Yağmurun Gücü

Birçok ağacın denize sürüklenişi, bir an önce denize kavuşmak ister gibi denize doğru koşmaları… İnsanların balıkçılık için kullandıkları kayıklarını, selden sonra odunculuk için kullanmaları… Denizden odun toplama sezonu… İçinde balık aradığımız derelerin nehre dönüşmesi…

Herkesin birbiri ile samimi olduğu, balkonlardan “Yavrum bir ekmek alıp gelebilir misin?” dendiğinde hiç sorgusuz, oyunların yarım bırakılıp ekmek alınıp gelinen ortamlarda büyüdüm. Çat kapı girilip çıkılabilen evlerde, pişirilen her şeyin komşuya, üst kata, alt kata taşındığı paylaşmaları yaşadım. Çocuklar, gecenin herhangi bir saatinde, elinde çay bardağı ile komşudan “Annem yağ istedi.” diye gittiğimde, yağ hazırlanırken bu arada oynanan kısacık oyunların, anlatılmaz zevkini yaşadım.

Hayatın zorluğunu, kurallarını, zorluklarla başa çıkma yollarını… Balıktan gelen bir kayığın feleklere bindirilip kıyıya çekilişindeki işbirliğini, kıyıya atılmış bir ağda balıkların temizlenişine yardım etmeyi, sabahın erken saatlerinde kürekli kayıkla başlayan deniz sefalarını, Aktaş Ada’sından topladığımız midyelerle arkadaşlarımıza çektiğimiz ziyafetlerin güzelliklerini yaşadım.

***

ÖNSÖZ

Kaç ailenin oturduğunu bilemediğim kocaman bir mahalle… Komşumuz Rabia Teyze, Gürsel Teyze, dayım, kaçamak olarak çikolata ve çekirdeğini aldığımız İnci yengem… Her sabah, bıkmadan usanmadan, bin bir tembihle beni okula uğurlayan annem…

İlkokula giderken yaramazlıklarım, sevinçlerim, üzüntülerim… Çocuksu saflığımla kurduğum tüm güzelliklerin başlangıcı Perşembe. Nam-ı diğer “Vona”, “Gacalı”-Zaman zaman taşan Gacalı Deresi…

Birçok ağacın denize sürüklenişi, bir an önce denize kavuşmak ister gibi denize doğru koşmaları… İnsanların balıkçılık için kullandıkları kayıklarını, selden sonra odunculuk için kullanmaları… Denizden odun toplama sezonu… İçinde balık aradığımız derelerin nehre dönüşmesi…

Herkesin birbiri ile samimi olduğu, balkonlardan “Yavrum bir ekmek alıp gelebilir misin?” dendiğinde hiç sorgusuz, oyunların yarım bırakılıp ekmek alınıp gelinen ortamlarda büyüdüm. Çat kapı girilip çıkılabilen evlerde, pişirilen her şeyin komşuya, üst kata, alt kata taşındığı paylaşmaları yaşadım. Çocuklar, gecenin herhangi bir saatinde, elinde çay bardağı ile komşudan “Annem yağ istedi.” diye gittiğimde, yağ hazırlanırken bu arada oynanan kısacık oyunların, anlatılmaz zevkini yaşadım.

Hayatın zorluğunu, kurallarını, zorluklarla başa çıkma yollarını… Balıktan gelen bir kayığın feleklere bindirilip kıyıya çekilişindeki işbirliğini, kıyıya atılmış bir ağda balıkların temizlenişine yardım etmeyi, sabahın erken saatlerinde kürekli kayıkla başlayan deniz sefalarını, Aktaş Ada’sından topladığımız midyelerle arkadaşlarımıza çektiğimiz ziyafetlerin güzelliklerini yaşadım.

Şimdiki çocukların bizim oynadığımız oyunlarla büyümediğini görüyorum. Evden eve bağlantılı yeni bir büyüme tarzı. Tatil günleri büyük alışveriş merkezlerinin üst katında donmuş gıdalar tüketmeleri, diğer boş zamanlarında bedenlerini hiç kullanmadan el ve kolları ile atari ya da bilgisayarla oyun oynama eğlenceleri…

Umudum; geleceğimiz olan küçüklerin insan sevgisiyle dolup taşmaları; hoşgörülü, doğayı seven, koruyan bireyler olarak yaşamlarını sürdürmeleri…

Umutlarımın gerçek olması dileklerimle…

BİR BAHAR GÜNÜ

Sıcak bir mayıs günüydü. Okulların son günleri gelmiş, şehir kalabalıktı. Mayıs ayının 20’sine rastlayan, yerel olarak “Mayıs Yedisi” diye adlandırılan Deniz Bayramı şenlikleri için gurbetçiler de şehre gelmeye başlamışlardı. Her evin kapısında İstanbul, Ankara gibi büyük şehir plakalarını taşıyan arabalar vardı. Havalar uzunca bir süredir çok güzeldi. İnsanlar denize, yaylaya hücum ediyorlardı. Deniz kıyısına pikniğe gidenler beyaz kumuyla ünlü Çaka Plajı’na, yaylacılar ya Çambaşı Yaylası’na ya Perşembe Yaylası’na gidiyorlardı. İnsanların mutlu olduğu, hem ev sahiplerinin hem misafirlerin eğlendiği her hallerinden belli oluyordu. Ama Karadeniz  yağmuru bol, nemi bol bir bölgeydi. Üç gün yağmur yağmazsa insanlar “Kuraklık var.” diye konuşmaya başlıyorlardı. Tabi bol güneşli, gezmelere müsait bugünler zaman zaman gökyüzünün bulutlanmasıyla, nemin dayanılmaz noktalara ulaşmasıyla çekilmez bir hale de gelebiliyordu.

Ben, ailemle birlikte kendi evimizde küçük bir ilçede yaşıyordum. Bir apartmanın ikinci katında oturuyorduk. Alt katımızda İnci Teyze, üst katımızda Emel Teyze oturuyordu.”

Benden küçük bir kardeşim vardı: Zeynep Sude. Üç yaşındaydı. Hareketli, yarım yamalak konuşmaya çalışan, her bulduğunu isteyen, bahçeye oyuna çıkacağım diye kapıları kollayan bir tatlı kız. O kadar eğlenceliydi ki onunla oynamak. Çoğu zaman oyun oynarken yıkıp dağıtıyordu ama olsun. Halının üzerine yatıp pastel boyalarla bir şeyler yapmaya çalışması, hepimizi güldürüp neşelendirmeye yeterdi. Zaten doğduğundan bu yana evimizin en büyük neşe kaynağıydı. Annem, çoğu zaman ev işlerini yetiştiremediği zamanlarda Zeynep Sude ile ilgilenmemi isterdi. Ben de seve seve derslerimden arta kalan zamanlarda Zeynep Sude ile oynamaktan büyük zevk alırdım. Annem mutfakta yemekle uğraşırken Zeynep Sude ile ilgileniyordum.

Apartmanımızın yan tarafında, beş on metre mesafeden bir dere akıyordu. Çoğu zaman akıp akmadığı bile belli olmayan, kurbağaların koro oluşturduğu bir dere görünümündeydi.  Kışın yağmurlarla beslendiğinden kendini belli eden suları yazları adeta kuruyordu. Kenarlarından akan suyu, çocukların balık avlamaları için uygun bir ortam oluşturuyordu. Arkadaşlarımla çoğu zaman bu dere yatağında oynuyorduk. Derenin derin olmayan sularında balık avlamaya çalışıyorduk. Kenarlarda bulduğumuz her şeyden bir kayık yapıp derenin sularında yüzdürmek en büyük eğlencemizdi. Suda batmayacak her şeyi bu iş için kullanıyorduk. Bahçelerdeki kabaklar bu iş için biçilmiş kaftandı. Onları ikiye kesip içini oyuyorduk. Sonrasında suda yüzen bir kayığımız oluyordu. Kabakları kayık yapmada kullandığımızın farkına varıldığında hepimiz evlerimizde cezalandırılmıştık. Derenin kenarında tarlası olan Ayşe Teyze, bizi babalarımıza şikâyet etmişti. O günden beri bir daha kabak kesip kayık yapamamıştık. Bu dere ve kenarındaki yerler benim ve arkadaşlarım için çok önemliydi.

Bir gece babama gelen bir haber, onun köye gitmesini gerektirdi. Köyde yaşayan halam haber göndermişti. Babaannem rahatsızlanmış. Babam hızlı bir şekilde hazırlandı. Köye gitmesi

Benzer İçerikler

Orman Kitabı | Rudyard Kipling

yakutlu

Küçük Prenses | Frances Hodgson Burnett

yakutlu

Bozkır | Laurie R. King

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy