Yorgun Mayıs Kısrakları

YorgunMayisKisraklariB

“Adnan Bey’in sesinde gençliğinin hayıflanmış hatıralarına dönmek isteyen arzulu özleyiş vardı. Bahar sabahlarında kısrakları ovaya salan kahyanın cakalı yürüyüşünü hep hayranlıkla hissetmiş, bu kısrakların sırtında sınırsızlığın hazzını duymak istemişti. Beyaz kısrağın taze bir kız gibi ovada salındığını gözlerinin önüne getirdi. Bu kısrağın gözlerinde mor bakışlı şafakların billur kaselerini gördüğünü söylerdi.
(…)
Kısrakların zorla ahırlara konuluşunu hala içime sindirebilmiş değilim. Hürriyete susamış yelelerin nasıl savrulduğu gözlerimin önünden hiç gitmedi. Hürriyet tutkunluğumun ilk heyecanını o ovalarda şahlanan yorgun mayısın kısraklarından almıştım.”

Yılmaz Karakoyunlu Yorgun Mayıs Kısrakları’nda Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından 1960’a kadar uzanan bir dönemi romanlaştırmış. Olaylar gerçek… Karakayonlu’nun kıvrak anlatımıyla kaleme aldığı hüzünler, acılar, sevinçler de gerçek… Ya aşklar, aşklar da gerçek… Nazım Hikmet’in, Yahya Kemal’in, Adnan Menderes’in aşkları… Ve gerçek olan iki şey daha var: mahpusluklar ve idamlar…

Prolog
Vakit, gecenin yansım geçmiş sabaha hazırlanıyordu. İlk ışıkla birlikte yeni bir b;ıhar başlayacaktı. Thalesin öğrencileri ahlamak için sıraya dizildiler. En yüreklisi, henüz kırkına varmış yorgun bakışlı bir köleydi. Çardağın gölgesinden sıyrıldı; denize inanan geniş ovaların başladığı (epeye yürüdü Buğday tarlaları ilk filizlerini vermeye başlamıştı. Asmaların kokusu, yeşilliğin dokusunu işlemiş, sanki, bu yorgun kölenin omuzlarına asılmıştı. Derin bir nefes aldı; (ince gözyaşlarını bıraktı; sonra, sözlerini tanımladı. Sözleri nafile telaşların çığlığıydı:
Thales’in sakallan kıvrım kıvrım ve gürdür; tıpkı Meandros gibi…
Thales’in sakallan düz ve seyrekti. Büyük Meandros Irmağı’nın serin ve hovarda akışını bilenler bu benzetmeye güldüler. Meandros, uzandığı yatağın hakkını veren şen kahkahalı bir kadına benzerdi. Cömert ligiyle bereketli topraklan sulayarak hasretli bekleyişleri sevindirir, ama, hiçbir kıvrımında dinlenip, serinlenecek sabır ve hoşgörüyü göstermezdi.
Meandros bencildi…
Meandros bitkindi…
Meandros bulanıktı…
O geceyi izleyenler, Thales’in bir daha bu tepelere dönmeyeceğine inandılar. Thales, hiçbir kaderin kendi değerini kavrayacak kadar güçlü ve hazırlıklı olmadığını söylemiş ve izleyenlerin şaşkın bakıştan arasından sıyrılıp uzaklaşmıştı. Gökyüzü, hüzünlüydü. Şafak serindi. Meydan tenhaydı. Thalesin adanılan bir araya geldiler. Herkes birbirine bakın bir anlam çıkarmaya çalışıyordu. Endişeli bekleyişlerin kubbesi henüz pembeleşmişti. Beyaza döndüğü zaman bütün eller kubbeye yükselecek ve en yaşlı köle ortalığı süpürüp, Thales’in gidişini soracaktı. Sabahın duaları henüz tamamlanmamıştı. Eski bir dilencinin sabırsız sesi duyuldu:
On yedi yıldır çığlık atmıyorum… Thales ve Meandros, yaşamın buzlu soğuğundan ayrılıyorlar, artık kendimi bir celladın ayaklan altına atmaya hazırım.
Çocuk denecek kadar narin bir kız yaklaştı, eski dilencinin kubbeye uzanan elini tutmak için ayak parmaklarının ucunda yükseldi ve ürkek bir merakla fısıldadı:
Zaman neden bize gözdağı veriyor?
Öğrencileri, çardak sohbetinin devamlıları, Likyalı güzel kadınlar, iri memeli zenci köleler, seviyesiz dilenciler, kimsesi kalmamış küçük kızlar Thales’in korktuğunu sandılar. Kâhinler, kimsenin fark etmediği bir büyük gerçeği gördüğünü söylüyorlardı. Güya Thales, bu gerçekten ürkmüş, kolay yoldan kaçmayı düşünmüştü. Bu, rastlanılmamış şey değildi. Zaman zaman Thales, başkalarını hayrete düşüren iddialı anlatımlarla, geometriye hâkim bir kudretin dünyayı yönettiğini söyler ve doğa olaylarının şaşırtıcı etkilerini, bu varlığın kanıtı olarak değerlendirirdi. Zaman zaman da masum ve çaresiz bir hayatın dumanlarım, şıngırtılı buhurdanlıklarla tepelerden ovalara dağıtan kudretin cefalarını çektirirdi.
Thales, yüzyıllar sonrasının gerçeklerini her gün yaşanan bir ibret çizgisi gibi anlatıyordu. Bu anlatışta, gerçeğini ispatlamak için, birilerinin canım yakan inkâr ve intikamın sabrı vardı. Sözlerinde ikna edici yumuşaklıkla, sert iddianın isteksiz karışımı hissedilirdi. Sanki güçlü bir elle gökyüzünü zemine çeker, huzur kubbesinin yeryüzüne inişindeki o saltanatlı boyun eğişi seyretmekten zevk alırdı. Bu zevkin doruk anındayken biraz duraksamış, sözlerini tamamlamadan çardağın gölgesinden ayrılıp, güneşin ışıklarına karışmıştı. Gemi ustalarının istirahata çekildiği dağ evlerinden birinde dinleneceği ve sakin gecenin rengine dalıp dertlerinden arınacağı söyleniyordu.
Thales yorgundu; belki de tükenmişti. Yeniden doğuşun hazlarını ve gücünü kazanmadıkça bir daha dönmesini bekleyen de olmayacaktı. Böyle keyifsiz bir dönüşle başkalarını rahatsız etmeye Thales’in bile hakkı olamaz deniyordu.
Yaşlı dilenci, küçük kızı kucağına aldı ve daha ileriyi görebileceğini sandığı kadar havaya kaldırıp uyardı:  Bak bakalım!.. Bu masal gecesi nasıl gelecek ? Küçük kızın gözlerinde masal dekorunun arzulu fakat ürkek bakışları dolaştı. Aklından geçenleri sıralasa, herkesin kendini deli sanacağı korkusuna kapıldı. Kayıtsız bir sevecenlikle aklından geçenleri sıraladı:
Her şey, her yere kadar usta bir şairin İşidir. Thales şairi kendi yaratır ve diyeceklerini ona söyletir. Sanki zamansız sara nöbetine tutulmuş kedersiz bir hıçkırık gibi…
Umulmadık bir anda asmaların gölgesinde Thales göründü. İhtişam üzerine kurulmuş rüyayı çâre üretmeyen sevimsiz bir toyluk macerası gibi elinin tersiyle itmiş ve dönmüştü.
Thales, eski Thales’ti: sadece gözlerindeki düşünce derinliği kaybolmuş, yerine gençliğinin hakkım verdiği bir kadın bakışının çapkınlığı gelmişti. Bu bakışları, bir süre kirpiklerinin gölgesinde dinlendirmiş, kendisine arka çıkacak kadar güçlendiğini fark ettiği gün dönmeye karar vermişti.
Görenler şaşırdılar. Omuzlarında eski şalının yerinde yeller esiyordu. Yenisinde kahverengi süslerle, yaldızlı püsküllerin kucaklaştığı işlemeler vardı. Elinde, gemi ustalarının dağ evlerinde kullandıkları kaim yapraklı yelpazelerden taşıyordu. Ayaklan yine çıplaktı. Topukları hayret verecek sertlikte nasırlaşmıştı. Avuçları yorulmuş ve su toplamıştı. Yalandan bakanlar, beceriksiz kaldığı bir maharetin sahibinden özür dileyen boyun büküklüğünü fark ettiler. Uzak denizlere açılacak gemicilerin yanında bir süre çalışmış, keserle yontmak istediği kütüklerin hiçbirine istediği biçimi verememenin acısıyla kendini ayıplamıştı.
Hiçbir şey olmamış gibi çardağın gölgesine yürüdü. Her zaman oturup tartışmaları yönlendirdiği eşiğe geldi. Çardağın gerisinde tapınağın mermer sütunları uzanıyordu. Geniş basamaklarda heyecan uyandıran cariyeler ile sıra bekleyen köleler uzanmışlardı. Salkımların mayhoş lezzeti sevinçli bir sonbahar tesellisi kadar güzel kokular yayıyordu.
Alesta bakışlı bir cariye koşup Thales’in terliklerini getirdi. Thales yürüyüp geçti yanından. Çardağın gölgesinde yürüdü; sütunların başladığı eşiğe gelince olanca gücüyle bağırdı:
Atölyenin çalışması henüz sona ermedi. Kimdir bu vakitsiz dinlenmenin kabahatlisi ?
Tekrar çardağa döndü. Asmalar artık eski serinliği vermiyordu. Ovadan esen rüzgâr, sararmış yaprakların üzerinde gezinirken temiz bir şarap kokusu taşıyor ve dinlenmek istediği her menzilde bir sarhoşluk dalgası bırakarak kayboluyordu. Meandros’un kıvrımlarında bu sakin tabiatlı adamın yarattığı heyecanlardan iz kalmamıştı.
Thales, asmanın altına oturdu. Akşam serinliği çökmeye başlamış, ancak günün sıcaklığında kavrulan (.ardağa islenen gölgeleri henüz düşürememişti. İri memeli zenciler, davetkâr cariyeler, geometri ve felsefe öğrenmeye gelmiş Lıkyalı parlak delikanlılar boğucu sıcağın etkisinde kendilerinden geçmişlerdi. Thales sesini yükseltti:
Toplanın!..
Her zaman kullandığı asasını aradı. Bıraktığı yerde olmadığını gördü. Bereketli toprağın iliklerine işleyen maharetle kullanıp şekiller çizdiği sopayı bulamamamın hırçınlığıyla bağırmak istiyordu. Gerçeğin özündeki değen kavramak isteyen zihnin her koşulda kendisine öğretilecekler için hazırlıklı olması gerektiğini söylüyordu. Yavan bir duygusallıkla, kördüğümleri, çelişkileri, eleştirilerini ve zamansız yaşanan sancılan anlattığı günlerini hatırladı. Yine böyle boğucu yaz ikindilerinde bu asmaların altında insanlara talihlerini yazabilecekleri bir dünya lisanı olduğunu uzun uzun anlatmış ve arkasından eklemişti:
Her şey sadece talihin yaverliğinde insana yaklaşmaz; onu kendinize yakınlaştıracak gücü yaratın.
Günlerdir yakaladığı gerçeği talebelerine aktarmak için istediği fırsat kapıyı çalmış, kelimelerin en mükemmel terkibi bu gerçeği aktaracak olgunluğa erişmişti. Bu fırsatı kaçırmaya niyetli değildi. Ders verdiği sopayı bulamayınca hırçınlığını artırdı. Sonra bu kadar sertleşmeye hakkı olmadığını düşündü, çaresizliğin kimseyi asıl emelinden uzak tutmaya hakkı olmaması gerekliğini söyledi. Sonra eteğini toplayarak çıplak bacaklarını uzattı. Sonra terliklerini getiren cariyeyi yanma çağırıp, eteklerini kaldırmasını istedi. Bacakları bütün çıplaklığını gösterinceye kadar bekledi. Bacaklarını kendi bacaklarının üzerine koymasını istedi. Bir süre bu garip manzarayı seyrettikten sonra çevresindekilere seslendi;
İki doğrunun kesiştiği yer neresi olursa olsun, oluşan ters açılar birbirine eşittirler.
Cariyenin elini tutup ayağa kalkmasına yardım elti. Gözlerinde içten pazarlıklı bir sabır gizleniyordu. Zihninde bu son teoremin bir kader gibi birilerinin yaşamına yön veren umulmadık tersliklerle ortaya çıkacağının hissedişleri vardı.
Geriye dönüp baktı. Herkes dağılmıştı. Çardağın allında sadece eteğini kaldırttığı cariye bekliyordu. Yanına doğru yürüdü; kolunu omzuna koyup kucaklar gibi kendine çekti. Birlikte ovanın başladığı yere doğru yürüdüler. Tapınağın eteklerinde köleler tohumları serpmek için sıra halimle dizilmişler komut bekliyorlardı.
Thales, cariyenin elinden tutarak sanki koşar adımlarla kölelerin olduğu yere geldi. Meandros gür bir iştahla akıyordu. Dağlardan topladığı sularda denize duyulan hasretin sabrı köpürmüştü. Thales önce uzun uzun cariyenin yüzüne, sonra Meandros’un gür sularına baktı. İkisinin de yatağında bereketli vuslat arzusu canlanmıştı. İkisinin de teninde ümitsizlik ve teselli ihtimallerinin heyecansızlığı görülüyordu:
Kadere kesikli çizgi diyenler yanılıyorlar. 0 dümdüz bir ovadır…
Sonra yorgun bakışlı köleyi yanına çağırdı. Her şeyi önceden sezen idrâk tehdidiyle kulağına fısıldadı:
Yanılıyorsun!.. Thales’in sakallan kıvrım kıvrım değildir. Meandros’tur insanın kaderini kıvrım kıvrım ören…
Torbasında ekilmeye hazır tohumlardan bir avuç alıp cariyeye doğru yürüdü:
Savur bunları boşluğa!.. Gücü olanlar, mutlaka düşecekleri bereketli bir toprak bulur…
Cariye önce duraksadı. Sonra Thales’in sözlerindeki kehânet dolu tahriki fark etti ve avucundakinî olanca hızıyla boşluğa savurdu.
Gücü olanlar için!..
Dünya durgundu. Bütün güçler, bir an için imkân ve yeteneklerinden sıyrılmış ve çaresiz bırakılmış gibi takatsiz düşmüştü. Tek kıpırtı, tek ses, hatta küçük bir meltem hissi bile yoktu. Tohumlar kasırgaya tutulmuş gibi gökyüzünde kayboldular. Sanki her şey kendini istediği yere kavuşturan gücün varlığım yakalamış gibi mutluydu. Tohumlar gökyüzünü döllemeye cesaret edecek kadar kendilerini güçlü ve cesur sanıyordu.
Sonra içlerinde biri gökyüzünün gizli eleğinden nasılsa geçip toprağa düştü. Cariye ile Thales birbirlerine baktılar.
Önce cariye güldü, sonra yaşı henüz kırka varmış yorgun çehreli köle…
Thales ikisinin de ellerini tutup ovaya yürüdü. Bası gökyüzüne dönüktü. Sesini biraz yükseltti:
Tohum toprağın hakkıdır…
Cariye koşup henüz sürülmüş topraktan bir avuç alıp Thales’e uzattı:
Bereket fazla sabırlı değil galiba? Thales yorgun kölenin elini bıraktı.
Haydi bakalım!.. Göster şu Thales’in kıvrım kıvrım dediğin sakallarım…
Yorgun köle toprağı aldı, avucunun içinde çukurlaştırdı. Sonra cariyenin hüzünlü gözlerine bakıp uzattı;
Sula bunları…
Cariyenin gözleri kuruydu; birden arzuyla ıslandı ve bir iki damla düştü Köle ellerini kapatıncaya kadar bir yeşil filiz yükseldi. Yavaşça cariyeye yaklaştı. Avuçlarını bu arzulu kadının  bacaklarının arasına yerleştirdi. Kendine yasak edilmiş soylu cariyenin ününde o yeşil filizi öptü. Sesinde varlığına güvenen erkeğin gururu vardı;
Toprak hem kendisinin, hem bizim ustamızdır..
Elindeki bereketi göstermek için Thales’e doğru koşmak istedi Thales mutluydu: Meandros Irmağını aşmış, denize ulaşmıştı Önünde sadece, su vardı. Geriye dönmedi bile. Kendinden emindi ve sesinde bu güvenin hüküm cümlesi yükseliyordu:
her tohum, yeşereceği toprağı mutlaka bulur…

Benzer İçerikler

Bu Düzen Değişmelidir – Bülent Ecevit Online Kitap Oku

yakutlu

Kitapçı Dükkanı – Deborah Meyler – Online Kitap Oku

yakutlu

Mahşerin Dört Atlısı Serisi -Larissa Ione – Online Kitap Oku

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy