Marya Aleksandrovna Moskaleva, hiç kuşkusuz Mordasov’un bir numaralı kadınıdır bu hiç
tartışılmaz. Kadın, sanki hiç kimseye ihtiyacı yokmuş, hatta tam tersine herkesin ona ihtiyacı
varmış gibi davranır. Hiç kimse onu sevmez, üstelik pek çok kişinin ona karşı içten bir nefret beslediğini söylemek de abartı olmaz. Ama öte yandan herkes ondan çok korkar. Onun da istediği budur zaten. Böyle bir istek politika gereğidir. Marya Aleksandrovna asılsız dedikodulara çok meraklıdır ve eğer o gün küçük de olsa herhangi bir önemli haberi yakalayamadıysa gece gözüne uyku girmez. Bütün bunlara rağmen öyle bir tavır sergiler ki bu heybetli kadının dünyanın ya da en azından Mordasov’un dedikodu kaynağı olduğu kimsenin aklına bile gelmez. Tam tersine insan onun yanındayken dedikodunun kesilmesi gerektiğini2 dedikoducuların öğretmenlerinin huzurundaki öğrenciler gibi kizarıp bozaracağını ve tir tir titreyeceğini, yanında ancak çok seçkin konuların konuşulması gerektiğini sanır. Mordasov’un bazı sakinleri hakkında öyle ciddi ve nazik şeyler bilir ki uygun bir ortamda bunlardan bahsedecek olsa ve hepsini yalnızca kendisinin bildiği bir yol a kanıtlasa, Mordasov Lizbon depremine3 eşdeğer bir sarsıntı geçirirdi. Bildiği bu sırlar konusunda daima sessizliğini korur ve özel koşul arda, en yakın hanım arkadaşlarından başka kimseye anlatmaz. Bildiklerini, konuyla ilgili kişiye son yumruğu atmaktansa, onu sürekli bir korku içinde yaşatmak için tehdit unsuru olarak kul anır. Bu bir zekâ ve strateji meselesidir! Marya Aleksandrovna her zaman aramızda herkesin örnek aldığı o kusursuz comme il faut*’uyla dikkatleri çekmiştir.Comme ilfaut söz konusu olunca Mordasov’un kadınları içinde rakibi yoktur.
Rakibini tek bir kelimeyle nasıl öldüreceğini, param parça edeceğini ve yok edeceğini iyi bilir, buna biz de tanık olmuştuk. Bu kelimeyi söylerken de ne yaptığının farkında bile değilmiş gibi görünmeyi becerir. Herkes de bilir ki bu ancak soylulara yakışır bir özel iktir. Bu tür numaralarda Pinetti4’yı hiç aratmayacağı söylenebilir. Sosyal ilişkilerinin alanı son derece geniştir. Mordasov’a gelen pek çok ziyaretçi, onun konukseverliğinden gayet memnun bir şekilde gider ve sonradan haberleşmeyi de sürdürür. Bir beyefendi onun için bir şiir bile yazmıştı ve Marya Aleksandrovna bunu herkese gururla gösterip durur. Ziyarete gelen bir yazar kısa romanını ona ithaf etmiş ve bir akşam toplantısında yüksek sesle okuduğu zaman çok hoş bir etki yaratmıştı. Yalnızca bizim bölgede bilinen boynuzlu bir böcek türünü incelemek için özel bir amaçla ta Karlsruhe’den kalkıp gelen ve bu konuda dört ciltlik bir kitap yazan bir Alman bilim adamı Marya Aleksandrovna’nın zarifliği ve konukseverliği karşısında öylesine hayrete düştü ki bu
* Gerektiği gibi, yakışık alacak biçimde, seçkin, nitelikli.
güne kadar halen Karlsruhe’den saygılı ve kusursuz bir mektup arkadaşlığını sürdürüyor. Marya Aleksandrovna bazı yönlerden Napolyon’a benzetilmektedir. Tabi bunun düşmanları tarafından yapılan ve gerçek olmaktan çok ,alay niyeti taşıyan bir şey olduğunu söylemeğe gerek yok sanırım. Bununla beraber, bir yandan bu benzetmedeki inkâr edilemez garipliği kabul ederken şu masum soruyu sormaya cüret edemeden de duramıyorum: Çok rica ederim, neden Napolyon boyundan büyük işlere kalkışıp beceremediğinde bile ne oldum delisi oldu acaba? Eski evin koruyucuları5 bunu, Napolyon’un sadece kraliyetten gelmemekle kalmayıp, iyi bir aileden gelen bir beyefendi bile olamaması gerçeğine dayandırmaktadırlar. Bu yüzden de doğal olarak toplumdaki yerini hatırladıkça kendi durumunun yüceliğinden dehşete düşmüştü. Eski Fransız sarayını akıl ara getiren böyle nükteli bir benzetmeye rağmen şöyle bir soru sormağa yine cüret ediyorum: Nasıl oluyor da Mordasov’un baş kadını olma özel iğini hep elinde tutan Marya Aleksandrovna hiçbir koşulda ne oldum delisi olmamıştı? Kuşkusuz herkesin: “Bakalım Marya Aleksandrovna bu güç durumun üstesinden nasıl gelecek?” diye sorduğu durumlar olmuştu. Ama o güç durum ortaya çıktığı gibi çekip giderdi. Hem de çabucak! Her şey yine eskisi gibi hatta bazen eskisinden de daha iyi bir hale gelirdi. Örneğin, kocası Afanasy Matveich’in, yeteneksizliğinden ve aptal ığından dolayı hükümet müfettişinin gazabına uğrayarak memuriyetteki görevini nasıl kaybettiğini herkes hatırlar. Herkes Marya Aleksandrovna’nın karamsarlığa düşüp, boyun eğeceğini, yalvarıp yakaracağını yani kolunun kanadının kırılacağını
sanmıştı. Hiç de öyle olmadı. Marya Aleksandrovna yalvarmakla bir yere varılamayacağını anladı
ve her şeyi öyle bir ayarladı ki toplumdaki etkisine zarar getirmediği gibi evi Mordasov’un kalburüstü evi olarak anılmaya devam etti. Maliye memurunun eşi ve Marya Aleksandrovna’nın dışardan dostu gibi görünse de aslında müzmin düşmanı olan Anna Nikolayevna Antipova zaferini ilan etmişti bile. Ama herkes Marya Aleksandrovna’nın cesaretinin öyle kolay kolay kırılmadığını
görünce, onun!Kendisinden biraz önce söz ettiğimize göre, artık Marya Aleksandrovna’nın kocası
Afanasy Matveich hakkında birkaç kelime söylemenin sırası geldi. Onun hakkında ilk söylenecek şey gayet heybetli ve son derece prensipli bir adam olduğuydu. Bununla birlikte bir sıkıntı anında hemen paniğe kapılır ve hiç görmediği bir çitle karşılaşan keçiye benzerdi. Özel ikle isim günü
yemeklerinde beyaz kravatlarından birini taktığı zaman olağanüstü heybetli oluyordu.
Ama bütün o heybetli tavrı ve haşmeti konuşmaya başladığı ana kadar sürerdi. Böyle bir anda, ifademi bağışlayın, kulaklara pamuk
tıkamaktan başka bir çare yoktu. Hiç kuşkusuz Marya Aleksandrovna’ya layık biri değildi. Bu herkesin de kabul ettiği bir görüştü. Bulunduğu mevkii elinde tutması da karısının becerisiydi. Benim fikrimce şimdiye kadar çoktan bir bostana korkuluk olarak konmuş olmalıydı. Ancak ve yalnızca orada vatandaşları için gerçekten büyük bir yarar sağlardı. Marya Aleksandrovna, Afanasy Matveich’iMordasov’un üç verst* dışındaki, yüz yirmi nüfuslu tek servetlerine sürgüne gönderdiğinde övgüye değer bir davranış sergilemişti. Şunu da söyleyeyim, bu servetle kadın evinin onurunu layığıyla korumayı başarmaktadır. Herkes bilir ki kadın Afanasy Matveich’i yanında tutuyorsa bu, devlet dairesinde bir işi ve maaşıyla …başka tür geliri olduğu içindi. Maaşı ve diğer geliri kesilir kesilmez yeteneksizlik ve yararsızlık yüzünden hemen gözden düştü. O zaman herkes yargılarındaki dürüstlük ve kararlı karakteri konusunda kadına övgüler yağdırmıştı.
Afanasy Matveich şehir dışında varlık içinde yaşamaktadır. Bir kere onu görmeye gitmiş ve bir saat kadar onunla çok hoşça zaman geçirmiştim. Kravatlarını takıp çıkarıyor, kendi el eriyle ayakkabılarını boyayarak oyalanıyor. Yapacak kimsesi olmadığından değil, ayakkabılarının ışıl ışıl olmasından çok hoşlandığı
1.07 km. Rus uzunluk ölçüsü.
10
için yapıyor bunu. Günde üç kez çay içiyor ve buhar banyosuna çok meraklı, halinden de gayet memnun.
Bir buçuk yıl kadar önce, Afanasy Matveich ile Marya Aleksandrovna’nın biricik kızları Zinaida Afanasyevna ile ilgili hepimizi hareketlendiren olayı hatırlıyor musunuz? Zinaida hiç kuşkusuz güzel bir kadındır, iyi bir eğitim almıştır ama yirmi üç yaşında olmasına rağmen evlenmemiştir.
Neden hâlâ koca bulamadığının açıklaması olarak ortaya sürülecek en önemli sebep, bir buçuk yıl önce zaval ı bir öğretmenle yaşadığı söylenen garip aşk hikâyesinin daha unutulmamış
dedikodularıdır. Bugün bile insanlar, Zina’nın yazdığı ve Mordasov’da elden ele dolaştığı söylenen aşk mektubunu konuşuyorlar. Ama söylesenize bu mektubu gören olmuş mu? Eğer elden ele gezmişse, şimdi nerede? Herkes duymuş ama hiç gören olmamış. En azından ben onu kendi gözleriyle gören hiç kimseye rastlamadım. Eğer Marya Aleksandrovna’nın yanında bu konuda imada bulunacak olsanız, ne demek istediğinizi anlamayacaktır. Diyelim ki bu oldu ve Zina gerçekten bu mektubu yazdı (ben büyük olasılıkla durumun böyle olduğunu düşünüyorum): Bu Marya Aleksandrovna açısından büyük bir yeteneği sergilemektedir! Bu utanç verici, rezil olay nasıl da örtbas edilip, başarıyla gizlenmişti! Ne bir iz kaldı ne de ipucu! Şu anda Marya Aleksandrovna bu adi iftirayla ilgilenmiyor bile, oysaki Tanrı biliyor ya kadıncağız biricik kızının zedelenemez onurunu
korumak için nasıl da çaba göstermişti. Zina’nın hâlâ bekâr olmasına gelince, bu gayet normal. Bu bölgede uygun damat ne gezer? Zina’nın bir prensten başkasıyla evlenmesi hayal bile edilemez. Siz hiç bütün güzel ikleri gölgede bırakacak böyle bir güzel ik gördünüz mü? Gururlu olduğu doğru, çok gururlu. Herkes Mozglyakov’un ona kur yaptığını
söylüyor, ama evlilik söz konusu bile olamaz. Hem Mozglyakov da kim? Doğru, genç, yakışıklı, şık, yüz el i nüfuslu, ipoteksiz bir köyü var ve St Petersburglu. Ama biliyorsunuz havai. Kafası yeni fikirlerle dolu, gevezenin ve ahmağın biri. Yeni fikirlere kapılmış biri için yüz el i kişi ne işe yarar?
Yo, bu evlilik olmaz.
11Değerbilir okuyucu tarafından okunan bu notları, beş ay önce tam bir duygu yoğunluğu içinde yazmıştım. Marya Aleksandrovna1 ya karşı biraz zayıf olduğumu da peşinen itiraf etmeliyim. Bu mükemmel kadına övgü niteliğinde bir şeyler yazmağa niyetlenmiştim, hem de Kuzey Arısı ve benzer dergilerin zamanında (çok şükür bir daha asla geri gelmeyecek olan), o eski sakin ve huzurlu günlerde bir dosta yazılan muzip mektuplar gibi yazacaktım. Ama benim böyle bir arkadaşım olmadığından ve üstelik doğuştan gelen edebi bir utangaçlık çektiğim için yazdıklarım kalemimin edebi gücünün denenmesi ve boş saatlerin tatlı bir hatırası niteliğinde masamın çekmecesinde durdular. Beş ay geride kaldı ve Mordasov’da hayret verici bir olay oluverdi birden.
Bir sabah erken saatte Prens K. kasabaya geldi ve Marya Aleksandrovna’nın evinde konakladı.
Bu gelişin sayısız sonucu vardı. Prens, Mordasov’da yalnızca üç gün kaldığı halde bu üç gün, arkasında kaçınılmaz ve silinemez hatıralar bıraktı. Daha da ileri gitmeğe cüret edip, Prens’in kasabamızda devrime benzer bir etki yarattığını söyleyeceğim. Bu devrimin öyküsünün, Mordasov’un kayıtlarındaki en önemli sayfayı oluşturduğunu söylemek sanırım doğru olur. Kısa bir kararsızlıktan sonra incelemeye ve saygıdeğer halkın düşüncesine sunmaya karar verdiğim sayfa işte bu sayfa. Hikâyem, Marya Aleksandrovna’nın ve yuvasının yükselişi, zaferi ve görkemli bir şekilde çöküşünün tam ve nefis tarihçesidir. Bu bir yazar için çok çekici ve değerli bir konudur.
Herhangi bir şey yapmadan önce ilk iş olarak, Prens K.’nin kasabamıza gelip Marya Aleksandrovna’nın evinde kalmasında şaşılacak ne olduğunu açıklamalıyım. Tabi bunu yapmak için de Prens K. hakkında birkaç kelime etmek gerekir. Ben de öyle yapacağım. Dahası, hikâyemizin iyice anlaşılabilmesi için bu adamın yaşamöyküsünü anlatmak zorunludur. İşte başlıyorum.
Prens K.’nin, Tanrı biliyor ya, hiç de o kadar yaşlı bir adam olmadığın) söylemekle başlayacağım söze. Ama ona bir baksanız her an dağılıvereceğini sanırdınız. Hatta bitip tükenmiş olduğunu, tohuma kaçtığını düşünürdünüz. Mordasovlular bu Prens hakkında ne garip, ne inanılmaz hikâyeler anlatıp dururlardı. Yaşlı adamın aklının başında olmadığı bile söyleniyordu. Tanınmış bir aileden gelen ve istese kasabada büyük bir etki yaratabilecek olan bir arazi sahibinin, muhteşem evinde keşiş hayatı sürmesini çok garip buluyordu herkes. Pek çok kişi onu, altı yedi yıl önce Mordasov’da yaşadığı zamanlardan tanırdı. O zamanlar yalnızlığa dayanamadığını, b r keşişe uzaktan yakından benzemediğini söylerlerdi.
İşte onun hakkında öğrendiğim bütün gerçekler:
Çok eskilere kadar uzanan gençlik yıl arında Prens, sosyeteye girip çok hareketli bir yaşam sürmüş, para saçıp savurmuş, kadın peşinde koşmuş, birkaç kez yurtdışına çıkıp aşk serüvenleri ya
13şamış. Pek dikkat çekecek bir zekâsı olduğu söylenemezmiş. Tabi bütün servetini yiyip bitirdiğini ve ihtiyarlığında tek köpeğe bile muhtaç kaldığım belirtmeye gerek yoktur sanırım.
Derken birisi ona, açık arttırmaya çıkarılan topraklarına gitmesini önermiş. O da öyle yapmış ve Mordasov’a gelip altı ay kalmış. Kasaba hayatını pek sevmiş ve bu altı ay içinde kasabanın hanımlarıyla yakınlaşarak, Mordasov sosyetesinde sine qua non* olarak değerlendirilen, dolayısıyla da sıkıntı değil hareket yaratan, prenslere yakışır kişilik özel ikleri vardı ve temiz kalpli bir adamdı. Özel ikle hanımlar çekici konuklarına hayrandı. Prens günün yarısını süsüyle uğraşarak geçirirdi. Sanki birçok parçanın biraraya getirilmesinden oluşuyor gibiydi. Nerede ve ne zaman bu kadar yıprandığını kimse bilmiyordu. Tek bir kılına kadar takma olan saçı, bıyığı, küçük sakalı ve favorileri simsiyahtı. Her gün al ık ve pudra sürerdi. Yüzündeki kırışıkları germek için özel tel er kul andığını ve bu tel eri kendine özgü bir yöntemle saçının altına sakladığını
söylerlerdi. İtalya’da bir yerlerde, bir aşk kaçamağı sırasında pencereden atlayıp kaçmak zorunda kalınca, kaburgasını kırdığı ve bu yüzden korse taktığı iddia edilirdi. Sol bacağı hafif aksardı, herkes Paris’te bir başka macerada bacağını kaybettiğini ve yerine mantardan takma bir bacak taktırdığını anlatırdı. İnsanın ağzı torba değil ki büzesin, konuşup dururlar! Bununla birlikte sağ
gözünün, tıpkı aslı gibi, mükemmel bir şekilde yapılmış camdan bir göz olduğu doğruydu. Dişleri de takmaydı. Gün boyu yüzünü özel sularla yıkar, kremler ve parfümler sürerdi. O zamanlar bile Prens’in gözle görülür bir biçimde ihtiyarladığını ve dayanılmaz şekilde gevezeleştiğini herkes çok iyi hatırlar. Havası yavaş yavaş sona eriyormuş. Tek köpeği bile kalmadığını bilmeyen yokmuş.
Sonra birden, hiç beklenmedik bir anda, Paris’te yaşayan ve mirasından pay almayı aklının ucundan bile geçirmediği çok ihtiyar bir akrabası ölmüş. Kadının en son yasal mirasçısı da bir ay önce öldüğü için Prens hiç beklenmedik bir anda yasal olarak mirasçısı oluvermiş. Mordasov’un altmış verst uza
* Vazgeçilmez, olmazsa olmaz.
ğında, dört bin nüfuslu, muhteşem bir mülk hiç kimseyle paylaşılmaksızın ona kalmış. İşlemleri yürütmek için hiç zaman kaybetmeden St Petersburg’un yolunu tutmuş. Bizim hanımlar ona muhteşem bir veda yemeği düzenlemişler. Prens yemekte son derece neşeliymiş. Ne şakalar yapmış, ne fıkralar anlatıp herkesi gülüp geçirmiş! İlk fırsatta Dukhanovo’ya (yeni mülkünün adı) taşınacağına ve Petersburg’dan dönünce balolar, piknikler, havai fişek gösterileri düzenleyeceğine söz vermiş. Gidişinden sonra bir yıl boyunca hanımlar, sevgili dostlarını
sabırsızlıkla beklerken hep bu şenlikleri konuşmuşlar. Hatta o dönene kadar Dukhanovo’ya turlar bile ayarlanmış. Malikâne, içinde aslan şeklinde kesilmiş akasya ağaçları, yapma tepecikler, üzerinde tahtadan yapılmış Türk heykel erinin kaval çaldığı botların yüzdüğü göl er, yaz evleri, çadırlar ve daha pek çok eğlence merkezinin olduğu bir parkın içindeymiş. Sonunda Prens geri dönmüş. Ama beklenenin tersine, Mordasov’da hiç duraklamadan doğruca Dukhanovo’ya gidip keşiş gibi kendini eve kapatması herkesi hayrete düşürmüş. Garip dedikodular yayılmış. Ozamandan bugüne dek Prens’in hikâyesi hâlâ tuhaflığını ve inanılmazlığını korumaktadır. St Petersburg’da işlerinin pek yolunda gitmediği söyleniyordu. İleride mirasçısı olacak bazı
akrabaları, hiç kuşkusuz yine paralan saçıp savuracağı korkusuyla akli dengesinin yerinde olmadığını ileri sürerek onu vesayet altına almaya kalkışmışlardı. Bu kadarla kalsa gene iyi.
Bazılarına göre, onu tımarhaneye kapatmaya bile uğraşmışlardı. Neyseki, sözü geçen bir beyefendi ondan yana çıkmış ve zaten her yanı takma olan zaval ı Prens’in bir ayağının çukurda olduğunu, yakında nasıl olsa öleceğini ve tımarhaneye hiç gerek kalmadan mirasına konacaklarını ileri sürmüştü. Yine söylüyorum, insanların ağzı torba mı ki büzesin, hele de Mordasov’dakilerin? Dediklerine göre, bütün bu olanlar Prens’i çok korkutmuş ve tamamen değişip keşiş hayatı sürmesine neden olmuştu. Bazı Mordasovlular onu kutlamak için yanına gitmişler ama ya hiç kabul edilmemişler ya da çok garip bir şekilde karşılanmışlardı. Prens eski dostlarını hatırlamamıştı bile. Söylediklerine göre hatırlamak istememişti.
Vali bile onu ziyarete gitmişti. Döndüğü zaman Prens’in aklının pek yerinde olmadığını
söylemişti. Herkes, Dukhanovo’ya yaptığı ziyaretten söz ederken
yüzünü eksilirdi. Hanımlar da öfkeliydiler. Sonunda çok önemli bir gerçeği ortaya çıkarmayı başardılar. Daha önce hiç kimsenin adını sanını duymadığı, Stepanida Matveyevna diye biri Prens’in idaresini eline almıştı. St Petersburg’dan onunla beraber gelen, ne olduğu belirsiz, bu iri yan kadın patiska elbiseler giyiyor ve elinde bir yığın anahtarla dolaşıyordu. Prens, bir çocuk gibi, her konuda onu dinliyor, izni olmadan adım bile atmıyordu. Kadın Prens’i kendi el eriyle yıkıyor, bir bebek gibi onu her yere taşıyor ve şımartıyordu. Dahası, bütün ziyaretçileri ondan uzak tutuyordu, özel ikle de artık yavaş
yavaş Dukhanovo’ya keşfe gelen akrabalarım. Mordasov’da çoğu kadınlar olmak üzere hemen herkes bu akıl almaz, gizli ilişkiyi konuşuyordu. Stepanida Matveyevna’ nın Prens’in mülkü
üzerinde tam, sınırsız ve kesin bir yetkisi olduğunu da söylüyorlardı. Çiftlikteki kâhyaları, hizmetçileri, uşakları işe alıp işten çıkaran ve para işlerine bakan da oydu. Her şeyi öyle iyi idare ediyordu ki köylüler hal erinden çok memnunlardı. Prens’e gelince, dediklerine göre bütün gün işi gücü, süsüyle ilgilenmek, peruklarını denemek, ceketlerini giyip çıkarmaktı. Geri kalan zamanını
Stepanida Matveyevna ile beraber geçiriyor, kâğıt oynuyorlar, fal bakıyorlardı. Prens, sırf gösteriş
olsun diye arada sırada İngiliz kısrağına biniyor ve eyer üzerinde güç durduğu için Stepanida Matveyevna droşki* ile ona eşlik ediyordu. Bazen de üzerinde paltosu, başında geniş kenarlı bir şapka, boynunda pembe bir hanım eşarbı ve tek gözünde gözlükle, sol eline bir sepet alıp mantar, kır çiçeği ve peygamberçiçeği toplamağa çıkıyordu. Böyle zamanlarda Stepanida Matveyevna hemen yanı başında oluyor, iki irikıyım uşak ile her ihtimale karşı bir de fayton arkalarından geliyordu. Yolda karşılaştıkları bir mujik** hemen kenara çekilerek şapkasını çıkarıyor ve selam verip: “İyi günler Prens Hazretleri,
* Dört tekerlekli bir Rus arabası. ** Çarlık zamanındaki Rus köylüsü.
gözümüzün nuru!” diyordu. Prens de hemen gözlüğünü düzeltip ona bakıyor, dostça başını
sal ayıp, samimi bir şekilde: “Bonjour, mon ami, bonjour* diye karşılık veriyordu. Buna benzer pek çok dedikodu Mordasov’da yayıldı. Prens’i unutmaları olanaksızdı. Böylesine iç içe yaşıyorlardı
işte!
Güzel bir sabah, bu keşiş kılıklı, antika adamın yalnız başına Mordasov’a gelip Marya Aleksandrovna’mn evinde kaldığı dedikodusu yayılınca, herkes hayretler içinde kaldı! Bir telaş, bir
heyecan yaşandı. Herkes bir açıklama bekliyor, herkes birbirine: “Neler oluyor?” diye soruyordu.
İçlerinden bazıları Marya Aleksandrovna’ya gitmeğe bile kalkıştı. Prens’in gelişi herkesi hayrete düşürmüştü. Hanımlar birbirlerine notlar yazdılar, buluşmalar ayarlandı, hizmetçilerini ve kocalarını keşif turlarına gönderdiler. Prens’in başka bir yerde değil de Marya Aleksandrovna’da kalması özel ikle herkesi şaşırttı. Hele de Prens’in uzaktan akrabası olan Anna Nikolayevna Antipova bu duruma çok içerledi. Bütün sorularına yanıt alabilmek için Marya Aleksandrovna’nın evine bizzat gitmekten başka bir çaresi yoktu. Değerbilir okuyucu bu ziyarete konuk olacaktır. Şu anda sabahın onu, ama Marya Aleksandrovna’ nın bu tanıdıkları geri çevirmeyeceğine eminim.
Bizi de kesinlikle kabul edecektir.
Günaydın dostum, günaydın.
Saat sabahın onu. Marya Aleksandrovna’nın Main Caddesi’ ndeki evinde, evin hanımının özel günlerde ‘salon’ olarak adlandırdığı odadayız. Marya Aleksandrovna’nın bir de özel oturma odası
var. Odanın zemini gayet güzel cilalanmış, duvarları özel olarak ısmarlanmış, ince bir kâğıtla kaplı. Hantal mobilyalarda kırmızı hâkim. Üzerinde ayna asılı bir şömine var. Aynanın önünde, heykelden motiflerle süslü, oldukça zevksiz, bronz bir saat duruyor. Pencerelerin arasındaki duvarlarda, örtüleri kaldırılmış, iki büyük ayna ve onların önlerinde de küçük sehpaların üzerinde iki saat daha var. Arkadaki duvarın dibinde, Zina için getirilmiş, koskoca bir piyano duruyor. Ne de olsa Zina bir müzisyen. Koltuklar yapay bir düzensizlik yaratmak amacıyla, yanmakta olan şöminenin etrafına gelişigüzel konmuş. Ortalarında da küçük bir sehpa var. Odanın öbür ucunda, üzerine göz kamaştıracak kadar beyaz bir örtü serilmiş masada gümüş bir semaver fokurduyor ve güzel bir çay tepsisi hazır bekliyor. Semaver ve çay, Marya Aleksandrovna’nın evinde kalan, uzak akrabası Nastasya Petrovna Zyablova’nın kontrolü altında. Bu hanım hakkında da birkaç söz söyleyelim: otuzunu aşmış, siyah saçlı, cildi dipdiri, canlı gözleri koyu kahverengi bir dul. Oldukça hoş bir kadın, akıl ı, kuşkusuz dedikoduya düşkün ve her şeyi istediği gibi ayarlamayı bilen biri. Bir yerlerde okula giden iki çocuğu var, yeniden evlenmeyi çok istiyor ve başına buyruk hareket ediyor. Kocası bir subaymış.
Marya Aleksandrovna, üzerinde kendisine çok yakışan, açık yeşil bir elbise, muhteşem bir edayla, şöminenin yanında oturuyor. Şu anda, yukarıda bir yerlerde süsüyle ilgilenen Prens’in gelişinden son derece memnun. Öyle memnun ki sevincini gizlemeye gerek duymuyor.