Yaşanacak Bir Yer Olsun | Asil Çam

Yaşanacak Bir Yer Olsun, hem gerçekten yaşamaya cesaret etmenin hem de bundan kaçışın romanı. Her adımda, her cümlede daha derin bir anlam keşfedeceksiniz.

İlk kitabı Ölümlünün Yaşam Fragmanları ile Sait Faik Hikâye Armağanı’na aday gösterilen Asil Çam, şimdi yönünü romana çeviriyor.

Kavgalı sokakların, kırık dökük anıların ve iç içe geçmiş yalanların ortasında bir kahraman… Yaşanacak Bir Yer Olsun, hayatta kendi huzurunu bulmaya çalışan bu kahramanın hem içsel keşfine hem de dış dünyayla yaşadığı amansız yüzleşmeye odaklanıyor. Çam; aile bağlarının sancılı düğümlerine, derin bir baba-oğul ilişkisine ve toplumun bireyler üzerindeki ayan beyan tahakkümüne incelikle dokunarak sizi bir tür hafıza labirentine davet ediyor. Aşksa şehrin suçlu arka sokaklarında henüz yazılmamış bir şiir gibi. Yaşansın artık diye sırasını gözlüyor.

Çocukluğun yüküyle gençliği yetişkinliğe değişememişlere…

1
Başlangıcı Kayıp Döngüler
ya da Sayı Doğrusunda
İşaretlediğim Yer

Anlatmaya herhangi bir yerden başlayabilirdim. Çünkü şöyle bir bakınca uyandığın oda, gördüğün insanlar, yürüdüğün kaldırımlar, sokak isimleri, üstün başın, saçının tıraşı, yarım bıraktığın kitaplar, dinlediğin şarkılar, güldüğün şakalar, unvanların, telefonda konuştukların, yani cümlelerin, onları sıraya diziş şeklin, sonra mevsimlerin kar yağan ayları, masalların sonları, hastalıkların şekli, dünyaya yaklaşan asteroit isimleri ve hatta yasa koyucular değişiyor ama sende gördüğüm şey değişmiyor. Her fırsatta sayı doğrusuna benzettiğin yaşam çizginin hangi iki noktasını alıp baksam aynı şeyi görüyorum. Bu yüzden sıfır noktasını çizginin üzerinde buraya işaretliyorum. Bu tercihimin peşinde sürüklediğin durağanlığı biraz olsun hafifleteceğini ve sayfaları çevirmek için bize basit nedenler de vereceğini umuyorum. Bir de şu var: Anlatabilmem ya da yan yana diziverdiğim tüm o ayrıntılar beni kimseden üstün kılmıyor. Seni kendimden ayırmadığım için camın önündeki ceviz ağacına bakarken, sarı kedinin her gün gelip dikildiği kiremidi seyrederken, unuttuğum yeşil tonları düşünürken, ayaklarımın o en çok üşüdüğü günü aklımdan çıkaramazken, ağlarken ve bundan utanırken, içimde bir umut yeşertip yeniden kendime sarılırken, peş peşe komiklikler yapıp Üzüm’ü güldürürken, ışıkları kapatıp uyumayı denerken ve yutulmaktan korkup ışığa uzanırken ellerimle, gözlerimle, kendime acımalarımla, bağcıklarını çözmeden çıkardığım ayakkabılarımla, artık eskiyen kıyafetlerimden bıkarak yenilerini almaya takat bulamadan, peş peşe sigara içerek can sıkıntısıyla ve sık sık sonu düşünerek, bundan korkarak, hem de çok korkarak bekliyorum. Senin gibi.

Şimdi başlıyorum.

Sarımsak. Haydarinin kokusu. Küçük bir tabağa sıvanmış, özenli görünsün, fiyatını hak etsin diye de üstüne biraz yağ ve kuru nane gezdirilmiş. Fehmi haydarinin ucundan alır almaz garsona bağırıyor: “Koçum!”

Koçu, pavyondan küçük, meyhaneden farklı, türkü barı andıran ama kısa elbiseli kadınların bilezik taktığı kulüplerin tecrübeli şef garsonlarından. Fehmi kulübe adım attığı an onun cebine elli lirayı soktuğundan tüm gece bir uşak gibi davranıyor. “Gibi” davrandığını Fehmi biliyor, Fehmi’nin bildiğini şef garson da biliyor ama bu oyunu sürdürmeyi istiyorlar. Şef cebindeki elliliklerin sayısının çoğalacağından emin. Fehmi emir vermenin, hoş tutulmanın, tuzsuz diye taratoru geri göndermenin, temiz çatal-bıçak-servis tabağı trafiğinin ve özel hizmete dahil diğer şeylerin ismine yaptığı katkıyı seviyor. Çerkez Fehmi bir mekâna girerse, her şeyin en iyisini yer içer, biraz huysuzdur, komiyi azarlar, şefe mutfakla masa arası yirmi tur attırır ama herkese de bakar. Şefin bir gecede en kötü dört yüz lirası vardır, komiyi sigara almaya elli lirayla yollar, uzun Parlement içer, para üstünü almaz, “Sok onu cebine,” diye komiyi azarlar, çıkarken mutfağa uğrayacağını söyler ya da çok sarhoş olacaksa ki genelde olur, hatta hep olur, aşçıyı masaya çağırır, cebine bir yüzlük sokuşturur, taratordan yakınır ve yüksek sesli müzikten dolayı anlaşılmayan şeyler söyler.

Şef garson girişte abartılı hareketlerle karşıladığı Çerkez Fehmi’nin paltosunu almadan önce büyük bir tomarı pantolon cebine aktardığına uyanmış, Fehmi de zaten uyansın diye yarı göstererek yapmıştı bunu. Paranın tomar hâli bile başlangıç için özel ilgiye yetecekken birinci dakikada gelen ellilikle bu gece nasibinin açık olduğuna sevinen şef, fazladan bir ciddiyetle komileri, mutfağı ve kadın çalışanları Fehmi’nin varlığından haberdar etmişti.

Herkesin paraya ihtiyacı vardı, göçle gelip şehre yerleşen komi manşetleri yıpranmış beyaz gömleğiyle tüm haftayı geçiriyor, izin gününde şehri ortasından bölen nehrin kenarında otururken eve bıraktığı paradan artanla bir paket sigara alıyordu. Sigarayı gizlenmeden gruplar hâlinde su kenarında oturan yaşıtlarıyla eşitmişçesine içiyordu uzun uzun, bir kutu da kola alıyordu bazen. Şef garsonun iki kızı vardı, araları bir sene, büyük olan iyi okuyordu da küçüğün okulundan sürekli kâğıt geliyordu eve, kavga ediyordu, okuldan kaçıyordu, daha iyi bir ayakkabı istiyordu son günlerde, ablasından kalan telefon yerine yenisini istiyordu. Adam belki kendinden biliyordu kızının aksiliklerini, belki kaçıp giden karısına kızıyordu sık sık. Yaşlı bir babaanneyle büyüyen kızları için bir şeyler yapmak istiyordu, ayakkabı, telefon, uslu olana da kıyamıyordu, ona da yeni bir elbise… Aşçının bir zamanlar lokantası vardı, kumardan vazgeçemiyordu belki, bitti gitti ne varsa elinde, çocuğu olmamıştı, karısı yeni ölmüştü. Pişmanlıklarının kemikleşmesiyle donuk bir varlığa dönüşmüştü. Bir şişe şarap alacaktı, biraz kaşar sokacaktı mutfaktan cebine, gündüz televizyon izlerken uyuyakalacaktı. Kadınlarsa sürekli değişirdi, başka bir şehre kaçan, kaçıp buraya gelen, alkol komasına girip tedavi için hastaneye yatan, dayak yiyen çocuğunun babası ölen, cezaevine giren ya da daha ne kadarını hayal edebilirsen… Bu izbede yaşamaya çalışan kadınlar da yemek yer, faturaları, kiraları vardır. Onların da sevdiği şarkılar, özledikleri akrabaları, bir diş sarımsak istedikleri komşuları vardır. Bir de kutuları vardır belki, biriktirdikleri paralarla birlikte mutlu oldukları fotoğraflar durur, hava kararırken evde olmak, çocuğunun ödevine yardım etmek, dizi izlemek isterler. Şimdi, eve verilecek, yeni bir telefona harcanacak, kutuya konarken biraz daha hayal kurulacak para, ayaklarına kadar gelmişti ve geriye sadece Fehmi’nin cebinden çıkması kalmıştı.

Ve işte pamuktan yapılmış renkli banknotlar sesleniyordu: “Koçum!”

“Buyur abim!”

“Şu acı biberlerden getir, mutfağa söyle ortaya karışık bir ızgara daha ayarlasınlar, bir büyük daha getir, bir de komiyi yanıma yolla.”

Fehmi, Bülent’i –babandan bu isimle bahsedeceğim– ve şoförlerini kulübe getirmiş, altı kişiler. Tüm tırlar aynı anda yoldan dönüp hesap verince tomarın kalınlığı da artmış. Gerçi tırların senetleri var ödenecek ama şimdi parazit yapmayalım, Çerkez Fehmi âlemde, ne zaman isterse o zaman kalkar. Bülent’in suratı asık, ızgaranın sadece et şişlerini yiyor. Bu, onun artık bireysel düşündüğünü, Fehmi’nin işini ve diğer şoförleri sahiplenmekten vazgeçtiğini gösterme şekli. Önündeki bardak bir süredir aynı seviyede.

O gün tırlar döndüğünde, şoförlerin ve tırların sorumlusu, bir nevi müdürü olduğu için hesabı Fehmi’ye Bülent verdi. Alınan nakliye ücretleri, ödenen mazot paralarının fişleri, şoförlerin harcırahları, patlayan lastiklerin, körüklerin, stop lambalarının makbuzları üst üste toplandı, çıkarıldı, masanın üstündeki parayla karşılaştırıldı. Para önce yüz elli, sonra yüz kırk lira eksik çıktı. Bülent bir kez daha hesaplamak istedi, Fehmi boş ver, dedi, sana hesap soran mı var. Bülent hesabı eksik çıkan tırın şoförünü çağırıp ceplerini kontrol ettirdi, bir yemek fişi ya da başka bir masraf olabilirdi, bir şey çıkmadı. Fehmi hadi dedikçe Bülent hesabın tam çıkması için ısrar etti, belki de bilerek ağırdan aldı. Hem hesabı yeniden yapmaya başladı hem de Fehmi’yi “Paranın hepsini yanına alma,” diye uyardı. Çünkü onu tanıyan herkes bilirdi ki Çerkez Fehmi’nin cebinde ne kadar para varsa sabaha kadar biter. Müdürün patron odasında uzun kalması şoförleri de sabırsızlandırdı, en kıdemlilerine “Bardak Dayı sen bir baksan,” diye rica ettiler. Bardak Dayı odaya girip “Kulüp filan demişsin Fehmi çocuklara,” deyince, Bülent elindeki kalemi masaya fırlatıp, “Biz burada elli liranın hesabını yapalım, sen parayı yine bir gecede ez,” dedi.

“O zaman kaç para eksikse maaşından kestim, madem ince hesap yapıyoruz.”

“Senin işine de gücüne de… Sabah tırın senedi var, bitir parayı sabaha kadar, sonra burada vızıklarsın para para diye!”

Fehmi şikâyet eder gibi Bardak’a döndü, “Bardak Dayı,” dedi. Bardak Dayı’nın ismi rakıyı sadece su bardağıyla içtiği için böyle kalmıştı. “Hadi, diyorum, otuz senelik arkadaşız, bana hesap versen ne olur, vermesen ne olur. Yok, illa kendi kafasına yatanı yapacak. Maaştan kestim, deyince de zıplıyor.” “Gel işe güce sahip çık, dedin, geldik, ama işi senden korumaya çalışıyoruz Fehmi. Ne yaparsan yap, karışmıyorum artık,” dedi Bülent. Kısa bir sessizlik oldu, Bardak dayı, “Hadi çıkalım Fehmi,” dedi. Hepimiz acıktık. “Yok,” diyordu Fehmi. “Bülent gelmezse kulüp işi yatar, gidin istirahatınızı yapın.”

Bardak dayı Bülent’e döndü bu kez, ona hak verdiğini göstermek ister gibi konuşuyordu. “Hadi birader, şu ibne hazır tava gelmişken yiyelim, içelim.”

“Sen,” dedi Bülent. “Gördüğüm en büyük puştsun Fehmi.” Fehmi sırıtıyordu.

Yemek faslı bitince Fehmi masaya altı kadın çağırdı, herkese bir kadın. Çünkü oralarda kadın da rakı bardağı gibiydi, herkes için en az bir tane. Bülent’in işi olmaz, biliyoruz, kadını oturmadan yolladı, Fehmi’ye de kalabalık bir küfür savurdu. Fehmi kadını bırakmadı, öbür yanına da onu oturttu. Bülent yemeği yiyince kalkacak oldu, şoförler bırakmadı, Bülent giderse Fehmi bizi de postalar, diye düşündüler. Bülent’e fazladan ilgi gösterip boşalan bardağını doldurdular, sohbete dahil etmek için onu yücelten sorular sordular. Bülent ayıp olmasın diye bir süre bu çabalara karşılık verdi, zaman ilerledikçe dubleler çoğaldı, şoförlerin telaşı koyulaşan gecede yerini rahatlığa bıraktı.

Masaya alevli meyveler geliyor, daha bir çatal alınmamış mezeler gidiyordu. Peçeteye istek yazıyordu Fehmi, bağlama çalan gence de her seferinde peçeteyle iki yüz lira yolluyordu. Bülent bir kere müdahale edecek oldu, Bardak dayı durdurdu. Kadınların sürekli içkileri tazeleniyordu. Ismarladıkları her içkide bir de bilezik geliyordu tepside. Bu plastik bilezikler içki demekti, içki demek de daha kabarık hesap demekti. Sahnede müzik durunca masaları dolaşan çalgı ekibini başına dikti Fehmi. Her şarkıda elliliği külah yapıp klarnetin boşluğuna itti. Klarnetçi enstrümanını ağzından ayırmadan her seferinde iki büklüm teşekkür etti, eğilirken de el çabukluğuyla parayı cebine çekti. Kemancı da saydı her bir elliyi, gecenin sonunda elliler eşit bölüşülmeliydi.

Gecenin başından beri Bülent’e laf atıp konuşmaya çalışan Fehmi de ipin ucunu bırakmıştı. Yanındaki kadınlardan biri oturduğu yerde şuh hareketlerle dans ediyor, Fehmi de kadının tepesinden yirmi, elli, yüz… ne denk gelirse atıyordu. Son nokta bu oldu. Bülent hızlıca iki duble rakı içti, dirseğinize kadar bilezik oldu, yeter bu derede bu balık, dedi, önce kadınları gönderdi. Elinde meze tabağıyla gelen şefe masayı toplamasını söyledi. Mekânı turlayıp yeniden masaya varmak üzere olan fasıl ekibineyse gözüyle verdi mesajı, hemen anladılar. Fehmi durumu fark edene kadar tüm ahtapot kolları çekilmişti.

“Yeter Fehmi,” dedi Bülent. “Kalk artık dağılalım evlere.” “Dur, daha yeni bulduk havamızı Bülentçim, nereye gidiyorsun,” diyordu Fehmi ya da buna benzer bir şeydi söylediği çünkü kelimeler anasondan bezermiş dudaklarından yuvarlanarak çıkıyordu. “Cebindeki parayı bitiresiye uğraşıyorsun Fehmi yine.” Fehmi bardakta kalan son yudumu da içti. “Sana ne birader,” dedi. “Para benim param değil mi, ister saçarım ister yakarım.” “Yak lan pezevenk!” Fehmi cebinden çıkardığı yüzlüğü tutuşturup bozulmamış meyve tabağının içine bıraktı. Banknot yanıyordu, alevlerin gidiş yolunda mavi halkalar oluşuyordu. Ertesi gün Bülent işe gitmedi. Bir süre hiç görüşmediler. Bülent’in işten ayrılmasından üç ay sonra Fehmi’nin işi bozuldu, tır senetleri icraya düştü. Uzun süre evde Yeşilçam filmleri seyretti, işi bozukken hep böyle yapardı. Sonra kiralık araba işine girdi, epey de büyüdü ama yine para harcamanın dayanılmazlığı Fehmi’yi kandırdı. Ya da Fehmi bu sefer çar çur etmeyeceğine parayı ikna etmişti ama yine içinden geldiği gibi yaşadı. Ve bir daha battı. Bacağından vurdular, borç taktığı kulüpçülerden ya da husumeti olan biri diye düşünüldü ama kim olduğu bulunamadı. Vurulduğunda çok sarhoştu, kimin yaptığını hatırlayamadı. Karmaşık bir dosyadan iki yıl ceza yattı, cezaevinden sonra Çerkez Fehmi ismine sarıldı. Gayrimeşru ortamlara daha çok girip çıkar oldu. Bir ara telefonla kendini savcı diye tanıtıp yaşlılardan para almaya çalıştığı için tutuklandı ama aslı çıkmadı, salıverdiler. Eşiyle de araları bozuldu, Zerrin’di ismi, çok çekti Fehmi’den. Kültürlü bir kadındı, nazikti, sonunda ayrıldılar. Fehmi farklı kadınlarla dost hayatı yaşadı. 1+1 bir daireye taşındı. Sonra bir yolunu bulup kredi çekti, yedi ayrı stüdyo daire alıp onları günlük kiraladı. Gün geldi, banka kredileri patladı, evler icradan tek tek satıldı. Parasız, evsiz kalınca annesine taşındı. Yine evden çıkmadan film izledi. Sonra bir yerlerden yine yakaladı fırsatı, dayalı döşeli bir ofis kiraladı. Geçti büyük masanın arkasına, oturdu gösterişli koltuğa.

Bülent zaten işleri bozulduğu için Fehmi’nin tırlarının başına geçmişti. Fehmi’nin planları büyüktü, filo kuracaktı, uluslararası bir nakliye firması olacaklardı, onsuz yapamazdı. Planlar büyük olsa da uzun vadeli süremeyeceğini biliyordu Bülent. Fehmi’den sonra borç harç bir kamyon alıp İstanbul’da çalıştı. Sene bitmeden eşinin hamile olduğunu öğrendi. İki oğlandan sonra bir kız Bülent’e dünyanın en büyük hediyesi gibi geldi ama işler iyi gitmiyordu. Eski borçlardan dolayı kamyonu bağlandı. Bülent de bildiği başka yollardan para kazanmaya çalıştı. Kızı kırk günlüktü, ikinci kez hapse düştü. Çıktığında kızı üç buçuk yaşındaydı. İçeriden çıkar çıkmaz İstanbul’a gitti, bir arkadaşının nakliye işinde çalıştı. Bir süre sonra ailesini de İstanbul’a taşıdı. Arkadaşıyla anlaşamadılar, ayrıldılar. Biraz şoförlükten sonra bir kamyon aldı çalıştı. Ailenin kalanı Eskişehir’e dönmek isteyince yeniden yerleştiler memlekete.

Geçen on senede Fehmi’yle Bülent ara sıra görüştü. Dışarıda olan içeride olana harçlık yatırdı. Fehmi artık alkole ulaşabildiği her an içiyordu. Bülent’in Eskişehir’e dönmesine çok sevindi. Onu yeni ofisine davet etti. Bülent birkaç kez Fehmi’yi ekti ama en sonunda ofise uğradı. Geçen yıllardan, anılardan, eskilerden konuştular.

Sanki bir döngünün sonuna gelinmişti ya da kimbilir, yeniden başlıyordu.

2
Cevabı Zor Sorular ya da
Çıkmayı Bekleyen Çapak

Akşamüstü yine kaydı elinden.

Şimdi gece, hem de epey gece ve senin boğazının arkasında mı, midenin üstünde mi anlayamadığın bir yumrun var. Yutkunsan geçecek gibi ama geçmeyecek. Yutkunarak geçiremesen de yutkunmanın seni sen yapan şeylerden biri olduğunu anlamıştık.

Şimdi sessizlik, bir saat tik-tak’ı belki hep olduğu gibi, buzdolabının sesi de burada, bir de şimdi bir motosiklet geçiyor pencerenin gerisinde. Yağmurlu asfalta dokunan kauçuk, yılışık bir sesle hortuma benzer bir iz bırakıyor geride ve şu evlerden birinde beyaz bir kâğıdın üzerine kurşunkalem gölgesi olduğundan haberi yok.

Bir bent gibi durduğun zamanlar oldu kendi önünde. İnkâr etme, herkesin yaptığı bir şey bu. Korktun belki, durdun yani, durdurdun kendini. Ama bekleyemiyor artık içinde kıpırdayan yuvarlaklaşmış taş. Köşelerini kaybedecek kadar debelendi içinde. Boyun eğdi, belki umutlarını yitirdi an geldi ama o da öyle işte, illa hareket edecek, köşelerini kaybedecek.

Bilinir, taşlar yer değiştirmek için var, yerlerindeki ağırlıkları, uzun ve bilinmez bir yolculuk öncesi silisli çatlakları arasına çöreklenmiş hüzünleri yüzündendir. Uzun bir yol şimdi, sıfır noktasını işaretledim ya, önünde. Artık geceler daha koyu, gündüzler daha gri, başın daha ağır ve kulakların daha kırmızı olacak. Belki manzara ağlatacak seni, manzaraya da ağlanır mıymış, ukalalıkların nihayet son bulacak. Belki içinden geçtiğin bir yer, bir cümle kabul edecek seni, uyuyacaksın orada, uykudan sonra soğuk bir yeşil elma koyacaklar önüne, izleyeceksin. Bir yeşil bu kadar mı güzel olabilir, sorusu aklında, kokusu genzinde. Dişlerinin arasını ve ağzındaki yaraları öpecek sonra elma suyu, iyi gelecek yani. Şimdi tam sınırdasın, ellerin ve ayakların bağlanmış gibi. Birbirine karışmadan akan suların sıcak olanından soğuk tarafına geçecek gibisin. Burun deliklerin tıkalı, ah bir çıkarabilsen o çapağı, derin bir nefes alacaksın, parmağını bir soksan içeri… Şimdi elindeki kavun dilimini çocuğa veren bir adam var, yaşlı. “Amca sen ne kadar iyi biriymişsin,” diyor çocuk, herkes gülüyor. Duydun mu bunu söylediğini, konuştu mu çocuk, adam biliyor muymuş çocuğun kavunu çok sevdiğini, sormuş mu önceden? İşte bu adamın emekli aylığına kredi çekilecek, amca belki de o kadar iyi bir amca değil. “Beş seneye ölürüm, ölürüm de maaşı bırakmam o karıya,” diyor da sadece çocuklara kıyamıyor, çakısıyla kestiği kavunu yerlere damlatarak çocuğa uzatıyor. Ofise gelenlerin önem sırasına göre yerleştiği oturma düzeninde patron masasının önündeki tekli deri koltuklarda babanla karşılıklı oturuyorsunuz. Masanın karşısındaki üçlü koltuğa da genelde ofise iş halletmek için gelenler oturuyor.

….

Benzer İçerikler

Kara Güneş | Cenk Kayakuş

yakutlu

Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı J. K. Rowling

yakutlu

Arafta Yedi Gece | Cihan Çetinkaya

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy