Aziz Nesin Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz’ı önce radyo oyunu olarak yazdı. Kazandığı büyük başarı üstüne sahne oyunu haline getirdi. Israrlar üzerine senaryonusunu yazdı; çoğu tiyatrocudan olduğu gibi, bu kez de filmciden telif hakkını alamadı. Bir haftalık gazetede çizgi romanı yayımlandı. Ardından televizyon senaryosunu yazdı. Okurların isteği, çevrenin baskısı artınca sonunda Yaşar Yaşamaz, şu an elinizde tuttuğunuz roman oldu. Kitabın giriş yazısını kaleme alan Meral Çelen bu büyük ilgiyi Yaşar Yaşamaz’ın ağzından şöyle açıklıyor:
…Ünümün bu kadar yaygınlaşmasına, beni bu kadar sevmenize ilk zamanlar akıl erdiremiyordum ama, şimdi biliyorum artık…Nasıl hepimizde biraz Don Kişot’luk varsa, demek biraz da Yaşar Yaşamaz’lık varmış…Başıma gelenler yabancınız olsaydı, sever miydiniz beni, arar mıydınız?
Bölüm Başlıkları
11 Tarihlerin Yazmadığı Bir Kaçakçılık
21 Namuslu Hırsız Hırsızın Malını Çalmaz.
26 Doğrusunu Yalnız Defter Bilir
42 Hem Şehit Hem Asker Kaçağı
50 Numarasız Olmaz
62 Hepsinin Kapısı Bir Başka Türlü
72 Ben O Ayten’in Diye Diye
90 Karşılama Törenindeki En Büyük Adam
113 Davacı Tarafın Gerekli Belgeleri İbrazına
125 Altından Değerli Tavsiye Kartı
140 Göster Buyurmuşlar Gösterelim
152 Karakapiı Nizami Bey Olmasa
İsimiz Hepten Bitiktir
171 Göster Kimliğini, Al Şapkanı
193 Sen Bir Meleksin Şekerim
216 Ölsen ölünmez, Yaşasan Yaşanmaz
232 Hcrşeyin Esası Mantık
249 Nüfuskâğıtsız İnsan Sokmam Evime
277 Fazladan Üç Çocuk
292 Riçırt Reşat Denilen Casus
307 Felek Gözün Körolsun
327 Artık Ona Karakaplı Nisamı Beyin Hiç Gereği Yok
Tarihlerin Yazmadığı Bir Kaçakçılık
İşinden bıkıp bezginlik geçirmiş insanlarda olduğu gibi, cezaevi imamının da her/aman yüzü asıktı. Ağzına zorla çok elişi bişey sokulmuşçasına boyuna dudaklarını büzer, yüzünü buruşturuldu. Yıllardır cezaevi camisinde imamlık yapmaktan bıkmıştı. Tutuklu ve hükümlüler onu o denli ilgilendirmiyordu ki camiye girip çıkmak için cezaevi bahçesinden geçerken bütün yüzleri birbirine benzetiyordu. Sanki tornadan çıkmış gibiydi bütün yüzler.
Eskiden, yani gençliğinde, hükümlüler için hiç de böyle düşünmüyordu. Yanılıp doğru yoldan sapmış bu günahlı kulları tövbe istiğfar ettirip hidayete eriştirebilmek için çok çalışmıştı. Ama bütün çabalarının boşa gittiğini gördü. Zaman zaman bu günahlı kullardan kimileri için umutlara kapıldığı olmuştu. Böyleleri cezaevine düşünce, gündüzleri camiden çıkmazlar, camide imamın cüppesinin eteğinden uzaklaşmazlar, namazdan niyazdan ayrılmazlar, ama cezaevinden kurtulur kurtulmaz da eski günah yollarına sapar, şeytana uyarlardı. İmam, kaç kez umuda kapılmış, arkadan da kaç kez düş kırıklığına uğramıştı. Bunların hepsi de ruhlarını lain şeytana teslim etmişlerdi. İmam’ın, onları tornadan çıkmış gibi birbirinin benzeri görmesinin nedeni buydu. Onlar, çıkarları için camiye gelir, çıkarları için namaz kılar, İmam’ın elini öperlerdi. Üstelik İmam’ı da kendi çıkarlarına araç yapmak isterlerdi. Büyük paralar vadederek, cüppesinin altında cezaevine saldırma sokmasını önerenler bile olmuştu. Bunca yılın deneyimleri sonunda, İmam artık onlara yüz vermiyordu.
Cezaevinin kapısı karşısında bir kahve vardı. İmam, genellikle namaz saatine dek boş zamanını bu kahvede oturarak geçirirdi. Namaz vakti gelince, cüppesinin eteklerini arkasında toplar, iki elini de tortop olmuş cüppe eteğinin altında bağlar, cezaevi camisine gelirdi. Elifi hiçim denilen, şalvarlımı, ağı çok bol pantolon giyerdi.
Hükümlüler de, kendilerine hiç yüz vermeyen îmam’dan kendileri için iş çıkmayacağını öğrenmişlerdi. Yaşar’ın nasıl olup da İmam la bıı denli yakınlık kurmuş olmasına da bunun için şaşıyorlardı ya…
Hapis cezasının bitmesine pekaz kala Yaşar Yaşamaz, kendini dine vermişti. Kendini dine vermişti demekle onun dine bağlılığı anlatılmış olmaz. Kendisini büsbütün dine adamış, din yoluna kendini kapıp koyvermişti. Hergün camiyi silip süpürüyordu. Caminin mermerlerini, taşlarını ıslak bezlerle ovuyor, kuru bezlerle de levhaların, camların, kandillerin tozlarını alıyordu. Yere döşeli keçeleri, hasırları sabunlu sıcak sularla siliyordu. O bakımsız cezaevi camisi pırıl pırıl olmuştu. Yaşar, İmam’ın o denli güvenini kazanmıştı ki, İmam caminin anahtarını bile ona vermişti. Yaşar, sabahleyin koğuşların kapıları açılır açılmaz hemen Allahın evine koşar, içersini silip süpürmeye başlardı. Öğle namazını kıldırmaya gelen İmam’ın, hemen sarılıp elini öperdi. Namaz kılarken ilk safta yerini alır, İmam’ın tam arkasında namaza dururdu. İkindi namazını da kıldıran İmam’ın elini öperek onu uğurlardı. Nöbetçi gardiyan koğuşlara girilmesi için düdüğünü öttürünceye dek camide kalıp heryanı temizlerdi.
İmam, Yaşar’ı öyle sevmişti ki, ona hep “Evladım, Yaşar oğlum!” diye seslenirdi. Yaşar’ı seviyordu, çünkü kendisinden hiçbir çıkar ummadığını anlamıştı. Öbürleri gibi, İmam’ı kendi çıkarlarına araç olarak kullanmaya kalkmamıştı. Kurnazlık yapmıyordu. Saftı. Kendini hak yoluna vermişti. Yaşar’ı tanıdıktan sonra İmam’ın ekşimiş yüzü bile ışımıştı. Gençliğinin umutları yeniden canlanmıştı içinde. Hepsi birbirine benzeyen yüzler arasından Yaşarın yüzü ayrılmış, seçilmişti. Camiye her giriş çıkışında saygıyla elini öpen Yaşar’a,
Sen kendini Allah yoluna verdikçe Allah da sana gönlüne göre verir Yaşar oğlum… Allah tuttuğunu altın etsin evladım! diye dualar ediyordu.
İmam, mihraba geçince, Yaşar da onun arkasındaki yerini alıp namaza duruyordu. İmam’a öyle yakın duruyordu ki, secdeye vardıklarında Yaşar’ın başı İmam’ın ayaklarına değerdi.
Gerçekten de İmam’ın duası kabul olunuyordu ki, namaz niyaza başladı başlayalı Yaşarın durumu da iyileşmekteydi. Yeni yeni giysiler diktiriyordu. Cebi para doluydu. Artık otlakçılıktan vazgeçtiğî gibi, koğuş arkadaşlarına çay kahve bile ısmarlıyordu. Hatta kaçak Amerikan cıgarasının en pahalılarından içiyordu.
Bîr cuma öğlesiydi. Cami, cuma namazına gelenlerle doluydu. Namaza gitmeyenlerin çoğu da bahçedeydi. Birdenbire camiden bir gürültü patırtı duyuldu. Öyle bir gürültü ki, sanki camide namaz kılınmıyordu da, birinin etleri kopartıyordu. Cami içinde bağıran bir kalın sesle yalvaran ince bir ses birbirine karışıyordu. Kalın ses bağırıyor, ince ses yalvarıyordu ama, ne dedikleri anlaşılmıyordu. Bahçedekiler cami kapısına doluştular. Hatta koğuştakiler de gürültüyü duyup dışarı fırlamışlardı. Ne oluyordu? Allahın evinde adam mı boğazlanıyordu!..
Caminin kapısında birikenler, ne olduğunu anlamak merakıyla içeri girmek İsterlerken, İçerdekiler de canlarını dışarı atmaya çalışıyorlardı. Birbirine çarpan bu iki İnsan kalabalığı kapıda tıkanıp düğümlenip kalmıştı ki, cami içinden fırlayan bohça gibi bişeyin cıyak cıyak cırlayarak o insan tıkanıklığını ok gibi delip geçtiği, insan başları üstünden uçarak yere düştüğü görüldü. Nedir, ne değildir, neyin nesidir diye herkes o yana bakmaktayken, bu kez kara gülleye benzer ve ilk düşenden daha büyük bişey sis düdüğü gibi Öle öle camiden uçarak fırladı; kalabalığı iteleyip yarıp ilk çıkanın ardından saldırdı. Camiden ilk fırlayan, sonra da ikinci fırlayan düştükleri yerden doğrulup silkelenince, önce fırlayanın Yaşar Yaşamaz, arkasından saldıranın da İmam olduğu görüldü.
Yaşar, arkasında İmam’ı görmesiyle tabanları yağlayıp topukları kıçını döverek kaçmaya girişti. İmam’sa, yaşından hiç….