KNUT HAMSUN VE AÇLIK ROMANI
Dünyaca tanınmış, Norveçli yazar Knut Hamsun, Açlık romanını, Amerika’ya ikinci gidişinden dönüşte, 1888’de Oslo (o zamanki adı Kristiania)’da yazmaya başlamıştı, çalışmasına Kopenhag’da devam etti. Hu romandan parçalar, imzasız olarak, ilkin Nyjord adlı bir dergide yayınlandı. Tamamlanmış şekliyle kitap, yazar adı yine verilmeden, 1890da çıktı.
1890’dan başlayarak dünyanın sayılı romancıları arasına girecek ve Knut Hamsun adını alacak olan Knud Pedersen, Norveç’in kuzeyinde Gudbrandsdal sınırları içinde Lom kasabasında doğmuştu (4 Ağustos 1859). Bir ter/i olan babası, kalabalık ailesin) alarak, daha kuzeye, Hamaröy kasabasına göç etti (1862). Çalışkan ve işine bağlı adam; karısını, kaynatasını, altı çocuğunu terzilikle zar zor geçindiriyor, üstelik oturdukları yerin sahibi olan rahip kaynına borçlanmış bulunuyordu.
Knut, ayağında tahta çarıklar, kırda belde sürü güderek geçirdi çocukluğunu. Sekiz yaşında; çok sen bir adam olan dayısının isteği üzerine, anasıyla babası, onu korka çekine, bu rahibin eğitimine verdiler. Baba ocağından bir fersah uzaktaki bu rahip ciltliği, küçük Knud’un gönlünce dünyasına bir kâbus gibi girdi. Hayatın çetinlik ve insafsızlığını ona önce bu dayının çok sen disiplini öğretti. Dön beş yıl dayandı bu ağır şanlara. Bir başka dayısının anlayışlı davranışından faydalanarak, on dön yaşında, doğduğu Lom kasabasına gidip, orada bir tüccar yanında tezgâhtarlık etmeye başladı. Bir yıl sonra da Tranöy’de daha büyük bir tüccar yanında kalfalığa başladı. Kızına da âşık olmuştu ki, tüccar iflâs etti. Oralarda kalınca, o ve birdenbire karşısına çıkan Lomlu bir arkadaşı, ellerindeki üç beş kuruşu birleştirip çerçilik etmeye, köy köy dolaşmaya koyuldular. Bir sın çantasına istif ettikleri kalem, tarak, mum, kibrit gibi öteberi satıyorlardı Önce beraber çalıştılar, sonra ayrıldılar. Knud kuzeye, arkadaşı Ole güneye gitti. İler biri kendi hesabına kıyı boylarını dolaştılar. Kışın Knud, ailesi yanına dönüyor, bahar başlarken yine çerçiliğe, yollara düşüyordu. İki yıl sürdü bu, ve Knud on yedisine bastı. Kitaplardan öğrenebileceğinden çok şey öğrenmiş, hayan anlamıştı, Şimdi de bir zenaat öğrenmekti niyeti.
Ayakkabıcılık öğrenmek için Bodö’ye gitti. Ama bir altın bilezik sahibi olmaktan yana tasarıları boşa çıktı. İçindeki Şeytan onu avareliğe dürtüyordu. On sekizindeydi, bir şiir yazayım dedi. Çünkü şimdi gazeteler, dergiler, arada kitaplar okuyordu. Yazdı, hatta bir de roman yazdı; Esrarengiz Adam başlıklı bir küçük aşk romanı. Bu roman, gezgincilik yıllarında, tanıştığı bir kitapçı tarafından bastırıldı da. Bu küçük, basit eseri, Hamsun’un ailesi hayretler içinde okudular.
Bir yıl sonra, daha büyük, epik bir eser kaleme aldı. İbsen’i okumuştu, onun etki ve büyüsü altında bulunuyordu. Bir Karşılaşma adındaki bu kitabı da, Bodö de bir kitapçı yayınladı. İmzasını, Knut Pedersen Hamsund diye atmıştı. Babası, “İyi güzel! Ama artık bir baltaya sap olmanın zamanı geldi!” diye yazıyor, Bö’deki Lensmann’ın bir yardımcı aradığını, onun yanında çalışmasının iyi olacağını bildiriyordu. Knud, böylece “tahrirat kâtibi” oldu.
Lensmann’ın kitapları vardı, Knud’a Bjömson’un toplu eserlerini okuma izni vermişti; Knud kitabın birini bitirip birine başlıyordu. Gözlerini bozdu bu yüzden; ömrü boyunca gözlük, özellikle kelebek gözlük kullanması o yıllardan kalmadır. Kuru süngerin suyu emmesi gibi, içine çektiği bu yeni sanat ve bilgi cevheri, meyvasını vermekte gecikmedi: Bir aşk hikâyesi daha yazdı. Björger adlı bu uzun hikâyede on beş yaşının askı dile geliyordu; çünkü Tranöy’de, yanında kalfalık ettiği tüccarın kızı Laura, bir telgrafçı ile evlenmişti.
Knud, bunu yazdı, ama bu defa basmaya yanaşmadı kitapçılar; yolladıklarından geri çevrildi kitap. Knut’un kitabını kendisi bastırabilmek için bir zenginden para istemesi gerekiyordu; çünkü ancak bir yazar olmak istediğini, kesin, anlamıştı artık.
Aradığı kişiyi buldu da! Erasmus zahi adında bir tüccardı bu, çoklarına yardım etmişti. Knud, ona, yazar olmak istediğini söyledi, yardım diledi, son yazdığım hikâye diye Björger’i uzattı ona. Tüccar, uzatılan kâğıtlara değil, Knud’un yüzüne baktı, düşündü. Genç Hamsun, tüccarın yazıhanesinden çıkarken cebine bin kron’u indirmiş bulunuyordu.
Bir köy hikâyesi (L’rida) ve şiirler yazmaya başladı. Adını da Knut Pederson diye değiştirdi o ara. Tasarılar, planlarla doluydu kafası, ve yirmisinde bile değildi henüz.
Hikâyeyi tamamlayınca bir vapur bileti alarak Kopenhag’a gitti. Bir kitapçıya, sonra da Norveçli bir şaire eserini kabul ettirme teşebbüsü boşa çıktı. Yüz vermedi ikisi de. Ümitsiz, üzgün Kristiania’ya döndü. Sonra yayan, uzun bir yolculuğa çıktı. Norveç’in en büyük yazarı Bjömson’un malikânesini buldu, ne yapıp yapıp, kendisini içeri aldırdı. Bjömson, evirdi çevirdi kâğıtları: “Yok!” dedi. “Bir şey yok bu hikâyede!”
Kalbi kırık, Kristiania’ya döndü Hamsun. Parası da tükenmişti. Tüccar Zahl, yeniden yardım etti ona. Hamsun bir oda kiraladı, Fridayı bir daha okudu, kâğıt tomarını yırtıp ateşe attı. Yeniden başlayabilirdi, vazgeçmeyecekti. Kristianiada boş dolaşıyor, makaleler yazmaya, yazdıklarını satmaya çalışıyordu. Parası tükendi, açlık baş gösterdi. Bu açlığın Kristiania’da şimdi ve sonraları, kendisini nasıl çökerttiğini; bu konuda yazan, konuşan bütün şair ve açlardan daha canlı, daha vurucu o anlatacaktır.
Bu yoksulluk içindeyken bir yol yapımı ekibinde iş buldu. Kum ocağında kâtiplik edecek, çekilen kumların hesabını tutacaktı. Zor değildi bu iş. Çalışma veya dinlenme saatlerinde yutarcasına kitap okuyor, lüzumsuz kâğıtlara şiirler, makaleler çiziktiriyor, işçilerle yârenlik ediyordu. Zamanla bir hatip gibi rahat, düzgün ve uzun konuşabildiğini gördü. Tanıştığı bir rahip, ona konferans vermesini öğütledi. Gjövik’te bir salon kiralandı, konferansın konusu ilân edildi: August Strindberg üzerine bir konferans verecekti! Bir yol işçisi, bir kum ocağı kâhyası, edebiyatın şakaya gelmez bir konusu üzerinde konuşacaktı!
Konferansı dinlemeye altı kişi geldi. Knud, bu altı kişiye verdi konferansını. Altı kişiden biri, bir yazı işleri müdürüydü; konferansını beğendi ve böyle bir konferansı kaçırmış oldukları için Gjövik’lilerîn kayıplarının büyüklüğüne işaret etti. Bu gazeteci, hemşerilerinin vicdanlarına seslendiği için konferans tekrarlandı. Bu sefer salonda yedi kişi vardı, ve Gjöviklilerin edebiyatla medebiyatla ilgileri bu kadardı. Knut işine, odacığına döndü. Ama yılmadı, bırakmadı kendini. Niçin mi? Yirmi iki yaşında idi.
Noel’de bir arkadaşı onu çiftliğine çağırdı. Arkadaşının annesi Knut’u pek sevdi, ona rahip olmasını salık verdi. Ama onun Amerika’ya gitmek İstediğini öğrenince bu aile, Knut’a yol parası dön yüz kron ödünç verdiler. O da hemen İngilizce öğrenmeye koyuldu. Yine Björnson’a gitti, ondan bir tavsiye mektubu aldı ve 1882’dc Knut, Hamburg’a, oradan da bir vapur acentasının yardımı sayesinde, bilet parası Ödemeden, Amerika’ya gitti.
Björnson’un tavsiye mektubu işine yaramamıştı. Bir süre yorgun yoksul kaldı ortalarda. Sonra Elroy’da bir tüccar yanına girdi, Elroy da Johnson adında bir öğretmenle ahbap oldu, ondan İngilizce dersi aldı, onun kitaplarını, özellikle Mark Twain’i okudu. Önceleri Norveççe, sonra İngilizce konferanslar da hazırlıyordu. Geceli gündüzlü çalışmadan bitkin düşmüştü. Dostu meslek değiştirmiş, şimdi işi Minnesota’da kereste ticaretine dökmüştü. Knut’u muhasip olarak yanına aldı.
Johnson, karısıyla bir Avrupa gezisine çıkınca, işlerin yönetimi Knut’a kaldı. 1884 yazı 1le güzü bu şekilde geçti. Bir arttırmada, yüksek sesle konuşurken göğsünde zorlu bir satıcı duydu, öksürük nöbetine tutuldu, kan tükürdü, yere yıkıldı. Doktor, tez ilerleyen verem teşhisini koydu. “Birkaç aylık ömrün kalmış, delikanlı!” dedi.
Knut, birkaç ay yattı. Ölürsem Norveç’te öleyim, diyerek dostlarınin, Norveçlilerin topladıkları para ile Minncapolis’ten ayrılıp New York’a geldi, Kristiania’ya döndü. Ne kendisinin, ne dostlarının, ne doktorların anlayamadıkları bir şekilde, yol boyunca kendiliğinden iyileşti. Ya deniz havası iyi gelmiş, ya da güçlü, iyimser irade gücüyle kurtulmuştu.
Kristiania’dan. kalan parasıyla, daha kuzeye, Valdres kesiminde Aurdal’de bir otele yollandı. Bir gazete ile anlaşmıştı; oradan yazılar yollayacak, hiç değilse bu şekilde dinlenecekti. Çalışıyor, yazıyordu, 1885’dc Mark Twain üzerine bir yazısındaki imzası Knut Hamsund, bir dizgi yanlışı yüzünden Knut Hamsim olarak çıktı. O da düzeltmedi bunu. O tarihten, o yazıdan sonra ismi Knut Hamsim oldu.
Hamsim, Aurdal’de bir süre posta müdürlüğü de ettikten sonra yine başkent Kristiania’ya döndü. Şehri fethetmek için, bu ikinci gelişte, yeniden hücuma geçmişti. Çünkü, bütün emeklemeleri henüz bir hiçti, merak eden, bilen yoktu kendisini, meydan henüz büyük çağdaşlarınındı.
Kristiania’da çile dolu, acı günler başladı yeniden. İş bulamadı, aç kaldı, süründü. Bu hayata bir yıl katlandı. Sonra bu boşuna savaştan vazgeçti. Kristiania, bu ikidir, onu canından bezdirmişti. Amerika’ya gitmeliydi, orada açlık yoktu hiç değilse! Bir mucize oldu, bir yazı işleri müdürünün yardımıyla zenginin biri ona yol parası verdi. 1886 Ağustosunda Hamsim, yeniden Amerika’ya gitti.
Tramvaylarda biletçilik, tarlalarda ırgatlık etli. Biletçilikte tutunamamıştı. Durakları aklında tutamıyor, birbirine karıştırıyor, yolculara haber vermeyi unutuyor, sahanlıkta kitap okumaya dalıyordu. Şikago’dan bunun için ayrıldı; kuzey Dakota’ya bu yüzden gitti. Oralarda çiftliklerde, bozkırda ekin kaldırma işlerinde çalıştı. Serserilik Günleri, Zachacus, Bozkırda adlı hikâyelerinde bu hayatını anlatır.
1887 sonbaharını kaplayan bu hasat mevsiminden sonra, cebinde biraz para, Amerika’ya İlk gelişinde kaldığı yerlere gitti, eski dostlarını gördü, onların yanında oyalandı bir süre. Ama fazla duramayacağını anladı: Artık başlayabilirdi yazmaya. Bu ihtiyaç isicr Norveç, ister Danimarka, yeniden Avrupa’ya dönebilmek özlemiyle birleşiyor, borçlarını bu sefer de Ödeyemiyecek bir yoksul olarak yaşamak pahasına da olsa, Avrupa’ya dönmek istiyordu.
B.N
BİRİNCİ BÖLÜM
Yumruğunu yemedikçe kimsenin bırakıp gitmediği o garip şehir Kristiania’da aç acına sürttüğüm günlerdeydi…
Tavan arasında uyanık yatıyordum, alt katta bir saatin altıyı vurduğunu duydum. Hafif aydınlanmıştı ortalık, merdivenleri inip çıkmaya başlamıştı insanlar. Eski “Morgenbladet” gazeteleri kaplı oda kapısının alt tarafında Fenerler İşletmesinin bir ilânını görebiliyordum; onun biraz solunda iri siyah harfli ilânda fırıncı Fabian Olsen’in taze, gevrek ekmekleri.
Gözlerimi açınca, eski alışkanlık, bu gün için bir ümit var mı diye düşünmeye başladım. Son günlerde halim haraptı bir hayli: Elde avuçta kalmış öteberiyi peşpeşe “Amca”ya götürmem gerekmişti. Sinirli, dayanıksız olmuş, baş dönmeleri yüzünden de birkaç kere bütün günü yatakta geçirmek zorunda kalmıştım. Arada, şansım yaver gittikçe, bir yazıma, bir gazeteden bir beş kron da almamış değildim hanı.
Gün ışıdıkça işiyordu; kapıdaki ilânları okumaya başladım; ipince, sırıtan harfleriyle: “Kefen, tabut Örtüsü, Matmazel Andersen, Büyük kapı, sağ kolda” ilânını bile seçebiliyordum. Bu iş beni uzun zaman oyaladı; alt kattaki saat sekizi çalıyordu, henüz kalkıp giyinmemiştim.
Pencereyi açıp dışarı baktım. Olduğum yerden bir çamaşır ipiyle boş bir arsa görünüyordu; ta ilerde birkaç işçi, yanmış bir demirci dükkânının kalıntısını temizliyorlardı. Dirseklerimi pencereye dayadım, gökyüzüne baktım. Hava güneşli olacaktı besbelli. Sonbahar gelmişti: her şeyin renk değiştirip öleceği nazlı, serin mevsim. Sokaklarda başlamış gürültü, beni dışarıya çağırıyordu: Attığım her adımda taban tahtaları esneyen bu boş oda, ıslak ve korkulu bir ta…