dışı mı kalacaktır?
“Belki yarınlarım belirsizleşti ama bir türlü o tutkulu kız olamadım. Saçma sapan gelişim kitapları bile okumuştum! Ama son sayfaya geldiğimde bir gerçeğin farkına varmıştım. Tutku, insanın içinde var olan bir şeydi. Yoksa yoktu, zorla elde edilmiyordu…”
*
1.BÖLÜM
Hepimiz bilgisayara eğilmiş, ÖSYM’nin sitesine bakıyorduk. Ömer Bey enter tuşuna tıkladı ve site açılırken bize döndü. “Hazır mısınız?” Yeşil gözleri, heyecan ve merakla parlıyordu. Ata, babasının omuzlarına asılıp “Hadi baba! Yapabilirsin!” diye haykırdı.
Pelin Hanım hafifçe Ata’nın ensesine vurdu. “Sussana oğlum, Tuana uyanacak!”
“Açılıyor…” Ömer Bey’in sesiyle hep beraber eğildik ve yavaş yavaş açılan sayfayı izlemeye başladık. Önce Ata’nın o muzır gülümsemesi, kimlik bilgileri gözüktü. “Karizma,” dedi Ata başka birisinden bahsediyormuş gibi.
Yine sayfanın ağır ağır açılacağını düşünürken geriye kalan boşluk aniden doldu ve sayfa yüklendi. Herkes hızlı bir şekilde okurken gözlerim kalın harflerle yazılan bir şeye takıldı.
1. tercihinize yerleştirildiniz.
Ata, kendini kaybetmiş gibi bağırdı ve hole doğru koşmaya başladı. Yeşil sahalarda sevinen futbolcu gibi dizlerini kırarak dış kapıya kadar kayarken elleriyle işlemeli tavanı gösteriyor, öpücükler yağdırıyordu. Pelin Hanım’dan tiz bir çığlık yükseldi ve bana sarıldı. “Allah’ım! Ömer! İnanmıyorum!” dedi ve benden ayrılıp kocasının yanaklarına öpücükler kondurmaya başladı.
“ULAN BE!” diye haykırdı Ata tekrar. “ALLAH BE!” yeni kavuştuğu, erkeksi sesi yavaş yavaş kısılmaya başlasa da aldırmadı. “BUDUR OĞLUM! BÖYLE DE GEÇİRİRİM!”
“Böyle de geçiririm mi?” Ömer Bey ayağa kalktı, holdeki oğluna ilerlerken Ata dizlerinin üstünden doğrulup babasına doğru koşmaya başladı. Bu sahneyi görmek istemiyordum… Tahminimce, Ata güzel bir tokat yiyecekti.
Ömer Bey, ona koşan oğlunun yörüngesinden son anda sıyrıldı ve Ata hızını alamadan bana doğru koşmaya devam etti. Panik olmuş bir şekilde ona bakarken belime değen konsola dokundum. “Ata dur!” demeye kalmadan aramızdaki kısa mesafe beni iyice panikletti ve canımın acıması korkusuyla kenara kaydım. Ata’nın karnı konsola çarptı ama aldırmadı. Elleriyle duvar kâğıdını yumruklamaya, kafasını sürtmeye başladı.
Pelin Hanım şok olmuştu. “Buna ne oluyor?” Mavi gözleri bana çevrildi. “Bir… Bir şey falan kullanmıyor değil mi, İdil?”
“Sadece… Çok test çözdü zamanında. Belki ondandır…” Ata hâlâ kendini hırpalarken Tuana’nın ağladığını duydum. “Aferin Ata!” dedim. Kendine gelmeye başladığını, derin derin nefes alış verişiyle anladım. Sırtını duvara döndü ve kendini yorgun bir şekilde yere doğru bıraktı. “Tebrikler oğlum,” dedi Pelin Hanım onu öperken.
Ömer Bey ona yaklaştı, “Aferin Ata. Ödül olarak ne istemiştin sen?” dediğinde, Tuana ağlamasını şiddetlendirdi. Bu güzel aile saadetine tanık olamamanın üzüntüsüyle ağır ağır salondan ayrıldım ve merdivenlere yöneldim. Tuana’nın odasına girdiğimde, onu beşiğinde doğrulmaya çalışırken gördüm. “Fıstığım?” diye seslendim. Sesimi duyunca debelenmeyi bıraktı ve bana döndü. “Uyandın mı sen?” Mavi gözleri, yeni uyandığı için parıl parıl parlıyordu. Sarı saçları yatışından dolayı karman çorman olmuş ve kabarmıştı.
Kollarını onu almam için bana doğru açtı. Onu kucakladım ve sırtını kontrol ettim. Kuruydu. Her ne kadar ağustos ayında olsak da terleyip rahatsızlanmasından çok korkuyordum. Uzun cama yaklaştım ve yarı açık hâle getirdim. İçerideki pembe, yumuşak tül, anında uçuşmaya başladı. Tuana’nın onları çekiştirmesine fırsat vermeden bir oyuncağını aldım ve odadan çıktım.
Tuana, bu evde sorumlu olduğum bebekti. Henüz 1,5 yaşındaydı. Üniversitede reklamcılık bölümünü bitirdikten sonra mezun sendromuna girmiş, kendimi kaybetmiştim. İş arıyordum, bulamıyordum… Seçici olmayı bırakıp ne iş olursa çalışırım dediğim an kader yüzüme gülmüştü. Buraya önceden temizliğe gelen, aynı zamanda da annemlerin alt komşusu olan Havva abla, beni Pelin Hanım’a önermişti.
Görüşmeye geldiğimde sadece şunu sormuştu. “Ben yokken, kızımın anne yarısı olur musun?” İçimden ağlama isteğimi bastırıp binlerce kez içimden ‘EVET, EVET, EVET!’ diye bağırmıştım. Ama dışarıya zayıf bir “Neden olmasın?” cevabı ulaşmıştı.
Merdivenleri indim ve holde Ata’nın diz izlerini taşıyan İran halısına baktım. Bu çocuk deliydi. Ve daha kötüsü, üniversiteye gidince zırdeli olacaktı. Tuana’yla içeri girer girmez, herkesin bana doğru atılıp Tuana’yı kucaklamasını beklerken hiçbir tepki alamadım. Odaklanmış bir şekilde televizyona bakıyorlardı. Ömer Bey, “İnanmıyorum,” diye mırıldandı.
Ata’nın gözleri parlıyordu. “AMCAM BE! ALAYINA ÇARŞI ULAN!”
Pelin Hanım, “What did you say lan?” diyerek kocaman bir kahkaha attı. “Ay, Allah’ım… Bu adam beni öldürecek.”
Büyük televizyona yaklaştım ama haber bitmişti. “Bir şey mi oldu?” dedim Pelin Hanım’a bakarken. Ama o hâlâ gülüyor, daha da kötüsü iki büklüm olmuş, karnını tutuyordu. “AĞĞHĞHHAHAHA!” Kahkahası daha garip seslere dönüşürken, “Ölüyorum!” diye haykırdı. Onu ilk defa böyle görüyordum. Salon hanımefendisi çizgisini bozmayan başarılı ve ünlü modacı, birazdan gülerken koltuktan düşecekti.
Ömer Bey televizyonu kapadı. “Bu adam…” Ne diyeceğini bilemiyor gibiydi. Ellerini sıkıntıyla, yeni yeni kırlaşmaya başlayan saçlarına daldırdı. “Herkese rezil etti kendini. Olacak şey değil!” Ata ayaklandı, “BABA!” diye çıkıştı. “Amcama ne diyorsun sen?” Ömer Bey durdu ve ellerini saçlarından çekti, “Bana bak Ata…”
Pelin Hanım tekrar krize girdiğini belli edercesine gülerken, “What did you say LAN, ÖMER?” dedi. Ömer Bey ofladı, “Yapma Pelin…” Telefonu çalmaya başladı. “Al işte.” Ekrana baktı, “What did you say rezilliği hızla yayılıyor.” Ayağa kalkıp “Efendim baba?” diyerek bizden uzaklaştı. Tuana ile Ömer Bey’in yerine oturdum. “Ata, ne oldu?” Pelin Hanım siper almış bir asker gibi koltukta otururken gözyaşlarını sildi. “Ata, İdil ablana anlat hemen…”
“Amcam,” dedi Ata telefonundan gözlerini ayırmadan.
“İngiltere’de spor spikerliği yapan amcan?” 2 aydır buraya çalışıyordum ve arada bir Sinan Tümer’in muhabbeti geçiyordu. Fakat hepsi üstü kapalı ve sıradan konuşmalardı.
“Başka amcam mı var, İdil abla?” dedi ve devam etti. “Beşiktaş’a laf eden bir adama kafa atmış!” dedi ve sinirle ayağa kalktı. “Amcam sonuna kadar haklı! O bizim ülkemizin değerlerinden birini korudu! Keşke gebertseydi!”
“Bunlar canlı yayında mı oldu?”
“Evet, az önce haberlerde çıktı ve amcam şu an… Ülkenin gündeminde.” Telefonunu kulağına götürdü, “Alo? Aynen kanka. Amcam. Gördün mü, nasıl geçirmiş…” dedi ve konuşarak salondan çıktı. Pelin Hanım yerinden doğruldu. “Ay… İyi güldüm…” Son defa derin bir nefes alıp üstünü toparladı ve Tuana’yı kucakladı. “Bebeğim…”
Ayşe abla, ellerini beze silerken geldi. “Pelin Hanım,” dedi ve holü gösterdi. “Burada ne oldu?”
“Ayşe abla, Ata’nın üniversite sonuçları açıklandı. İstediği yere yerleşti. O sesleri nasıl duymadın?” dedim. Gözleri parladı. “Ne? Bizim hamsi kafa mı?” Göbeği kahkahasıyla sallanırken, “Nerede o?” diye sordu. Pelin Hanım tekrar gülmeye başladı. “Ayşe abla, gündem çok yoğun. Kahvaltı hazır mı?”
“Evet, ben de onun için gelmiştim…” dedi ve soru sorarcasına bana baktı. Ben de omuz silkmekle yetindim. Pelin Hanım, Tuana’yla kalktı ve hole çıkarken, “Ömer! Ata!” diye seslendi. “Kahvaltı hazır! Bahçedeyiz!”
Ayşe abla, ben ve Pelin Hanım bahçeye çıktık. Havuz, ağustos güneşinin güzelliğiyle parıldarken resmen beni çağırıyordu. Pelin Hanım, Tuana’yı koltuğuna oturttu. Ayşe abla çayları koymaya başlarken Ömer Bey ve Ata da gelmişti. “Babamın tansiyonu düşmüş.”
“İnanmıyorum!” Pelin Hanım’ın gözleri irileşti. “Ciddi misin? O kadar mı üzülmüş?”
“Yok canım. Neymiş, niye adamı öldürmemiş? Ülkemize dil uzatılmış, yok Beşiktaş’a laf edilmiş…” Ata tekrar yerinde kımıldandı. “BABA! Dalga geçme!”
“Bana bak Ata!” Gözleri sinirle parlıyordu. Bu sefer kesin Ata’ya dalacaktı… Ata’nın omuzları çöktü ve gülümsedi. “Bakıyorum babacığım…”
Ömer Bey, şizofreni belirtileri veren oğluna gözlerini devirirken beni ayakta gördü. “Otursana, İdilciğim?” Başımı ağır ağır sallarken Ata’nın yanına oturdum. Ayşe abla, Ata’nın ensesine vurdu. “Aferin hamsi kafa!”
“Sağ ol Ayşe abla. Sabah akşam balık yemenin faydaları…” diye sitemle mırıldandı. Vurduğu yeri bu sefer şefkatle okşarken gülümsedi. “Sus bakayım!”
O esnada, arkamdan gelen adım sesleriyle arkamı döndüm. Rümeysa sadece bizim olduğumuzu düşünerek süratle buraya gelirken, aniden kanguru görmüş safari aracı gibi yavaşladı. Mahcup bir ifadeyle, “Pardon… Özür dilerim efendim. Haberleri gördüm de,” diye mırıldandı. Rümeysa, evin işlerinden sorumlu, aynı zamanda sosyal medyanın nabzını tutan, her haberi birçok insandan önce öğrenen, İMM’ye, İstanbul Magazin Müsteşarlığı’na, bağlı olduğuna inandığım bir ajandı.
“Sinan Bey mi?” dedi Ayşe abla. “Baksana!” diyerek telefonu ona uzattı. Ayşe abla telefonu alır almaz, “Bak bak, paşaya bak… Asaletine kurban olduğum!” diyerek onu övmeye başladı. Hay Allah… Ayşe ablanın sesindeki o tını, hayranlık, göz ardı edilecek gibi değildi. Omzumun arkasındaki telefondan gelen o meşhur What did you say lan cümlesi sessizliği yardı. “Rüm“ Rümeysa ben de bakayım demeye kalmadan, Ayşe abla bir kahkaha patlattı.
“Senin o ela gözlerini! Bak bak, nasıl da bakıyor!” Rümeysa, ekrana kibritçi kız gibi boynu bükük bakarken merakımdan tırnak etlerimi kemirmeye başlamıştım. Ta ki Tuana’yla göz göze gelene kadar. Ona küçük bir öpücük attım ve arkamdaki övgüleri duymamaya çalıştım.