YEŞİLLER ÇETESİ
Ormanın üzerine akşam karanlığı çökmek üzereydi. Batan günün son ışınlan ağaçların tepelerini aydınlatıyordu ama, sık ağaçların altındaki keçiyolundan giden küçük asker taburu karanlığa gömülmüştü bile.
Taburun önünde giden koruyucu, yanında at süren, yirmisinde var yok delikanlıya doğru eğilerek: _Sir Quentin,» dedi, «gece İyice bastırmadan ormandan çıkamayacağız gibi geliyor bana.»
Delikanlı: «Bence de öyle.» dedi. «Biraz daha hızlansak mı, ne dersiniz?»
—«Hayvanlar çok yorgun. Lady Violette bizim sözümüzü dinleseydi de geceyi Pamwell’de geçirseydik n’olurdu sanki!»
Delikanlı arkalarından gelen arabaya baktı, iç geçirdi. Tam o sırada arabanın perdesi açıldı, önce beyaz bir eldiven, ardından da sapsarı kıvırcık saçların çerçevelediği çocuksu bir yüz belirdi.
Ardından bir ses buyurur gibi yükseldi.
—«Quentin!»
Delikanlı atını durdurdu; araba yanına gelinceye kadar bekledi.
—«Buyrun, Lady Violette!»
Genç kız dışarı sarktı. Sıkıntıda olduğunu belirten bir sesle: «Yoruldum.» dedi. «Ne bitmek bilmez bir ormanmış bu! Çıkamayacak mıyız buradan yoksa?»
Quentin: «Ne yazık ki öyle!» diye karşılık verdi. «Yolu kısaltmak benim elimde değil. Bu Sherwood Ormanı çok büyüktür, siz de bilirsiniz.»
Genç kız: «Hiçbir şey bildiğim yok!» diye delikanlının sözünü kesti. «Bildiğim tek şey, bana yardımcı olmak zorundasınız. Mademki babam bu görevi size verdi…»
Quentin: «Evet ama, Lady Violette…» diye kekeledi, sözün sonunu getiremedi.
Taburun önünde giden atlı da arabaya doğru sokuldu. O da koruyuculardan biriydi. Quentin gibi soylu değildi ama, Violette’in babası Sir Walter’e uzun yıllardır hizmet ediyordu.
Saçları, bıyıkları ağarmış bu yaşlı koruyucu, kıdemli oluşuna güvendiği için olsa gerek: «Bu saatte buralarda isek, tek suçlu sizsiniz.» deyiverdi. «Pamwell’deki orman korucusunun karısı sizi konuk etmek istemişti…»
Genç kız, gururlu bir tavırla: «Siz de, geceyi o virane kulübede geçirebileceğimi sanıyordunuz, öyle mi?» diye karşılık verdi.
—«Başka çareniz yoktu. Ya geceyi o burun kıvırdığınız kulübede geçirecektiniz, ya da gecenin bu vakti ormanın ortasında kalacaktınız. Sir Quentin ile ben karşı çıktık size. Ama, siz seçiminizi yaptınız. İnşallah pişman olmazsınız.
Violette, hırsla perdeyi kapatırken: «Canımı sıkıyorsun, Ted!» diye bağırdı. «Bıktım senin bu akıl hocalığından!»
iki adam yeniden taburun Önüne geçmek üzere atlarını sürdüler.
Quentin kaygılı bir sesle sordu:
—«Gerçekten, ormanın tehlikeli olabileceğine inanıyor musun Ted?»
Ted: «Gece vakti orman her zaman tehlikelidir. Haydutlar için böyle bir soylu arabası bulunmaz bir fırsattır. Korkmuyorsunuz, değil mi?»
Delikanlı: «Kendi adıma korkmuyorum ama, onun için…» dedi. «Biraz daha hızlansak mı, Ted?.. Ormandan çıkar çıkmaz atları dinlendiririz.»
Yaşlı koruyucunun buna karşılık verecek zamanı olmadı. Bir ıslık sesi üzerine atı şaha kalktı. Bereket Ted çok iyi bir biniciydi. Hemen atını yatıştırdı. Atının ürkmesine yol açan şeyi dehşet içinde fark etti: Uzun, yeşil bir ok yere, atının ayaklarının dibine saplanmış, hâlâ titriyordu.
Dizginlerine asılarak: «Dikkat et, Quentin!» diye fısıldadı.
Delikanlı da oku görmüş, atını durdurmuştu. Tam o sırada ikinci bir ok bu kez onun atının ayaklarının dibine saplandı. Herkes durdu. Arabanın arkasından gelen koruyucular şaşkınlık içindeydiler. Arabanın perdesi açıldı. Genç kızın yüzü göründü.
—<.quentin>
Delikanlı, yalvaran bir sesle: «Perdeyi açmayın, Lady Violette!» diye bağırdı.
—«Buraya gelin dedim size! Aşçı yamakları gibi bağırmaktan başka bir şey bilmez misiniz siz! Gelin dedim, söyleyeceklerim var!»
Oysa, Quentin tehlike anında yerinden ayrılmak niyetinde değildi. İki arada kalmanın kaygısıyla, Ted’e baktı. Lady Violette’e Ted karşılık verdi:
—«Saldırıya uğradık, Lady Violette. Şimdi siz bizim sözlerimizi dinleyin, lütfen. Perdenizi kapatın, arabanın içinde kalın!»
Violette boyun eğmek zorunda kaldı. Onlar konuşurlarken, nereden atıldıkları anlaşılmayan birçok ok daha yere saplanmıştı. Ortada ilginç bir durum vardı: Tek bir ok bile kimseye zarar vermemişti. Yalnız, atılan oklar, korkutmak ister gibi, arabanın, koruyucuların çevresinde bir çember oluşturmuştu.
Ne yapmaları gerektiğini bilmiyorlardı. Onlar da oklarıyla karşılık vermek İçin hazırlanmışlardı ama, ortada kimseler görünmüyordu. Koruyuculardan biri, Quentin’e: «Ağaçlara mı nişan alacağız, efendim?» diye sordu.
—«Bekleyin. Kimdir bu adamlar bilmiyoruz; yalnız, bizi öldürmek istemedikleri belli.»
—«Haydut olmasınlar?»
Ted: «Böylesine ustalıkla ok atan haydudu nerede gördün sen?» diye söze karıştı. «Bunlar tam anlamıyla usta birer silahşor. Prensin okçularıyla boy ölçüşebilirler. En iyisi, yerimizden kımıldamayalım. Şimdi anlarız niyetlerini.»
Gözlerini ovuşturdu; bir kez daha, dikkatle baktı. Evet, dallar, yapraklar kıpırdıyordu. Az sonra, tepeden tırnağa yeşillere bürünmüş yirmi adam ortaya çıkıverdi. İçlerinden en iri yapılısı, başlığını çıkararak, onlara doğru yürüdü, kibar bir tavırla: «Umarım arabanın içindeki soylu kişiyi korkutmamışızdır.» dedi, «Kötü bir niyetimiz yok. Bize güvenebilirsiniz.»
Quentin: «Peki öyleyse, ne isliyorsunuz?» diye sordu. «Yol kesmek için başvurduğunuz bu yöntem neyin nesi? Önce söyleyin bakayım: Siz kimsiniz? Namuslu insanlar önce kendilerini tanıtırlar.»
iri yapılı adam: «Haklısınız, efendim!» diye karşılık verdi. «Küçük Jean derler bana. Boyuma boşuma pek uygun düşmüyor bu ad ama, kusur bende değil. Nedenini arkadaşlarıma sorun. Sağımda duran bu adam Munch. Değirmenci de derler ona. Solumdaki de Alyanak Wili.»
—«Sizler herhalde birine bağlı olmalısınız. Efendiniz kim?»
—«Bizim efendimiz falan yok. Yalnız, içimizde en iyimiz olan bir başımız var.»
—«Peki, başınız kim?»
—«Karşısına çıktığınız zaman kendisi söylesin kim olduğunu. Biz sizleri onun yanına götürmek için görevlendirildik.»
Ted sabırsızlanmıştı.
—«İstediğiniz neyse onu söyleyin de yolumuza gidelim! Gördüğünüz gibi, genç bir bayana eşlik ediyoruz. Bir an önce ormandan çıkmak zorundayız.»
—«Aklınızdan çıkarın onu. En iyisi, bizi izlemeniz. Karşı koymaya kalkışmayın sakın. Sizden daha kalabalığız. Üstelik, nasıl ok kullandığımızı da gördünüz.»
Ted ile Quentin bakıştılar. Yaşlı koruyucu çaresizlik belirten bir sesle: “Gidelim.» diye mırıldandı.
Küçük tabur, yeşiller giyinmiş adamların eşliğinde, yola koyuldu. Kısa bir süre için de olsa tehlikenin geçmesi üzerine Quentin arabaya sokuldu.
—«Lady Violette!» diye yavaşça seslendi.
Genç kız arabanın perdesini aralayıp sordu:
—«Kim bu adamlar?»
—«Kim olduklarını anlayamadık ama, size…»
—«Sen bana ormandan çıkıp çıkamayacağımızı söyle yeter. Yolumuzun üzerinde bir köy varsa bizi konuk etmelerini isteriz. Uykusuzluktan ölüyorum.»
—«Ne yazık ki, Lady Violette… Korkarım…»
Genç kız delikanlının sözünü keserek: «Hep bir şeylerden korkarsınız!» dedi. «Ne oluyor? Elekte sallanır gibiyim bu arabanın içinde.»
—”Yoldan ayrıldık da ondan.»
—«Ayrıldık mı? Neden?»
Quentin buna karşılık veremedi. Keçiyolunun dar oluşundan dolayı artık atını arabanın yanından süremiyordu.
Bir süre sonra araba da durdu. Küçük Jean, Quentin’in yanma geldi. «Hanımınızın inmesi gerek.» dedi. «Araba burada kalacak.»
—«Peki ama…»
—»Hanımınız atlardan birine biner. Ata binmekten korkarsa, ben taşırım onu, isterse… Benim için çok kolay..
—«Kuşkum yok. Ben gene de ata binmesini yeğlerim.» Lady Violette, arabadan inmesi gerektiği söylendiği zaman, avazı çıktığı kadar bağırarak: «Ne demek oluyor bu?» diye sordu. »Kim bu yeşiller giyinmiş adamlar? Bizi tutsak mı eltiler yoksa?»
Küçük Jean: «Siz. bizim, tutsağımız değil, konuğumuzsunuz, efendim!» diye düzeltti. «Korkmanıza gerek yok. Yoksa başkanımız çok kızar.»
Violette gururlu bir tavırla karşılık verdi:
—«Başkanınız kimdir bilmiyorum, bilmek de istemem. Yalnız şunu biliniz ki, Sir Norbourg’un kızı kimseden korkmaz.»
Eteklerini toplayarak alın üzerine bindi. Kafile yeniden yola koyuldu. Ouentin atı, dizginlerinden tutmuş, yedekte götürüyordu.
Gece karanlığı iyice çökmüştü. Sık yapraklı dalların arasından süzülen ay ışığı belli belirsiz bir aydınlık oluşturuyordu. Birden, dalların arasından, bir ateşin alevleri görüldü. Neşeli bir çalgı sesi de duyuluyordu.
Küçük Jean: «Geldik.» dedi.
önlerinde geniş bir alan uzanıyordu. Alanın çeşitli yerlerinde yakılan ateşlerin çevresinde adamlar koşuşturuyordu. Kimileri ateşe kuru dallar atıyor, kimileri de alevlerin üzerinde kızaran etleri çeviriyorlardı. Hoş bir et kokusu yayılmıştı tüm çevreye. Sabahtan beri ağızlarına tek lokma koymamış olan bizim yolcular için bu koku dayanılmazdı.
Bu sırada, topluluktan ayrılan bir adam onlara doğru geldi. Genç bir adamdı bu. Yeşil giysisi vücuduna ….
Öldürmeye Değer Kişiler – Peter Swanson – Online Kitap Oku(Yeni sekmede açılır)
Büyücüler Lev Grossman(Yeni sekmede açılır)
Ağrıdağı Efsanesi(Yeni sekmede açılır)
İtiraflar – Sandra Brown – Online Kitap Oku(Yeni sekmede açılır)
Romeo ve Juliet(Yeni sekmede açılır)